Kategoriler

Arşivler


Tarih 17 Ağu 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

ZIKKIMIN KÖKÜ

ZIKKIMIN  KÖKÜ

Boşa düşünmekten canı sıkılınca,
Başlar insan çevreye sarmaya.
Bir an darda, ortada kalınca,
Birden haykırır; ”zıkkımın kökü”

Hep canını sıkarsınız komşunuzun,
Ağız dalaşın girersiniz upuzun,
Sonunda olursun hep bozun bozun,
Dersiniz birden ; “zıkkımın kökü”

Daime aşktan yersiniz darbeyi,
Göremezsiniz yaşamda hiç sevgiyi,
Boynu bükük geçen o geceyi,
Hatırlatır birden ; “ zıkkımın kökü”

Derse çalışmayan öğrencini sıkıntısı,
Derhal öğretmeninden çıkartır acısını,
Akşam eve varınca çıkar sancısı,
Hatırlatır ona o an ; “ zıkkımın kökü”

Sınavın stresi sarınca öğrenciyi,
Hatırlar akşam yaptığı eğlenceyi,
Bu işin sonunda boşa geçen geceyi,
Beyninde zonklatır ; “zıkkımın kökü”

Fakir akşam olunca karnını doyuramaz,
Memur çalışmasının karşılığını alamaz,
Zenginler çaldıkça çalmaya doyamaz,
Beynini zonklatır insanın “ zıkkımın kökü”.

 

İzmir.02.04.2003
Hüseyin DURMUŞ54
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Şule AKAR

YETİŞ BENİM HIZIMA

YETİŞ BENİM HIZIMA

Yakala hadi
Yetiş benim hızıma
Duygumu yakala, coşkumu yakala
Hadi beni yaşa doyasıya
Kim bilir belki bir gün
Belki bir ay
Yada bir yıl
Ne farkederki zamanı
Yaşa işte yanındayken
Belki gideceksin birgün
Yüreğin gidecek belki benden
Bedenin misafir belkide
Yada burdayım sanırken
Belkide ben gitmişim belki
Aradığında duyamadığın ses
Bulamadığın nefesim belki
Yakala hadi
Aynı coşkuyu aynı duyguyu
Bir daha bulamazsın
Bunca güzelliği ile göremezsin
Hadi boşa geçirme anı
Gitmeden coşkusunu yitmeden
Tadı geçmeden
Gönlünce yaşa
Gideceksin birgün nasılsa
Gözümdeki ışıltıyı
Yüreğimdeki sevgiyi
Dudaklarımdaki buseyi
Bedenimdeki arzuyu
Yakala hadi
Yetiş benim hızıma

Sevgi ve Saygılarımla
bir anı…

2007 08 22
Şule Akar
www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

EV DEĞİL, KORKU TÜNELİ.

EV DEĞİL, KORKU TÜNELİ.
Eşimle aramızda uzun süredir sorunlar vardı. Nihayet, şiddetli bir kavgadan sonra evliliğimizi yürütemeyeceğimizi anlayıp, boşanmaya karar vermiştik. Eşim yanına birkaç parça kıyafet alarak  ailesinin yanına gitmişti. Ben de zaman kaybetmeden gazete ilanlarından bulduğum ilk işe girdim. Aynı zamanda, çok acilen ucuz bir ev bulmam gerekiyordu. Akşamları işten çıkar çıkmaz, tabana kuvvet sokak sokak dolaşıyor, bıkmadan usanmadan ev arıyordum.

Bir haftalık perişanlık netice vermiş; oldukça dar bir sokakta, giriş katı, eski püskü bir ev kiralamayı başarmıştım. Aslında ev hiç içime sinmemişti. Badanası yer yer dökülmüş, bir odasının döşemesi kırılarak çökmüştü. Mutfağı penceresizdi. Dolapları haraptı. Banyosunda duş bile yoktu. Sadece bir köşesinde suyun gitmesi için ufak bir delik vardı. Evin elle tutulur tek yeri olan diğer odası ise arka bahçeye bakıyordu. Badana ve tadilat yapacak zamanım bile yoktu. Zaten bütün derdim, eşyalarımı eski evimden getirip, daha düzgün bir yer tutuncaya kadar orada muhafaza etmekti.
Ertesi gün sabahın erken saatlerinde bir kamyonet tutup üç beş parça mobilyayla giyim eşyalarımı, bu geçici evime taşıdım. Kolilerin hepsini açmaya hiç niyetim yoktu. Sadece
ihtiyacım olan eşyaları çıkaracak ve idare etmeye çalışacaktım. İlk iş; arka odada bir köşeye divan koydum. Üstüne yatağı, yastığı, yorganı, pijamalarımı yerleştirdim. Büfe, televizyon, yemek masası ve günlük kullanabileceğim giyeceklerimin içinde olduğu birkaç parça koliyi bu odaya alıp, diğerlerini evin girişindeki hole ve döşemesi çökmüş odaya istifledim. Çok yorgun olmama rağmen, terliklerimi ayağıma geçirip temizlik yapmaya başladım. Kapıları, pencereleri, yerleri bir gün öncesinden silmiştim. Sadece taşınma esnasında kirlenen yerleri temizlemem gerekiyordu. Her tarafım ağrıyordu ama bu pislik içinde kalamazdım. Leğendeki suyu değiştirip tekrar işe koyuldum. Biraz sonra, içinde bir şey olduğunu hissedince yer bezini silkeledim. Bir de ne göreyim? Simsiyah, kocaman bir akrep yere düşmesin mi? Hafiften bir çığlık kopardım.
Akrep de olsa, bir canlıyı öldürmek bana göre değildi. Ne yapacağımı şaşırdım. Sokağa atmayı deneyecektim. Faraş ve süpürge alıp geri döndüğümde, ortada akrep falan yoktu. Korkum iyice artmıştı. Sağa sola bakınıp onu ararken duvarda aynı irilikte iki akrep daha gördüm. Çevreyi bir kez daha kolaçan edip gözlerimi tekrar duvara çevirince, o akreplerin de artık yerlerinde durmadığını fark ettim. Sırtımdan ter boşanmıştı. Aklıma gelen duaları okuyup, temizliğe devam ettim mecburen.

Vakit ikindiyi bulmuştu. Öyle böyle ortalığı toparlamış, idare edecek kadar temizlik yapmıştım. Son bir kez etrafa göz gezdirirken, giriş kapısının üzerinden sarkan bir ip beni rahatsız etti. Onu kesmek için elime makas alıp, sandalyenin üstüne çıktım. Tam ipi kesmiştim ki birden neye uğradığımı şaşırdım. Elektrik çarpmıştı ve ben çarpmanın etkisiyle yere savrulmuştum.

Ne kadar baygın kaldığımı hatırlamıyorum ancak gözlerimi açtığımda etraf simsiyahtı. Hiçbir şey göremiyordum. Kulaklarım da duymuyordu. Bedenim buz kesmiş halde öylece yerde yatıyordum. Öldüğümü düşündüm. Beni gömmüşlerdi anlaşılan. Mezarımda kıyametin
kopmasını bekliyordum.

Epeyce bir müddet hareketsiz kaldıktan sonra, derinlerden gelen klakson sesleriyle heyecanlandım. Elimi kıpırdatabildiğimi fark edince, doğrulmaya çalıştım. Başımı yana doğru çevirdiğimde, gözlerim, zemine yakın bir noktadan sızan ışık huzmesini yakaladı. Acaba yaşıyor muydum? Bunu anlamanın tek yolu vardı. Tüm korkuma rağmen ayağa kalkacaktım. Öyle de yaptım. Cesaretimi toplayıp ışığa yöneldim. Ellerimi yere paralel uzatmış, titreye titreye ilerliyordum. Sonunda bir kapıya dokunduğumu anladım. Bu, sokak kapısıydı. Kapıyı açarak sokaktan gelen ışığın eve dolmasını sağladım. Anlaşılan gece olmuştu. Hemen bitişiğimde ev sahibi oturuyordu. Zile basıp, sabırsızca bekledim. Evin erkeği yorgun ve uykulu bir yüz ifadesiyle kapıyı açınca, olup biteni yaşadıklarımın tesirinden kısılmış sesimle bir çırpıda anlattım. Adam, geç vakitte kendisine iş çıkarttığımdan olacak, memnuniyetsiz bir ifadeyle alet edevatını alıp, ip zannederek kestiğim elektrik telini el çabukluğuyla bağladı ve atan şalteri kaldırarak evi tekrar ışığa kavuşturdu. Utana sıkıla teşekkür ettim. Gelir gelmez onlara da yük
olmanın ezikliği içindeydim fakat buna mecbur kalmıştım.

Tekrar arka odaya geçtim. Çantamda gündüzden koyduğum bir parça tost vardı. Onu yiyip, üstüne bir bardak da su içtim. Niyetim uyumaktı. Hem çok yorgundum, hem de yarın işe gideceğim için kendimi toparlamam gerekiyordu. Bu düşünceler içerisindeyken dış kapının açılma sesini duydum. Odadan fırladım. Evet, kapı ardına kadar açılmıştı. Fakat ortalıkta kimsecikler yoktu. Kapıyı kim açmış olabilirdi? Az önce kapattığıma emindim oysa. Tekrar kapatıp kilitledim ve odaya geri döndüm. Bildiğim bütün duaları içimden hızlı hızlı okudum. Uykum kaçmıştı artık. Televizyonun fişini prize takıp, antenini geçici olarak pencereye bağladım. Görüntü vardı. Şansıma, çok sevdiğim Yeşilçam filmlerinden biri oynuyordu. Dönüp yatağa uzandım. Yalnızlığın garipliğini hissedip hüzünlenince, sıcacık yaşlar istemsiz bir şekilde gözlerimden süzülmeye başladı. Bir yandan da “Artık yalnızlığa alışmalısın. Üzülmekle eline bir şey geçmez.” diyerek kendime teselli veriyordum. Tevafuk olsa gerek; filmdeki kız da ağlıyordu. Konudan koptuğum için neye ağladığını çözemedim ama sanki bana eşlik ediyordu. Moralim düzeldi. Tek ağlayan ben değildim zira. Kendimi kısa sürede toparladım ve filmi izlemeye
devam ettim.

Yaklaşık yarım saat geçmişti ki, televizyon ekranı gitgide büyümeye başladı. Neredeyse bütün duvarı kapladığı esnada filmin yerini başka sahneler aldı. Ekran silinmiş, içinde bulunduğum mekân değişmişti. Uzun servileri, sarıklı mezar taşları bulunan bir mezarlıktaydım şimdi. Mezarlığın ortasından çıkan kuvvetli bir ışık çevreyi aydınlatıyordu. Yaprak gibi titriyor, çok üşüyordum. Dondurucu bir fırtına esiyor, iki kocaman el gibi beni sırtımdan itekliyordu. Karşı koymam imkânsızdı. Sürüklenircesine yürüyordum. Aniden, yeni kazılmış bir mezarın içine düştüm. Dışarıdan bakıldığında normal boyutlarda gözüken bu mezar, içine girildiğinde geniş bir yerdi ve çok aydınlıktı. Mezarın içinde küçük küçük başka mezarlar vardı. Mezar taşlarındaki bebek resimlerinden anladığım kadarıyla, burada yatan ölüler, çok küçük yaşlarda vefat etmiş çocuklardı. Başuçlarında anneleri dikilmiş, Kur’an okuyordu. Selâm versem de karşılık alamıyordum. Demek ki beni duymuyorlardı. Zaten kendi hallerine o kadar dalmışlardı ki, etrafla ilgileri bütünüyle kesilmişti.
Birden zeminin kaymaya başladığını hissettim ve tekrar müthiş bir korkuya kapıldım. Çamurlaşmış toprak beni yutmaya başlamıştı. Debelenerek, bileklerime kadar batmış ayaklarımı kurtardım ve gerisin geriye, mezarlıktan dışarıya doğru koştum. Nefes nefese kalmıştım. Arkamdan büyük bir gölge beni kovalıyordu. Neredeyse tutacaktı ki, gücümü toplayarak çığlık attım.

Sesim kendi kulaklarıma vardığında, içinde bulunduğum halden kurtulmuş, yeniden odama dönmüştüm. Televizyon karşımdaydı ve film hala devam ediyordu. Yataktan fırlayıp aceleyle televizyonu kapattım.

Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Neler oluyordu? Bir türlü anlamlandıramıyordum. Yoksa aşırı yorgunluktan hayâl mi görüyordum? Ya da film seyrederken uykuya dalıp kâbus görmüş de olabilirdim. Bütün bunlara elektrik çarpması neden olabilir miydi? Sorular kafamın içine yığılmıştı ancak hiçbirini cevaplandıramadım.

Derhal bu uğursuz evden çıkacak ve annemlere gidecektim. Vakit çok geç olmuştu. Bu saatte karanlık yollarda yürümeyi göze alamadığımdan dolayı, bunu da yapamadım. Hem ailemi uyandırıp, onları da korkutmanın ne anlamı vardı? Belki de bana inanmayacaklardı. Gitmekten vazgeçtim.
Sıkıntılı bir halde odada birkaç tur attıktan sonra, ışığı kapatıp yatmaya karar verdim. Gözlerime ağırlık çökmüştü. Tam uykuya dalıyordum ki birden evin bütün lambaları yandı. Yataktan sıçradım. Sırtımdan aşağı buz gibi ter boşanmış vaziyette lambaların hepsini birer birer kapattım ve tekrar yatağa uzandım.  Aradan birkaç dakika geçti geçmedi, bu sefer de, içinde bulunduğum odanın ışığı açıldı. Artık mecalim kalmamıştı kalkmaya. Gözlerimi tavana dikmiş bakıyordum ki eşyaların hareket etmeye başladıklarını hissettim. Uzandığım yatak dâhil olmak üzere, odada ne varsa sanki lunaparktaki döner salıncak gibi dönmeye başladı. Gittikçe hızlanıyorduk. Öyle ki, görüntüler birbirine karıştı. “Allah!” diye bağırdığım anda dönmemiz durdu ve her şey eski yerini aldı. Şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım. Ağlaya ağlaya uyumuşum.

Uyanınca bir de ne göreyim? Yastığımın üstünde, tam burnumun hizasında ölü, minik bir fare yatıyor! Dün gece olanlardan sonra bu durumu fazla garipsemedim. Yataktan doğrularak terliklerimi giymeye çalıştığımda, onların da içlerinde ölü fareler olduğunu görünce midem ağzıma geldi. Neredeyse kusacaktım. Hemen bir kâğıt parçası bulup, ölü fareleri camdan arka bahçeye fırlattım. Ev; ev değil korku tüneliydi sanki. Burada bir gece daha geçirmeye hiç niyetim yoktu.

İşe gitmek üzere üstüme bir şeyler giydim. Dış kapıyı kapatıp yola doğru birkaç adım attığım sırada, ev sahibi beyin de sokağa çıkmak üzere kapısını açtığını görünce, olanları anlatmak için yanına seğirttim. Hemen konuya girip durumu özetledim. Biz konuşurken hanımı da yanımıza gelmiş ve bizi dinlemeye başlamıştı. Sözüm bitince, bana evin bir yatırı bulunduğunu, arka oda penceresinden bahçeye baktığımda kabrini görebileceğimi ve onun benim eve taşınmamdan dolayı rahatsız olmuş olabileceğini söylediler. Dediklerine göre, zaten kim gelse, buna benzer olaylar yaşayıp evden taşınıyormuş. Ölmüş birisinin yaşayan insanlara böyle oyunlar oynayacağına inanmasam da, gece yaşadığım kâbusun daha iyi bir açıklamasını buluncaya dek bu söylenenlerin arkasına sığındım. “Ben de durmam artık.” deyince üzüntülerini belirttiler. “Niye baştan söylemediniz?” dedim. “Söylesek taşınmazdın ki!” şeklinde hayret verici bir savunma yaptılar. İşe geç kalıyordum. Bu yüzden fazla çene çalamazdım. Yanlarından hızla uzaklaştım.

O gün, zihnim başımdan geçenlerle meşgul, sinirlerim bozuk bir halde çalıştım. İşe yeni girdiğim için izin istemeye de çekinmiştim. Akşamı zor edip, doğruca annemlerin evinin yolunu tuttum. Selamlaştıktan hemen sonra, yaşadıklarımı bir solukta anlattım. Önce, “iyi saatte olsunlar”a karıştığımı düşünüp, dualar okuyarak üzerime üflediler. Birkaç defa daha detaylara girerek anlatmak zorunda kaldım. Nihayet inandılar da, yeni bir ev bulup taşınana kadar yanlarında kalmamı teklif ettiler. Çok sevinmiştim.

Aradan birkaç gün geçmişti. Eşim, gecenin geç bir vaktinde, elinde bir demet gülle, süklüm püklüm kapıya dayandı. Beni çok özlemişti ve aramızda geçenlerden dolayı üzüntü duyuyor, benden ona bir şans daha vermemi istiyordu. Açıkçası ben de onu özlemiştim. Onsuz bir hayata yeni başlamışken başıma gelen bu tatsız, korkutucu olaylar bütün cesaretimi kırmıştı. Eşimin ve evliliğimin kıymetini anlamıştım artık. Bir iki nazlanmadan sonra, annemin, babamın ellerini öperek vedalaştım. Eşim, yolda da benden onlarca kez özür diledi. Bana karşı daha anlayışlı ve sevecen olacağına yeminler ederek, söz üstüne söz verdi. Hem gururum okşanmış hem de mutlu
olmuştum.

Korktuğum için ona geri döndüğümü düşünmesin diye, yaşadıklarımı eşime anlatmadım. Aslında, aklımı alırcasına beni korkutan yatıra, evliliğimi kurtardığı için teşekkür borcum vardı. Eşyalarımı o evden taşırken, bir ara bahçeye çıkıp kabrinin başına gittim ve ruhuna bir Fatiha yolladım. Ona edilebilecek en güzel teşekkür de buydu sanırım.

Mücella PAKDEMİR
www.kafiye.net

Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

ARDINDAN

ARDINDAN

Gittiğin o gün var ya! Şu gönlüme darılıp
Senden kalan ne varsa kırmak geldi içimden
Bulanık denizlerde yosunlara sarılıp
Taş kesilerek dibe vurmak geldi içimden

Neden vazgeçtin benden, canımı adadığım
Sevmediğin nem varsa uğruna budadığım
Gururum engel oldu, kilitlendi dudağım
Günahım neydi diye sormak geldi içimden

Biliyorum yeşermez senden sonra bir daha
Yüreğimin çölünde kuruttuğun bu vaha
Uyanmak istemedim tek başıma sabaha
Saatimi ecele kurmak geldi içimden

Kader bükmüş belimi, fark etmez, bir de sen bük
Kalbim yama tutmuyor, her yanı yırtık sökük
Garip gelecek belki, karşında kırık dökük
En perişan halimle durmak geldi içimden

Aşkımızın bacası kırk yılı aşkın tüttü
Vicdanını karartıp nasıl dersin ki bitti
Ümidin kırıntısı boyun eğmeme yetti
Bu kâbusu hayrıma yormak geldi içimden

Mücella Pakdemir
www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

AĞAMLA ER MEYDANINDA

AĞAMLA ER MEYDANINDA

Ağalık paşalık buraya gadar
Aha er meydanı kuşağın çöz gel
Yağlarını yığdın tavana gadar
Sürün de gaymadan aşağı düz gel

Naralar atarak ürkütüp durma
Elense çekmeden gapanın gurma
Pelvan değil isen gendini yorma
Kenara gaçıyon beriye az gel

Bu künde Zeyno’yu sattığın için
O günden beridir yanıyor içim
Hıncımı biledim oldum ne biçim
Şimdik de sen gıvran, canından bez gel

Tırpanımı vurdum işte bacağna
Paçanı da gaptım, düştün gucağma
İncir ağacını diktim ocağna
İyice ufalan zembile toz gel

Yumşak yatak değil ot yeni bitme
Canın az yanınca pes edip gitme
Kışın yerler ıslak bahanen etme
Dilersen baharda dilersen yaz gel

Kıspetine yazzıh boşa sarındın
Kabardın peşrevde aslan büründün
Hani yenilmezdin, yerde süründün
Kırk er meydanını dolan da gez gel

Ödül neyn istemem pozumu atam
Diyom emme aklı başıma katam
Ağamın elini ne diye tutam
Altınları çil çil sayarak boz gel

Sopaladın bohçamı, verdin elime
Pişirdin gabamı, vurdun belime
Gösterdin gapıyı, döndün zalime
Arayı bulmaya muhtarım tez gel

Aman ağam etme, ben nere gidem
Elime bakıyor yetmişlik dedem
Akılsız gafamın içine edem
Gayrı bundan böyle mezarım kaz gel

Mücella Pakdemir
www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

Ayrılık Var Rüyamız Bitti

Ayrılık Var Rüyamız Bitti

Hicran bizi, derbeder etti.
Vuslat uzak, neşe firari!
Kalplerimiz, dert zindanında!
Azaplar var, sabrımız bitti.

Hüzün kokar, zambaklar bile,
Bülbül ötmez, dikenli güle,
Hazan gamlı, ilkbaharda da,
Kara kış var, yazımız bitti!

Udi çalar, hüzzam makamı,
Biz ağlarız, iki sevdalı,
Çal udi çal, ah aşkımızda!
Ayrılık var, rüyamız bitti..!

Hüzün kokar, zambaklar bile,
Bülbül ötmez, dikenli güle,
Hazan gamlı, ilkbaharda da,
Kara kış var, yazımız bitti!

Bilgehan EMİRŞANOĞLU
www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

Ayrılığımıza Bulutlar Ağlayacak

Ayrılığımıza Bulutlar Ağlayacak

Aşkımız, olmayacak bir şeydi.
Bu aşka, kendimiz bile, şaştık.
Çocuklar gibi, kavgalara karıştık.
Ayrı ayrı, kalmaya alıştık.
Bir küstük, bir barıştık.
Nedir bu başımızda ki iş dedik?
Kendimiz bile, inanmaya zorlandık.

İki zıt kutup, bir araya gelince,
Çok çok, zorlandık.
Şimdi birbirimizden vazgeçtik.
Sen ayrı limana,
Ben başka limana, demir attık.

Eş, dost diyor ki
Hiçbir zaman, beni unutamamışsın.
Ben unuttum diyor,
Resmen, yalan atıyorum!

Seni unutmadım, unutamam.
Fakat bir araya da asla gelemem.
Kara dağ, ak dağ bile,
Belki bir araya gelir.
Ben gelmem, gelemem.
Birbirimizi, yıprattık.
Bir tek gerçek var.
O gerçek, ne biliyor musun?
İnan ki bir ben değil!
Ayrılığımıza, bulutlar ağlayacak.

Bilgehan EMİRŞANOĞLU
www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

Dün Gece Gizlice Son Kez Ağladım

Dün Gece Gizlice Son Kez Ağladım

Ayrılığın yası, garip gönlümde!
Mazi hayalimde, dertli biriyim.
Ruhum sensiz her gün, harlı alevde!
Sanma yaşıyorum, ölü gibiyim.

Dün gece gizlice, son kez ağladım.
Bu günde hicrana, matem bağladım.
Gülmeyi unutup, yaşlı gözlerle,
Sensiz yüreğime, efkar çağladım.

Geleceksin diye, yollar gözledim.
Rüyalarda bile, seni özledim.
Aşkını kalbimde, dinle sevgilim!
Bilsen senelerce, nasıl gizledim…

Bilgehan Emirşanoğlu
www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Şerife BADISABA

YOSUN RENKLİ HÜZNÜM…

YOSUN RENKLİ HÜZNÜM…

Bu gece gökyüzü neden bu kadar karanlık
Mavilikler bulutların arkasındamı gizli…

Neden yıldızlar bu kadar sönük
Kaymayacak mı artık avuçlarıma dilekler…

Neden her şey tersine bugün
Sular bıie akış yönünü değiştirdi…

Kim çekti hayallerime simsiyah tülü
Gün yüzü görmeyecekmi artık ferini kaybeden gözlerim…

Kim kapadı sabahları yüzümü gülümseten güneşimin önünü
Güneş doğmayacakmı artık sabahlarıma…

Kim getirdi eylülde karakışı yüreğime
Nisan yağmurları yağmayacakmı artık saçlarıma

Kim kopardı penceremin önundeki karanfilimi
Açmayacak mı artık bahçemdeki yediverenler …

Kim çaldı yıllardır düşlerimde sakladığım anılarımı
Naftalin kokmayacakmı yarınlardaki umutlarım…

Kim silecek yosun renkli hüznümü denizler mi
İçecek artık kanasıya göz yaşlarımı…

Kim bilecek prangalı mahkumiyetimi
Yüreğim yureğinde artık sürgünmu gidecek…

Kim dindirecek ağrıyan sol yanımın sancısını
Kanayan yaralarım artık kabukmu bağlayacak…

Anlıyorum …
Biliyorum …
Görüyorum…

Ne hissettiğini bilmeyecek kadar aciz artık bedenim
Ama ne hak etiğini bilecek kadar güçlü artık yüreğim…

Şerife Köksal BADISABA  __Hüzün Bulutu__
www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2013 Kategori: Gülcan KORKMAZ

ŞENOL ŞEN OL

ŞENOL ŞEN OL

Kağıttan yaptığım hayaller vardı,
Geçmişimi geri getirsin diye denizleri beklerdim,
Ne çok istediğim oldu hayatta ne de hiç istemediğim gibi yaşadım,
Sokak lambaları vururdu her akşamüzeri pencereme,
Herkes birilerini beklerdi akisler gülümserdi.
Bekledikleri istedikleri gelirdi,
Utanırdım soramazdım babam neredeydi?
Aslında biliyordum masallardan,
Masallara inanmıyorum artık,
Ya iyiler hep ölüyor,
Ya da çok uzaklara gidiyor!
Beninse elimde kuru bir çiçek kalıyor çocukluk…
Adım Şenol mutlu olayım diye okunmuş kulağıma adım…
Peki ben mutlu mu oldum
Olamadım…
Aslında aradığım neydi ki bileniyorum.
Ben Şenol’dum yitirdiklerimi, geçmişimi,
Kendi hikayemi yaşıyordum.
Ya mutlu olmak istiyordum,
Ya da Şenol’dum şen olurdum.
Kıyısında bıraktım her şeyi,
Dalgalar sahile neyi bıraktıysa aldım.
Kabullendim belki her şeyi…
Bazen içime kapandım,
Dinledim kendimi.
Yaşayacaklarımı yaşadıklarımı ben seçmedim,
Ne sarı lacivert atkılarla maça gittim,
Ne de cam kırıp kaçabildim,
Suçu işlesem bile kızacak bir babam yoktu benim,
Onu kaybettim hem de tanımadan,
O kadar vaktim olmadı benim…
Baba demek yar demekti bildim…
Sevdiklerimi kaybetmemek için,
Bazen kendimden vazgeçtim.
Ben Şenol ‘dum abiydim.
Annemin ellerine sığınırdım.
Arkamda bıraktığım yarınlarım vardı.
Ben Şenol’dum bir gün mutlu olacaktım.
Bana verilen hayatı yaşıyorum bazen gülüyor, bazen ağlıyorum.
Ne olduğum yeri biliyorum.
Ne de yaşadıklarımdan utanıyorum.
Beni olduğum gibi sevin!
Mutlu olmak için yanıma gelin
Acılarımı bana göstermeyin.…
Ben Şenol’um herkes gibi biri değilim.
Mutlu olmak benimde kaderim gülün gülümseyin…

Gülcan KORKMAZ
www.kafiye.net