şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Doksan dokuz depremi sonrası İstanbul’da pek çok ailenin günün her saati İstanbul’un sahil şeridinin jöle zemin olduğu bilgileriyle beyinlerini bulandırdı. O dönemde insanlar adını bildiği hayatında adımını bile atmadığı İstanbul’un daha kırsal veya az gelişmiş semtlerine taşındılar. Bende bu taşınan insanların içindeyim.
Tilki yavruları henüz çok küçüktüler avlanacak kadar güçlenmemişlerdi. Akşama kadar annelerinin küçük mağara benzeri inlerine gelmesini beklediler. Acıkmışlar ve huzursuz olmaya başlamışlardı önce bulundukları yerden bir kaç metre uzaklaşıp sonra geri döndüler, henüz dış dünya onları korkutuyordu. O gece inleyip, ağladılar ve annelerinin kokusu olmadan yapayalnız aç uyudular. Sabah olunca içlerinden biraz daha cesur olanı inlerinden çıktı ve annesini aramaya başladı.
Melih Balkona çıktı ve salıncağa oturdu. Bir ileri, bir geri salıncakta bedeni ve kafasının içindekilerle birlikte sallanmaya başladı. Zaman durmuştu , ne kadar süre geçti anlayamadı …. Sallandı , sallandı …
Genç adam elinde kemanıyla sahile indi. Kumsala balıkçılar motorlarını çekmişler ve bazılarını ters çevirmişlerdi. Durdu etrafına baktı beyaz bir motora doğru ilerledi, beyaz boyalı motorun kenarına çivit mavisi bir boya ile “sonsuza kadar ” yazıyordu.
Yüzünde alaylı bir gülümseme yayıldı. Dudaklarından fısıltı ile döküldü.
Uzun yıllar önce bir Bayram arefesinde alışveriş yapmak için yeğenimle çıktık. Ramazan ayının son günü oruçluyum bütün gün dolaşmaktan aç, susuz ve kahvesiz bitap düşmüşüm. Nedense hemen kan şekerim düşer ve baş dönmesi başlar, eğer araç kullanılırsam maksimum dikkat etmeye çalışırım keza ışıklarda durduğum zaman sanki araç hareket ediyor gibi bir hisse kapılırım.
Aybike nine yetmişli yaşlarında çok gayretli bir kadındı. Çocukluğundan beri güneş yatarken üzerine doğmamıştı. Bahçesini Çapalar, fidelerini sular, zararlı otları temizlerdi. Komşuların bahçesindeki sebzeler otların içinde kaybolurken Aybike ninenin bahçesindeki sebzeler ayna gibi toprağın içinde adeta ışıldardı.
Genç kız dört yıllık üniversiteyi tam burslu olarak bitirmiş ve bir yılda yurt dışında öğrenci değişim sistemi ile okumuştu. Ailesi orta halli kendi yağı ile kavrulan bir ekonomik güce sahipti. Onun iyi yetişmesi için elinden geldiği kadar katkıda bulunmaya çalışmışlar ve onu gözlerinin bebeği gibi adeta gökten yağan bir damla yağmurdan bile korumaya çalışmışlardı.
Anne, baba ve iki çocuk İle dört kişilik çekirdek aileydiler. İstanbul Sefaköy’de kenar mahallede aldıkları arsaya anne, baba ve kardeşleriyle birlikte iki katlı binayı zor koşullarda inşa etmişlerdi. Ailenin her ferdi semtteki farklı fabrikalarda işçiydi. Önce alt kat yapılmış, üç yıl sonrada üst kat inşa edilmişti. Binanın üzerinde Demir filizleri vardı ve parayı denkleştirdileri vakit üçüncü katı da yapacaklardı.
Yer İstanbul tarihi yarımada ve burada en lezzetli köfteleri yapan tarihi bir köfteci dükkanının üst katı. Pencere kenarındaki masaya oturup siparişimi veriyorum. Her ne kadar her seferinde önüme menü yazılı deri kaplı defteri uzatsalar da kararım hep aynı. Köfte , piyaz ve ayran. Tatlı alamıyorum keza sanki diğer yediklerim masum ve tek kilo aldıran tatlıymış gibi kendimi kandırmaya devam ediyorum. Bazen pembe hatta açık pembe yalanlara bile isteye kanmak insanı mutlu ediyor.
Çınar ağacının uç dallarını görebilmek için başını yukarı kaldırdı. Seslerin geldiği yerlere doğru baktı, ne kadar çok serçe vardı o dallarda. Dünyanın tasası ve derdi olmaksızın şen şarkılarını söylemeye devam ediyor, daldan dala uçup adeta dans ediyorlardı. Onların tasasız görünen hayatına imrendi. Biran kafasından “dünyaya kuş olarak gelmek varmış” diye düşündü.