Kategoriler

Arşivler


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Gülşen EKER

Ben Zaten Sana (git Derken) Öldüm !

Ben Zaten Sana (git Derken) Öldüm

Hepsi aynı işte!

Neden tutulmak durduk yere akşam karası gözlerine
Takılıp kalmak maviden çalma düşlerine
Sevinçleri hüzne bulamak yorgun bedeninde
İşin mi yok senin be!

Tutundun efsun kanatlarına bir sızı gibi
/ gizlice
Düşündün hep güneşten kalma saatlerde

Hepsi aynı işte!

Yok olsun artık içimdeki aynadan yansıttığım iz düşümlerim de
Kalemim kırıldı
/ bin pareye bölündü hislerim de

Hiç bir dileğim olmadı ki zaten
Bir kere bile…

Hepsi aynı işte!

Tutuşup yandı kalp orta yerinden hece hece
Eğilip yüreğine
Gözlerine baktı diye bir kere
Süzüldün yaşamdan
düştün
/ düşten bir hayale
Sussun artık bilinmezleri örten gece
Aşkı telkin eden öksüz şiirler de
/ölsün içim de

Varsın kurusun

/kitabımın arasında içimde açtırdığı çiçekler de

Hepsi aynı işte!

Yalan oldu içimde büyüttüğüm sevdalar
/birer birer
Bin katre olup aktılar geçmişime
avaz avaz bağırangizli hüzünler

Bir rüyaya hapsolmayacak mı nasılsa gözü kara sevişler
Karışır tarihe bir gün (benim gibi)
Kapı arkasına saklanan tüm silik roller

Susun artık siz de
İşiniz mi yok be!

Söndürün tüm ışıkları
Gidin işte…

Durun

(Yakın ışıkları)
Korkuyorum

Çok korkuyorum

Siz bilmeseniz de….

Gözümden süzülüp yüreğimin ateşine değerken yaşlarım
İster alevlensin yüreğim, ister küle dönsün

Ben zaten (sana git derken) öldüm…

Gülşen  EKER
www.kafiye.net


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Gülşen EKER

Bir Damla Yüzüne Hasret Bedeviyim Çöllerinde

Bir Damla Yüzüne Hasret Bedeviyim Çöllerinde

//Usul usul yağarken yarin avuçlarına
Gerçekler yokluğunu vururdu şakaklarıma//

Titreyen tümcelerimle yüreğine her sokulduğumda
Düş olup değerdin sen dudaklarıma
Kaybolup gitmek isterken sığ derinliklerinde aşkın 
Çıkmaz yol olur bana tüm aydınlık sokakların

Kolu kanadı kırık bir uykuda 
Vurmak düşer bana alacakaranlık rıhtımlarına
Ve ilmek ilmek düğümlenir aşkın boynuma

Kesilirken nefesim hayat şiirimin daha ilk hecesinde 
Sereserpe uzanmak vardı ya gözlerinde
Cennetine götürecek ölümlere/hem de bile bile 

Son sözlerinle saçılan cam kırıkları
Acıtırken ölesiye canımı
Buruşturup buruşturup atıyorum
Kaf dağı yamaçlarına fırlatıyorum sevdamı

///Kavgalarımızın hep çıban başı olurken aramızdaki mesafeler
Karla yağar şehrime çivi kesmiş hasretler///

Kör kurşunlara gizlenir yine gözyaşlarım
Gelir umursamaz yüreğine saplanır
Can damarımda hala tuzlu aşk tadın 
Tüm açık kapılar ardım sıra kapanır

Oysa baksam bir nefes alımlık uzaklıkta yolların
Sol yanıma bin yıllık uykulardan uyanır aşkın
Sonra can evinden bir bir vurulur
Seni Seviyorum 
Seni Seviyorum diyen çığlıklarım

Acemi çaylak/çocukça duygularla
Sığınırken ümitsizce kollarına 
Boy verir yine ıssız gülüşlerim 
Ruhunun paramparça aynalarında
Yatışırdı belki yarım kalmışlıkların
Gözbebeklerimin kızıl gün doğumlarında

Sen de dönüp bin kez bakıyor musun yokluğumda
Ruhuna astığım hercai bakışlarıma
Hırçın asi dalgalarımda açılırdın ya en bilinmez, en deli koylara
Kıyamaz ara sıra göz kırpardın hani haylaz çocuk yanlarıma
İşte öyle hasretim sana

Nefesini yüzümde tatmadan daha ezberime aldığım
Doya doya bir kez okyanus avuçlarına dolamadığım
Gülüşlerini cennetim saydığım /biricik aşk adamım
Yasla yüreğime acılarını (hadi korkma)
Ben senden de çok aşığım

///Ateşten gömleğini aşkının bile bile giyindim üzerime
Bir damla yüzüne hasret bedeviyim çöllerinde/// 

Gülşen EKER
www.kafiye.net


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Bir Dilek Dile Hayattan – Son Bölüm

Bir Dilek Dile Hayattan – Son Bölüm

Düğün günü gelip çatmıştı. Her şey tamamdı artık. Melia Kasım Oteli bir geline ev sahipliği yapacaktı o gece. Konuklar yerlerini almış, damat ve gelini konuşuyorlardı. Kimi ‘Allah yolunu açık etsin’ dileklerinde bulunurken, kimi de ‘Yazık oldu kıza’ diyordu. 

Orkestra ne çalarsa çalsın, eğlenceli şarkılar bile buruk bir acı salıyordu kocaman salona. Kocası Dilek’in yanında, kızını damada teslim etmek için yol alan baba gibi duruyordu. Dilek ise her şeye rağmen bu adama sevgiyle bakıyordu. Eşi olacaktı sonuçta ve hiç bilmediği bir adaya gidecek, yeni bir hayat kuracak, belki de çok mutlu olacaktı. 

Her şeye rağmen herkes eğlenmekteydi. Dostlar, akrabalar, komşular bol bol oynuyorlardı. Derya bile karnı burnunda olmasına rağmen oynamaya çalışıyor; ama yapamıyordu. 

Davetlilerin bazıları, ‘Kurtuldu kız fakirlikten’ diye düşünüyor, bazıları ‘Bu kocaman adama baba mı diyecek?’ diye kendince sorguluyor, bazıları da ‘Yazık oldu kıza’ diyorlardı.

Nihayet gece bitti ve gelinle damat otelin kral dairesine geçtiler. Akrabalar ise duygularını salonda bırakıp evlerine döndüler. Zaten yapacak başka şey de yoktu.

***

Ertesi gün herkes güne yeni ve değişik duygularla uyanmışlardı. Bu gün gidecekti Dilek. Önce İstanbul, sonra Kıbrıs’a uçacaklardı. Derya’da Samsun’a gidecekti eşi ve kayınvalidesiyle. 

Birden güneşin iyiye doğduğunu hissetti Melia Kasım Otelinin kral dairesinde gözlerini açan Dilek. Düşündü; koca yatakta yatan adam kocasıydı artık. Zengindi. Mutluluğunu da satın alabilir miydi acaba? Aklı karıştı, az daha daldı düşüncelere. Sevdiği şehirden ayrılıyordu. Ayrılık içini burkuyordu. Bugün babaanne ve dedesini bırakacaktı burada. Derya ayrı yere, o ayrı yere gidecekti. İçi acıdı, midesini tuttu. Hiç tanımadığı bir çevreydi. Hiç tanımadığı kişilerle karşılaşacaktı. Veda edecekti bu gün tüm sevdiklerine.

Bir dokunuş sıçratmaya yetti Dilek’i. Dokunan el kocasıydı. Bir yabancıydı oysa dokunan el; ama onun dokunmasından doğal bir şey olmayacaktı artık hayatında. Dokunuşlara yapancıydı teni. Ürperiyordu istem dışı. Bu dokunuşların adını da koyamıyordu. Babası gibi mi abisi gibi mi? Sonra aklı başına geliyordu. Kocasıydı artık o kişi. Eşiydi ve dokunuşlarına alışmalıydı.

-Bu akşam gideceğiz ya; bir an önce bize gidelim. Babaannem dedem ve sevdiklerimle az zaman geçirmek istiyorum. 

-Tamam, olur. Duşumu alayım, sonra kahvaltı yapıp gidelim.

***

Ahşap kapıyı iterek girdi. Dedesi bahçedeydi. Sarıldı boynuna. Yüzüne bakamıyordu. 

Dedesi toplamaya çalışsa da kelimelerini, sesi titriyordu yaşlı bedeni gibi. 

-Hadi çık kızım yukarı. Derya, babaannen seni bekliyor. Arkadaşların da sürekli gelip gidip sordular seni. Gelirler birazdan. Anlayacağın, bu gün herkes senin için buraya gelecek. Hadi silelim gözümüzdeki yaşları. Mutlu olalım. Kocan getirir seni yine bize. Öyle söz verdi bana. 

Dilek unuttuğu adama dönüp baktı. Kapıda onları izliyordu. Gözleri yaşlıydı. Başını önüne eğip ‘Tabi geliriz’ dedi. 

-Gördün mü bak kızım… Hadi bakalım çık yukarı. 

Evde vedalaşma anlarında gözyaşı sel olup akmıştı. Hayat bir gerçekti ve gitmek zorundaydı Dilek yeni hayatına.

O akşam otogardan bir hayat uçup gidiyordu artık Kıbrıs’a… Bilinmezlerle, bilinmeyenler diyarına…

*** 

Uçak tüm konforuyla gökyüzünde süzülüyordu. Dilek’in eşi Kıbrıs’a dönmenin sevincini yaşarken, Dilek pencereden yeryüzünü izler gibi görünüyor; aslında hayalleriyle yaşıyordu.

Kız kardeşi Derya’nın birkaç gün sonra bebeği olacaktı. Nasıl haber alacaktı ki? Teyze olarak yeğenini hemen kucağına alması lazım değil miydi? Ablalığını sorguladı. ‘Keşke bebekten sonra düğün olsaydı’ dedi içinden.

Yurt günleri geldi aklına. Derya ile birlikte genelde her Cumartesi ve Pazar dedesi ikisini de alır eve getirir, özlem giderirlerdi. O fakirhane onlar için saray olurdu o iki gece ve iki günde. Geriye dönüşte dedesi Derya’yı bırakır, kendisi birlikte gitmez, işler bahane ederdi. Amacı doya doya gezmekti. Düğünlerinin olduğu otelin önünden defalarca geçmişti. Sonra dönerdi Yurt’a. 

Bazı zamanlarda da Âşıklar Caddesi’nden kütüphaneye doğru tur atmaya bayılırdı. Denizi izlemeye de… Ama O, Derya gibi teknelerle açılmayı sevmez, sadece izlerdi.

Ya o arkadaşlarının döndüğündeki karşılamaları… Ne güzel günlerdi…

Voleybol maçlarındaki tezahürat geldi kulaklarına. Geleceğin büyük voleybolcusu Dilek… Olacak mıydı acaba?

Birden uçak sarsıldı… Yolcular ayaklanmışlardı. Artık Kıbrıs’taydı… 

Yeni bir hayata doğru, sırtına hedefleyip esiyordu rüzgâr ve Dilek’i hep ileri doğru götürüyordu… 
SON

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/Susarsan Beni Duyabilirsin – Son

Susarsan Beni Duyabilirsin – Son

Derinden gelen bir zil sesi kulakları tırmalıyordu. Epeyce çaldı ve sustu. Pelin duymuş; ama kolunu uzatıp telefonu alamamıştı. Ne olduğunu bile tam anlayamamıştı hatta. 

Beş dakika kadar geçti ve tekrar aynı zil çaldı. Gözlerini açtı Pelin. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hala Tarık’ın söylediği o sözde idi. ‘İşte kadın böyle olur…’ sözü kulağında çınlıyordu Pelin’in. Ayşe için bu lafı söylemişti ha Tarık! 

Telefonun zili yine susmuştu; ama Pelin sürekli tekrarlıyordu Tarık’ın o sözünü. 

‘İşte kadın böyle olur…’ 

Gözünü açamıyordu. Açsa bu sözün kaybolacağını düşünüyordu. Ya Ayşe’nin aldığı o kaşarlı pidelere ne demeliydi? ‘Hain şerefsiz!’ diye geçirdi içinden, gözleri kapalıyken. Hem kocasını, hem çocukluk arkadaşı Ayşe’yi perişan etmeliydi. O bölüme takılıp kalmıştı. Gözünün önünde hep o anlar vardı ve silinmiyordu. 

Bir beş dakika daha geçince telefonun alarmı yine acı acı çaldı. Bu kez açtı gözünü ve telefonun sesini kapatıp yanındaki yatağın boş yanına fırlatıp attı. Tarık yanında yatmamıştı. Demek ki Ayşe öyle tembih etmişti kocasına. Artık koca da denmezdi ya… 

Birden son sesine kadar haykırdı. Sinirleri boşalmıştı. 

-Tarıııııkkkkkk! Allah belanı versin adammm! Allah senin belanı versin! Kötürüm olasın e mi? 

Etrafına baktı. Tarık’tan ses yoktu. Gitmiş miydi yoksa? O Ayşe adamın huyunu da değiştirmişti. Böyle bir adam artık kocası olamazdı. Hızla salona geçti. 

Tarık divanda üstü açık uyuyordu. Demek doğruydu. Ayşe’nin tembihi idi. Hızla divana yöneldi. Sesinin tonu hiçbir tanımda yer alamazdı. Tarık’ın böbreklerine doğru parmaklarıyla dürterek ve elleriyle neresine rast gelirse vurarak uyandırmaya çalışıyor, çığlıklarına hâkim olamıyordu. 

-Allah’ın belası adam! Kalk bakalım kalkkk! Hesap vereceksin bana adi adam! 

Tarık gözlerini açıp karısına tuhaf bir şekilde bakıyordu. Hiçbir şey anlayamamıştı. 

-Ne oldu hayatım ya? Ne bağırıyorsun? 

-Cehennemin dibi oldu adi herif! 

-Sakin ol ve hakaret etme! Yoksa benden daha ağır hakaretler işitirsin. 

-Demek ‘İşte kadın böyle olur…’ ha! O kadının da, senin de canın cehenneme. O mu tembihledi seni? Karının yatağında yatma mı dedi? ‘İşte kadın böyle olur…’ ha! 

-Hayatım sen iyi misin? Delirmedin değil mi? 

-Deli sensin! Az önce kulaklarımla duydum, gözlerimle gördüm. Ayşe’nin sana aldığı kaşarlı pideleri yerken ‘İşte kadın böyle olur…’ dedin. 

-Az önce mi? Kızım sen az önce yatakta değil miydin? Ben divanda uyumuyor muydum? 

Bir an sessizlik çöktü salona. Pelin’in yüzü kıpkırmızı olmuştu. Şimdi hatırlamaya başlamıştı rüya gördüğünü. Ya o işyerine bırakmalar falan? Tabii ya! Hepsi rüyaydı. Kocasına ne diyeceğini şaşırdı birden. Şu an kendisi zor durumdaydı. Adama hakaretler etmişti hiç yoktan. 

Tarık anlamıştı durumu ve kahkahalarla gülmeye başladı. Bunca şüphe elbette rüyada da yerini bulacaktı. Etrafın sözleri nihayet karısını bu duruma getirmişti. Divandan doğruldu ve gülümseyerek karısına doğru yürüdü. Sarıldı boynuna Pelin’in. Yanaklarından öptü. 

İşyerinde birlikte çalışıyorlardı Ayşe ile. Aslında Pelin de Akif ile birlikte aynı işyerindeydi. Ofis çalışanlarının malum dedikodularını duymuştu Pelin birkaç kez. O günden beri Ayşe’yi kıskanıyordu.

-Aşkım… Sen neden kendini başka bir kadınla kıyaslıyorsun? Ben seni sevdim. Çok sevdim hem ve seninle evlendim. Hala çılgın bir aşkla bağlıyım sana canımsın. 

Sarıldı Pelin kocasına. Olmayacak bir şey yapmıştı. Hata etmişti. 

-Tarık… İşe geç kaldık. Affet beni ne olur. Hadi giyinip çıkalım. 

-Aşkım bugün Pazar. Tatildeyiz. Baş başa olacağız bugün. 

-Tarık! Hayatım; seni çok seven bir kadının kör bir kıskançlığı bu. Affet beni. 

Elinden tutarak yatak odasına götürdü kocasını. Tarık, sevgiyle bakıyordu karısına. Pelin ise, az önce yatağın boş kalan tarafına attığı telefonu eline almış bir numarayı arıyordu. 

-Ayşeciğim… Canım günaydın. Tatlım, inan seni rüyamda gördüm. Öyle güzel, öyle asildin ki… Akif ve sen bizi kahvaltıya davet ediyordun. Ben de ‘Rüyalar gerçek olsa’ şarkısını mırıldanıp hemen seni aradım. Aaaa davet ediyorsun değil mi canım? Tamam… İki saate kadar oradayız canım. 

Telefonu yine fırlattı. Ama bu kez Tarık yanında yatıyordu. Özlemle sarıldı kocasına. 

-Sevgilim… Ayşelere 10 dakikada gidebileceğimize göre tam 110 dakikamız var… 
*** 

SON

Melek  KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/Susarsan Beni Duyabilirsin – 2

Susarsan Beni Duyabilirsin – 2

Sabah saat sekizi çeyrek geçe uyanmıştı Pelin. Hala mahmurdu. Gerindi bir süre. Birden aklına mesaisinin saat dokuzda başlayacağı geldi. Tarık’a doğru döndü; o da mışıl mışıl uyuyordu. Oysa aynı saatte başlıyordu mesaileri. Kendisi fırladı yataktan. Lavaboya gidecekti ki; kocasını da uyandırması gerektiğini düşündü. Sertçe sarstı birkaç kez. O da homurdanarak gözlerini açtı. 

Pelin lavaboda yüzünü yıkarken sadece yarım saat kalmıştı. Daha eşi de giyinecek, önce kendisini işyerine bırakacak, sonra da kendi işine yetişecekti. İkisi de yetişemezlerdi bu durumda. Lavabodan adeta haykırdı: 

-Tarııııkkkk! Rüyanda Ayşe’yi gördün ki uyanamadın bu sabah. Artık kalk da beni yetiştir. Sen de ne yaparsan yap. 

-Lavaboyu boşaltırsan ben de yüzümü yıkayacağım. 

Öfkeyle çıktı Pelin. Geceliğini yolda çıkarmaya başladı ve dünkü giysilerini aceleyle giyindi. Yanaklarına hafif pudra serpti. Bu arada Tarık da gelmiş, hazırlanıyordu. Ağır hareket etmesinin nedeni, yeni giysiler seçip giyinmeye çabalamasıydı. Kemerini yeniden takıyor, ceplerini boşaltıyordu. Bir de parfümü eline alınca, Pelin çıldırdı ve dış kapıyı hızla vurarak çıktı evden. Asansörü çağırıp kabine girdiğinde saçlarını taramadığını fark etti. Hemen tarağını alıp acele hareketlerle asansörde taradı. O tararken zemine inmişler ve kapı açılmıştı. Kapıcı ‘Günaydın’ dediğinde oldukça utandı. Kendisi kabinden çıkar çıkmaz bu kez Tarık çağırdı asansörü. Aslında sinirlenip çıkması zaman kaybına yol açmıştı. 

Dışarı çıkıp otomobillerinin yanında durup beklemeye başladı. Birden yanında bir başka otomobil durdu. Akif gülümseyerek kendisine bakıyordu. 

-Şimdi Ayşe’yi bıraktım. Yolumu özellikle buradan yaptım. Geç kalacağını tahmin etmiştim. Zaten aynı yere gidiyoruz; seni ben götüreyim. 

-Ah Akif ya! Seni Allah yetiştirdi sanki. Bizim uyuşuk hala gelecek. 

Hiç düşünmeden ön koltuğa oturdu. 

-Hadi hareket et… Zaten geç kaldık. 

-Tarık’ın haberi olmasın mı? 

-O uyuşup kalsın. Az sonra seninkiyle kahkahalar eşliğinde çay içerler işyerlerinde. 

-Nasıl yani? 

-Yani kahvaltı yaparlar. 

-Ama evde yaptık biz. 

-Onlar birlikte kahvaltı yapmak için hemen acıkırlar. 

-Pelin! Senin dilinin altında bakla var. 

-Ne baklası ayol! Sen Tarık’ın en yakın arkadaşısın. Hemen kötüye çekme işi. 

Şu an yüreği gülüyordu. Bir taşla üç kuş vurmuştu. Hem Akif’in kulağına kar suyu kaçırmış, hem Akif’in arabasına binerek hem Tarık hem Ayşe’yi kıskandırmış, hem de kendisi Akif’in dikkatini çekmişti. Madem onlar birbirleriyle bakışıyorlardı, Tarık’ın karşısında yarı çıplak oturuyordu Ayşe; intikamını almalı, kendisi de Akif’in dikkatini çekmeliydi. 

Bunları düşünürken telefonu çaldı. Eşi idi arayan… İyice abartmayı düşündü planını ve açtı telefonu. 

-Merhaba Tarıkçığım. Sen geç gelince sağ olsun Akifçiğim evin önünden geçiyormuş, nezaket gösterdi beni de aldı. Akif benim canım yaaaa! Ne incelik ama değil mi? 

İçin için gülüyor ve eşinden cevap bekliyordu. Onun konuşmakta geç kalışı, şoka uğradığının işaretiydi. ‘Oh olsun!’ dedi içinden. Tarık’ın sesi duyuldu. 

-Peki! 

Kısa, net, öfke dolu bir cevaptı. Daha da sevindi. Ayşe’nin o bacak gösterisi neydi öyle dün gece. ‘Dur ben de hafif çekeyim eteğimi’ diye düşündü. Bu his bile kocasına karşı aleni bir savaştı. Madem kendisinin lise arkadaşı kocasına karşı dişiliğini kullanıyordu, kendisi de kullanmalıydı. Tarık’ın ancak aklı böyle başına gelir ve Ayşe^ye olan ilgisi biterdi. ‘Nasıl olsa ben kendimi frenler ve Akif’e fırsat vermem.’ diye de düşündü. Sanki uykudan ayıkmak istermiş gibi kollarını açıp gerinirken, bacaklarını oynattı ve eteğinin iyice açılmasını sağladı. Adım adım ilerliyordu Pelin. 

Akif fark etti Pelinin eteğinin açıldığını. Oysa dün geceki etekti ve eteği gece boyu hiç açılmamıştı. 

-Pelinciğim dün bizden sonra eteğini kısalttın mı yoksa? 

Şuh bir kahkaha savurdu Pelin. 

-Yok ayol. Senin araba sarstıkça açıldı. Ne yapayım yani? Sen bizim aile dostumuz değil misin? Senden de mi sakınayım yani? 

-Yok tabii ki! Sadece sordum. 

Bu arada işyerlerine gelmişlerdi. Saat dokuza beş vardı. İkisi de arabadan inip binaya yöneldiler. 
*** 

O arada Tarık yalnız kalınca kestirmeden işyerine gitmiş, çoktan varmıştı bile. Odaları Ayşe ile yan yanaydı. Kendisi şirketin müdürü, Ayşe ise müdür yardımcılığı görevindeydi. Bu nedenle de sıkça beraber oluyorlardı. 

Doğru Ayşe’nin odasına geçti. Genç kadın her zamanki gibi bakımlıydı. Eteği gece giydiğinden de kısa, göğüs dekoltesi ise olağanüstü idi. Hemen bir ıslık çaldı; hani şu hayranlık ifade eden ıslıklardandı. Ayşe gülümsedi. 

-Neden bu ıslık bakim sevgili arkadaşım? 

-İçeri girer girmez öyle bir güzellikle karşılaştım ki… 

-Ayıp ama Tarıkçığım. Ben arkadaşının eşiyim. 

-Ne yaptım ki? Tabii Akif’in eşisin. 

-Şaka şaka! Ama laf aramızda sen de çok yakışıklısın bu sabah. Bil bakalım ne aldım gelirken? 

-Ne aldın? 

-Akif beni bırakınca hemen pastaneye gittim. Senin sevdiğini biliyordum. Daha da önemlisi; sevgili arkadaşım Pelin’in sabah sabah seni aç bırakacağını da biliyordum. Kaşarlı pidelerden aldım sıcak sıcak. 

Tarık iç sesi ile duyurmadan söylendi: 

-İşte kadın böyle olur… 
*** 

2. bölüm sonu 
Devam edecek… 

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/Susarsan Beni Duyabilirsin – 1

Susarsan Beni Duyabilirsin – 1

Böyle devam edersen, senin yüzünden onlarla görüşmeyeceğim Tarık… 

-Ne oldu yine hayatım? Ne bahaneler üreteceksin bakalım gecenin bu saatinde? 

-Ne olacak sence? Hadi kadını övmelerini anladık; ya o bakışların neyin nesiydi? 

-Pelin, çok ayıp ediyorsun canım! Farkında mısın bilmem; olmayacak sözler ediyorsun şu an. Ben nasıl bakmışım Ayşe’ye? Anlat bakalım… Hele ki Ayşe senin genç kızlıktan arkadaşın ve Akif de benim çocukluk arkadaşım. Sence ben çocukluk arkadaşıma; o kadar sevip değer verdiğim can arkadaşım Akif’e böyle bir ihanette bulunabilir miyim canım? 

-Zaten mantıksız olan da bu ya! Yemek masasında bakışların yetmez gibi, bir de onlar gittikten sonra bana neler neler diyorsun? Düşün hele bir… 

-Ne dedim Pelin sana? Nasıl baktım Ayşe’ye? Açık konuşsana… 

-Neredeyse yediği lokmaları sen ağzına koyacaktın kadının. Yok efendim Ayşe’nin sofra hazırlaması daha modernmiş, yok efendim Ayşe harika yemek yapıyormuş, tam senin istediğin gibiymiş. Yok efendim Ayşe giyinmeyi, kendine yakıştırmayı biliyormuş. Ne yani? Mini mini giyip, senin karşına da geçip, bacak bacak üstüne atınca mı giysileri kendine yakıştırmış oluyor Ayşe? 

-Ya karıcığım, ben kendi karımla da dedikodu yapamayacak mıyım misafirler gittikten sonra? Dikkatimi çekenleri söyleyemeyecek miyim? Biz iki yabancı mıyız yani? 

-İyi ya! Tam da bu işte! Karı kocayız; ama hayranlığın Ayşe’ye… O zayıfmış, kilo almamak için dikkat ediyormuş, hareketliymiş, bu hareketliliğiyle kim bilir Akif’e ne zevkler veriyormuş yatakta… Senin dedikodu dediğin, dikkatini çekenler bunlar mı canım? 

-Fikrimi söylemek suç mu bir tanem ya? 

-Allah’ını seversen uyu hadi. Uyu ki beni delirtme! Bil ki senin yüzünden bir daha onlara gitmeyeceğim. 

-Aşkım, biricik sevgilim. Sen benim karımsın; başkası değilsin ki. Tüm bunlar benim şahsi görüşlerim; arzularım değil ki… 

-Bana bak Tarık! Ben de bir kadınım. O kadının evinde geçen hafta yediğin yemekleri öve öve bitiremezken, benim daha bu akşam yaptığım yemeklerden söz bile etmiyorsun. Gerçiiii, Ayşe’ye bakmaktan benim yemeklerimi görmedin bile. 

-Abartma istersen! 

-Şu an sana sorsam; Ayşe’nin giysileri ne renkti, nasıldı desem; tek tek anlatırsın. İyi, güzel… Anlat! Ama hadi söyle bakalım; ben akşam ne giymiştim? 

-… 

-İşte bu! 

İkisi de yatakta, yastıklarını hafif dik koyup uzanmışlar, kavga ile sohbet arası laflar ediyorlardı. Tarık’ın cevap veremeyişi, yutkunuşu, kem küm bile edemeyişi Pelin’i adeta kudurtmuştu. Ani bir hareket yaptı, yastığını alıp yataktan fırlayarak kalktı. Öfkesi bununla da kalmayıp yatak odasının kapısını hızla vurarak çıktı salona. 

Tarık peşinden gitmedi Pelin’in. Aşırı yorgundu. Çok da uykusu vardı. Hemen uykuya daldı. 

Pelin salona çıktığında kendini bir koltuğa zor atmıştı. Burnundan soluyordu adeta. Böyle bir şey olamazdı. Bir erkek nasıl olurdu da çocukluk arkadaşının karısına kötü gözle bakardı ki? Üstelik de Ayşe kendisinin liseden arkadaşıydı. Erkek cinsinde böyle bir zayıflığı ömründe duymamıştı. 

Pelin’in aklından geçenler korkunçtu şu an. Şeytan diyordu ki; git, şu adamın gırtlağına sarıl ve boğ. Bir insan hem karısına, hem çocukluk arkadaşına nasıl yapabilirdi ki bunu? 

Düşünürken koltukta uyudu kaldı Pelin. Kaloriferler de sönmüştü gecenin bir yarısında. Üstündeki incecik gecelikle üşümüştü; ama doğrulup kalkamıyordu. Akşamki yemek hazırlığı çok yormuştu onu. 

Sabaha karşı Tarık lavaboya kalktığında, karısını o halde görünce derin bir iç geçirdi. Buza kesmiş gibiydi. Uyandırmamaya özen göstererek kucakladı ve yatak odalarına götürüp yatırdı. Üzerini de yorgan ve battaniyeyle örtmeyi ihmal etmedi. 

Lavabodan çıkınca Tarık da bir koltuğa oturup düşünmeye başladı. Söyledikleri yanlış değildi ki… Gerçekten de Ayşe’nin yemekleri harikaydı. Ne vardı bu lafa kızacak? Ayrıca çok da bakımlıydı. Aynı işyerinde çalışırlardı Tarık ile Ayşe. Bu zamana kadar Ayşe’yi gelişigüzel giysiyle görmemişti. Her gün makyajını yapar, saçını olabildiğince değişik şekillere sokardı. Hatta ojesini bile iki gün üst üste aynı renkte görmemişti. Oysa karısı telaşla uyanır, kahvaltıyı bile yetiştiremez, üstünkörü giyinip adeta fırlayarak evden çıkardı. Pelin ile Akif de aynı işyerinde birlikte çalışırlardı. Kim bilir Akif de Pelin için ne düşünüyordu. 

Bu son düşünce birden Tarık’ın suratını değiştirdi. Bazı şeyleri şimdi kendine itiraf edebiliyordu. Doğru ya; kendisi nasıl Ayşe’ye hayransa, acaba Akif de kendisinin karısına mı hayrandı. İçini müthiş bir kıskançlık kapladı. Olmamalıydı böyle bir şey. 
*** 
Ayşe ve Akif neşeyle evlerine dönmüşlerdi. Tarıklarda yemek yiyip; kahve, çay, sohbet derken zaman geçip gitmişti. Evlerine geldiklerinde, karı koca her zaman olduğu gibi soyunmuşlar, yatacakları giysilerini giymişlerdi. Bir süre oturmak istediler. Uykuları henüz yoktu. Akif yemeklerin güzelliğinden söz etmeye başladı. 

-Hayatım, senin yemeklere uymaz; ama Pelin de güzel yapmıştı doğrusu. Hoşuma giderek yedim. 

-Yemek gerçekten güzeldi. Ama unuttuğun bir şey var; o evde Tarık olmasa Pelin bir hiç bence. Adamcağız sofraya tabakları yerleştirdi, servisi kendisi yaptı, en güzel giysilerini giymişti. Ki bana göre ev sahibinin misafirlerine verdiği önem giysilerinden belli olur. Pelin’in o kıyafeti neydi Allah aşkına öyle? Derme çatma bir rüküş etek, basit bir gömlek… Ne saçlar yapılmıştı, ne de makyaj… Çok ayıpladım. Genç kızlığımızdan beri arkadaşız Pelin’le ve bu kız hiç düzelmedi. Yazık olmuş Tarık gibi yakışıklı, becerikli bir erkeğe. 

-Ya hayatım bize ne elin kadınının rüküşlüğünden, elin adamının yakışıklılığından falan. Biz kendi işimize bakalım bence. Tarık da benim çocukluk arkadaşım… Dışı çok iyidir; ama tembel bir öğrenci idi. Görüntüsü harika; ama içi kof… Oysa Pelin belki giyimine, bakımına dikkat etmez; ama işinin de ehlidir. Aranan bir elemandır. Birbirlerine o yönleriyle terstirler. E bu durumda da birbirlerini tamamlamış oluyorlar. Biz kendi işimize bakalım bence. 

-Yoooo! Sakın Tarık’a haksızlık etme. Ne yalan söyleyeyim, Tarık benim idealimdeki erkek tipi. 

Akif bunu duyunca suratı asılıverdi. Hiçbir şey söylemeden kalkıp yatağına gitti ve düşünüp canını sıkmamak için anında uyudu. 

Ayşe bir süre daha salonda oturdu. Aklı Tarık’ın görünür ve görünmez özelliklerindeydi. Yarın sabah yine işyerinde beraber oturacaklar, o tok ve güzel sesini yine duyacaktı Tarık’ın. 

Bunları hayal ederken Ayşe de koltukta uyuyakaldı. 
*** 

1. bölüm sonu 
Devam edecek…

Melek  KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/Umut2

Kovadaki Okyanus/Umut2

Gece lambası, kırmızı loş ışığını veriyordu duvarlara. Gözü en yakın arkadaşını aradı duvarda. Oradaydı işte; ördüğü ağın içinde geziniyordu. Ne kadar da sevimliydi… Bugüne kadar tüm dertlerini dinlemiş, susarak dost olmuştu Peri’yle. Kıpırdamaya çabalayıp yeniden tekerlekli sandalyesine oturdu bin bir güçlükle. 

Metalik gıcırtılar başladığında, yeniden harekete geçmişti. Örülmüş ağın önünde durdu. Sırdaşı, arkadaşı, dostuydu örümcek. Belki hoşsohbet değildi, suskundu; ama tüm dertlerini de sessizce dinliyordu. Şefkatle baktı ona. ‘Keşke avucuma gelebilse, keşke örgü danteli bozulmadan okşayabilsem onu’ diye iç geçirdi. 

-Geldim yine yanına benim kara örümceğim. Ne zamandır bana arkadaşsın, dostsun, sırdaşsın; ama neden hiç sarılmadın bana? Neden baharı yaşamadık seninle dışarıda? Çok mu çirkinim ben yoksa? Sana söz veriyorum kara dostum; iyileşeceğim… Ama bak; iyileştiğimde beni terk etmek yok! Tamam mı? 

Cevap yoktu. Hiç kimsenin örümcekten duyamayacaklarını Peri duyabiliyordu. Onu kötürüm odasında örümcek ağı örerken görmüştü. Annesi, pislik yapar diye örümceğin ördüklerini bir sopayla dağıtıp, örümceği de dışarı atacaktı. Peri son anda fark edip engel olmuştu en yakın arkadaşının ölüme gitmesine… O gün bugündür Peri’nin en yakın arkadaşıydı bu kara örümcek. Devam etti konuşmaya… 

-Kara sevdam benim… Sadece sen inanmaktasın ayaklarımın üstüne basacağıma. Annem, babam bile inanmıyor bana. Ağlıyorlar sadece. Onların döktükleri o damlalar nehir olur akardı değil mi? Bir inansalar bana… Bir inansalar yürüyeceğime… Hem biliyor musun yarın bana cep telefonu alacak babam. Umut’la her an konuşabileceğim. Ah örümceğim ah! Öyle güzelmiş ki sevmek, öyle güzelmiş ki aşkı yaşamak. Ona bugün hemen ‘Evet!’ demeyi ne çok isterdim bir bilsen… 

Aynı anda Peri’nin annesi ve babası bu alışılmış konuşmayı tam olarak duymasalar bile, mırıltıları duyuyorlar ve biraz daha üzülüyorlardı. Kızları bir örümceğe derdini dökerdi her gün saatlerce. İnanırdı derdini dinlediğine örümceğin… 

-Uyu artık bey! Örümcekle konuşmaya başladıysa, az sonra o da uyuyacak demektir. 

-Evet hatun… İyi ki varmış örümcek. Kızımızın umut kapısı oldu o… 

Artık kafaları rahata erdiğinden hemen de uyuyuverdiler. Nasıl uyumasınlar ki? O kadar yorgundular, o kadar hayata karşı direniyorlardı. Uyumadan olamazdı ki… 

Peri anlatmaya devam etmek istiyordu aslında. Örümcek birden kaybolmuştu. Duvar arkadaşı değildi Peri’nin. Sadece kara örümcekti her şeyi… Tersine döndü sandalyesiyle. Yatağına kavuşmak istiyordu artık. 

Yine sıkıntılarla, zorluklarla tekerlekli sandalyeden kalktı. Güçlükle uzandı yatağına. Ayaklarıyla çalışmaya başladı. Kıpırdatamasa da bu şekilde yürüyebileceğine yürekten inanmıştı. Topukları yatakta olmak üzere ayak parmaklarını hareket ettirtebilme çalışmasıydı bu. Bıkmıyordu, usanmıyordu… Yürümesi lazımdı ve yürüyecekti… 

Farkına varmadan, manevi gücü bedenine yenik düştü ve uyudu sessizce… Belki de rüyasında cep telefonunu görecekti… 

*** 

Ertesi gün akşam olmuştu. Peri merakla babasını bekliyordu. Hiç bu kadar özlemle beklememişti yaşlı adamı. Tekerlekli sandalyeyi balkona çıkarmış, öylece duruyordu babasını beklerken. Yüreğinin sesini kendisi bile duyabiliyordu. 

Uzaktan göründü yaşlı adam. Kollarını sallayarak geliyordu her zamanki gibi… Daha fazla bakamadı ve attı kendisini içeriye. 

Sessiz ve gözyaşları olmadan ağlıyordu şu an. Yine güçlükle yatağına girmiş ve öylece kalmıştı. 

Babası eve gelir gelmez, her zamanki alışkanlıkla Peri’nin odasını açmıştı. Onu bu saatte yatakta görünce şaşırmıştı iyice. Yanına gitti ve sevgi dolu seslendi… 

-Sevgili kızım benim… 

Ses yoktu… Bir daha seslendi: 

-Benim tatlı prensesim… Biricik kızım… 

Yine ses yoktu. Endişelendi yaşlı adam. Hiç böyle görmemişti. Titredi birden… 

2. Bölüm Sonu 
Devam edecek… 

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus


Kovadaki Okyanus

Merhaba, 

Şiirkolik’i tanıdığım ilk günlerde, bir ‘Aile’ sözcüğü çağrışımı hissetmiştim. İşlerimin yoğun olduğu zamanlarda, yazamasam da okumadan geçemiyordum. Sonradan anladım ki; sadece çağrışma değilmiş ve bizzat bir ailenin içindeymişim ben. Hep mutlu oldum bu güzel ailede… 

Bakış açıları, güzellikler, mutluluklar görecelidir derler. Kişiye, kişiliye, bakış açısına göre farklılıklar olabileceğini düşünürler. Belki de çok haklılar. Farklıdır mutlaka kavramlar kafalarda. 

Ben neden mutluydum Şiirkolik’te? Bunu düşündüm bir an… Öyle ya; göreceliyse mutluluklar, tanımı lazım mutluluğumun. 

Günün seçkilerine itirazı hiç görmemişsem, adaletin varlığını hissederim. ‘Yorum yazdın, yazmadın’ gibi bir kısır döngüye girilmemişse; gösterişten uzak, edebi değerler için yazıldığını düşünürüm. Güne göre çizgi sapması yerine kalıcı bir yol kendini hissettiriyorsa, ‘Kararlılık vardır’ derim. Hepsinden önemlisi, her şey edebiyat adınaysa daha ne isterim? Nasıl mutlu olmam? 

Bundan böyle ‘Kovadaki okyanus’ başlığı altında sizlerle beraber olmamı istedi Sayın Işın Ergüney. Benim için bir onurdu ve anında, hiç düşünmeden ‘Tamam’ dedim. O halde kendimi tanıtmalıyım… 

1968 Sinop doğumluyum ve iki çocuk annesiyim. Çocuk derken; ikisi de üniversite mezunları tabii… Hep böyle bir alışkanlık yer ettiğinden kısa bir ifade olarak öyle yazdım. Lise mezunuyum. O yıllarda, çok zor şartlar altında okuyabildim. Hep çalışmak zorunda kaldığım için yazamadım; ama hep karalayıp bıraktım bir kenara. Erteledim yazmayı özet tanımıyla… 

Çocuklarımın yüksek okulu kazanmaları ve ablamın da burada yaşaması nedeniyle yedi yıldır Kıbrıs’ta yaşıyorum. En kuzeyden en güneye, hırçın dalgalardan sakin denizlere gelmek kolay olmadı tabi. Ancak kendimi de burada buldum diyebilirim. Daha rahat yazmaya başladım. Hala çok çalışıyorum; ama dinlenme saatlerimi yine de yazmaya ayırıyorum. 

Kovadaki Okyanus adlı köşemde sizlerle nice yazılarda buluşmak umuduyla… 

Sözcüklerin Gücü 

Yaz sıcağında giyebileceği en kapalı kıyafeti seçmişti güzel kadın. İlerleyen yaşına rağmen hala dişi, hala çok güzel, hala enerjikti. Bunu kendisi hiç dile getirmezdi. Utanırdı belki de. Yeni tanıştığı arkadaşları, dostları, akrabaları; kısaca herkes söylerdi. Yürüdüğünde herkes bir dönüp bakar, için için ‘Ah!’ çekerlerdi bu sıra dışı güzellik karşısında. Hele o gülüşü… Bayılırdı herkes gülüşüne ve gülümsetmek için mutlu etme yarışına girerlerdi sanki. 

Verilen adrese giderken, her zamanki gibi heyecanını besleyip içine sığmaz hale getirmişti. Dolu doluydu. Hiçbir plan yapmamış, ön konuşma da hazırlamamıştı. Yüzünün astarı gibiydi gülümsemesi. İçini yansıtırdı. 

Kendisine belirtilen adrese gelmişti. Kapıdan çıkmakta olan yakışıklı bir adamdan yardım istedi. Sesindeki heyecanı sadece yüreği değil, bedenindeki tüm sinir sistemi hissediyordu. 

-Merhaba… Burada yeni açılan çağrı merkezine başvuruda bulunacaktım. Hangi katta acaba? Yardımcı olur musunuz lütfen? 

Sesindeki tını adamı büyülemişti. Hayranlıkla baktı kadının gülücükleriyle zenginleşen görüntüsüne… 

-Tabii hanımefendi. Üçüncü katta, tam karşıdaki kapıdan aradığınız işyerine ulaşabilirsiniz. 

Uzaklaşırken adam da gülümsüyordu hafifçe başını eğerek. 

Ferda, diz üstündeki hafif mini eteğinin açığa çıkardığı, bronzlaşan balıketi bacaklarının daha da açılmaması için, düzgün adımlarla üç katı da çıktı. Dikkat ederdi zaten yürüyüşüne. Kapıyı açan, ismini sonradan öğreneceği Nazlı Hanım’dı. 

-Buyurun, salonda bekleyebilirsiniz; ama daha önce, görüşme için sekreterin randevu defterinde isminizin olup olmadığını sorup onaylatın isterseniz. 

Sekreterin odasını eliyle ve beden diliyle gösterip başka odaya geçti Ferda’yı karşılayan kadın. 

Kalabalığı gördüğünde, oldukça şaşkınlık yaşadı Ferda. Her zaman olduğu gibi kendine güveni müthiş, enerjisi üst düzeydeydi. Bekleme salonunda, etrafta oturanların süzen bakışlarına sıcak gülümsemelerle cevap verip görevli sekreterin yanına gitti. İsmini söyleyerek kendini tanıtıp, sıralamada olup olmadığının kontrolünü rica etti. Sekreter, önce kendini tanıtıp elini uzatarak tokalaştı Ferda’yla. 

-Ben Mürüvvet… Görüşmeniz telefonda söylediğim saatte. Buyurun, bekleyin lütfen. 

Bekleme salonunu göstermişti eliyle. Heyecanlı bakışların üzerinde olduğunu hissediyordu Ferda. Odada bulunan herkese göz gezdirdi sevgi dolu ifadelerle. Nerdeyse hepsi kızı ya da oğlu yaşındaydı. Hemen yanı başından gelen ‘Merhaba’ sesine döndü. Genç bir kızdı. 

-Siz de çağrı merkezi için mi başvuruda bulunacaksınız? 

-Evet! 

Gülümser bir ses tonuyla cevapladı. Kızın alaycı bir tavrı vardı sanki. Az da olsa canını sıkmıştı Ferda’nın. Sanki ‘Biraz büyüksünüz bu iş için.’ deyip, bakışını kaçırmadan Ferda’ya bakıyordu. Alışıktı aslında bu tarz ani gelen can sıkıcı sorulara. Çok cesur olduğunu göstererek attığı adımlarda, cesareti kırık kişilerin yıldırma politikasıydı bu. Tanıyordu bu tavrı. Gülümsedi genç kıza: 

-İsminiz neydi hanımefendi? Size nasıl hitap etmeliyim? 

-Sevcaan… 

Kız, resmen sözleri gevelemişti. Ferda devam etti dinlendiren ses tınısı ve huzur veren kelimeleriyle. 

-Benim adım da Ferda… Memnun oldum tanıştığımıza. Biliyor musunuz, bu iş tam da bana göre ve ben bu işi almaya geldim buraya. 

Sevcan, duyulur bir sesle güldü. Alaycı gülüşe oturduğu yerden eşlik edenler de olmuştu, kızgın bakanlar da. 

Bir saat süren bekleme sonunda sırası gelmişti. Sekreter davet edip işyeri sahibinin kapısını açtı. İçeri girdiğinde şaşkınlığını gizleyemedi Ferda. Vücudunu hafif öne uzatarak, avuç içleri işverene bakar halde iki yana açıp konuştu: 

-Ama siz… Bana adresi veren siz değil miydiniz? Görüşmemi gerçekleştireceğim, iki dudağınız arasından çıkan cevaba hazır olduğum siz miydiniz yani? 

Adam ayağa kalkıp ‘Bayar ben’ deyip tekrar yerine oturarak konuşmasına devam etti: 

-Ferda Hanım buyurun oturun lütfen. Sizinle karşılaştığımda heyecanınız ve güzel enerjiniz tamamen bana yansıdı. Bu farklı durumu her zaman hissetmek maalesef mümkün olmuyor. Tüm telaşınıza rağmen, sesiniz ve bana yansıyan doğallığınızla kurduğunuz cümlelerde beni şaşırtmayı başardınız. Sizi ekibimde görmekten mutluluk duyarım. 

Ferda gözlerini ayırmadan pürdikkat dinliyordu patronunu. O kadar emindi ki işi alacağından… Ufacık bir kuşkusu bile yoktu. 

Bayar Bey sustu. Ferda, sesi konuşmasa da mimikleriyle ‘Buyurun sorun’ diyordu sanki. Gelecek sorulara hazırlıklı olduğunu hissettiriyordu. Tekrar söze başladı Bayar Bey: 

-Dışarıda otuz başvuru var. Her biri değişik alanlarda üniversiteyi başarılı sonuçlarla bitirmişler. Her ne kadar bilgileriniz bana önceden ulaşmış olsa da şu an hepinizi aynı derecede gördüm. Söyler misiniz Ferda Hanım, neden sizi bunca kişiye değişmeliyim? 

Ferda yüzündeki ifadeyi bozmamıştı. Konsantre olduğunda kolay kolay kimse bozamazdı. 

-Ben bu işe sahip olmak için şu an buradayım. Kendimi hiç bu kadar hazır hissetmemiştim. Aç bir kurt gibi verilen görevleri yapmak için sabırsızlanıyorum. Sadece ben değil, telefonun diğer ucunda tüm müşterilerimiz benim ikna kabiliyetimle tanışmayı bekliyor. Siz hazırsanız, ben de hazırım bu ekipte yer alıp enerjimi ve çalışkanlığımı paylaşmaya. Siz cevap verdiğinizde, ben sizin elinizi sıkıp ‘Hayırlı olsun’ diyerek bu odadan çıkacağım. Sizin, çalışanlarınızla aynı zeminde yer aldığınızı gördüm. Herkes aynı hizadan bakıyor birbirine; sizin bana baktığınız gibi Bayar Bey. 

-Umarım size layık bir işveren olurum. Yarın uygunsanız işe başlayın lütfen… Haa, unutmadan Sekreter Hanım’a da uğrayın çıkmadan; size yardımcı olacaktır. Hoş geldiniz, hayırlı olsun Ferda Hanım. 

Ferda, zaferin mutluluğuyla sekreterin yanına gitti. Tebrik edildikten sonra uzatılan zarfa bakarak ‘Bu ne?’ der gibi baktı sekretere. 

– Bayar Bey’in kesin kuralıdır. İşe her başlayana, bir süredir işsiz olduğunu ve ihtiyacı olabileceğini düşünerek küçük bir miktar avans hazırlar. Hem ayrıca, bununla bir ekip olduğumuzu da kanıtlamış olmaz mıyız Ferda Hanım? 

Teşekkür edip zarfı aldı ve çıktı Ferda. 

Gururluydu. Kimse bilmiyordu üniversitede iki çocuk okuttuğunu. Kimse bilmiyordu çantasında beş kuruş bile olmadığını. Acındıracak laflarla kendini küçültmeyi tercih etmemiş, aksine yeteneklerini ve yapabileceklerini söylemişti patrona. 

Mutluluk maddesel ve görsel olmamalıydı zaten. Herkesin, kendi enerjisinin gücünü anlamak için etrafında toplananlara bakması yeterli olacaktı. 

Bir kez daha inanmıştı sözcüklerin gücüne…

Melek KIRICI
www.kafiye.net



Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/ Umut1

Kovadaki Okyanus/ Umut1

Odadan gelen, tekerlerin metalik sesine kulak kabarttı yaşlı adam ve karısı. Yatak odalarında yine uyumaya çalıştıkları bir zamandaydılar. Bu saatlerdeki metal sürtünme seslerini duymaya alışmışlardı ve yine bir hüzün kapladı içlerini. Yaşlı kadın, titreyen elini kocasının avucuna bıraktı. Belli ki kendisinde kalmayan gücü almak istiyordu yarım asırlık hayat arkadaşından. 

Yaşlı adam, avucundaki sıcak; ama titreyen avucu alıp şefkatle okşarken, bir yandan da kulağını diğer odadan ayıramıyordu. Yan odanın boşluklarını biliyordu ikisi de. Belli bir mesafede ses devam ediyor, birkaç saniye kesiliyor, sonra başka bir akortta tersi istikamete doğru devam ediyordu. Yıllardır her an duyarlar ve gözyaşlarına hâkim olamazlardı bu sesler karşısında. Yaşlı adam duyulmasından korkara fısıltı halinde mırıldandı biricik karısına: 

-Bu gece de başladı hatun… 

-Bizim ne kaderimiz varmış bey? Bu nasıl bir yazgı? Yürek dayanır mı her an bu sese? Neden yatağından kalkıp böyle yapıyor neden? Yüce Allah’ım ya iyileştirsin ya da benim canımı alsın da artık duymayayım, görmeyeyim şu eziyetli hali. 

-Umudunu yitirme hatun. O çok dirayetli biri. Azmetti; göreceksin bak, aşacak şu durumu. 

Sesler devam ediyordu. Her gıcırtı yaşlı çiftin yüreğine birer çentik atıyordu aslında. Ruhları kanıyordu acıyla. 

-Bey! Kalkıp bir baksak mı dersin? 

-Kalkıp bakalım da; görüp mahcup olmasından, azmini yitirmesinden korkarım hatun. 

Çaresizlik içinde yorganı başlarına çektiler ve birbirlerine sarılıp öylece kaldılar. Uyuyamayacaklarını kendileri de biliyorlardı o ses kesilmeden. 

Aradan ne kadar süre geçtiğini belirleyemiyorlardı. Uyuyamıyorlardı da… Gözlerinden yuvarlanan damlalar birbirlerinin yanaklarını sulamaktaydı. Birden kapının açıldığını duydular. Tekerleğin gıcırtıları koridora gelmişti artık. Koridorda iki tur gidip gelmişti ki; kendi kapılarının kolunun hareket ettiğini hissettiler. Daha da çok sarıldılar birbirlerine. 

Karanlıkta görünmeyen; ama sesi gelen tekerler artık kendi odalarındaydı. Uyumuş gibi yaptılar hissettirmemek için ikisi de. Yataklarına yaklaşıyordu tekerler yavaş yavaş. O metalik sesler iyice yanlarındaydı artık. Uzanan bir el yaşlı adamın yanaklarına ulaşmıştı. Odaya gelen tekerlekli sandalyeye mahkûm kızları siliyordu akan yaşları narin avuçlarıyla. Siliyordu; ama o avuçlar da ıslaktı. Belli ki önce kendi gözlerini silmişti. 

-Kızım… Yavrucuğum… Babasının kıymetlisi prensesim; uyuyamadın mı? 

-Uyumaya çalışmadım baba. İyileşeceğim. Söz verdim kendime. Kurtulacağım bu sandalyeden. O zaman gıcırtıları hiç duymayacaksınız. 

Yaşlı kadın kalkıp ışığı açtı. Aydınlık vurduğunda toplam altı tane sulanmış, kızarmış göz vardı. Elinden geldiğince hızla kızına ulaştı ve sarıldı sevgiyle. Bir yumak olmuşlar ve ağlaşıyorlardı. 

-Anne! Ağlama ne olur. Bunlar umut gözyaşlarımız. Göreceksin bak iyileşeceğim ve size ben yemekler yapacağım. 

-Biliyorum kızım… Hiçbir endişem yok o konuda. Yürüyeceksin ve yüzlerimiz gülecek inşallah. 

Hiç sesini çıkarmadı Peri bu sözler karşısında. Sandalyesini hareket ettirdi ve o metalik seslerle birlikte odadan uzaklaştı. Odasının da kapısı açıldı ve içeriye geçti. Hep o gıcırtılarla takip ediliyordu hareketleri. 

Yaşlı çift artık uyumaya karar verdikleri sırada yeniden kapı açıldı ve Peri’nin sesi duyuldu. 

-Babacığım yarın bana bir cep telefonu alsana. Sorma neden istediğimi; ama ne olur al yarın. Söz mü baba? 

Derin bir nefes çekti yaşlı adam.. Aslında maddi durumu kıt kanaat geçinmeye yeterliydi. Ama bu telefonu isteyen de kötürümlüğe mahkûm sevgili kızıydı. Ne yapıp edecek, yarın mutlaka alacaktı. 

-Söz kızım! Ne istedin de almadım ki sana? 

-Hadi uyuyalım o halde baba… 

Bunu der demez yeniden çıktı odadan ve kendi odasına yöneldi. Güçlükle indi tekerlekli sandalyeden. Kollarıyla baskı yaparak kendini yatağa attı. Zorla da olsa uzandı yastığına ve yatakta düşünmeye çabaladı. 

Çocukluktan beri hiç yürümenin zevkini alamamıştı. Boy boy sandalye geçmişti hayatından. Gittiği doktorlar hep umut vermişlerdi; ama yirmi beş yaşına gelmişti artık. Belli ki verilen umutlar yürütmeyecekti Peri’yi. Ama asıl umut bizzat kendisindeydi. Azimliydi artık. 

Bilgisayarda yeni tanıştığı arkadaşını düşündü sonra. Ona ‘Ben kötürümüm’ diyememişti. Kendisini terk etmesinden korkmuş, gülücüklerle dolu resmini yollamıştı. Resim elbette sadece baş tarafına aitti. Arkadaşlıkları iyice ilerlemişti Umut’la. Umut, kendisine de bir umut olmuştu artık. Bu gece kendisine aşkını da dile getirmişti ve hemen cevap istemişti. Güzel peri zaman kazanmak için ‘Biraz düşüneyim’ demişti. Aslında tamamen nazdı o söz. Umut’un koluna girip yürümesi için neleri feda etmezdi ki? 

Bölüm sonu 
Devam edecek… 

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 8 Haz 2015 Kategori: Zeki KIRHAN

BENİ ARARSAN

BENİ ARASAN

Ararsan beni, sonbahardayım
Bir yağmur damlasının kederinde
İzle rüzgârdan kopmuş kızılyaprağı
Ararsan beni sonbahardayım.

Ararsan beni akşam alacasındayım
Güneşle ay arasında tuhaf bir yerde
Aşkın gücüyle bakıyorum senin ışığına
Oradayım bir yıldızın tozunda.

Ararsan beni deli rüzgârdayım
Yüzüne dokunan serin bir nefesin içinde
Sevinci seçtim sen diye, sevda estim
Tam orada, senin acıları tuttuğun yerde.

Ararsan beni kışta kıyametteyim.
Kar tanelerinin arasına üflüyorum seni
Yüzün üşüyor, ellerin üşüyor biliyorum
Dön diyorum, ah! Zemheri bir kederdeyim.

Zeki KIRHAN