şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Gülbeşeker’den sonra en sevdiğim kelime bu. Bir zamandır böyle yaşıyordum. Durup durup bazı şeylerin, seni karşı duvarda canlanan anıya çivilemesi hoş oluyordu aslında. Ben bunun durup durup değil de hiç durmamasını istedim ve oldu. Nasıl oldu? Gelişigüzel..
Aslında ben de bu satırları Leonard Cohen dinleyerek ve kahvemi içerek yazıyorum diye havalı bir giriş yapabilirdim ama ne yalan söyleyeyim, şu an Neşet babayı dinliyorum ayrıca kahveyi ve Leonard Cohen i de hiç sevmem…
Benim suçum değil yüzü gözü kızarmayan bu ahmak çağda nefes almak. Bütün bu insanların ellerini öpmek, nesi allah aşkına. Beni kim büyütmüş kim avutmuş da yüzümde hâlâ masumiyetimin lekesi izleri taşırım, benim sevgili çillerim aslında benim sevgisiz çilem.
Edebiyatçı olma yolunda çabalayan, çocukluğundan bu yana yazmakla haşırneşir olan ben, ölünceye dek, adıma sanıma şair ya da yazar diyemeyeceğim. Çünkü böyle büyüdüm, büyütüldüm. Yazdıklarıma şiir diyorum ama kendime ne şairim ne de dergi verdiğim karşı komşumun kızlarının sorusuna cevaben; abla senin mesleğin ne, yazar mısın, evet yazarım diyemiyorum.
Bilhassa geceleri dünya başıma yıkılıyor; eziliyor, boğuluyor, yine de ona yetemiyorum. Gece her şey iki katı olurmuş doğru mu? İnsan gece daha çok büyürmüş. Sanırım bundan emin degilim. Afedersiniz ama büyüyemiyorum. Bütün yorgunluğuma rağmen uyuyamıyor ve amy winehouse’n gözündeki boşluğu izlemek zorunda bırakılıyorum.
Gevelemenin ötesine gidebildiğim ikinci bir dil daha yok, yani sandığın kadar kültürlü değilim, fakat hem sırtımda hem kafamda Akif’in Küfe’sini taşırım. On onbir adım ötemdeki dönüm noktam iki ciltlik Safahat’ı süs niyetine saklamam. Bu çatı altındaki her şeyin doludizgin bir anlamı var. Şuuru yok. O keza.
Şuanki hâle hasret kalmışım. Ne zamandır bunu yapmıyorum bilmiyorum. Bu belki sizin için günlük ve sıradan bir şey olabilir fakat benim için ne de ayrı. Uzun uzun zamandan sonra koltukta ayaklarımı uzatıp zap yapıyorum. Farkında olmadan mutfakta vakit geçirmekten de tiksinmişim. Bir müddet bilgisayarımı falan da görmek istemiyorum.
Tuhaf şeyler oluyor. Bilhassa bazı şeyler yüzünden geri adım atabiliyorsunuz. Bu iyi bir şey değil. Bu bazı şeyler rüyalar, kabuslar, halisülasyonlar, ve buna benzer şeyler olabiliyor. Olsun demekten başka çareniz ne var ne yok ve kabul edilmeli ki sahiden epey tuhaf bir durum. Bağlayınca açılan bir çuval gibi ve şu yakışanlarından da değil. I ı onlardan değil.
Bahar da ayrı bir hengameyle geliyor. Son iki gündür çok neşeliydim, sanıyorum bunu karşıdaki bahar ağacına borçlandım, tamam biraz da içini açan kurnaz kargaya, ya da her neyse işte canım, sonuçta ölene dek bir şeylere borçlu yaşıyor ve ödüyoruz.
Bundan altı yıl önce bu şehre ilk geldiğimde Demir Demirkan’ın Aşktan Öte parçası yeni çıkmıştı. İlk kez Ege üniversitesinin cafeteryasinda arkadaslarla otururken dinlemistim. O da bana dokunmuştu. Bugün yine aynı şehirde, aynı yerlere ayak basarak bu parça çalındı kulağıma ve yine bana dokundu. Ne müthiş bir duygu.