Bir Dilek Dile Hayattan – Son Bölüm

Düğün günü gelip çatmıştı. Her şey tamamdı artık. Melia Kasım Oteli bir geline ev sahipliği yapacaktı o gece. Konuklar yerlerini almış, damat ve gelini konuşuyorlardı. Kimi ‘Allah yolunu açık etsin’ dileklerinde bulunurken, kimi de ‘Yazık oldu kıza’ diyordu. 

Orkestra ne çalarsa çalsın, eğlenceli şarkılar bile buruk bir acı salıyordu kocaman salona. Kocası Dilek’in yanında, kızını damada teslim etmek için yol alan baba gibi duruyordu. Dilek ise her şeye rağmen bu adama sevgiyle bakıyordu. Eşi olacaktı sonuçta ve hiç bilmediği bir adaya gidecek, yeni bir hayat kuracak, belki de çok mutlu olacaktı. 

Her şeye rağmen herkes eğlenmekteydi. Dostlar, akrabalar, komşular bol bol oynuyorlardı. Derya bile karnı burnunda olmasına rağmen oynamaya çalışıyor; ama yapamıyordu. 

Davetlilerin bazıları, ‘Kurtuldu kız fakirlikten’ diye düşünüyor, bazıları ‘Bu kocaman adama baba mı diyecek?’ diye kendince sorguluyor, bazıları da ‘Yazık oldu kıza’ diyorlardı.

Nihayet gece bitti ve gelinle damat otelin kral dairesine geçtiler. Akrabalar ise duygularını salonda bırakıp evlerine döndüler. Zaten yapacak başka şey de yoktu.

***

Ertesi gün herkes güne yeni ve değişik duygularla uyanmışlardı. Bu gün gidecekti Dilek. Önce İstanbul, sonra Kıbrıs’a uçacaklardı. Derya’da Samsun’a gidecekti eşi ve kayınvalidesiyle. 

Birden güneşin iyiye doğduğunu hissetti Melia Kasım Otelinin kral dairesinde gözlerini açan Dilek. Düşündü; koca yatakta yatan adam kocasıydı artık. Zengindi. Mutluluğunu da satın alabilir miydi acaba? Aklı karıştı, az daha daldı düşüncelere. Sevdiği şehirden ayrılıyordu. Ayrılık içini burkuyordu. Bugün babaanne ve dedesini bırakacaktı burada. Derya ayrı yere, o ayrı yere gidecekti. İçi acıdı, midesini tuttu. Hiç tanımadığı bir çevreydi. Hiç tanımadığı kişilerle karşılaşacaktı. Veda edecekti bu gün tüm sevdiklerine.

Bir dokunuş sıçratmaya yetti Dilek’i. Dokunan el kocasıydı. Bir yabancıydı oysa dokunan el; ama onun dokunmasından doğal bir şey olmayacaktı artık hayatında. Dokunuşlara yapancıydı teni. Ürperiyordu istem dışı. Bu dokunuşların adını da koyamıyordu. Babası gibi mi abisi gibi mi? Sonra aklı başına geliyordu. Kocasıydı artık o kişi. Eşiydi ve dokunuşlarına alışmalıydı.

-Bu akşam gideceğiz ya; bir an önce bize gidelim. Babaannem dedem ve sevdiklerimle az zaman geçirmek istiyorum. 

-Tamam, olur. Duşumu alayım, sonra kahvaltı yapıp gidelim.

***

Ahşap kapıyı iterek girdi. Dedesi bahçedeydi. Sarıldı boynuna. Yüzüne bakamıyordu. 

Dedesi toplamaya çalışsa da kelimelerini, sesi titriyordu yaşlı bedeni gibi. 

-Hadi çık kızım yukarı. Derya, babaannen seni bekliyor. Arkadaşların da sürekli gelip gidip sordular seni. Gelirler birazdan. Anlayacağın, bu gün herkes senin için buraya gelecek. Hadi silelim gözümüzdeki yaşları. Mutlu olalım. Kocan getirir seni yine bize. Öyle söz verdi bana. 

Dilek unuttuğu adama dönüp baktı. Kapıda onları izliyordu. Gözleri yaşlıydı. Başını önüne eğip ‘Tabi geliriz’ dedi. 

-Gördün mü bak kızım… Hadi bakalım çık yukarı. 

Evde vedalaşma anlarında gözyaşı sel olup akmıştı. Hayat bir gerçekti ve gitmek zorundaydı Dilek yeni hayatına.

O akşam otogardan bir hayat uçup gidiyordu artık Kıbrıs’a… Bilinmezlerle, bilinmeyenler diyarına…

*** 

Uçak tüm konforuyla gökyüzünde süzülüyordu. Dilek’in eşi Kıbrıs’a dönmenin sevincini yaşarken, Dilek pencereden yeryüzünü izler gibi görünüyor; aslında hayalleriyle yaşıyordu.

Kız kardeşi Derya’nın birkaç gün sonra bebeği olacaktı. Nasıl haber alacaktı ki? Teyze olarak yeğenini hemen kucağına alması lazım değil miydi? Ablalığını sorguladı. ‘Keşke bebekten sonra düğün olsaydı’ dedi içinden.

Yurt günleri geldi aklına. Derya ile birlikte genelde her Cumartesi ve Pazar dedesi ikisini de alır eve getirir, özlem giderirlerdi. O fakirhane onlar için saray olurdu o iki gece ve iki günde. Geriye dönüşte dedesi Derya’yı bırakır, kendisi birlikte gitmez, işler bahane ederdi. Amacı doya doya gezmekti. Düğünlerinin olduğu otelin önünden defalarca geçmişti. Sonra dönerdi Yurt’a. 

Bazı zamanlarda da Âşıklar Caddesi’nden kütüphaneye doğru tur atmaya bayılırdı. Denizi izlemeye de… Ama O, Derya gibi teknelerle açılmayı sevmez, sadece izlerdi.

Ya o arkadaşlarının döndüğündeki karşılamaları… Ne güzel günlerdi…

Voleybol maçlarındaki tezahürat geldi kulaklarına. Geleceğin büyük voleybolcusu Dilek… Olacak mıydı acaba?

Birden uçak sarsıldı… Yolcular ayaklanmışlardı. Artık Kıbrıs’taydı… 

Yeni bir hayata doğru, sırtına hedefleyip esiyordu rüzgâr ve Dilek’i hep ileri doğru götürüyordu… 
SON

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net