Kategoriler

Arşivler


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

BANA SORUYORSUN

BANA SORUYORSUN

Beni özledin mi diye soruyorsun?
Seni özlemem mi, hem de çook!
Sana olan özlemimi bir ben bilirim,
Bir de Allah’ım bilir özlemimi.
Seni ne kadar çok sevdiğimi,
Seni özlememden anladım.

Bırak yüreğimi dudağıma,
Tenime bile söz geçiremedim!
Dilim dile geldi özlem dedi!
Sen dedi, seni istedi,
Sana aşık gözler dile geldi,
Hasret hasret ağladı, dile geldi.
Tenim dile geldi,
Arzu arzu diye çağladı.

Yüreğim dile geldi,
Hiç susmadan aşkım diye ismini sayıkladı,
Bu beden, bu can seni çok özledi,
Sensizliği kaldıramadı,
Aşkından kül olup yanıp kavruldu.

Almanya 17.10.2013
Zülfiye dönmez
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

ELVEDA YALAN SEVDAM

ELVEDA YALAN SEVDAM
Ah benim candan sevdiğim
Yere göğe sığdıramayıp,
Hasretinle yanıp tutuştuğum,
Gece hayalinle avunduğum
Gündüz aklımdan çıkaramadığım,
Gelecek için hayaller kurup,
Sana olan ateşli aşkımı
Yaşayamadığım hayallerimi yok etmeyi,

 

Acımasızca başardın!
Sen beni anlayamadın!
Sana olan aşkımı değerlendirip,
Kıymetini bilemedin!
Kavuşmamıza o kadar az kalmışken,
Gece gündüz hayal edip,
Senli günler düşünürken
Senin soğukluğun aşkımızın sonu oldu!

Seviyorum diye çırpınsan da,
Bana artık hepsi yetersiz,
Sana olan sevgim bitmese de,
Yanıp tutuşsam da,
Aşkımdan ölsem de,
Sensiz bir hayat düşünemesem de,
Canım çok yansa da,
Artık senin ilgisizliğine dayanamayıp,
Sana elveda deyip,
Hayatından çıkıp,
Yarama tuz basarak seni sana bırakıyorum!
Ve sana hıç geri dönmeyecek bir şekilde,
Elveda diyorum,
Elveda benim canım kadar sevdiğim aşkım,
Sevmiştim seni ama yanılmışım!
Elveda benim yalan sevdam!

Almanya 17.10.2013
Zülfıye Dönmez
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Tuğba KARADEMİR

Tescilli Bir Tespit

Tescilli Bir Tespit

Tescilli bir tespitte bulunacağım; bazı yaralar ne kadar derin olurlarsa olsunlar, kabuk bağladıktan sonra yeniden kanattığınızda o ilk “yaralanırkenki” acıyı hissetmiyorsunuz. Bizzat tecrübemle sabit. Şimdi yılların getirisiyle deli gibi bağlandığım bir adam ilk gittiğinde sahiden tam manası ile öleceğimi sandım. “Aşktan ölünmüyor” diyenlere en gerçek ispat olacaktım. Manen değil zahiren tükeniyordu gücüm. Eksiliyordum. Dışarıdan bakınca görülmeyen ama gelmiş geçmiş tüm bilimle ve tıpla uğraşan adamların “vücuduma kan pompaladığını” söylediği, halbuki “kan kaybeden” bir yaram vardı yumruğum büyüklüğünde. İç kanamamın “kan dolaşımı” adıyla anılması umurumda değildi çünkü ölen bir insan pek çok şeyi umursayamıyor. “Şu kadar ömrünüz kaldı vıdı vıdı bıdı bıdı” gibi cümleler kuran doktorun biçtiği süreden sonrasını dinlemeye dahi tenezzül etmeyen bir hasta kadar umursamaz oluyorsunuz öyle durumlarda.


Yarama yara bandı ettiğim üç adam oldu. İkisi uzaktı, epey uzak. Hiç dokunmaya cesaret edemedim. Çünkü sevdiğim adam gideli öyle pek bir zaman olmamıştı. Kokusunun hala üzerimde olduğuna emindim çünkü beni teskin eden ve yatıştıran tek şey buydu; saçlarımdaki parmak izleri ve boynumdaki kokusu… Biri yakındı, epey yakın. Her gün yüzünü gördüğüm, beni eve bırakan, gözlerime baktığında göz bebekleri titreyen, bana bir şey olacak hatta kılıma zarar gelecek diye ödü patlayan, bebek gibi bakan bir adam. En çok onu yara bandı ettiğime üzüldüm, kendime kızdım, kendime ben çok kızdım ömrüm boyunca ama bu durumda sahiden “hiç bu kadar kızmamıştım” oldum. Kendime çok kızgınım. Şu an arasam o “son yara bandım” beni affedecek belki, ağlasam, özür dilesem… Ama ben kendimi asla affetmeyeceğim ona bunu yaptığım için. Ve keşke yıllar evvel, ilk elini tuttuğum adam o olsaymış diyorum. Ama sevdiğim bir arkadaşımın da dediği gibi “birazdan güneş doğar, yeni bir gün başlar. ama kimse önemsemez ki; güneş doğarken başka bir yerde batar. aynı anda iki kişi mutlu olamaz bu dünyada.” Kesinlikle öyle.


Her neyse tespitim aslında konumun merkezi, o yüzden merkezden sapmadan devam edeyim. Ölür gibi olduğum anda, mutlu olmayı aşıladı o adam. Sonra sarıldığımızda anladım ki “sevdiğim adama” ihanet ediyordum. Ya da bu sadece bir histen ibaretti. Bazen hisler ne kadar gerçekçi olabiliyorlar, Tanrım! Bir buçuk yıldır hayatımda olmayan bir adamı aldatıyor gibi hissetmek ne aptalcaydı, başkalarına göre. Ama ben sevdiğim adamın kokusundan başka bir kokunun üstüme sinmesine göz yumamadım. Duramadım da o adamın yanında. Üzdüm onu. Ayıp ettim. Çok ayıp. Ama hepimiz birilerine ayıp ediyoruz bazen. Ama hepimiz, öyle çok iyi insanlar olamıyoruz işte. Her neyse. Sevdiğim adam hikayenin bu kısmında “kürkçü dükkanı” olan bendenize geri dönüş yaptı elbette. Yine açtım kollarımı, yine sardım evlat gibi, yine inanmak istedim, yine kokusunu göğsüme madalyon bildim, yine parmaklarını doladı saçlarıma ki tam da “kırıklarını aldırmak” istediğim zamanda, yine geldi tam penceremin altına, yine gülümsedi bana. Ve huy edindiği üzre bir süre sonra susarak gitti yine. Sebepsiz. Çünkü gelene kapıyı ilk çalışında açarsanız, kapıda beklemenin nasıl keskin bir heyecan olduğunu tatmazsa, onu içeri aldığınız hızla sizden uzaklaşacaktır. O gitti, ben yine bakakaldım. Ama dediğim gibi, tespitime dönecek olursak, kabuk bağlamış yarayı ne kadar kanatırsanız kanatın, o ilk yaralanış gibi sızlatmıyor. Aynı derecede kan kaybetmiyor kalbiniz, yaranız ya da adına her ne derseniz… Bir on dakika gözyaşı döküyorsunuz. “Ulan” diyorsunuz “Amacı neydi şimdi bunun? Ne biçim bir şaka bu? Ne diye kapıyı açtım ben bu aklı yetime? Allah belasını verseydi de keşke beni kendime düşman etmeseydi böyle” diyorsunuz. Sonra ona açtığınız o “hayali” kapıyı öyle bir kapatıyorsunuz ki, bu kez o kapıya “yara bandı” niyetine bi adam yaslamıyorsunuz açılmasın diye kapı. Bu kez kendi gücünüzle, yani sahiden, var gücünüzle kapatıyorsunuz kapıyı. Ara sıra sızlayan yaranıza dönüp “Bu kez başardık, iz kalır mı bilmiyorum ama iyileşeceksin kuşkusuz” diyorsunuz. O yine tempolu bir şekilde sızlıyor, her nefeste. Nefesinizi tutsanız da bir şeye yaramıyor. Ama iyileşeceğine inanıyor olmak dahi iyi geliyor. Bundan böyle hayatıma giren adamın “yarabandı” değil gerçekten “aşık olduğum” için hayatıma girmiş olacağını bilmek de iyi geliyor.


İlk gidişinde ona dair her şeyi; nerede takıldığını, ne yediğini, saat kaçta uyuyup uyandığını, hangi koşullarda çalıştığını, kimlerle arkadaşlık ettiğini, yattığı kadınları, kurduğu hayalleri, gittiği şehirleri, ağladığı omuzları, içtiği şarabı, izlediği maçı, gömleğini kimin ütülediğini bile merak eden ben, artık ona dair yalnızca tek bir şeyi merak ediyorum; acaba ben gelin arabasıyla mahallemize girdiğimde kimin arkasına saklanıp ağlayacak? Malum sahneye alışık mahallemiz ne de olsa. Umarım, duvağımı kaldıran adamı gördüğünde yırtılmaz sol göğsündeki yara.

-Mavi Tuğba Karademir
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Nilüfer SARP

AŞK KANYONUNDA İMDİN

AŞK KANYONUNDA İMDİN

Şu mahsun yüreğime cemrelerle düştün sen
Bir bahar sabahında gönlüme akıverdin
Uçarken kanat kanat alnıma değdi busen…
Ateşleyip fitili kalbimi yakıverdin

Yolumu kaybettiğim aşk kanyonunda imdin
Onmaz illete düşen, dertli kalbime emdin
Yeşeren ümitleri atıp ummana gömdün
Neden diye sorunca anlamsız bakıverdin

Yel estikçe savrulup yalnızlıktan üşüyen
Küçük garip serçeye sıcacık bir aşiyan
Yaşlı ulu çınardın dallarında taşıyan
Beklenmedik bir anda yaprağın döküverdin

Baharını beklerken kara kışlara döndün
Fırtınalı yaşama kapalı, ters bir yöndün
Uçan balonlar gibi, yükselip birden söndün
Nedametle aniden önümde çöküverdin

Uzaklarda olsan da bu gönül seni arar
Yardım et Nilüfer’e koş, gel yarasını sar
Her gecenin sonunda, muhakkak güneş doğar
Beklerken şafağını boynunu büküverdin

NİLÜFER SARP
MART…2013
ANKARA
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Onur BİLGE

UFKUN ÖTESİ

UFKUN ÖTESİ

…………….Batık geminin sarhoş kaptanına…

Yine sokaklarda dönüp duruyorsun
Yine ben binmişim arabana, belli…

Bir fasit dairedesin
Dönüp duruyorsun
Aynı yerde sayıyorsun.

Kim bilir kaç kere geçtin
Aynı yollardan!
Kim bilir kaç kere
Şaşırtan sokaklara girdin! ..

Dilsiz tabelalara
Felçli duvarlara
Her yönü birden gösteren yalancı dallara
Soramıyorsun.
Direkler aldırış etmiyor
Yağmura duyuramıyorsun
Kadere buyuramıyorsun.

Bir de ben çıkmışım, karşına!
Dönüp duruyorsun, hayatında…
Vakit daralmakta! ..

Sense
Aynı yanlışlardasın! ..
Art arda
Aynı gecelerin karanlığında
Aynı çıkmazlarda! …
Kim bilir kaç kere
Israrla aynı hatalarda! ..

Koşamıyorsun, ufukların ardından
Özgürce…
Önüne katıp
Kovalayamıyorsun…
Yoramıyorsun…
Geçemiyorsun önüne
Ufuk ötesine…

Bir yelkovanın ucuna takılmışsın
Tek çiviyle çakılmışsın, yanlışa! ..
Sen
Çaresiz, yorgun
Oyalanmaktasın! ..
Çaresiz, yorgun, yanlışa saplı
Ve
Hata üstüne hatalı! ..

Aynı karanlık açmazlarındasın
Ruhunun! ..
Dönüp durmaktasın! ..

Bilmem ki ne buluyorsun! ..
Mutlu oluyor musun?

Yine ben düşmüşüm aklına…
Yüzün aydınlanmış! ..
Gülümsüyorsun…

Ufuk çizgin aynı yerde duruyor.
Sense hep sinirli, gergin…
Ya ufkun ötesi?
Ya ufkun ötesi?

Nerde gözlerin?

İç içe, küçücük, daracık sokaklardasın…
Öteleri göremiyorsun!
Öteleri…
Ufukları…

Yine
Kör duvarlar çıkıyor karşına!
Umursamaz direkler
Yalancı dalları, ağaçların
Alaycı yapraklar
Tozlar, topraklar…

Bir de ben girmişim hayatına!
Bir deniz fenerinin ucundan
Çakıp durmaktayım!
Yüreğine yüreğine vurmaktayım! ..
Beyninin tam ortasında durmaktayım!
Hayaller kurmaktayım, ötelere dair…
Ufkun ötesine çağırmaktayım! ..

Sense, kör eden bir sise girmişsin! ..
Dilsiz balıklara soramıyorsun! ..
Acımasız kayalıklara…
Umursamaz bulutlara…
Akıntıyla danstasın! ..
Fırtına müziğiyle
Dönüp duruyorsun girdapta! ..

Kıvranıyorsun! ..

Gözlerinde buğulu bulanıklık
İçinde yalnızlık
Donuk bakışlarında dalgınlık…
Yüreğinde
Sevdaların yorgunluğu
Ruhunda sızlayan
Kırgınlık…

Yılların basıncı altındasın!
Göğüs kafesinde tonlarca ağırlık! ..
Boğulmaktasın! ..
Gücü kalmamış ellerinin
Zavallı beyninin…

Sonra
Ben düşmüşüm içine gözlerinin! ..

Ufkun ötesi benim!
Ufkun ötesindeki, benim! ..

Seninse
Deniz dibinde
Açık kalmış gözlerin! ..
Ellerin yosunlarda
Gözlerinde yosunsu gözler…
Yüreğin yangınlarda! ..
Vücudun buz tutmada! ..

Gönüller Fatih’i sendin, sen! ..

Sen
Sarhoş kaptanı
Batık geminin! ..

Ufkun ötesi nerde
Sen nerdesin! ?

Biçaresin!
Biçaresin! ..

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Onur BİLGE

BİRAZ DA ESPRİ…

BİRAZ DA ESPRİ…

‘Akşamlar kilitlerken suları karanlığa
Akşamlar karanlığa kilitleyince suları’

Bu tekrara ne gerek varmış?

‘Ovada tomurcuklar patlarken birere birer’

BİRERE BİRER de varmış. BİR varmış, BİR yokmuş.

Bir berber bir berbere… Hayır, berber yokmuş. Berberlerde hayır yokmuş. İşte bunlar şiiri çıkmaza sokmuş.

Akşam yansımış, şair yadsımış. Yatsı değilmiş. Yassı da değilmiş. Onun için eğilmiş. Sn Avşar TİMUÇIN’miş. Onun içinmiş. Niçinmiş?

Bir umut, bir umutsuzluk, bir de yalnızlık varmış. Onun için sular kararmış. Çok işe yararmış. Kararmazsa zararmış.

Önce kararır sonra kızarırmış. Toplar toplar yayarmış. Tam yirmi dört ayarmış. Tomurcuklar patlarken iftar topu patlarmış. Yüreği hoplarmış. Çünkü o zamana kadar sevgili dokunmaz, dokunamazmış. Bu şiir yazılamaz, okumazmış. Onlar baş başaymış. Yalnızmış. Yalnız kız yalnız/lık değilmiş. Umutmuş. Onun için b/aşka tutulan, akşamı unutmuş. Öyle bir unutuş unutmuş ki kendi âlemine dalmış. Akşam da onları gözlemeye, izlemeye…

“Toplarız yansılarımızı sulardan”

Güneş çekilip gitmiş. Sudaki gölgeler de akisler de silinmiş. Akşam vaktine gelinmiş. Yanındaki bizim gelinmiş.

“Susup kaldıysak bile inanmadık yalnızlığa
Umutsuzluk bile iyidir
Ardından sen gelirsin, umut gelir”

Umutsuzluk iyidir. Nasılsa gelmeyecek biridir. Çünkü biraz iridir. Fakat ne yazık ki çıkar gelir. Delir istersen delir!.. Elden ne gelir! Dar gelir. Zar zor gelir. Madem gelmiş, buyursun girsin! Ağasın, beysin, pirsin! Sen umutsuzlukla umut arası bir şeysin. Önce umutsuzluk gelir. Sonra ne yazık ki sen gelirsin. En sonunda umut gelir. Neden gelir ne gereği var? Olan olmuş biten bitmiş. Umut, assolistmiş. Biraz ağırdan alırmış. En son sahne alırmış. Çünkü sıra varmış. Yer darmış. Kol kısaymış. Oynayamamış. Oynamış, oynatmış. Herkesi oynatmış. Üçayak oyun havası… Havası batsın! Perde! Perde kapansın!

“Ellerin sessizce uzanır bana
Ovada tomurcuklar patlarken birere birer”

Umut gelince ağırdan bir havaya girilir. Eller uzanır. Değdi değecek… Değdi mi değmedi mi? Değdiydi değmediydi… Bir kavga çıkar Karadeniz’de! Temel çeker silahı! Tursun’da kürekler… Hop hop atmaya başlar yürekler… Devrilecekler!

İşte o anda herhangi bir ovada… Adı lazım değil. Size ne! Bize ne? Pat pat pat… Bir sabah erken… Silahlar patlarken… Hayır! Patır patır tomurcuklar patlar. Hayır, işte tam o ona değdiği anda Adı Lazım Değil ovasında tomurcuklar hissedermiş. Pat pat dermiş. Fakat sadece bir ovadakilermiş. Diğer ovadakiler çakaralmazmış. Onun için çoğul olamamış. Tekil olmuş. Ova tomurcuk dolmuş. Dolmuş denizde durmuş. Denizde dolmuş olmaz. Olur otobüs oluyor ya… Bu da deniz dolmuşu…

Temel vurmuş mu Durmuş’u? Durmuş değil, Tursun… Tursun, yerine otursun! Temel! Yapma etme! Ne olursun!..

Denizde değiller artık. Ovadalar. Karanlık da açmış oda kapısını. O da kapısını açmış. Hayır. Suların kapısını… Olmadı. Barajın ağzını… Şiirde baraj yok. Kolaj var. Benim öyküler gibi kırkyama… Kalkın kıyama! Oturun yerinize. Denge bozuldu. Kayık… İçkili mi? Ayık! Öldürme Temel! Yazık! Kıy ama kıyama!

”Her dokunuşun beni değiştirir
Akşam pembeliğini yayar sulara”

Dokundu. Ara ara dokundu. Bu şiir bana fena dokundu. Kim bilir kaç kere okundu. Anlamadım bu nasıl ipek halı? Nasıl dokundu? Önce karardı sular, sonra kızardı. Şair bunu böyle yazardı, sonra bana kızardı. Arkası, okkalı bir azardı.

O akşam var ya o akşam… işte ne olduysa o akşam oldu. O akşam yüzünden oldu. O akşam, o akşam suları yakaladı, karanlığa kapattı, kilitledi. Sonra sevgilileri seyretmeye başladı. Seyrettikçe utandı, kızardı da kızardı. Nasıl oldu anlayamadım ama öyle oldu. Şair dedi. Ben ondan duydum. Ben yazmadım. O yazdı.

Önce hasta ederler böyle okuru. Sonra gömerler. Sonra hastaneye götürürler. Buna mantık hatası derler. Böyle hatalar yapar giderler. Sonra sus derler.

“Ben seni hep umuda benzetirim
Ben seni benzetemem yalnızlığa…”

Umutsuzluktan sonra geldiği için olsa gerek. Yani umuttan önce… Neyse… Bana ne gerek!

Ovaya bereket, sayfaya hareket gelsin istedim. Onun için böyle dedim.

Sevgiler…

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Onur BİLGE

VUR DA ÖYLE GİT

VUR DA ÖYLE GİT


…………..Canımı namluna sürdüm
…………………..Görmedin! ..

Bir bilsen, ne kadar hasretim sana! ..
Birazcık yanımda dur da, öyle git!
Aşkı, yaşatarak öğrettim sana
Bize dair bir düş kur da, öyle git!

Hep biraz ümit var, karanlığımda
Ve hep biraz ölüm, canlılığımda…
Yine seni gördüm uyandığımda
Düşlerimi hayra yor da, öyle git!

Tatlı heyecanım, mademki geldin
Çocuk gözlerinle aklımı deldin
Anaforum oldun, çıldırtan yeldin
Aşkınla kalbimi bur da, öyle git!

Kökten bir yanlışlık mı var, bu işte?
Bir zehir zemberek dünya bu, işte!
Ne sırlar gizli, bu geliş gidişte
Birazcık aklını yor da, öyle git!

Nasıl da rahatsın, en zor anımda! ..
Hızla dolaşırken aşkın, kanımda
Kollarım çaresiz, iki yanımda…
Nasıl sevdiğimi sor da, öyle git!

Ayrı ayrı evler, kat kat duvarlar
Canımı içimden yırtar, soyarlar
Tepeden tırnağa kana boyarlar
Kalbimi ikiye yar da, öyle git!

Yürek, bir değirmen; acı öğütür
Beyinse büyüteç; seni büyütür
Gönül, serasında aşkı büyütür
Bütün camlarını kır da, öyle git!

Zamana takılı yorgun gövdemiz
Nasıl yaşamıştık, nasıl, tertemiz!
Hasrete ne kadar dayanırız biz?
Vuslatın harcını kar da, öyle git!

Aşkın bedelini ödemek yıkar
Ayrılık, şimdiden boynumu sıkar
Onun faturası sonradan çıkar
Hesaba kitaba vur da, öyle git!

İçimdeki düşler, sana çıkıyor
Ömür tükeniyor, sona çıkıyor
Mantık bile, senden yana çıkıyor
Ölümü gözünden ır da, öyle git!

Belki de göremem bir daha seni
Kalbinde, aklında taşıma beni!
Ağlatır, her yerde keser neşeni
Gurbetin farkına var da, öyle git!

Sadece anılar yaşar, silinmez
Kalan sağ kalır mı, asla bilinmez
Ya geri gelinir, ya da gelinmez
Son bir kez sımsıkı sar da, öyle git!

Sen gidiyorsun, ben eksiliyorum
İçim sıkılıyor, eziliyorum
Sensiz, ölmek bile zor, biliyorum
Alnımın şakından vur da, öyle git!

Onur BİLGE

skjut mig innan du går! .. ( vur da öyle git! ..)

……………Jag hade mitt liv på ditt gevärslopp
…………………Du såg aldrig! ..

Om du bara visste, min längtan till dig! ..
Stanna med mig en stund, innan du går!
Jag har lärt dig kärleken genom att leva
Skapa en dröm om oss, innan du går!

Det finns alltid lite hopp, mitt i mörkret
Och alltid lite dödsfall, i min livlighet…
Åter igen såg jag dig när jag just vaknat
Dröm om det goda, innan du går!

Min ljuva hänförelse, eftersom du kom
Du tog mitt förnuft med dina barnaögon
Du blev min virvel, du var vinden som gör mig galen
Vrid mig om härtat, innan du går!

Finns det något fel på grunden i detta?
Världen är ett gift, en spiralfjäder, titta!
Vilka mysterier är dolda, i denna ankomst, denna avgång
Trötta ut ditt förnuft lite, innan du går!

Vad du är avslappnad, i min svåraste situation! ..
Medan din kärlek hastigt vandrar, i mitt blod
Mina ärmar är hopplösa, vid båda sidor om mig…
Fråga först hur mycket jag älskar dig, innan du går!

Olika hus, massvis med väggar
Sliter mitt själ, även plundrar
Färgar till blod från topp till tå
Dela mitt hjärta i mitten, innan du går!

Hjärtat är en kvarn; malar lidande
Hjärnan är förstoringsapparat; förstorar dig
Begäret, uppfostrar kärleken i sitt växthus
Krossa alla glas, innan du går!

Tiden är fäst vid trötta kroppar
Vad vi hade levt ihop, vad helt rent!
Hur mycket till tål vi denna längtan?
Rör ihop ingredienserna till återföreningen, innan du går!

Att betala för kärlekens värde, river ned
Separation redan klämmer mig om halsen
Fakturan kommer inte först efteråt
Redovisa räkningen först, innan du går!

Alla mina drömmar är för dig
Livet tar slut, livet går under
Till och med logiken är på din sida
Avlägsna döden frön dina ögon, innan du går!

Kanske aldrig ser jag dig igen
Bär inte mig i ditt hjärta, dina tankar!
Det får dig att gråta, var du än är, gör dig sorgsen
Observera skillnaden med främmande land, innan du går!

Endast minnen överlever, de går inte att sudda ut!
Om den som är kvar överlever, vet man aldrig
Man kanske kommer tillbaka, kanske inte det
Krama om mig en sista gång, innan du går!

När du går din väg, tar jag slut allt eftersom
Mitt inre vantrivs, och skämms
Att även dö utan dig, är jobbigt, det vet jag
Skjut mig om pannan, innan du går!

Onur BİLGE

Çeviren: Mihriban YAMAN

www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Onur BİLGE

AŞKA NİKÂHLIYIM

AŞKA NİKÂHLIYIM

Aşk, bende hiç bitmez, üreten benim
Sevgiler ekerim, sevda biçerim.
Duygulardan sevi türeten benim
Sevgiler mezemdir, ona içerim.

Aşk bende yılda bir tatile çıkar
Dinlenir de gelir, yine severim.
Sanmayın, ben ondan, o benden bıkar
Aşka nikâhlıyım, yemin ederim!

Onunla tartışmam, o ne derse o!
“Emrine emriküm! Sen emret! ” derim.
Ne yaparım, beni terk ederse o?
Aşksız yaşamaya hayat mı derim!

O/Nur/un aşkına sınır çizilmez
Fecre kadar O’nu arar gözlerim.
Fakat kahrolası nefis ezilmez!
İlle de sevgili yolu gözlerim.

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Ümran YILDIRIM

AĞULANMIŞ YÜREĞİM

AĞULANMIŞ YÜREĞİM

Sert esiyor yokluğunun rüzgarı
Mutluluğun mevsimi çoktan bitti.
Hüznünü giyindi yine gönlüm.
Bir bir düşüyor sevdamın düşü….
Ellerim tutamıyor,
Kayıp gidiyor,
Sinemin yaslı gülü.
Bir ben kalıyor
Bir de kanattığın yeri.

Can hanemin viran hali,
Yaralı kuşun çırpınan nefesi,
Ve kalemimin yazmaya yetmediği yâr
Çıkar üstümden hüznün hırkasını
Üşüyorum,
Sarmala düş yorgunu yıllarımı.
Yarımım senden sonra,
Kim tamamlar beni senden b/aşka?
Ayrılığın hazanında dökülüyorum,
Gel Allah aşkına
Mevsim dönsün bahara…

Ağulanmış şimdi yürek yokluğunda
Ne zaman adın gelse aklıma
Yalnızlığa düşerim adım adım
Gönlümden gözlerime başlar sağanaklarım.

Ey yâr!
Hasret yarası sarılır mı sandın
İklimlerim karıştı senden sonra,
Ne giydiysem yakıştıramadım.
İnan ki yokluğuna alışamadım.

Gel Ey Yâr!
Ağulanmış yüreğim dinsin sana
Çekip al üzerimden hüznün hırkasını,
Mevsim dönsün bahara…

Ümran YILDIRIM
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2013 Kategori: Safiye SAMYELİ

LEYLİFER

LEYLİFER

Aşk çölünde gezmeyi çok görme sakın bana.
Rahmetini ömrümden esirgeme Leylifer!
Gönül pınarlarımdan berrak aşk sundum sana.
Ziyan edip sevdamı dökme sakın Leylifer!

Gönül senin yurdundur, gel gül oyna içimde.
İstersen düşman getir, katil ol sen peşimde.
Dünden iz bırak bana, tekmen olsun leşimde.
Korkum ol kal aklımda, çıkma sakın Leylifer!

Sen niyet ol, acıkmam; kırk yıl oruç tutarım.
İkram edip sunduğun, zehrin olsa yutarım.
Yeter ki sen yer göster, diken dürsen yatarım.
Hakkım var ellerinden, sıkma sakın Leylifer!

Damla et, gözlerinden ağlarsan düşür gitsin.
Dilinde mahrem eyle; ne söylensin, ne bitsin.
Uğrunda Mecnun ettin, Leyla’ma sen şahitsin.
Yak kavur çöllerinde, bıkma sakın Leylifer!

Kör gönül mabedimde sönmeyecek şavkımsın.
Bestelenmemiş güftem, söylenmemiş şarkımsın.
Nutkuma düşen payda, kırk tutumluk farkımsın!
Düğüm et gırtlağında, yutma sakın Leylifer!

Şerh koysan gözyaşıma, ben ağlarken bitirsen!
Kendime satsan beni, beni bana götürsen!
Azrail haber salmış, bir tel saçın getir sen:
Ölüm var gözlerinden, yumma sakın Leylifer!
Hayal sensin, hayat sen; gitme sakın Leylifer!

NOT: Uzak bakışmalardan mahzun ve mazlum, bezgin ve yorgun el sallayan merhamet; işporta tezgâhlarında aşka susamış kadınları ve zampara erkekleri bekleyen sadakat; bütün mahlûkatın ve cümle nebatın müttefikliğine soyunmuş şahsiyet; ve bütün bunlara inat, tuhaf, hınzır, okkalı bir edayla kol gezen hıyanet… Hayatımızı örseleyen bu tür çelişkilere nispet, eskiden kalma bir hasretle yazdık bu satırları! Ait olmanın değerini bilenlere…

Safiye SAMYELİ
www.kafiye.net