Kovadaki Okyanus

Merhaba, 

Şiirkolik’i tanıdığım ilk günlerde, bir ‘Aile’ sözcüğü çağrışımı hissetmiştim. İşlerimin yoğun olduğu zamanlarda, yazamasam da okumadan geçemiyordum. Sonradan anladım ki; sadece çağrışma değilmiş ve bizzat bir ailenin içindeymişim ben. Hep mutlu oldum bu güzel ailede… 

Bakış açıları, güzellikler, mutluluklar görecelidir derler. Kişiye, kişiliye, bakış açısına göre farklılıklar olabileceğini düşünürler. Belki de çok haklılar. Farklıdır mutlaka kavramlar kafalarda. 

Ben neden mutluydum Şiirkolik’te? Bunu düşündüm bir an… Öyle ya; göreceliyse mutluluklar, tanımı lazım mutluluğumun. 

Günün seçkilerine itirazı hiç görmemişsem, adaletin varlığını hissederim. ‘Yorum yazdın, yazmadın’ gibi bir kısır döngüye girilmemişse; gösterişten uzak, edebi değerler için yazıldığını düşünürüm. Güne göre çizgi sapması yerine kalıcı bir yol kendini hissettiriyorsa, ‘Kararlılık vardır’ derim. Hepsinden önemlisi, her şey edebiyat adınaysa daha ne isterim? Nasıl mutlu olmam? 

Bundan böyle ‘Kovadaki okyanus’ başlığı altında sizlerle beraber olmamı istedi Sayın Işın Ergüney. Benim için bir onurdu ve anında, hiç düşünmeden ‘Tamam’ dedim. O halde kendimi tanıtmalıyım… 

1968 Sinop doğumluyum ve iki çocuk annesiyim. Çocuk derken; ikisi de üniversite mezunları tabii… Hep böyle bir alışkanlık yer ettiğinden kısa bir ifade olarak öyle yazdım. Lise mezunuyum. O yıllarda, çok zor şartlar altında okuyabildim. Hep çalışmak zorunda kaldığım için yazamadım; ama hep karalayıp bıraktım bir kenara. Erteledim yazmayı özet tanımıyla… 

Çocuklarımın yüksek okulu kazanmaları ve ablamın da burada yaşaması nedeniyle yedi yıldır Kıbrıs’ta yaşıyorum. En kuzeyden en güneye, hırçın dalgalardan sakin denizlere gelmek kolay olmadı tabi. Ancak kendimi de burada buldum diyebilirim. Daha rahat yazmaya başladım. Hala çok çalışıyorum; ama dinlenme saatlerimi yine de yazmaya ayırıyorum. 

Kovadaki Okyanus adlı köşemde sizlerle nice yazılarda buluşmak umuduyla… 

Sözcüklerin Gücü 

Yaz sıcağında giyebileceği en kapalı kıyafeti seçmişti güzel kadın. İlerleyen yaşına rağmen hala dişi, hala çok güzel, hala enerjikti. Bunu kendisi hiç dile getirmezdi. Utanırdı belki de. Yeni tanıştığı arkadaşları, dostları, akrabaları; kısaca herkes söylerdi. Yürüdüğünde herkes bir dönüp bakar, için için ‘Ah!’ çekerlerdi bu sıra dışı güzellik karşısında. Hele o gülüşü… Bayılırdı herkes gülüşüne ve gülümsetmek için mutlu etme yarışına girerlerdi sanki. 

Verilen adrese giderken, her zamanki gibi heyecanını besleyip içine sığmaz hale getirmişti. Dolu doluydu. Hiçbir plan yapmamış, ön konuşma da hazırlamamıştı. Yüzünün astarı gibiydi gülümsemesi. İçini yansıtırdı. 

Kendisine belirtilen adrese gelmişti. Kapıdan çıkmakta olan yakışıklı bir adamdan yardım istedi. Sesindeki heyecanı sadece yüreği değil, bedenindeki tüm sinir sistemi hissediyordu. 

-Merhaba… Burada yeni açılan çağrı merkezine başvuruda bulunacaktım. Hangi katta acaba? Yardımcı olur musunuz lütfen? 

Sesindeki tını adamı büyülemişti. Hayranlıkla baktı kadının gülücükleriyle zenginleşen görüntüsüne… 

-Tabii hanımefendi. Üçüncü katta, tam karşıdaki kapıdan aradığınız işyerine ulaşabilirsiniz. 

Uzaklaşırken adam da gülümsüyordu hafifçe başını eğerek. 

Ferda, diz üstündeki hafif mini eteğinin açığa çıkardığı, bronzlaşan balıketi bacaklarının daha da açılmaması için, düzgün adımlarla üç katı da çıktı. Dikkat ederdi zaten yürüyüşüne. Kapıyı açan, ismini sonradan öğreneceği Nazlı Hanım’dı. 

-Buyurun, salonda bekleyebilirsiniz; ama daha önce, görüşme için sekreterin randevu defterinde isminizin olup olmadığını sorup onaylatın isterseniz. 

Sekreterin odasını eliyle ve beden diliyle gösterip başka odaya geçti Ferda’yı karşılayan kadın. 

Kalabalığı gördüğünde, oldukça şaşkınlık yaşadı Ferda. Her zaman olduğu gibi kendine güveni müthiş, enerjisi üst düzeydeydi. Bekleme salonunda, etrafta oturanların süzen bakışlarına sıcak gülümsemelerle cevap verip görevli sekreterin yanına gitti. İsmini söyleyerek kendini tanıtıp, sıralamada olup olmadığının kontrolünü rica etti. Sekreter, önce kendini tanıtıp elini uzatarak tokalaştı Ferda’yla. 

-Ben Mürüvvet… Görüşmeniz telefonda söylediğim saatte. Buyurun, bekleyin lütfen. 

Bekleme salonunu göstermişti eliyle. Heyecanlı bakışların üzerinde olduğunu hissediyordu Ferda. Odada bulunan herkese göz gezdirdi sevgi dolu ifadelerle. Nerdeyse hepsi kızı ya da oğlu yaşındaydı. Hemen yanı başından gelen ‘Merhaba’ sesine döndü. Genç bir kızdı. 

-Siz de çağrı merkezi için mi başvuruda bulunacaksınız? 

-Evet! 

Gülümser bir ses tonuyla cevapladı. Kızın alaycı bir tavrı vardı sanki. Az da olsa canını sıkmıştı Ferda’nın. Sanki ‘Biraz büyüksünüz bu iş için.’ deyip, bakışını kaçırmadan Ferda’ya bakıyordu. Alışıktı aslında bu tarz ani gelen can sıkıcı sorulara. Çok cesur olduğunu göstererek attığı adımlarda, cesareti kırık kişilerin yıldırma politikasıydı bu. Tanıyordu bu tavrı. Gülümsedi genç kıza: 

-İsminiz neydi hanımefendi? Size nasıl hitap etmeliyim? 

-Sevcaan… 

Kız, resmen sözleri gevelemişti. Ferda devam etti dinlendiren ses tınısı ve huzur veren kelimeleriyle. 

-Benim adım da Ferda… Memnun oldum tanıştığımıza. Biliyor musunuz, bu iş tam da bana göre ve ben bu işi almaya geldim buraya. 

Sevcan, duyulur bir sesle güldü. Alaycı gülüşe oturduğu yerden eşlik edenler de olmuştu, kızgın bakanlar da. 

Bir saat süren bekleme sonunda sırası gelmişti. Sekreter davet edip işyeri sahibinin kapısını açtı. İçeri girdiğinde şaşkınlığını gizleyemedi Ferda. Vücudunu hafif öne uzatarak, avuç içleri işverene bakar halde iki yana açıp konuştu: 

-Ama siz… Bana adresi veren siz değil miydiniz? Görüşmemi gerçekleştireceğim, iki dudağınız arasından çıkan cevaba hazır olduğum siz miydiniz yani? 

Adam ayağa kalkıp ‘Bayar ben’ deyip tekrar yerine oturarak konuşmasına devam etti: 

-Ferda Hanım buyurun oturun lütfen. Sizinle karşılaştığımda heyecanınız ve güzel enerjiniz tamamen bana yansıdı. Bu farklı durumu her zaman hissetmek maalesef mümkün olmuyor. Tüm telaşınıza rağmen, sesiniz ve bana yansıyan doğallığınızla kurduğunuz cümlelerde beni şaşırtmayı başardınız. Sizi ekibimde görmekten mutluluk duyarım. 

Ferda gözlerini ayırmadan pürdikkat dinliyordu patronunu. O kadar emindi ki işi alacağından… Ufacık bir kuşkusu bile yoktu. 

Bayar Bey sustu. Ferda, sesi konuşmasa da mimikleriyle ‘Buyurun sorun’ diyordu sanki. Gelecek sorulara hazırlıklı olduğunu hissettiriyordu. Tekrar söze başladı Bayar Bey: 

-Dışarıda otuz başvuru var. Her biri değişik alanlarda üniversiteyi başarılı sonuçlarla bitirmişler. Her ne kadar bilgileriniz bana önceden ulaşmış olsa da şu an hepinizi aynı derecede gördüm. Söyler misiniz Ferda Hanım, neden sizi bunca kişiye değişmeliyim? 

Ferda yüzündeki ifadeyi bozmamıştı. Konsantre olduğunda kolay kolay kimse bozamazdı. 

-Ben bu işe sahip olmak için şu an buradayım. Kendimi hiç bu kadar hazır hissetmemiştim. Aç bir kurt gibi verilen görevleri yapmak için sabırsızlanıyorum. Sadece ben değil, telefonun diğer ucunda tüm müşterilerimiz benim ikna kabiliyetimle tanışmayı bekliyor. Siz hazırsanız, ben de hazırım bu ekipte yer alıp enerjimi ve çalışkanlığımı paylaşmaya. Siz cevap verdiğinizde, ben sizin elinizi sıkıp ‘Hayırlı olsun’ diyerek bu odadan çıkacağım. Sizin, çalışanlarınızla aynı zeminde yer aldığınızı gördüm. Herkes aynı hizadan bakıyor birbirine; sizin bana baktığınız gibi Bayar Bey. 

-Umarım size layık bir işveren olurum. Yarın uygunsanız işe başlayın lütfen… Haa, unutmadan Sekreter Hanım’a da uğrayın çıkmadan; size yardımcı olacaktır. Hoş geldiniz, hayırlı olsun Ferda Hanım. 

Ferda, zaferin mutluluğuyla sekreterin yanına gitti. Tebrik edildikten sonra uzatılan zarfa bakarak ‘Bu ne?’ der gibi baktı sekretere. 

– Bayar Bey’in kesin kuralıdır. İşe her başlayana, bir süredir işsiz olduğunu ve ihtiyacı olabileceğini düşünerek küçük bir miktar avans hazırlar. Hem ayrıca, bununla bir ekip olduğumuzu da kanıtlamış olmaz mıyız Ferda Hanım? 

Teşekkür edip zarfı aldı ve çıktı Ferda. 

Gururluydu. Kimse bilmiyordu üniversitede iki çocuk okuttuğunu. Kimse bilmiyordu çantasında beş kuruş bile olmadığını. Acındıracak laflarla kendini küçültmeyi tercih etmemiş, aksine yeteneklerini ve yapabileceklerini söylemişti patrona. 

Mutluluk maddesel ve görsel olmamalıydı zaten. Herkesin, kendi enerjisinin gücünü anlamak için etrafında toplananlara bakması yeterli olacaktı. 

Bir kez daha inanmıştı sözcüklerin gücüne…

Melek KIRICI
www.kafiye.net