şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Öteki Kedi Hatice Eğilmez Kaya Ağustosun ortalarıydı. Sam yelleri esiyordu. Bense yakıcı rüzgârlara aldırmaksızın not defterime bir şeyler karalıyordum. Akşam güneşine sırtımı dönmüştüm. Karşımda çiçekleri çoktan solmuş, üç sıra ıhlamur ağacı vardı. Onları ilk kez haziran ayında fark etmiştim. Hani şu gitmek konusunda aceleci olan; güvercinlerin, kumruların, sakaların ve bilcümle kuşların hayran kaldıkları hazirandan söz […]
Ya Kardan Adam Üşürse Mira’nın yaşadığı şehir ılıman ve güler yüzlüydü. Günler ise genellikle sarışındı. Hava ne zaman esmerleşse bilin ki yağmur yağardı. Kar mı? Oraya neredeyse hiç kar yağmazdı. Fakat Mira çok küçükken, henüz okula dahi gitmezken bir gece yarısı şehrin üzeri beyaz bir tülle örtülmüştü. Sevecen bir telaşla yağan yağmuru seyrederken o günü […]
İri, ela gözleriyle ve olanca iyimserliğiyle şakıdı diğer adı gökyüzü olan kadın: “İlkbahar kıyafetine bürünüp etrafa çiçekler saçan aşktır cancazım, tabiat değil…”
Misafir dediğin konar göçer olmalıydı. Konduğunda göçeceğini, göçtüğünde nereye konacağını bilmeliydi.
Bir kadın son kurşunlarını sıkıyordu boşluğa doğru. Aklı erdi ereli vuramadığı umarsızlığı bu sefer tam da iki kaşının arasından
Dün, ikindi vaktinden birkaç saat sonra, gün akşam ezanına hazırlanırken Şermin Hanım geldi yine. Neredeyse iki yıldır onun parmakları tarafından çalınmayan zilim, aynı ritimle seslendiğinde kapıyı bir nefeste açtım. Şermin Hanım zile, ince ve kendine has bir ezgiyle iki uzun, bir kısa basar, şirin kuşların lisanınca gelişini müjdeler. Ev sahibini ‘geldim’ diye ikaz etmesi kendisi gibi ılıman ve mutedildir.
Sevgili gül ağacı ilk kez bu bahar çiçek açacaktı. Açan güllerinin ne renk olacağını çok merak ediyordu. Acaba anne ve babası gibi beyaz mı olacaktı gülümsemeleri, yoksa karşı evin bahçesindeki gül ağacı gibi kıpkırmızı mı olacaktı?
Sıcacık bir yaz sabahının erken saatlerinde dokunaklı bir sala sesiyle uyandım. Haziran ayının son günüydü. Müezzin aşinası olduğum, her dinleyişimle ruhumun en ücra köşelerine sinen o hüzünlü nameleri tekrar ediyordu. Sala bittiğinde ardına kadar açık penceremden, karşımda duran ak pak minareyi seyre dalmıştım. Kimin içindi acaba göç habercisi bu sala?
Ayın gümüş rengi ışıklarıyla, en kuytu köşeleri bile aydınlattığı, bir yaz gecesi yaşanıyormuş. Şirin mi şirin bir meltem, ormandaki bütün yuvaların kapılarını çalıyormuş tek tek.
“Haydi!” diyormuş evlerinde oturanlara. “Çıkın dışarı gezin. Ne duruyorsunuz? Bakın ne tatlı esiyorum. Bilirsiniz, yaz mevsimi çarçabuk geçiverir. Bu güzel havada hiç içeri kapanılır mı?”
Zamanın birinde birbirlerine sırtlarını dönmüş; aklı kıt, bencil ve aynı zamanda tembel iki kuş varmış. Türleri de birbirine pek yakınmış üstelik. Biri kanarya ise biri bülbülmüş mesela. Ya da biri kumru diğeri güvercin…
Geçmiş zaman ülkelerinden birinde. Ressam bir şahin yaşarmış. Keskin gözleri, maharetli parmakları olan bu şahin, aynı zamanda çok iyi kalpliymiş. Kendisine kötülük yapanlara bile kızamaz, onların iyiliklerini istermiş. Hatta bir gün arkadaşı serçe ile konuşurlarken uzaktan akrabası olan bir şahinin kendisini üzdüğünden söz etmiş. Serçe öfkelenip.
Kuliste uzun boylu, iri yapılı bir adamın kendisini beklediğini söylediklerinde Feride’nin kalbi ilk oyununa çıktığı akşamkinden beter kımıldandı. Sahne sırası kendisine gelmek üzereydi. Çok mu acildi? Neydi bu telaş? Gelen kimdi acaba? Şahin olabilir miydi?