şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Merhaba Ömrüm… Nasılsın? Beni sorma halim yaman yine; çünkü sen yoksun. Yalnızlık beni yine mesken almış, sarıp sarmalıyor senin yerine…
Merhaba Ömrüm; nefessiz kalıyorum senin olmadığın yerlerde; izimi bulabilene aşk olsun!
Sen benim neyim misin, merak mı ediyorsun? Ömrüm, sancılarım, bakışlarım, duyuşlarım, çok derin ağlayışlarım;
Kendime kaçtım Tanrı’m başımdaki müthiş ağrıyla; ağrı kesiciler, masajlar, ikna edici saçmalıklar da kâr etmedi. Parazit ihtimallerde gökyüzünü kaybeden bir yıldıza döndüm. Parıltısını kendinde saklayan… Bir taşın altında ezilen saklambaç çocukluğumun büyümek istemiyorum çığlığı oldum. Kimseyi görmek istemiyorum derken zaten kimsenin beni görmediği gerçeğini sonunda fark eden oldum.
Cızırtılı günler radyomun frekansına kalbimi itip benden gidenleri bana geri döndürmek için çırpınırdı ama ben, es’inde bile ses olan parıltılı bakışlarıma gönül verenleri seçerdim.
Tezgah kuran arsız bir haller sunmuştu bize aşk; sevmeyi sevebilecek adamların beyazlaşan kaşları bile olabilirdim ama sevmeyi harbiden bilebilselerdi eğer…
Nerede o eski aşklar… Sevdiği insanın gözlerinin içine baktı mı, cennete gitmeden cenneti yaşayan insanlar neredeler? Sevdiği insanın gözlerinde kendisini gören, gözlerinin parıl parıl parlamasına neden olan… Aşk ucuzladı. Çünkü birçok insan aynı fabrikadan çıkarıyor aşkı. Çünkü artık beş yaşındaki çocukların bile ağzında ‘Aşkım’ kelimesi… Artık kız, erkek ayırt etmeden herkes birbirine ‘Aşkım’ diyor. Sevdiğini söylüyor ama, sevdiğine bakınca gözleri parıldamıyor. ‘Ben aşkı
Aklımın kaldırımına oturup saatlerce şarkılar mırıldanan sen… nefesimin tezgahında bir gülüşün için sattığım mutluluklarımın yolunmuş çiçekleri sen… kapattığım gözlerimin ezberlediğim yüzünde bir daha parıldamayışı sen…
Her şey ve herkes sen… zaferlerimin mizacı, bitenlerin içyüzü ve bir daha bana kalmayışı; seni sayıklayıp sana kalmayışım… damardan aldığım aşk serumumun kalbinde yaşanmayışı; sen…
Hep yalan, hep yavan, hep terli avucunda direnen yanlış kalemler gibi duruyor sensiz yaşamak. Hangi direnişine sen koysam, öteki isteyişine ben katıyor cümleler. Keşke senin bende fazlalığının olduğu gibi benim sende iz buluşlarım olsaydı. Göz kapaklarına yerleşebilseydim meselâ; terliğinin altında gönül izinle bastığın bir yuvada misafir koltuğunda da olsa oturan olsaydım.
Genç yalnızlıkların yaşlı ayrılıkları sıvazladığı bir günde sana rastlamıştım. ruhun, aynanın karşısına geçip giden zamandan geriye kalan bir şey var mı diyerek bana kendi ruhumu gösteriyordu. Seni, aynadaki gibi seviyordum; ruhunun yansıma şarkıları gibi.
Çocukluğumuzun acı- tatlı hatıralarını oluşturan yegâne temel taşıdır çocukluk arkadaşlarımız; kanayan dizimizin merhemi, çocukluk oyunlarımızın yoldaşı, çocukluk aşklarımızı anlattığımız sırdaşlarımız, hayal dünyasında kendimizle beraber dünya yarattığımız tek insanlar… Her şeyin tebessümle başlayıp, oyunlarla devam ettiği insanlardır onlar…
Sanırız ki hiç gitmeyecekler, dünya değişse, sevgi kokan tebessümlerimiz buruk bir hâl alsa bile onlar hiç gitmeyecekler.
Portresinde sevinçlerimin asılacak bir duvar bulamıyorum.
Bir his yok içimde. Mucize sahasında topun bendenize çarpıp canının acıdığı oluyor. Topun bile canı var, sanki benim yok.
Boş yalnızlık zamanlarımın gözümde donan gözyaşlarına hediye saçarak kalabalık koltuklara akraba olmak sözü verdiği de oluyor.
Aklımın kibrit çöpüyle ustalık isteyen unutuşların küresel yalnızlığı seni çağırıyor. Keşke, bir gecenin tevazuyu sende bıraktığı ve beni bende kaybettiği bildirilen zalim saatinde uğrayabilseydin acılarıma. Onları görüp, onlara dokunup, saçlarını okşayarak başlamaları gereken yerden bitmeleri gereken kalbime çok yakın olduğunu ve artık beni bırakmaları gerektiğini söyleseydin.