Kategoriler

Arşivler


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/Umut2

Kovadaki Okyanus/Umut2

Gece lambası, kırmızı loş ışığını veriyordu duvarlara. Gözü en yakın arkadaşını aradı duvarda. Oradaydı işte; ördüğü ağın içinde geziniyordu. Ne kadar da sevimliydi… Bugüne kadar tüm dertlerini dinlemiş, susarak dost olmuştu Peri’yle. Kıpırdamaya çabalayıp yeniden tekerlekli sandalyesine oturdu bin bir güçlükle. 

Metalik gıcırtılar başladığında, yeniden harekete geçmişti. Örülmüş ağın önünde durdu. Sırdaşı, arkadaşı, dostuydu örümcek. Belki hoşsohbet değildi, suskundu; ama tüm dertlerini de sessizce dinliyordu. Şefkatle baktı ona. ‘Keşke avucuma gelebilse, keşke örgü danteli bozulmadan okşayabilsem onu’ diye iç geçirdi. 

-Geldim yine yanına benim kara örümceğim. Ne zamandır bana arkadaşsın, dostsun, sırdaşsın; ama neden hiç sarılmadın bana? Neden baharı yaşamadık seninle dışarıda? Çok mu çirkinim ben yoksa? Sana söz veriyorum kara dostum; iyileşeceğim… Ama bak; iyileştiğimde beni terk etmek yok! Tamam mı? 

Cevap yoktu. Hiç kimsenin örümcekten duyamayacaklarını Peri duyabiliyordu. Onu kötürüm odasında örümcek ağı örerken görmüştü. Annesi, pislik yapar diye örümceğin ördüklerini bir sopayla dağıtıp, örümceği de dışarı atacaktı. Peri son anda fark edip engel olmuştu en yakın arkadaşının ölüme gitmesine… O gün bugündür Peri’nin en yakın arkadaşıydı bu kara örümcek. Devam etti konuşmaya… 

-Kara sevdam benim… Sadece sen inanmaktasın ayaklarımın üstüne basacağıma. Annem, babam bile inanmıyor bana. Ağlıyorlar sadece. Onların döktükleri o damlalar nehir olur akardı değil mi? Bir inansalar bana… Bir inansalar yürüyeceğime… Hem biliyor musun yarın bana cep telefonu alacak babam. Umut’la her an konuşabileceğim. Ah örümceğim ah! Öyle güzelmiş ki sevmek, öyle güzelmiş ki aşkı yaşamak. Ona bugün hemen ‘Evet!’ demeyi ne çok isterdim bir bilsen… 

Aynı anda Peri’nin annesi ve babası bu alışılmış konuşmayı tam olarak duymasalar bile, mırıltıları duyuyorlar ve biraz daha üzülüyorlardı. Kızları bir örümceğe derdini dökerdi her gün saatlerce. İnanırdı derdini dinlediğine örümceğin… 

-Uyu artık bey! Örümcekle konuşmaya başladıysa, az sonra o da uyuyacak demektir. 

-Evet hatun… İyi ki varmış örümcek. Kızımızın umut kapısı oldu o… 

Artık kafaları rahata erdiğinden hemen de uyuyuverdiler. Nasıl uyumasınlar ki? O kadar yorgundular, o kadar hayata karşı direniyorlardı. Uyumadan olamazdı ki… 

Peri anlatmaya devam etmek istiyordu aslında. Örümcek birden kaybolmuştu. Duvar arkadaşı değildi Peri’nin. Sadece kara örümcekti her şeyi… Tersine döndü sandalyesiyle. Yatağına kavuşmak istiyordu artık. 

Yine sıkıntılarla, zorluklarla tekerlekli sandalyeden kalktı. Güçlükle uzandı yatağına. Ayaklarıyla çalışmaya başladı. Kıpırdatamasa da bu şekilde yürüyebileceğine yürekten inanmıştı. Topukları yatakta olmak üzere ayak parmaklarını hareket ettirtebilme çalışmasıydı bu. Bıkmıyordu, usanmıyordu… Yürümesi lazımdı ve yürüyecekti… 

Farkına varmadan, manevi gücü bedenine yenik düştü ve uyudu sessizce… Belki de rüyasında cep telefonunu görecekti… 

*** 

Ertesi gün akşam olmuştu. Peri merakla babasını bekliyordu. Hiç bu kadar özlemle beklememişti yaşlı adamı. Tekerlekli sandalyeyi balkona çıkarmış, öylece duruyordu babasını beklerken. Yüreğinin sesini kendisi bile duyabiliyordu. 

Uzaktan göründü yaşlı adam. Kollarını sallayarak geliyordu her zamanki gibi… Daha fazla bakamadı ve attı kendisini içeriye. 

Sessiz ve gözyaşları olmadan ağlıyordu şu an. Yine güçlükle yatağına girmiş ve öylece kalmıştı. 

Babası eve gelir gelmez, her zamanki alışkanlıkla Peri’nin odasını açmıştı. Onu bu saatte yatakta görünce şaşırmıştı iyice. Yanına gitti ve sevgi dolu seslendi… 

-Sevgili kızım benim… 

Ses yoktu… Bir daha seslendi: 

-Benim tatlı prensesim… Biricik kızım… 

Yine ses yoktu. Endişelendi yaşlı adam. Hiç böyle görmemişti. Titredi birden… 

2. Bölüm Sonu 
Devam edecek… 

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus


Kovadaki Okyanus

Merhaba, 

Şiirkolik’i tanıdığım ilk günlerde, bir ‘Aile’ sözcüğü çağrışımı hissetmiştim. İşlerimin yoğun olduğu zamanlarda, yazamasam da okumadan geçemiyordum. Sonradan anladım ki; sadece çağrışma değilmiş ve bizzat bir ailenin içindeymişim ben. Hep mutlu oldum bu güzel ailede… 

Bakış açıları, güzellikler, mutluluklar görecelidir derler. Kişiye, kişiliye, bakış açısına göre farklılıklar olabileceğini düşünürler. Belki de çok haklılar. Farklıdır mutlaka kavramlar kafalarda. 

Ben neden mutluydum Şiirkolik’te? Bunu düşündüm bir an… Öyle ya; göreceliyse mutluluklar, tanımı lazım mutluluğumun. 

Günün seçkilerine itirazı hiç görmemişsem, adaletin varlığını hissederim. ‘Yorum yazdın, yazmadın’ gibi bir kısır döngüye girilmemişse; gösterişten uzak, edebi değerler için yazıldığını düşünürüm. Güne göre çizgi sapması yerine kalıcı bir yol kendini hissettiriyorsa, ‘Kararlılık vardır’ derim. Hepsinden önemlisi, her şey edebiyat adınaysa daha ne isterim? Nasıl mutlu olmam? 

Bundan böyle ‘Kovadaki okyanus’ başlığı altında sizlerle beraber olmamı istedi Sayın Işın Ergüney. Benim için bir onurdu ve anında, hiç düşünmeden ‘Tamam’ dedim. O halde kendimi tanıtmalıyım… 

1968 Sinop doğumluyum ve iki çocuk annesiyim. Çocuk derken; ikisi de üniversite mezunları tabii… Hep böyle bir alışkanlık yer ettiğinden kısa bir ifade olarak öyle yazdım. Lise mezunuyum. O yıllarda, çok zor şartlar altında okuyabildim. Hep çalışmak zorunda kaldığım için yazamadım; ama hep karalayıp bıraktım bir kenara. Erteledim yazmayı özet tanımıyla… 

Çocuklarımın yüksek okulu kazanmaları ve ablamın da burada yaşaması nedeniyle yedi yıldır Kıbrıs’ta yaşıyorum. En kuzeyden en güneye, hırçın dalgalardan sakin denizlere gelmek kolay olmadı tabi. Ancak kendimi de burada buldum diyebilirim. Daha rahat yazmaya başladım. Hala çok çalışıyorum; ama dinlenme saatlerimi yine de yazmaya ayırıyorum. 

Kovadaki Okyanus adlı köşemde sizlerle nice yazılarda buluşmak umuduyla… 

Sözcüklerin Gücü 

Yaz sıcağında giyebileceği en kapalı kıyafeti seçmişti güzel kadın. İlerleyen yaşına rağmen hala dişi, hala çok güzel, hala enerjikti. Bunu kendisi hiç dile getirmezdi. Utanırdı belki de. Yeni tanıştığı arkadaşları, dostları, akrabaları; kısaca herkes söylerdi. Yürüdüğünde herkes bir dönüp bakar, için için ‘Ah!’ çekerlerdi bu sıra dışı güzellik karşısında. Hele o gülüşü… Bayılırdı herkes gülüşüne ve gülümsetmek için mutlu etme yarışına girerlerdi sanki. 

Verilen adrese giderken, her zamanki gibi heyecanını besleyip içine sığmaz hale getirmişti. Dolu doluydu. Hiçbir plan yapmamış, ön konuşma da hazırlamamıştı. Yüzünün astarı gibiydi gülümsemesi. İçini yansıtırdı. 

Kendisine belirtilen adrese gelmişti. Kapıdan çıkmakta olan yakışıklı bir adamdan yardım istedi. Sesindeki heyecanı sadece yüreği değil, bedenindeki tüm sinir sistemi hissediyordu. 

-Merhaba… Burada yeni açılan çağrı merkezine başvuruda bulunacaktım. Hangi katta acaba? Yardımcı olur musunuz lütfen? 

Sesindeki tını adamı büyülemişti. Hayranlıkla baktı kadının gülücükleriyle zenginleşen görüntüsüne… 

-Tabii hanımefendi. Üçüncü katta, tam karşıdaki kapıdan aradığınız işyerine ulaşabilirsiniz. 

Uzaklaşırken adam da gülümsüyordu hafifçe başını eğerek. 

Ferda, diz üstündeki hafif mini eteğinin açığa çıkardığı, bronzlaşan balıketi bacaklarının daha da açılmaması için, düzgün adımlarla üç katı da çıktı. Dikkat ederdi zaten yürüyüşüne. Kapıyı açan, ismini sonradan öğreneceği Nazlı Hanım’dı. 

-Buyurun, salonda bekleyebilirsiniz; ama daha önce, görüşme için sekreterin randevu defterinde isminizin olup olmadığını sorup onaylatın isterseniz. 

Sekreterin odasını eliyle ve beden diliyle gösterip başka odaya geçti Ferda’yı karşılayan kadın. 

Kalabalığı gördüğünde, oldukça şaşkınlık yaşadı Ferda. Her zaman olduğu gibi kendine güveni müthiş, enerjisi üst düzeydeydi. Bekleme salonunda, etrafta oturanların süzen bakışlarına sıcak gülümsemelerle cevap verip görevli sekreterin yanına gitti. İsmini söyleyerek kendini tanıtıp, sıralamada olup olmadığının kontrolünü rica etti. Sekreter, önce kendini tanıtıp elini uzatarak tokalaştı Ferda’yla. 

-Ben Mürüvvet… Görüşmeniz telefonda söylediğim saatte. Buyurun, bekleyin lütfen. 

Bekleme salonunu göstermişti eliyle. Heyecanlı bakışların üzerinde olduğunu hissediyordu Ferda. Odada bulunan herkese göz gezdirdi sevgi dolu ifadelerle. Nerdeyse hepsi kızı ya da oğlu yaşındaydı. Hemen yanı başından gelen ‘Merhaba’ sesine döndü. Genç bir kızdı. 

-Siz de çağrı merkezi için mi başvuruda bulunacaksınız? 

-Evet! 

Gülümser bir ses tonuyla cevapladı. Kızın alaycı bir tavrı vardı sanki. Az da olsa canını sıkmıştı Ferda’nın. Sanki ‘Biraz büyüksünüz bu iş için.’ deyip, bakışını kaçırmadan Ferda’ya bakıyordu. Alışıktı aslında bu tarz ani gelen can sıkıcı sorulara. Çok cesur olduğunu göstererek attığı adımlarda, cesareti kırık kişilerin yıldırma politikasıydı bu. Tanıyordu bu tavrı. Gülümsedi genç kıza: 

-İsminiz neydi hanımefendi? Size nasıl hitap etmeliyim? 

-Sevcaan… 

Kız, resmen sözleri gevelemişti. Ferda devam etti dinlendiren ses tınısı ve huzur veren kelimeleriyle. 

-Benim adım da Ferda… Memnun oldum tanıştığımıza. Biliyor musunuz, bu iş tam da bana göre ve ben bu işi almaya geldim buraya. 

Sevcan, duyulur bir sesle güldü. Alaycı gülüşe oturduğu yerden eşlik edenler de olmuştu, kızgın bakanlar da. 

Bir saat süren bekleme sonunda sırası gelmişti. Sekreter davet edip işyeri sahibinin kapısını açtı. İçeri girdiğinde şaşkınlığını gizleyemedi Ferda. Vücudunu hafif öne uzatarak, avuç içleri işverene bakar halde iki yana açıp konuştu: 

-Ama siz… Bana adresi veren siz değil miydiniz? Görüşmemi gerçekleştireceğim, iki dudağınız arasından çıkan cevaba hazır olduğum siz miydiniz yani? 

Adam ayağa kalkıp ‘Bayar ben’ deyip tekrar yerine oturarak konuşmasına devam etti: 

-Ferda Hanım buyurun oturun lütfen. Sizinle karşılaştığımda heyecanınız ve güzel enerjiniz tamamen bana yansıdı. Bu farklı durumu her zaman hissetmek maalesef mümkün olmuyor. Tüm telaşınıza rağmen, sesiniz ve bana yansıyan doğallığınızla kurduğunuz cümlelerde beni şaşırtmayı başardınız. Sizi ekibimde görmekten mutluluk duyarım. 

Ferda gözlerini ayırmadan pürdikkat dinliyordu patronunu. O kadar emindi ki işi alacağından… Ufacık bir kuşkusu bile yoktu. 

Bayar Bey sustu. Ferda, sesi konuşmasa da mimikleriyle ‘Buyurun sorun’ diyordu sanki. Gelecek sorulara hazırlıklı olduğunu hissettiriyordu. Tekrar söze başladı Bayar Bey: 

-Dışarıda otuz başvuru var. Her biri değişik alanlarda üniversiteyi başarılı sonuçlarla bitirmişler. Her ne kadar bilgileriniz bana önceden ulaşmış olsa da şu an hepinizi aynı derecede gördüm. Söyler misiniz Ferda Hanım, neden sizi bunca kişiye değişmeliyim? 

Ferda yüzündeki ifadeyi bozmamıştı. Konsantre olduğunda kolay kolay kimse bozamazdı. 

-Ben bu işe sahip olmak için şu an buradayım. Kendimi hiç bu kadar hazır hissetmemiştim. Aç bir kurt gibi verilen görevleri yapmak için sabırsızlanıyorum. Sadece ben değil, telefonun diğer ucunda tüm müşterilerimiz benim ikna kabiliyetimle tanışmayı bekliyor. Siz hazırsanız, ben de hazırım bu ekipte yer alıp enerjimi ve çalışkanlığımı paylaşmaya. Siz cevap verdiğinizde, ben sizin elinizi sıkıp ‘Hayırlı olsun’ diyerek bu odadan çıkacağım. Sizin, çalışanlarınızla aynı zeminde yer aldığınızı gördüm. Herkes aynı hizadan bakıyor birbirine; sizin bana baktığınız gibi Bayar Bey. 

-Umarım size layık bir işveren olurum. Yarın uygunsanız işe başlayın lütfen… Haa, unutmadan Sekreter Hanım’a da uğrayın çıkmadan; size yardımcı olacaktır. Hoş geldiniz, hayırlı olsun Ferda Hanım. 

Ferda, zaferin mutluluğuyla sekreterin yanına gitti. Tebrik edildikten sonra uzatılan zarfa bakarak ‘Bu ne?’ der gibi baktı sekretere. 

– Bayar Bey’in kesin kuralıdır. İşe her başlayana, bir süredir işsiz olduğunu ve ihtiyacı olabileceğini düşünerek küçük bir miktar avans hazırlar. Hem ayrıca, bununla bir ekip olduğumuzu da kanıtlamış olmaz mıyız Ferda Hanım? 

Teşekkür edip zarfı aldı ve çıktı Ferda. 

Gururluydu. Kimse bilmiyordu üniversitede iki çocuk okuttuğunu. Kimse bilmiyordu çantasında beş kuruş bile olmadığını. Acındıracak laflarla kendini küçültmeyi tercih etmemiş, aksine yeteneklerini ve yapabileceklerini söylemişti patrona. 

Mutluluk maddesel ve görsel olmamalıydı zaten. Herkesin, kendi enerjisinin gücünü anlamak için etrafında toplananlara bakması yeterli olacaktı. 

Bir kez daha inanmıştı sözcüklerin gücüne…

Melek KIRICI
www.kafiye.net



Tarih 14 Haz 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/ Umut1

Kovadaki Okyanus/ Umut1

Odadan gelen, tekerlerin metalik sesine kulak kabarttı yaşlı adam ve karısı. Yatak odalarında yine uyumaya çalıştıkları bir zamandaydılar. Bu saatlerdeki metal sürtünme seslerini duymaya alışmışlardı ve yine bir hüzün kapladı içlerini. Yaşlı kadın, titreyen elini kocasının avucuna bıraktı. Belli ki kendisinde kalmayan gücü almak istiyordu yarım asırlık hayat arkadaşından. 

Yaşlı adam, avucundaki sıcak; ama titreyen avucu alıp şefkatle okşarken, bir yandan da kulağını diğer odadan ayıramıyordu. Yan odanın boşluklarını biliyordu ikisi de. Belli bir mesafede ses devam ediyor, birkaç saniye kesiliyor, sonra başka bir akortta tersi istikamete doğru devam ediyordu. Yıllardır her an duyarlar ve gözyaşlarına hâkim olamazlardı bu sesler karşısında. Yaşlı adam duyulmasından korkara fısıltı halinde mırıldandı biricik karısına: 

-Bu gece de başladı hatun… 

-Bizim ne kaderimiz varmış bey? Bu nasıl bir yazgı? Yürek dayanır mı her an bu sese? Neden yatağından kalkıp böyle yapıyor neden? Yüce Allah’ım ya iyileştirsin ya da benim canımı alsın da artık duymayayım, görmeyeyim şu eziyetli hali. 

-Umudunu yitirme hatun. O çok dirayetli biri. Azmetti; göreceksin bak, aşacak şu durumu. 

Sesler devam ediyordu. Her gıcırtı yaşlı çiftin yüreğine birer çentik atıyordu aslında. Ruhları kanıyordu acıyla. 

-Bey! Kalkıp bir baksak mı dersin? 

-Kalkıp bakalım da; görüp mahcup olmasından, azmini yitirmesinden korkarım hatun. 

Çaresizlik içinde yorganı başlarına çektiler ve birbirlerine sarılıp öylece kaldılar. Uyuyamayacaklarını kendileri de biliyorlardı o ses kesilmeden. 

Aradan ne kadar süre geçtiğini belirleyemiyorlardı. Uyuyamıyorlardı da… Gözlerinden yuvarlanan damlalar birbirlerinin yanaklarını sulamaktaydı. Birden kapının açıldığını duydular. Tekerleğin gıcırtıları koridora gelmişti artık. Koridorda iki tur gidip gelmişti ki; kendi kapılarının kolunun hareket ettiğini hissettiler. Daha da çok sarıldılar birbirlerine. 

Karanlıkta görünmeyen; ama sesi gelen tekerler artık kendi odalarındaydı. Uyumuş gibi yaptılar hissettirmemek için ikisi de. Yataklarına yaklaşıyordu tekerler yavaş yavaş. O metalik sesler iyice yanlarındaydı artık. Uzanan bir el yaşlı adamın yanaklarına ulaşmıştı. Odaya gelen tekerlekli sandalyeye mahkûm kızları siliyordu akan yaşları narin avuçlarıyla. Siliyordu; ama o avuçlar da ıslaktı. Belli ki önce kendi gözlerini silmişti. 

-Kızım… Yavrucuğum… Babasının kıymetlisi prensesim; uyuyamadın mı? 

-Uyumaya çalışmadım baba. İyileşeceğim. Söz verdim kendime. Kurtulacağım bu sandalyeden. O zaman gıcırtıları hiç duymayacaksınız. 

Yaşlı kadın kalkıp ışığı açtı. Aydınlık vurduğunda toplam altı tane sulanmış, kızarmış göz vardı. Elinden geldiğince hızla kızına ulaştı ve sarıldı sevgiyle. Bir yumak olmuşlar ve ağlaşıyorlardı. 

-Anne! Ağlama ne olur. Bunlar umut gözyaşlarımız. Göreceksin bak iyileşeceğim ve size ben yemekler yapacağım. 

-Biliyorum kızım… Hiçbir endişem yok o konuda. Yürüyeceksin ve yüzlerimiz gülecek inşallah. 

Hiç sesini çıkarmadı Peri bu sözler karşısında. Sandalyesini hareket ettirdi ve o metalik seslerle birlikte odadan uzaklaştı. Odasının da kapısı açıldı ve içeriye geçti. Hep o gıcırtılarla takip ediliyordu hareketleri. 

Yaşlı çift artık uyumaya karar verdikleri sırada yeniden kapı açıldı ve Peri’nin sesi duyuldu. 

-Babacığım yarın bana bir cep telefonu alsana. Sorma neden istediğimi; ama ne olur al yarın. Söz mü baba? 

Derin bir nefes çekti yaşlı adam.. Aslında maddi durumu kıt kanaat geçinmeye yeterliydi. Ama bu telefonu isteyen de kötürümlüğe mahkûm sevgili kızıydı. Ne yapıp edecek, yarın mutlaka alacaktı. 

-Söz kızım! Ne istedin de almadım ki sana? 

-Hadi uyuyalım o halde baba… 

Bunu der demez yeniden çıktı odadan ve kendi odasına yöneldi. Güçlükle indi tekerlekli sandalyeden. Kollarıyla baskı yaparak kendini yatağa attı. Zorla da olsa uzandı yastığına ve yatakta düşünmeye çabaladı. 

Çocukluktan beri hiç yürümenin zevkini alamamıştı. Boy boy sandalye geçmişti hayatından. Gittiği doktorlar hep umut vermişlerdi; ama yirmi beş yaşına gelmişti artık. Belli ki verilen umutlar yürütmeyecekti Peri’yi. Ama asıl umut bizzat kendisindeydi. Azimliydi artık. 

Bilgisayarda yeni tanıştığı arkadaşını düşündü sonra. Ona ‘Ben kötürümüm’ diyememişti. Kendisini terk etmesinden korkmuş, gülücüklerle dolu resmini yollamıştı. Resim elbette sadece baş tarafına aitti. Arkadaşlıkları iyice ilerlemişti Umut’la. Umut, kendisine de bir umut olmuştu artık. Bu gece kendisine aşkını da dile getirmişti ve hemen cevap istemişti. Güzel peri zaman kazanmak için ‘Biraz düşüneyim’ demişti. Aslında tamamen nazdı o söz. Umut’un koluna girip yürümesi için neleri feda etmezdi ki? 

Bölüm sonu 
Devam edecek… 

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 8 Haz 2015 Kategori: Zeki KIRHAN

BENİ ARARSAN

BENİ ARASAN

Ararsan beni, sonbahardayım
Bir yağmur damlasının kederinde
İzle rüzgârdan kopmuş kızılyaprağı
Ararsan beni sonbahardayım.

Ararsan beni akşam alacasındayım
Güneşle ay arasında tuhaf bir yerde
Aşkın gücüyle bakıyorum senin ışığına
Oradayım bir yıldızın tozunda.

Ararsan beni deli rüzgârdayım
Yüzüne dokunan serin bir nefesin içinde
Sevinci seçtim sen diye, sevda estim
Tam orada, senin acıları tuttuğun yerde.

Ararsan beni kışta kıyametteyim.
Kar tanelerinin arasına üflüyorum seni
Yüzün üşüyor, ellerin üşüyor biliyorum
Dön diyorum, ah! Zemheri bir kederdeyim.

Zeki KIRHAN


Tarih 8 Haz 2015 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

DOKUNU VER



DOKUNU VER

Haydi dokunu verin şu sazın teline
Durmayın artık sakın
Dokunsanız ya
Dertli çalacak sanmayın sazı
Anlatacak dert kalmamış artık. 

Güne güzel başlamadınız mı bugün
Uykusuz mu geçirdiniz geceyi
Canınız mı sıkkındı gecenin ortasında;
Dertleşecek can dostunuz mu yoktu yanınızda,
Neden durdunuz gece boyunca?
Neden dokunmadınız sazın teline?
Neden kahrettiniz kendi kendinize?
Neden vurmadınız sazın incecik teline?


Dağların ardını mı göremediniz geceden,
Mahzun mu koydular yuvada?
Seni gören mi olmadı sokak ortasında,
Suratında patlayan aslan pençesinde
Sızı mı duymadın yoksa;
Sensizliğini düşünen mi olmadı?
Senin benliğin mi yitikti yoksa orada,
Neden sustun gün boyunca?
Sazın teline dokunuverseydin!
Dertlerini dile getirseydin herkesin ortasında,
Ve seni koruyanın olsaydı sığınmalarda,
Anlayanın olsaydı odaların içerisinde
Dokununca incecik olan sazın teline
Dile gelseydi bütün dertlerin seninde. 

Bayram günlerinde mi unutuldun,
Yalnızlık mı sardı bütün benliğini,
Babalar, anneler gününü mü bilmedin?
Özel günlerde boynun bükük mü kaldın?
Sevdiklerin darda mı bıraktı seni yaşamda,
Dostların yalnız bırakmamışsa seni,
Tüm yaşamında seninle beraber olmuşlarsa,
Hele birde seni merak edip sesini duyarlarsa,
Telefonlarla yalnızlığındaki sağlığını sorarlarsa,
Ne düşünüyorsun, dokun şu sazın teline sen,
Dile gelsin dertlerin senin ardın sıra,
Sevdiklerim beni benden bileler diye,
Doğruları söyler belki sazın teli şimdi,
Ne duruyorsun, dokunu ver sen sazın teline.
Yalnız değilim bu dünyada ben de,
Dostlarım var, can dostlarım var deyiver sende.

                                         Davutlar / 01.07.2006
                                           Hüseyin  DURMUŞ 
                                           Emekli Edebiyat Öğretmeni
                                           Şair Yazar
                                           www.kafiye.net


Tarih 8 Haz 2015 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

ELEŞTİRİ

ELEŞTİRİ
Bir gülün renginde aramışsın beni
Kahretmişsin ardımdan hep belli,
Sözlerin sineme saplandı ok gibi,
Yine eleştiride dozu aşmışsın sen!

Kara olduğumu söylemişsin herkese,
Kaba olduğumu söylemişsin herkese,
Kalleş olduğumu söylemişsin herkese,
Yine eleştiride dozu aşmışsın sen!

Beceriksizdir, elinden iş gelmez,
Yarını bugünden farksız, bilmez
Gönül ehline onunla girilmez,
Yine eleştiride dozu aşmışsın sen!

Görgüsüzdür, bilgisizdir, cahildir
Yaftadır, softadır, kulu dinlemez biri
Kalemi yok, düşüncesiz biridir,
Yine eleştiride dozu aşmışsın sen!

Yola çıkılmaz, iz bilmez biri,
Hesap yapmaz, kulu dinlemez,
Adalet bilmez, nasibini bilmez biri,
Yine eleştiride dozu aşmışsın sen!

Der Hüseyin ne söylersen söyle,
Ehlini eleştirirken biraz dinle,
Haklının, hakkını haktır belle,
Yine eleştiride dozu aşmışsın sen!

                                        Davutlar / 24.05.2006
                                        Hüseyin DURMUŞ
                                        Emekli Edebiyat Öğretmeni
                                        Şair Yazar    
                                        www.kafiye.net


Tarih 8 Haz 2015 Kategori: Canan ÖZDEMİR

Tödürge Gölü,Eğriçimen Yaylası

Tödürge Gölü,Eğriçimen Yaylası

 Merhaba Sevgili Dostlar! Bugün size Fotografevi’nin düzenlediği  Tödurge Gölü ve Egriçimen Yaylası  gezisi izlenimlerimden sözedeceğimTödürge Gölü,Sivas’ın en büyük gölüdür.Hafik ve Zara arasında  yer alan doğal yolla oluşan bir göldür. Suyunun son derece tuzlu ve kireçli olması nedeniyle sulamada kullanılmayan gölde; Gümüş ve Yayın balığı bulunmaktadır.Göl doğal görünüşü ile insana huzur vermektedir.
         Tödürge Gölü’nün bir de efsanesini anlatırlar.Günlerden bir gün bir köye  derviş gelmiş. Çok acıkmış ve susamış.Köyde ne ekmek vermişler, ne de su. Buna sinirlenen Derviş beddua etmiş:” Dilerim Allah’tan ocağınızı su bassın .”Dileği kabul olmuş ve köyü su basmış.Köy göl olmuş.İnsanlarda balığa dönuşmüs.
          Tödürge Gölü’nde çok güzel yansima fotografları cektikten sonra Zara’da Mehmet Amca’nın yaylaevine kahvaltı yapmak üzere gittik.Mehmet Amca yaylaevinden, seraya, bahçesinden ,çardağına kadar kendi elleriyle yapmış.Maşallah 73 yaşında olmasina ragmen çok genç gösteriyor.Genç kalmasının sebebini de çok çalısmak olarak açıklıyor.Selahattin Hoca’ya da Mehmet Amca  ve ailesine de misafirperverlikleri için buradan çok teşekkür ederim. Yaylaevinde misafir hiç eksik olmazmış.Yöresel lezzetleri tatmak için gitmek isterseniz ,eminim sizi de çok güzel agırlarlar.
        Buradan sonraki durağımız ,eski Sivas valisi rahmetli Halil Rıfat Paşa’nın “Gidemediğin yer senin değildir”diyerek Sivas’ı Ordu’ya Samsun’a Harput’a bağlayan yolları yapması anısına yapılan anıt.Ruhu şad olsun.
       Şimdiki durağımız  Koyulhisar. Başı dumanlı, karlı dagları ile göz kamaştırıcı Oldukça engebeli ve eğimli bir arazi üzerine kurulan Koyulhisar ilçesi derin vadilerle kesilmiştir.Kelkit Vadisi bu vadilerin en büyüğüdür. En önemli akarsuyu olan Kelkit Irmağı ilçede Alaman Deresine karışır.Sivas’ın diğer ilçelerinin aksine Karadeniz gibi yemyeşil ormanlarla kaplı. Yeşilin her tonunu görebilirsiniz.
       Tepeden Koyulhisar’ı fotografladıktan sonra Eğriçimen Yaylasına doğru yola çıktık.20 yıl evvel gittiğim Egriçimen Yaylası çam ormanlarıyla kaplı, renk renk çiceklerin actığı enfes görünümlü yayla şimdi hızlı nüfus artışıyla beraber ormanların  tahribiyle karşı karşıya kalmış.Hayal kırıklığına ugramadım desem yalan olmaz. Yok edilen ağaçların yerine evler yapılmış.Doğa; “Bize dedelerimizden kalan miras değil;torunlarımıza bırakabileceğimiz emanettir.”sözüyle bitirmek istiyorum.Lütfen dogayı koruyalım.Zira yaşayabileceğimiz başka bir dünya yok.

Canan ÖZDEMİR
www.kafiye.net


Tarih 8 Haz 2015 Kategori: Canan ÖZDEMİR

Tödürge Gölü,Eğriçimen Yaylası

Tödürge Gölü,Eğriçimen Yaylası

Doğanın güzelliğini katleden eller var.  Yıllak çam ağaçları zevk uğruna yok ediliyor.

Makalemde sözünü ettiğim çam ağaçları kesilerek evler yapılan Eğriçimen Yaylaları. Takdir sizindir

Merhaba Sevgili Dostlar! Bugün size Fotografevi’nin düzenlediği  Tödurge Gölü ve Egriçimen Yaylası  gezisi izlenimlerimden sözedeceğimTödürge Gölü,Sivas’ın en büyük gölüdür. Hafik ve Zara arasında  yer alan doğal yolla oluşan bir göldür. Suyunun son derece tuzlu ve kireçli olması nedeniyle sulamada kullanılmayan gölde; Gümüş ve Yayın balığı bulunmaktadır.Göl doğal görünüşü ile insana huzur vermektedir.
Tödürge Gölü’nün bir de efsanesini anlatırlar.Günlerden bir gün bir köye  derviş gelmiş. Çok acıkmış ve susamış.Köyde ne ekmek vermişler, ne de su. Buna sinirlenen Derviş beddua etmiş:” Dilerim Allah’tan ocağınızı su bassın .”Dileği kabul olmuş ve köyü su basmış.Köy göl olmuş.İnsanlarda balığa dönuşmüs.
Tödürge Gölü’nde çok güzel yansima fotografları cektikten sonra Zara’da Mehmet Amca’nın yaylaevine kahvaltı yapmak üzere gittik.Mehmet Amca yaylaevinden, seraya, bahçesinden ,çardağına kadar kendi elleriyle yapmış.Maşallah 73 yaşında olmasina ragmen çok genç gösteriyor.Genç kalmasının sebebini de çok çalısmak olarak açıklıyor.Selahattin Hoca’ya da Mehmet Amca  ve ailesine de misafirperverlikleri için buradan çok teşekkür ederim. Yaylaevinde misafir hiç eksik olmazmış.Yöresel lezzetleri tatmak için gitmek isterseniz ,eminim sizi de çok güzel agırlarlar.
Buradan sonraki durağımız ,eski Sivas valisi rahmetli Halil Rıfat Paşa’nın “Gidemediğin yer senin değildir”diyerek Sivas’ı Ordu’ya Samsun’a Harput’a bağlayan yolları yapması anısına yapılan anıt.Ruhu şad olsun.
Şimdiki durağımız  Koyulhisar. Başı dumanlı, karlı dagları ile göz kamaştırıcı Oldukça engebeli ve eğimli bir arazi üzerine kurulan Koyulhisar ilçesi derin vadilerle kesilmiştir.Kelkit Vadisi bu vadilerin en büyüğüdür. En önemli akarsuyu olan Kelkit Irmağı ilçede Alaman Deresine karışır.Sivas’ın diğer ilçelerinin aksine Karadeniz gibi yemyeşil ormanlarla kaplı. Yeşilin her tonunu görebilirsiniz.
Tepeden Koyulhisar’ı fotografladıktan sonra Eğriçimen Yaylasına doğru yola çıktık.20 yıl evvel gittiğim Egriçimen Yaylası çam ormanlarıyla kaplı, renk renk çiceklerin actığı enfes görünümlü yayla şimdi hızlı nüfus artışıyla beraber ormanların  tahribiyle karşı karşıya kalmış.Hayal kırıklığına ugramadım desem yalan olmaz. Yok edilen ağaçların yerine evler yapılmış.Doğa; “Bize dedelerimizden kalan miras değil;torunlarımıza bırakabileceğimiz emanettir.”sözüyle bitirmek istiyorum.Lütfen dogayı koruyalım.Zira yaşayabileceğimiz başka bir dünya yok.

Canan ÖZDEMİR
www.kafiye.net

 




Tarih 8 Haz 2015 Kategori: Ülkü DUYSAK

ÇİLE AĞACI

ÇİLE AĞACI

Ben bir çile ağacıyım.
Rüzgâr hangi dalıma dokunursa dokunsun,
Hiçbir mevsim yapraklarım dökülmez.
Fırtınalarım içimdedir benim,
Kimseler bilmez.

Kovuğumda büyütürüm acıları.
Umutlarım karanlıklarla dosttur.
Ne kadar özlesem de,
Güneşim yoktur.

Uzatırım dallarımı,
Titretirim yapraklarımı.
Sığınırım Yaradan’ıma.
Bir tek, O anlar beni…
Bir tek, O korur.
Bir tek, O bilir çektiğim çileyi…
Tek gerçek, O’dur…

Ülkü Duysak
www.kafiye.net



Tarih 7 Haz 2015 Kategori: Zeki KIRHAN

GİDİYOR BU ADAM

GİDİYOR BU ADAM

Bir adam bekliyor;
Hazırlanmış yıllardan sonra, giyinip kuşanmış yalnızlığını
Bir ağacın yapraklarını giydiği gibi
Serin bir nefes, dokunsun tenine bekliyor
Özlemle baktı, geride bıraktığı hayatı, bu fotoğraflarda mı saklı?
Bu adam ki buralarda çok eski çoook!…

Bir adam bekliyor giyinmiş ayrılığı
Gövdesine işlenmemiş aşkın hayaliyle gidecek
Yalnızlığını kuşlarla bölüşecek artık
Düşündükçe, dökülecek yaşlı gözleri, yılların içine
Giyinmenin acısı, gülmeyen bu fotoğraflarda mı saklı?
Bu adam ki yalnızlığı çok eski çoook!…

Bir adam bekliyor sel gibi akmayı
Yağmur sonrası kopan, gürültülü bir bekleyiş
Kanamalı yağışın birden donması boşlukta
Dağdan, taştan bir insanın gözlerinden
Günlerce akan belalı yağış, bu fotoğraflarda mı saklı?
Bu adam ki yağmurlardan çok eski çoook!…

Bir adam bekliyor gitmenin sesini
Çocukların altında koşmadığı bir ağaç
Artık dallarında yapraklar olmayacak
Selamsız kalacak yuvalardaki kuş sesleri
Bu gidiş, dalın kırılması, güneşin vedası
Gülen gözlerin acısı, bu fotoğraflarda mı saklı?
Bu adam ki sevdası çok eski çoook!…

Bir adam bekliyor umudu yüreğinde
Omuzlarından dökülen yılların gülümsemesi
Altınbaşaklı, bereketli toprak fidan gibi
Dönüşsüz masum bakışlarıyla bekliyor
Umudun yüzüne asılmış çizgileri, bu fotoğraflarda mı saklı?
Bu adam ki umutları çok eski çoook!…

Gidiyor bu adam
Gözlerini önüne döktü, aklını sonbahara bıraktı
Umutlandı, bahara doğru yeniden gidiyor bu adam.
Zeki KIRHAN   wwww.kafiye.net