şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Böyle bir durumu hiç beklemiyordu. Çok değer verdiği, çok sevdiği bir arkadaşıydı Aydın. Böyle olsun hiç istememişti. Başını diğer yana çevirip gözyaşlarını gizlediğinde Çiğdem biradan bir yudum daha alıp ayaklarını Selçuk’un bacaklarına uzattı. Eli zaten elindeydi.
Selçuk en yakın büfeden birkaç bira aldı ve denize yakın bir banka oturdular. Gece onları izliyordu; onlar habersizlerdi izlendiklerinden. Bütün ajanlar mevcuttu gecede. Birkaç asayişten sorumlu yıldız da görünmüştü gecenin lacivertinde. Onların yüzleri denizin nemine emanetti tüm ifadeleriyle…
Odalarına çıkarken Selçuk, sanki suç işleyen bir çocuk gibiydi. Çiğdem adama hınzır ve cilveli bir gülümsemeyle döndü:
-Çok eğleneceğiz. Gülümseyin hadi! Hadi amaaa!
Çiğdem’in bu sözleri etkili olmuş; Selçuk, hemen oracıkta bekleyen gülücüğünü yerleştirivermişti yüzüne. Çok gençtiler;
Belli ki, bu gece ya da bu dönem şeytanın işi yoktu. Boş kalıp canı sıkılmış, Selçuk’un duyguları ve sabrıyla oynuyordu.
Çiğdem ise ne istediğini bilir bir halde bakıyordu.
-Sorun değil; bu ilk görüşmemiz. Kısa tutalım ve bu tanışmamız olsun. Diğer görüşeceğimiz güne kadar şimdilik hoşça kal…
Çomar sabah havlamaya başlamıştı. Selçuk, bu seslerle derin uykusundan gözlerini ovalayarak uyandı. Etrafına baktı mahmur gözlerle. Çomar dışarı çıkmak istiyordu. Hemen kalktı kapıyı açtı. O anlamasa bile teşekkür etmeyi de ihmal etmedi.
El feneri yanık halde oturdu ağaca tutunarak. Acı azdı; ama kendini bir boşlukta hissediyordu. Çomar ise hala havlıyordu. Selçuk’un beyninden neler geçmiyordu ki? “İşte oğlum, şimdi cezanı çekiyorsun” diyordu içinden. Bunca zaman bu kasabada, bu derenin yanında oturmuştu; ama hiç başına böyle bir iş gelmemişti. Hatta yılan bile görmemişti hiç. Bu yılan kendisini cezalandırıp öldürmesi için yollanmıştı adeta.
Genç adam gözlerini açtığında yine kâbus gördüğünü anladı. Odada kadın falan yoktu. Anne karnındaki masum bir bebek gibi, dizlerini çenesine doğru bükerek iki büklüm oldu. Arınıp temizlenmeliydi artık kendini yiyip bitiren yaşadıklarından.
Kalktı yatağından. Uykusuzdu; ama uykuyu hissetmiyordu bile artık. Balkon, odalar, mutfak arasında mekik dokuyor, hırsını attığı adımlardan alıyordu sanki. Ayak sesleri komşulardan bile duyulacak kadar yoğundu. Avuçlarını ovalıyor, dudaklarını ısırıyor, bilinçsizce adımlıyordu evin içinde. “Banyo yapmalıyım” dedi içinden ve banyoya yöneldi.
Uzun zaman olmuştu bu verandada oturmayalı genç adam. Bomboş bakışlarla izliyordu etrafı. Evin yanı başında, boydan boya uzanan asma üzümler yeni yeşillenmeye başlamıştı ve baharın ilk toprağı ısıtması gibiydi güneş.
Eşiyle balayına gelmişler ve ilkleri, heyecanları bu evde paylaşmışlardı. Eşi, kadınsı duygularla hiç tanışmadığı halde, erkeğini mutlu etmek amacıyla davranışlarına, bakışlarına, cilvesine tecrübeli kadın süsü vermiş; sevgi ve saygısını göstermişti hep.
Gece lambası, kırmızı loş ışığını veriyordu duvarlara. Gözü en yakın arkadaşını aradı duvarda. Oradaydı işte; ördüğü ağın içinde geziniyordu. Ne kadar da sevimliydi… Bugüne kadar tüm dertlerini dinlemiş, susarak dost olmuştu Peri’yle. Kıpırdamaya çabalayıp yeniden tekerlekli sandalyesine oturdu bin bir güçlükle.
Odadan gelen, tekerlerin metalik sesine kulak kabarttı yaşlı adam ve karısı. Yatak odalarında yine uyumaya çalıştıkları bir zamandaydılar. Bu saatlerdeki metal sürtünme seslerini duymaya alışmışlardı ve yine bir hüzün kapladı içlerini. Yaşlı kadın, titreyen elini kocasının avucuna bıraktı. Belli ki kendisinde kalmayan gücü almak istiyordu yarım asırlık hayat arkadaşından.