şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
“BEN ŞAİRİM” DİYEBİLMEK Şiir, suskun yüreklerin gür sesidir… O gür sesi sağlayan ise kelimelerin gücüdür. Baharı anlatırken kışın ayazından, kışın ayazını anlatırken güneşin yakıcılığından, damlayı anlatırken içine gizlediği deryadan; gelinciklerin mahzunluğunu, narinliğini anlatırken güçlü tarafından da söz eden… Derin derin düşündüren… Bazen yaylalarda bazen ovalarda bazen aşılmaz dağlarda gezdiren… Yüreği mutlulukla coşturan, acılarda bile bir […]
Bugün 27 Nisan… “Merhaba” dedi dünyaya bir can.Belki yumuk yumuk değildi elleri,Ama şiir şiir bakıyordu gözleri… Bugün benim doğum günüm. Hiçbir zaman şatafatlı bir kutlama yapmadım. Buna gerek de duymadım. Tıpkı yeni bir yıla girerken olduğu gibi, geriye dönük değerlendirmeler yaparak günlerimi nelerle doldurduğuma baktım. Hatalarımı dizdim yan yana, nedenlerini sorguladım. Çıkardığım sonuç bana şunu […]
Bugün benim doğum günüm. Hiçbir zaman şatafatlı bir kutlama yapmadım. Buna gerek de duymadım. Tıpkı yeni bir yıla girerken olduğu gibi, geriye dönük değerlendirmeler yaparak günlerimi nelerle doldurduğuma baktım. Hatalarımı dizdim yan yana, nedenlerini sorguladım. Çıkardığım sonuç bana şunu gösterdi:
Her sabah uyandığınızda ciğerlerinizi sadece oksijenle değil, şükürle de doldurmalı ve bunun huzurunu yaşamalısınız. Rahat nefes alabilmeniz bile başlı başına mutluluk kaynağıdır. “Bu dünyada ben de varım; o hâlde var olmanın gerekleri nelerse yerine getirmeliyim.” diye düşünmelisiniz. Oluruna bıraktığınız; ama aslında çözebileceğiniz sorunların üstesinden gelebileceğiniz konusunda kendinizi ikna etmelisiniz.
Neden sevmeyi hep kalbe bağlamışız? Beyin de sevemez mi? Ve neden bir ilişkiyi önce beyinde bitirmek gerekir ki? Sevmek fiilinde onun rolü de olduğu için mi? Beyin sevginin bitmesine ve başlamasına kendince sebepler mi sıralar? O sebeplerle kalbi ikna edebilme çabasına mı girer? Madde ve mana birbirini tamamlayan şeyler olduğu için mi? Maddelerin de ayrı bir ruhu olduğu için mi?
Mutluluk dağına çıkan yolun başındayım şimdi. Hüzün sokağının hemen yan tarafındayım yani… Yukarıya doğru kıvrılan bir yol var ya… Hani sokağın alt başından baktığınızda hiç erişilemeyecekmiş gibi gördüğünüz ve hiçbir zaman erişemeyeceğinizi düşündüğünüz… İşte tam da orada duruyorum.
Koca bir yıl su gibi akıp gitti yine. Ya bize kalan, bizden giden… Düşüşlerimiz, kaybedişlerimiz, aldanışlarımız… Gidenlerimiz, gidip gelmeyenlerimiz… Hayatın içindeki rollerimiz…
Başımızı yastığa huzur içinde koyduğumuz kaç geceyi, kaç güneşsiz günü bıraktık geride? Soralım mı kendimize; kaç verimli gün geçirdik, kaç günü heba ettik, zehrettik kendimize? Değer miydi, değdi mi? Ve bir de şöyle düşünelim mi?
Hayatı yaşadığımız sürece anlamlandırabiliriz; iyi ya da kötü…
Her şey kendi elimizde olmaz bazen. Bazen sele kapılır bazen fırtınaya tutuluruz. Bazen güneşin ışınları kamaştırır gözlerimizi, bazen bir yağmur ıslatır iliklerimizi. Bazen söyleyemeyiz bildiklerimizi. Hissetmek, hissettiğini eyleme döküp somutlaştırmak çok da kolay olmaz her zaman. Bizi anlatan şarkılar dinler, şiirler okuruz.
Kendi ördüğü duvarlarını yıkabilmeli insan, genişletebilmek için dünyasını… Ve o geniş dünyada özel özgürlükler yaratabilmeli kendine… Ve o özgürlükleri kullanarak hayalleriyle, sevdasıyla, sıkıntılarıyla, acılarıyla, iyi-kötü yaptıklarıyla yüzleşebilmeli…
“Dost; yüreğimizin en güzel yerinde ağırlanmayı hak edendir” demiştim bir sözümde… Kimdir dost? Nedir dostluğun ölçüsü? Neye dayanarak “işte bu benim gerçek dostum” diyebiliriz birine?
İki insan arasında doğacak dostluğun kesin dostluk hüviyetine bürünmesi uzun bir süreç gerektirir elbette. Dostluk kavramının geliştirilmesi, bu süreç içerisine nelerin sığdırıldığıyla orantılıdır.