Kategoriler

Arşivler


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Aylin AKGÜN

Göç Vakti Artık


Göç Vakti Artık

Tüm umutlarımın göç vakti artık,
Sonsuzluğa bilet kestim şimdiden,
Hayallerim bir bir tükendi yazık,
Bağrımda açar mı lale yeniden?

Şiirler yitiyor zamana karşı,
Allah’ım bu nasıl hicran, gözyaşı?
Mezar taşım garip, selvidir başı.!
Bağrımda açar mı lale yeniden?

Mutsuzluğa deva bulamadım ben,
Çileli ömrümde hayat zorlarken,
Yorgunum ben şimdi, artık gülemem,
Bağrımda açar mı lale yeniden?
Aylin AKGÜN
www.kafiye.net


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Bir Dilek Dile Hayattan – Son Bölüm

Bir Dilek Dile Hayattan – Son Bölüm

Düğün günü gelip çatmıştı. Her şey tamamdı artık. Melia Kasım Oteli bir geline ev sahipliği yapacaktı o gece. Konuklar yerlerini almış, damat ve gelini konuşuyorlardı. Kimi ‘Allah yolunu açık etsin’ dileklerinde bulunurken, kimi de ‘Yazık oldu kıza’ diyordu. 

Orkestra ne çalarsa çalsın, eğlenceli şarkılar bile buruk bir acı salıyordu kocaman salona. Kocası Dilek’in yanında, kızını damada teslim etmek için yol alan baba gibi duruyordu. Dilek ise her şeye rağmen bu adama sevgiyle bakıyordu. Eşi olacaktı sonuçta ve hiç bilmediği bir adaya gidecek, yeni bir hayat kuracak, belki de çok mutlu olacaktı. 

Her şeye rağmen herkes eğlenmekteydi. Dostlar, akrabalar, komşular bol bol oynuyorlardı. Derya bile karnı burnunda olmasına rağmen oynamaya çalışıyor; ama yapamıyordu. 

Davetlilerin bazıları, ‘Kurtuldu kız fakirlikten’ diye düşünüyor, bazıları ‘Bu kocaman adama baba mı diyecek?’ diye kendince sorguluyor, bazıları da ‘Yazık oldu kıza’ diyorlardı.

Nihayet gece bitti ve gelinle damat otelin kral dairesine geçtiler. Akrabalar ise duygularını salonda bırakıp evlerine döndüler. Zaten yapacak başka şey de yoktu.

***

Ertesi gün herkes güne yeni ve değişik duygularla uyanmışlardı. Bu gün gidecekti Dilek. Önce İstanbul, sonra Kıbrıs’a uçacaklardı. Derya’da Samsun’a gidecekti eşi ve kayınvalidesiyle. 

Birden güneşin iyiye doğduğunu hissetti Melia Kasım Otelinin kral dairesinde gözlerini açan Dilek. Düşündü; koca yatakta yatan adam kocasıydı artık. Zengindi. Mutluluğunu da satın alabilir miydi acaba? Aklı karıştı, az daha daldı düşüncelere. Sevdiği şehirden ayrılıyordu. Ayrılık içini burkuyordu. Bugün babaanne ve dedesini bırakacaktı burada. Derya ayrı yere, o ayrı yere gidecekti. İçi acıdı, midesini tuttu. Hiç tanımadığı bir çevreydi. Hiç tanımadığı kişilerle karşılaşacaktı. Veda edecekti bu gün tüm sevdiklerine.

Bir dokunuş sıçratmaya yetti Dilek’i. Dokunan el kocasıydı. Bir yabancıydı oysa dokunan el; ama onun dokunmasından doğal bir şey olmayacaktı artık hayatında. Dokunuşlara yapancıydı teni. Ürperiyordu istem dışı. Bu dokunuşların adını da koyamıyordu. Babası gibi mi abisi gibi mi? Sonra aklı başına geliyordu. Kocasıydı artık o kişi. Eşiydi ve dokunuşlarına alışmalıydı.

-Bu akşam gideceğiz ya; bir an önce bize gidelim. Babaannem dedem ve sevdiklerimle az zaman geçirmek istiyorum. 

-Tamam, olur. Duşumu alayım, sonra kahvaltı yapıp gidelim.

***

Ahşap kapıyı iterek girdi. Dedesi bahçedeydi. Sarıldı boynuna. Yüzüne bakamıyordu. 

Dedesi toplamaya çalışsa da kelimelerini, sesi titriyordu yaşlı bedeni gibi. 

-Hadi çık kızım yukarı. Derya, babaannen seni bekliyor. Arkadaşların da sürekli gelip gidip sordular seni. Gelirler birazdan. Anlayacağın, bu gün herkes senin için buraya gelecek. Hadi silelim gözümüzdeki yaşları. Mutlu olalım. Kocan getirir seni yine bize. Öyle söz verdi bana. 

Dilek unuttuğu adama dönüp baktı. Kapıda onları izliyordu. Gözleri yaşlıydı. Başını önüne eğip ‘Tabi geliriz’ dedi. 

-Gördün mü bak kızım… Hadi bakalım çık yukarı. 

Evde vedalaşma anlarında gözyaşı sel olup akmıştı. Hayat bir gerçekti ve gitmek zorundaydı Dilek yeni hayatına.

O akşam otogardan bir hayat uçup gidiyordu artık Kıbrıs’a… Bilinmezlerle, bilinmeyenler diyarına…

*** 

Uçak tüm konforuyla gökyüzünde süzülüyordu. Dilek’in eşi Kıbrıs’a dönmenin sevincini yaşarken, Dilek pencereden yeryüzünü izler gibi görünüyor; aslında hayalleriyle yaşıyordu.

Kız kardeşi Derya’nın birkaç gün sonra bebeği olacaktı. Nasıl haber alacaktı ki? Teyze olarak yeğenini hemen kucağına alması lazım değil miydi? Ablalığını sorguladı. ‘Keşke bebekten sonra düğün olsaydı’ dedi içinden.

Yurt günleri geldi aklına. Derya ile birlikte genelde her Cumartesi ve Pazar dedesi ikisini de alır eve getirir, özlem giderirlerdi. O fakirhane onlar için saray olurdu o iki gece ve iki günde. Geriye dönüşte dedesi Derya’yı bırakır, kendisi birlikte gitmez, işler bahane ederdi. Amacı doya doya gezmekti. Düğünlerinin olduğu otelin önünden defalarca geçmişti. Sonra dönerdi Yurt’a. 

Bazı zamanlarda da Âşıklar Caddesi’nden kütüphaneye doğru tur atmaya bayılırdı. Denizi izlemeye de… Ama O, Derya gibi teknelerle açılmayı sevmez, sadece izlerdi.

Ya o arkadaşlarının döndüğündeki karşılamaları… Ne güzel günlerdi…

Voleybol maçlarındaki tezahürat geldi kulaklarına. Geleceğin büyük voleybolcusu Dilek… Olacak mıydı acaba?

Birden uçak sarsıldı… Yolcular ayaklanmışlardı. Artık Kıbrıs’taydı… 

Yeni bir hayata doğru, sırtına hedefleyip esiyordu rüzgâr ve Dilek’i hep ileri doğru götürüyordu… 

SON

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Bir Dilek Dile Hayattan – 30

Bir Dilek Dile Hayattan – 30

Sadiye Yenge’si geldi aklına. Akıl öğretmeni, tarafsız, iyilik timsali, Dilek için iyi bir yol göstericiydi yengesi. Bir yolunu bulup gitmeli, fikrini almalıydı. Aklına bir fikir geldi ve babaannesine seslendi: 

-Babaanne benim Sadiye Yenge’me gitmem gerek. Kızından bir kitap alıp evde okuyacağım. Gecikmeden hemen gelirim. 

– Alıp gel hemen. Sokaklarda çok dolaşıp göze batma.

Babaannesinden izin almıştı. Kotunu ve tişörtünü giydi, spor ayakkabılarını geçirdi sporcu kimliği taşıyan ayaklarına. Huzur bulduğu Sadiye Yenge’sine koşar adım yola koyuldu. Anlatacakları içine sığmadığı için hareketlerini kontrol edemiyor, arada koşarak düşüncelerinin hızını yakalamaya çalışıyordu Dilek. Saçlarını geri attı yine o havalı dik yürüyüşüyle. Herkesin gözünde hayranlık uyandıran bir melek gibi yolun üzerinde su gibi akarak gitti Sadiye Yenge’sine. 

Telaşı gözlerinden, hareketlerinden, sesinden, her yerinden belliydi. Yengesi aldı içeri hemen. 

-Hayırdır kızım? Neler oldu? Kafan yine karışmış; ama üzgün değilsin şükürler olsun. Otur hele şöyle; anlat bakalım. 

Dilek soluklanmaya bile fırsat vermeden anlatmaya başladı.

-Şimdi babaannem beni evlendirmek istiyor ya… 

-Evet kızım… 

-Madem evlenmem kurtuluş; bize gelen zengin ve iyi yürekli, yardımsever bir Lütfiye Teyze var ya; O bana dün, Kıbrıs’ta çok iyi biri olduğunu, tek isteğinin iyi bir yuva kurmak olduğunu, istersem okula, üniversiteye orada devam edebileceğimi söyledi. 

Tek solukta anlatmıştı her şeyi. 

-Tekrar baştan ve sakin sakin anlat kızım. Bu kadın kim? Nereden tanıyorsun? Nerden anladın iyi mi kötü mü olduğunu? 

-Bize geliyor, sürekli babaanneme yardımcı oluyor. Evimize destekleri var ara ara… Sana daha önce bahsetmemişim; ama epeyce bir süredir gelir gider. Ne dersin? Derya’ya, babaanneme, dedeme de rahat bir hayat kurarım. Çok zenginmiş çok! Üniversite için de para lazım. Okurum hiç değilse… Ne dersin yenge? 

-Ah kızım ah! Buraya kadar her şey çok güzel; aslında rüya gibi… Ama ya altından kötü bir şeyler çıkarsa? 

-Kadın gelecek bugün öğleden sonra. Ne desem bilemedim; benden haber bekliyor. Babaannem de biliyorsun sıkıştırıyor. Hem belki benim de kurtuluşum olur. 

-Ah güzel kızım benim… İnşallah dediğin gibi olur. Çok zor bir durum; ne diyeceğimi bilemiyorum ki… Kader çizgisi seni bu karmaşanın içine soktu. Bunca olumsuzluğun içinde, her yerde başarıları yakaladın. Zekân, güzelliğin heba olsun istemem. Melek kadar masum ve temizsin. Allah’ım seni korusun, hakkında hayırlısını nasip etsin kızım. 

Dilek kitabı son anda hatırladı ve Sadiye’nin büyük kızı Betül’den bir kitap alarak eve koştu. Babaannesi torununun verdiği sözde durmasına memnundu. 

-Sobanın yanına otur da oku kitabını kızım. 

-Babaanne… 

-He! Ne oldu? 

-Babaanne, benim evlenmemi çok mu istiyorsun? 

-E kızım tabii… Huzurlu yuvan olsun, iyi ellere teslim edeyim seni. 

-Babaanne, ben de sizin rahat etmenizi, iyi yemekler yemenizi, hastalanınca daha iyi doktorlara gitmenizi istiyorum. 

-Ah kızım! Benim de dedenin de gözümüz toprağa bakıyor. Bir ayağımız çukurda. Ben senin mutlu olmanı, rahat etmeni istiyorum. Bak Derya’ya; yaşıtları sokakta ip atlıyor. İşi olduğunu söyleyip kandırdılar çocuğumu. Kaynanası olmasa aç! Kayınbabası da öldü. Üç çocuğu da işsiz kadının! Ne okumuşlar ne de bir baltaya sap olmuşlar. Tamam! Allah var kayınvalidesi çok iyi insan; ama onun iyi olmasıyla dönmüyor. Bak bebek de bekliyor. Sen bari iyi bir yere git a kızım. 

Dilek babaannesine baktı anlamlıca…

-Tamam, babaanne ben senin dediğini yapacağım. İyi bir yerle evleneceğim. Hali vakti yerinde olacak. İyi insan olacak. 

Babaannesi torununun ne demek istediğini anlamamıştı. Evlenecekti işte… Memnun, gülümsedi torununa. 

Düşündü genç kız; kendisi, kardeşi, dede, babaanne olmak üzere dört kişi idi aile. Derya uçmuştu yuvadan. Kendisi de gidince alabilecek miydi dedesini, babaannesini yanına? Ayrılıklar başlamıştı bu yuvada. Sırayla başlayacaktı vedalar belki de… 

Dilek çalan kapıyı açmak için kalktığında gelenin kim olduğunu biliyordu. Babaanne tedbirliydi… 

-Allah Allah! Kim geldi ki? Hayırdır İnşallah! Ses vermeden açma kapıyı ha. 

-Güpegündüz ne olabilir Allah aşkına? Kurtlar gelir, beni kaçırır, parçalar yer. 

Babaannesi için zaten gülmek ayıptı. 

-Zevzeklik yapma! Git aç kapıyı! 

30. bölüm sonu
Devam edecek… 

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Bir Dilek Dile Hayattan – 29

Bir Dilek Dile Hayattan – 29

Lütfiye Hanım giderken, sanki Dilek’in beynine bir şeyler eklemiş ve başka şeyleri de alıp öylece gidiyordu. Olduğu yerde öylece ayakta kalmıştı. Ne kızların yanına gidebiliyor ne de kıpırdayabiliyordu. Yurt’taki bir anısı geldi aklına…

Yurt’ta on üç yaşını geçen kız çocukları, kendinden bir ya da birkaç yaş küçük çocukların sorumluluğunu alıyorlardı. Dilek de Sevim’e, esirgeyen, koruyan ablalık rolünü yapıyordu bu kural içerisinde. Küçük; ama adı gibi sevimli bir kızdı Sevim. Yatakhanede kocaman demir kapı üstüne örtülmüştü kendiliğinden. Kapı içerden açılabiliyordu yalnızca. Sevim’in boyu yetmiyor, sürgüye ulaşamadığı için de açamıyordu kapıyı. Çığlıkları yatakhaneyi inletse de bu saatte herkes yemekteydi ve O’nu asla kimse duyamazdı. 

Sevim sık sık altına idrarını kaçırırdı. Okulda bunu korkudan yaptığını herkes biliyordu. Böyle bir durumda korkular korkuları takip ediyordu sanki. Çocuk, demir kapının dibine çöküp kalmıştı. Ne yatağına gidebiliyordu ne de boyu yetip yüksek camlara çıkabiliyordu. 

Dilek, Sevim’i o kadar benimsemiş olacak ki; içindeki huzursuzlukla O’nu her yerde aramıştı. Bulamıyordu; yoktu Sevim… ‘Yatakhaneye çıkmaz bu saatte… Nerede olur bu çocuk?’ derken içinden, ani bir kararla yukarıya çıkan merdivenleri üçer beşer hızla çıkmış, ‘Sevim! Sevim!’ diye bağırmıştı. Sesindeki acı ve endişe tüm yatakhaneyi sarmıştı. Sorumluk ve sevgi karışımı bir sahiplenme duygusuydu bu. Birden kulak kabarttı. Bir ses geliyordu.

-Abla! Ablaaa! Ablaaaa! Buradayım ablacığım. Kurtar beni ne olur! 

Dilek, sidikliler yatakhanesine doğru ilerledi; sesi takip etti. Kapıyı açmaya çalıştı; başaramadı. 

-Korkma Sevim! Ben şimdi yardım getireceğim sana. Ağlama, korkma e mi? Hemen geleceğim! 

-Gitme Dilek Ablaaa! Ne olur gitme! Korkuyorum ablammm!

-Korkma bakim! Ne var korkacak? Ben hemen geleceğim… Hem git dolabı aç; yedek pijama koymuştum. Külot bulamadım. Olsun; altındakileri çıkart! Sen kaçırmışsındır şimdi altına. Kuru pijama giy de hastalanma. Ben hemen geliyorum.

Bir süre sonra, tamir işleri yapan Ahmet Baba diye seslendikleri görevliyle kapıyı açmışlardı. Sevim’in boynuna sarılıp saatlerce ağlayışı unutulmazdı.

O’na biri güvenmişti. Birilerini mutlu etmek ne kadar güzeldi. Bu duyguyu yaşadı yeniden Lütfiye Hanım’ın arkasından bakarken. Acaba babaannesini, dedesini ve kardeşi Derya’yı mutlu etmek demek, mutluluk mu demekti? Belki de bu adamla evlenirse birçok kişiye faydası dokunurdu. Kim bilir?

Diğer kızlardan ayrıldıktan sonra Aysel’le baş başa kaldılar. Olanların hepsini konuştular. Aysel akıl vermeye başladı.

-Boş ver kız! Madem zengin; evlen gitsin! Kurtulursun hiç değilse. Zaten tek isteği iyi bir yuvası olmasıymış. Belki âşık bile olursun adama. Sahi yakışıklı mıymış? Ne iş yapıyormuş? Kaç yaşındaymış? 

Bu soruların cevabını Dilek de bilmiyordu. Teklifi dikkate almamıştı ki… Lütfiye Hanım da her şeyi anlatmış, bunları söylememişti. Meraklıymış gibi yarın soramazdı da… Keşke bu yönlerinden de bahsetseydi. 

-Bilmiyorum Aysel… Eve gitmem lazım. Çok geç oldu. Yarın bize gelecek; belki de söyler. O zaman söylerim sana olur mu? 

-Tamam… 

Aysel’le vedalaştılar. Ters yönlere dönerek hızla evlerine koştular. İkisi de sıkı koşardı.

‘Ohhhh!’ dedi eve geldiğinde; kimse kızmamıştı kendisine. Sonra içeri odaya girdiğinde, dedesinin ayak parmağındaki sulanan yarayı gördü. 

-Dede bu yara ne? Doktora gidelim mi? 

-Yok kızım… Gerek yok. Geçer bir iki güne kadar. Aka aka bitecek cerahati. Dilek odaya gözlerini gezdirdi. Babaannesiyle küs iki sevgili gibi gözlerini başka yerlerde dolaştırarak, kaçamak bakışlarda buluşuyorlardı. Yemek makarnaydı. Yanında ayranda vardı. Dilek makarnayı çok severdi; bu sevdası değişmeyenlerin arasında yaşamı boyunca devam edecekti. Yorgun bedenine yorgun düşünceleri eklenmişti. Divanın üzerine serpilip uzanıverdi…

Halasının yanına oturması geldi aklına. ‘Gelinim olmanı istiyorum. Gül gibi bakarız sana. Yabancım değilsin; kardeşimin kızısın. Baban öldüğünde kırk gün burnumun direkleri sızladı. Seni gelinim diye evimde tutarsam, kardeşim de yerinde rahat yatar’ demişti. 

Dilek iyiden iyiye Lütfiye Hanım’ın teklifini düşünmeye başlamıştı. Hem çok iyi bir insandı. Tek istediği sıcak bir yuva kurdurmaktı. Madem evlenmesi gerekiyordu, madem çok zengindi bu adam; bari ‘Abi’ demediği biriyle evlenirdi. Hem babaannesi ve dedesini, hatta kardeşini de mutlu edebilir; onlara yardımlarda bulunarak birçok yiyecekler ve kıyafetler alabilirdi belki de. İçinde tuhaf bir hayal dünyası oluştu isteyen kişiye karşı. Uzun boylu, yakışıklı, geniş omuzlu, temiz bir kişi belirdi gözünün önünde. 

Kızardı birden yüzü kendi düşüncesinde…

29. bölüm sonu…
DEVAM EDECEK… 

Melek Kırıcı
www.kafiye.net

 


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Bir Dilek Dile Hayattan – 28

Bir Dilek Dile Hayattan – 28

Hava gerçekten de çok güzeldi. Gönüllerince dolaştılar, gezdiler; hayattan beklentilerini dile getirdiler. Dilek biliyordu ki; hayattan hiçbir şey beklenemezdi. İnsan yolunu kendi çizer, ne istiyorsa, bekliyorsa tahtaya onu yazar ve yazdığını takip ederdi. Garipti; yaşına ve tazecik bedenine zıt bir olgunlukla bakmaya başlamıştı hayata. Oysa içinde binlerce çocuk özgürce oynamaktaydı. 

Çay bahçesinde sesleri kuşlar gibi cıvıl cıvıldı. Dilek omzuna dokunan elin arkadaşlarından birine ait olmadığını, omzunda uzunca kalışından anlamıştı. Dönüp bakınca hemen saygıyla ayağa kalktı. 

-Aaa Lütfiye abla! Nasılsınız? 

Lütfiye, fakirlere yardım eden bazı hayır kurumlarında emek vermiş, zengin, çok gezen bir kadındı. Kime nasıl ulaşacağını bilir; bazen kimin hayatını karartacaksa, menfaati için ‘Hayır işi’ der, yapacağını yapardı. Dilek’i arkadaşlarından az uzağa çekerek heyecanla konuşmaya başladı.

-Dilek’çiğim nasılsın? Seni gördüğüm ne iyi oldu. Gel yanıma hele; sana söylemek istediklerim var. Bak kızım; ne zor şartlar altında yaşam mücadelesi verdiğini biliyorum. Oysa sen çok daha iyi bir hayata layıksın. Bir elin yağda, bir elin balda olmalı. ‘Yarın ne yiyeceğim?’ kaygısı düşünmemelisin. Hatta deden, babaannen ve kız kardeşine de döke saça yardım edebileceğin bir teklifle geldim sana. 

Bu dönem her kes karar vermişti sanki Dilek’i şaşırtmak için. ‘Bir bu eksikti’ dedi içinden. Acaba tatlı cadı burnunu oynatacak, anne ve babası yeniden dünyaya mı gelecekti? Ne olabilirdi başka? Miras kalamazdı; eti budu belliydi dedesinin. Kadın sakin sakin, kelimeleri anlaşılır bir dille ballandıra balllandıra anlatıyor, ağdalaştırdıkça ağdalaştırıyordu. 

Dilek ahşap sandalyeye iyice tutundu. Arkadaşlarının ‘Hadi Dilek’ diye seslenmelerine, el işaretiyle ‘Geliyorum’ mesajı veriyordu. Arkadaşları yüzündeki anlamsız ifadeye bakıp, konuşmanın içeriğini merak ediyorlardı.

-Bak kızım! Ben bir beyefendi tanıyorum; Kıbrıs’ta yaşıyor. Zengin mi zengin… Lefkoşa merkezde evi var. Ozan Köy’de arazisi, villası, İngiltere bankalarında milyar dolarları var. Anlayacağın zengin mi zengin! Tek istediği huzurlu bir yuva kurmak… Benden istekte bulundu; ‘Tanıdığın, bildiğin, eli yüzü düzgün, mazlum, temiz bir aile kızı varsa, yardımcı olursan sevaba girersin.’ dedi. E valla senden iyisini mi bulacak? Ben seni münasip gördüm, seni seçtim. Şanslısın valla! Ne dersin? 

Dilek şaşkınlığını atamıyordu üstünden. O okumak istedikçe, bu insanlar üstüne geliyorlardı evlendirmek için. Sahipsizlik miydi bunun adı? 

-Evlenmek istemiyorum, okumak istiyorum ben Lütfiye Abla! 

Lütfiye cevaba hazırlıklıydı. 

-Kızım akıllı ol. Bak, sade kendinin değil; iki yaşlının hayatını da kurtaracaksın. Düşünsene ya! Refah içinde yaşayacaklar. Kız kardeşinin durumu da belli. O da bebek bekliyor. Destek olursun fena mı? Kız Kıbrıs’a gideceksin; daha ne istiyorsun? ‘He’ de bitsin bu iş. Gelir ister seni ninenlerden. Ne istersen yapacak; söz verdi. En kral yerlerde düğünün olacak. Yeme, içme, huzur, mutluluk; ne istersen var. Hem istersen okuluna devam edersin orada. Adam zengin; para babası! Otur ders çalış evde. İkinize bir tabak yemek yap, adama iki gülümse; dünyalar onun olur. Başka bir şey istemiyor ki adam. 

Dilek’in yanına dayanamayıp arkadaşlarından biri yaklaşmıştı. 

-E hadi Dilek! Akşam oluyor… Zaten az zamanımız kaldı dolaşmak için. Sonra devam etseniz olmaz mı? 

Aysel de yaklaştı. Dilek’i en iyi o tanırdı. Renginden anladı bir şeyler olup bittiğini. 

O an limandan hareket eden koca bir vapur, veda sirenlerini bağırta bağırta ‘Hoşça kal’ diyordu adeta. Eller havada sallanıyordu. 

Lütfiye Hanım, Dilek’in yanına yaklaştı yeniden… 

-Yarın size oturmaya geleceğim. İyice düşün taşın. Yarın bir ara konuşuruz kızım. Hadi hoşça kal. 

Bunları diyerek uzaklaştı kızlardan. Dilek arkasından baka kalmıştı. 
28. bölüm sonu

Devam edecek… 

Melek Kırıcı 
www.kafiye.net


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Bir Dilek Dile Hayattan – 27

Bir Dilek Dile Hayattan – 27

Babaannem ve halam beni halamın oğluyla, abi bildiğim kişiyle evlendirmek istiyorlar. Ben okuma derdindeyim. Voleybol maçlarında kendimi ispatlayıp daha güçlü takımlara transfer olma hedefim var. Bilirsin, okumayı çok severim. Hayatım mahvolacak. Ne yapacağımı, bu işin içinden nasıl sıyrılacağımı bilemiyorum. Ben evlenmem. 

Sadiye yengesi de küçük yaşta evlendirilmişti. Dilek’in babasıyla kardeş çocuğuydu eşi; ama Sadiye, eşine hayranlıkla, aşkla bağlıydı. Hiç görmeden evlenmiş olmasına rağmen uyumu yakalayan ender çiftlerdendi. 

-Dur kızım dur… Buluruz bir çare, konuşuruz. Zorla olmaz ya.

O da biliyordu ki; Dilek’in babaannesiyle konuşup anlaşmak mümkün değildi. Nuh der peygamber demezdi yaşlı kadın. Dilek ağlamayı bırakmış, uzun uzun gözlerini sabit bir noktaya dikmişti. Sadiye yengesi hemen hazırlandı. 

-Hadi kalk kızım. Beraber gidelim eve. Bir konuşalım bakalım. Belki Sultan Abla dize gelir, vazgeçer bu düşüncesinden. 

Dilek, uçan kuştan medet uman, masum bir melek gibiydi. El değmemiş, göz değmemiş, bir kere bile erkek arkadaş edinmemişti. 

Bir ümit koyuldular yola. İki ev arası uzaktı; ama yol boyunca beyinleri o kadar meşguldü ki; tek kelime etmediler birbirlerine. Eve geldiklerinde, babaannesi Sadiye’nin neden geldiğini anlamıştı. Suratı asık bir halde, yarım ağızla, ‘Hoş geldin Sadiye’ demişti. 

Sadiye her zamanki hürmet ve saygısıyla eğilip elini öpmüş, yaşlı kadının dizinin dibine ezile büzüle oturmuştu. Sanki Dilek’in annesiydi; çırpınıyordu kurtarmak için genç kızı. Babaannesi, Sadiye’ye fırsat vermeden girişti söze… 

-Bak Sadiye! Seni severim. Kalbin kırılsın istemiyorsan hiç girme araya. Ne var yani? Gül gibi çocuk… Ele gideceğine ona gitsin. Halasıdır; üzmez, sokağa atmaz, sahip çıkar. 

Sadiye, sakin duruşuyla Sultan Abla’sının içindeki zehri kusmasını bekledi. Sözü bitince dizine dokunarak kendisi konuştu. 

-Bak Sultan Abla… Bu kız çok zeki. Hem derslerinde hem voleybolda başarılı… Bu kız okuyup size bakar; kimsenin O’na bakmasına gerek yok. Yazık etme torununa. 

-Senin dediğin gibi kolay olmuyor bu işler Sadiye. Sen git evine, çoluğunla çocuğunla ilgilen. Bizim evimize de asla karışma! 

Aksiydi… Yıllardır şehirdeydi; ama yürüyemediği için ev oturmalarına bile gidememiş, bir göz odada ayrı bir dünya kurmuştu kendine. Oğlu ölmüştü; kendileri de ölecekti. Dilek’i kızının oğluna teslim edip öyle ölüme gitmek istiyordu yaşlı kadın. 

Sadiye duyduğu sözlerden hüzünlenip izin istedi. Elini öpüp dışarı çıktı ve Dilek’e sarıldı tüm içtenliğiyle. Öptü ve uzaklaştı yavaş yavaş kendi evine doğru.

Dilek boş gözlerle bahçede oturdu saatlerce. Eve gitmedi, yemek de yemedi. Düşünüyordu sadece. Neler olacaktı bundan sonra? Ne kadar hızlı gelişmişti her şey? Yurtta kaldığı yıllarda bile bu kadar çaresiz hissetmemişti kendini. İlk gittiğinde, teslim olmuştu o öksüzler evi olan Kız Yetiştirme Yurdu’na. Orayı da zorla kabul etmişti. Tercih hakkı sunulmamıştı kendisine. Şimdi de aynıydı. Belki kaderleri böyleydi. Öksüzsen bir ömür boynun büküktü ve bu, öksüzlerin atasözü gibiydi. 

Dilek, bahçede oturduğu yerde Yurt günlerine dalmıştı. 

Yaşı büyük olanlar, kendilerinden bir iki yaş küçük çocuklara bakmak zorundaydılar orada. Banyosu, giyimi, yemesi, her ihtiyacı o büyük çocuğun üzerineydi. O da Sevim diye bir kızdan sorumluydu ve iki yaş küçüktü Dilek’ten. Görevli ablası olmuştu. Yatağına kocaman bir muşamba serili olsa bile, her sabah altına kaçırırdı Sevim. Dilek de, o çocuğun sidikli yatağını değiştirmek zorunda kalırdı her sabah. Kokudan midesi bulanır, kahvaltı bile yapamadan üstünü giymeye yetişirdi. Hatırladı birden; Sevim neden işerdi acaba? 

Hava iyice soğumuştu. Akşam günbatımına dönmüş, Dilek hala çocukluğunun acı anılarında geziniyordu. Dedesini sesiyle irkildi birden… 

-Dilek, hadi kızım eve geç. 

-Tamam dede geliyorum… 

Nereye gidecekti ki? Geçti evlerine. Yemek yemeyeceğini söylese de, zorla bir iki lokma yedirdi dedesi. Sonra yatağına gidip sokuldu ve yalnızlığını kucakladı, uyudu.

Ertesi gün kurtarıcı gibi gelmişti Dilek’e arkadaşının sesi. Dış kapıdan avaz avaz bağırıyordu.

-Dileeek kapıyı aç! İp içeri kaçmış, bahçenin kapısını açamıyorum. 

Dilek koştu hemen. Arkadaşını üç gün görmemişti. Asırlar geçmiş gibi sarıldı boynuna Aysel’in. 

-Hoş geldin canım benimmmm! 

-Hoş buldum canım. Hadi hazırlan; Filizler de bekliyor. Hava güzel; parka inelim, oradan da çay bahçesinde çay içeriz. 

Dilek hemen dedesinden izin aldı. Kızlarla güle oynaya yola koyuldular.

27. bölüm sonu…
Devam edecek… 


Melek Kırıcı
www.kafiye.net

 


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Elvan USUL

DIRDIR ETME ANLA YETER 2

DIRDIR ETME ANLA YETER 2

“Aynı ırmakta iki kez yıkanılamaz. Çünkü artık ne o ırmak eski ırmaktır, ne de o insan aynı insandır”. Ünlü filozof Herakleitos’un da dediği gibi sosyal yaşamda insanın her daim değişim içinde olduğu, mutlaka çevreden, olay ve durumlardan etkilendiği, bugünün dünden farklı olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu değişim fiziğin ötesinde ruhsaldır. Zira insan, zamanın içinden ya da zaman, insanın içinden akıp giderken elbette ki insanda bir şeyler bıraktığı gibi ondan da bir şeyleri alır götürür. Değişim sürecinde olumlu gelişmeler kişiye artı değer kazandırırken olumsuzluklar ise düşünme, kodlama ve yorumlamalarda negatif etki yaratır. 


Gerek kadın olsun gerekse erkek, günlük yaşamın getirdiği stres, kaygı, öfke gibi olumsuz etkilerin kişide yarattığı değişimi durup düşünemedikleri ya da olumsuzlukların tesirinde kaldıkları için birbirlerini anlamakta zorlanır ve kırıcı olabilirler. Böyle bir durumda aile içi kavgaların, bağırış – çığırışların ve psikolojik veya fiziksel şiddetin zemini oluşmuş olur. 

Kadın ve erkek bilgisine sahip, birbirlerini tanıyan eşlerin zaman zaman ya da çoğu zaman hararetin duman sattığı bir kavganın içinde yer almasının temelinde; olayları ve ya durumları olumsuz değişimin tesiri ile olumsuz yorumlamak yatmaktadır. Stresli bir iş gününün ardından eve gelen bir koca, karnını doyurmak, dinlenmek ve günün yorgunluğunu huzur içinde atmak ister. Bu çalışan kadınlar için de aynıdır. Böyle bir durumda her ikisinin de öncelikli olarak bu ihtiyaçları giderilmelidir. İnsanlar açken, yorgunken, stresin negatif elektriği ile yüklüyken tahammül sınırları bir hayli kısıtlıdır. Tahammülün en az olduğu bu zaman dilimlerinde herhangi bir problemin veya sıkıntının konuşulması çok da doğru değildir. 

Eşlerden biri sıkıntılı bir gün geçirmiş, bir hayli yorgun belki de üzüntülü olabilir. Böyle bir durumda diğer eş ne yapmalıdır? Yapacağı ilk girişim, eşini güler yüzle karşılamak olmalı. Sonra karnının doyması ve dinlenebilmesi için ona zaman vermeli. Akabinde varsa sorunlarını konuşmak istediğini söylemeli. Kısacası sabrederek şartların ıslah olduğu zamanı beklemeli. Genellikle kadınlar bu sabrı pek de gösteremiyorlar. Mesela gün içinde kocasını da ilgilendiren bir sıkıntı vukuu bulmuş, daha eşi kapıdan girmeden bir karış suratla, soğuk bir ifadeyle imalı bir “hoş geldin” sözüyle kapıyı açabiliyor. Burada “ben de seni bekliyordum, içeri gir de bir ifadeni alayım, bana açıklaman gerekenler var” imasını koca çok rahatlıkla anlayabiliyor ve “yine ne oldu?” öfkeli cümlesiyle cevap verebiliyor. Koca, ilk imanın ardından öfkelendi. Hanım zaten gün içinde kocasının gelmesini zor bekledi. Şimdi bu iki eş arasındaki iletişimde birbirini doğru anlama mümkün müdür? Hanım sofra başında konuyu açar, yemek boğaza dizilir, kocası hiddetini tutmaya çalışsa da belli noktada öfke patlaması yaşar. Konu yemekten sonraya taşınır. Hanım taa ilk tanıştıkları günden itibaren ne var ne yoksa sayar döker tüm birikimlerini. Koca, o anki problemin içindedir ve gerilerdeki problemlerin ne ara, neden su yüzeyine çıktığını bir türlü idrak edemez. Böylece her iki eş de anlaşılmamanın hezimetinden payını alır. “Seni hiç tanımamışım, sen eskiden böyle değildin, lanet olsun seninle evlendiğim güne, sen şöylesin, sen böylesin, sen, sen, sen”… Ve bitmek bilmeyen karşılıklı suçlamalar. Hâlbuki olaylara ve durumlara olan bakış açımızı, pozitif yöne çevirsek, sabır ile ham zamanı olgunlaştırsak, bizi sıkıntıya sokan üzen her ne ise şartların sıhhat bulduğu anda konuşsak anlama ve anlaşılma konusunda pek de sıkıntı yaşamayız. 

Kadınlar ve erkekler değişir. Çünkü kadın da erkek de insandır. Kimi zaman neşeli, anlayışlı, güler yüzlü, kimi zaman stresli, öfkeli, üzüntülü olabilir. Ya da önceden ilgilendiği şeyler artık ilgisini çekmeyebilir, sevmediklerini sevebilir, sevdiklerinden hoşlanmayabilir. Kadın ve erkek bu değişimin farkında olmalı ve bu değişimin tabiliğini kabul etmeli, kendini, sözlerini, ilgisini, davranışlarını bu değişime ayak uydurarak ayarlamalıdır. Aksi halde iletişimsizliğin doruk noktasında erkek kadının sesini duyamaz, kadın da erkeğin yüreğini göremez. Değişmeyen tek gerçek, değişimin kendisidir. 

Elvan Usul
Yenigün Gazetesi 2013
www.kafiye.net


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Ali ANAR

BAŞKA CENNET TANIMAM

BAŞKA CENNET TANIMAM

Mevcut, her tür övgü, Yetmiyor söze,
Sen varsan, Bu dünya cennet’tir göze.
Ben, Senin sevdanı, Doldur”dum öze,
Dünyada, başka bir cennet tanımam..
—-
Dünyada yolcuyuz, Gönlümüz hancı,
Sensizken göğsümde Başlar bir sancı.
Bana, Senden başka her’kes yabancı.
Dünyada, başka bir cennet tanımam..

—-
Yüzün Kaymak gibi, Göz’ün şahane,
Hata bulmak, Zor’dur, Yok’tur bahane.
Sen hep yürektesin Gönlüm bir hane,
Dünyada, başka bir cennet tanımam..
—-
Her zaman, Sen oldun, mesut edeni,
Ben seni, hep sevdim, Çok”tur nedeni.
Sana, mahkum et’tim, Ben bu bedeni,
Dünyada, başka bir cennet tanımam..
—-
ALİ ANAR 20.05.2015
www.kafiye.net


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Sema DAĞLI

SEVDİM

SEVDİM

Cemalini benzettim çiçeklere ,güllere
Gur saçların benziyor dağdan akan sellere
Asla seni veremem başka yaban ellere
Ey ömrümün baharı ben seni başka sevdim.
**
Sen karşıma çıkınca şad olup gülür yüzüm
Nerelere gidersem seni arıyor gözüm
Sanki ben sen olmuşum,sen ise benim özüm
Ey ömrümün baharı ben seni başka sevdim.
**
Seni bir gün görmezsem bütün dünyam har olur
Duyğularım üşüyor,gönül bahçem kar olur
İnan ki gece-gündüz işim ahu-zar olur
Ey ömrümün baharı ben seni başka sevdim.
**
Başka yerde diğilsin tamarımda kanımsın
Sen bana benden aziz yüreğimsin,canımsın
Ufukta şafak saçan sabahımsın,tanımsın
Ey ömrümün baharı ben seni başka sevdim.
**
Sana vurğun bu kalbim başka bir yar aramaz
Kollarım senden başka hiç bir kesi saramaz
Sana alışmış yüzüm sensiz bir an duramaz
Ey ömrümün baharı ben seni başka sevdim.

Sema Dağlı.
6.06.2015.
www.kafiye.net


Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Safiye SAMYELİ

YETİM SEVDA

YETİM SEVDA

Zorun neydi bilmem benle
Kaderleydi benim kavgam
Hakkım var bak şimdi sende
Ağlıyor bak yetim sevdam

Aldandım aşk oyununda
Vebalim var buyununda
Ayaz gecenin koynunda
Ağlıyor bak yetim sevdam

Derdi mahrem dile gelemez
Tutulmaz ki ele gelemez
Unut derim yola gelemez
Ağlıyor bak yetim sevdam

Güvenmez ellere gayrı
Dokunmaz kimseye hayrı
İkimize ayrı ayrı
Ağlıyor bak yetim sevdam

Aşktan büyük darbe aldı
Yalan sevdan derde saldı
Samyeli’ne miras kaldı
Ağlıyor bak yetim sevdam
Safiye  SAMYELİ
www.kafiye.net