şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Üç Koçan Mısır
Nehir kenarında oturmuş, yazın bunaltıcı ve yakıcı sıcağından kurtulmaya çalışıyoruz. Nehirdeki suyun serinliği, rüzgarın yardımı ile bizleri de serinletmiş ve neredeyse akşamı yapmıştık. Yavaş yavaş toparlanmaya başladık. Artık akşam oluyor ve eve dönme zamanı gelmişti. Piknik yaptığımız nehir kenarındaki yerimize son bir defa daha baktım, bir şeyleri unutup unutmadığımızı kontrol ettikten sonra oğlum ile birlikte evin yolunu tuttuk.
Oğlum henüz 6 yaşlarındaydı. Her gün kendisiyle değişik konuları konuşuyor, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğretiyordum. Evimizin dışında nerede olursa olsun; ister yiyecek, ister giyecek bizim şahsımıza ait değilse ve alıyorsak mutlaka onun bir bedelini ödeyerek almalıyız. Sahibi başında yoksa almamalıyız, hakkımız olmayanlara asla el sürmemeliyiz. Alırsak biz suç işlemiş oluruz. Günah işlemiş oluruz. Hırsızlık yapmış oluruz. Bu nedenle dikkat etmeliyiz diye de kendisine çoğu zaman öğütler veriyordum.
Piknikten dönüşte yol boyunca insan boyundan uzun mısır tarlalarının yanından geçiyorduk. Canımız mısır çekti. Tarlaların çevresinde insan göremedim. Arabayı yolun sağına çektim. Ben tarlanın birisine gittim. Üç mısır koçanı kopardım. Arabaya gideceğimiz sırada, oğlum bana;
– Anne, bu tarla bizim mi? Diye sordu,
– Hayır oğlum, tarla bizim değil, şu köydeki birinin dedim.
Oğlum bunun üzerine bana dikkatli bir şekilde bakarak, yine sordu.
– Burada tarlanın sahibi yok. Sen sahibinin izni olmadan mısırları kopardın. Sen bana her zaman derdin ki; bize ait olmayan bir şeyi almayın. Bu senin yaptığın hırsızlık değil mi? dedi.
– Hayır oğlum. Ben hırsızlık yapmadım. Bu koparmış olduğum mısırların sahibi köyde duruyor. Şimdi o köyden geçeceğiz. Köyden geçerken tarlanın sahibine parasını vereceğim.
Daha sonra oğlumla birlikte köye gittik. Köyde tarlanın sahibini değişik evlere sordum. Tam bir buçuk saat sonun da tarlanın asıl sahibini buldum. Tarladan kopardığım mısırların parasını oğlumun gözü önünde verdim. Tarlanın sahibi çok şaşırdı. Böyle bir şey beklemiyordu.
Aslında bu durum beni de çok şaşırttı. Oğlumun bu kadar dikkatli olması ve benim davranışlarımı her tarafta nasıl takip ettiğini, bir yanlış kabul ettiği hareketi bana hemen bir uyarı ile nasıl söylediğini görmek ise daha da büyük bir mutluluk verdi.
Şu bir gerçek ki, çocuklarımızı yetiştirirken onlara örnek olarak söylediğimiz yaşam ve uygulamaları bizim de uygulamamız gerekmektedir. Söylediğimizi uygulamaz isek, çocuklarımızın bize hangi gözle bakacağı ortadadır. Bir anne olarak çocuğumun bu dikkatinin ve bana söyleme biçiminin beni ne kadar mutlu ettiğini inanın anlatamam.
Nice mutlu günlere, çocuklarımıza doğruyu söyleyerek ve yaşam içerisinde onlar ile birlikte uygulayarak geçirmeyi diliyorum.
Doç. Dr. Zerda ONURLU
www.kafiye.net

Ya Bardak Olacaksın Ya Da Göl
Ustaların çıraklarına sadece edindirdikleri mesleği, zanaatı değil hayatı da öğrettikleri, en geniş ve gerçek anlamıyla öğretme oldukları dönemde Hintli bir ahşap ustası yaşıyordu. Bu ustanın çırağı büyüdü, ahşap işlemeyi ve hayatı öğrendi, kendi işini kurup başlattı.
Bir süre sonra dostlarından biri oğlunu getirdi. Ustadan onu yanına çırak almasını istedi. Fakat bu çırak sürekli yakınıp duran, her şeye bozulan bir çocuk çıktı. Tahta getirmeye gidiyor, döndüğünde ellerine kıymık battığından uzun uzun yakınıyordu. Bir iş teslim etmeye gidiyor, döndüğünde yoldan, sıcaktan, müşterinin tavrından yakınıyordu. Usta çocuğa bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama sözlerinin hiçbir etkisi olmuyordu.
Bir gün usta çırağını köye tuz almaya gönderdi. Çırak ustasının söylediği gibi tuzu alıp döndü. Usta bir bardak su getirmesini söyledi. Çırak bir bardak suyu da getirdi. Usta; “ Şimdi o tuzu suyun içine at” dedi. Çırak ustasının söylediğini yaptı. Sonra usta; “ Şimdi o suyu iç” dedi. Çırak suyu içti ve tabii ki içer içmez de tükürdü. Öfkeyle ustasına bakarken, usta; Nasıldı tadı?” diye sordu. Çırak nefretle; “ Çok acı” dedi.
Usta çocuğa; “ Tuzu yanına al gel, gidiyoruz” dedi. Çırak ustasının peşine takıldı. Bir süre sonra civardaki gölün kıyısına geldiler. Usta çırağa; “ bütün tuzu göle dök” dedi. Çırak söyleneni yaptı. Usta; “ Şimdi gölün suyundan iç” dedi. Çırak içti. Usta; “ Suyun tadı nasıldı” diye sordu. Çırak; “ Çok güzeldi” dedi. Usta; “ Peki tuzun acısını hissettin mi” diye sordu bu kez de. Çırak; “ Hayır” dedi.
Usta çırağı karşısına oturtup anlattı: “ Hayattaki bütün olumsuzluklar işte bu bir avuç tuz gibidir. Eğer sen küçük bir bardak su isen, nasıl tuzun bütün acısını tattıysan, hayatın bütün olumsuzluklarından da öyle etkilenirsin. Eğer sen kişiliğinle ve gönlünle bu önümüzdeki göl gibi isen, hayatta karşılaşabileceğin bütün olumsuzluklar seni; o bir avuç tuz gölün suyunu nasıl etkilediyse öyle etkiler, bir bardak suda attığın acıyı vermez sana.
Seçim senindir: Ya bardak olacaksın ya da göl….”
Doç. Dr. Zerda ONURLU
www.kafiye.net

Emirgan’da Seni Düşünüyorum
Sahilde çay bahçeleri, arka sırtlarda büyük şehir parkı ile ünlü semt, yeşilliklerle örtülü güzel bir yerdir.. Burada cok sevdigim martılarım ve demli bir bardak cayimla huzur bulurum… Istanbul’a dün geldim. Bu gün elinde kitabım kalbimde sen, masamda tavsan kani çayım, sıcacık gevrek simidim, cok mutluyum ve seni düsünerek yazıyorum.
Sana akıyorum kaygısızca ve hiçbir şey bunu engelleyemiyor bu akışı. Çünkü sen her tarafımdasın. Sağımda, solumda, arkamda, karşımda… Ne yana dönsem, ne yana yol almaya kalksam, ulaşacağım son nokta sensin, orada yalnızca sen varsın…
Sana akıyorum, çünkü senin yolunda gidiyorum, attığım adımları takip ediyorum sorgulamadan. Önüme çıkan hiçbir ayrım, hiçbir kavşak ilgilendirmiyor beni. Yürüyorum senin peşin sıra, yürümenin en zor olduğu yol bu olsa bile yürüyorum… Şikayet de etmiyorum çakılından, tozundan, toprağından üstelik. Sana yaklaşabildiğim her adımda mutlu oluyorum ya da yaklaşmayı başaramasam da bu umudu yaşamak heyecanlandırıyor beni…
Sana akıyorum, çünkü hayatın akışı kadar doğal sana akışım… Doğa nasıl ki her canlının yaşaması için bir düzen kurmuşsa ve nasıl ki kuralları varsa doğada yaşamanın, benim var olmamın da, yaşamamın da kuralı sensin, senin var olduğun bir düzen içerisinde ben olabilirim ancak…
Sana akıyorum; çünkü sesin de, bedenin de kuşatmış durumda beni… Sana karşı savunma dahi yapmıyorum ve böyle bir teslimiyet de rahatsız etmiyor beni… Yüzüne, gözlerine, ellerine baktıkça, sesine yüklediğin gizleri çözerken, hep kendimden bir şeyler buluyorum senden…
Sana akıyorum; çünkü o kadar paylaşacak şeyimiz var ki seninle… Bu güne kadar paylaştığımız her şey, her an umut veriyor sonrası için bana ve ben belki de sende bu umudu yaşamayı, yaşatmayı seviyorum… Biliyorum ki hayatın bir yerinde sadece bize özel bir çiçek var, o çiçeği birlikte bulup, kokusunu ciğerlerine çektiğimizde hayata ve birbirimize sımsıkı sarılacağız…
Sana akıyorum; çünkü bir insanı tutkuyla, beklentisiz ve delice sevmenin tadını sende yaşadım ben… Bunun anlamını sende öğrendim, bunu senden başkasıyla da yaşayamayacağımı biliyorum… Sende, seninle yaşamak her an bir şölen tadında ve ben böylesine keyifli, böylesine eğlenceli ve hayat dolu bir şölene bırakıp gitmek istemiyorum.
Sana akıyorum; çünkü “ Hayatın uslanmaz ruhusun” sen ve ben belki de bu ruha aşığım aslında… Seninle yenileniyorum, sadece seni düşünmekle yüreğimde beynimde çöreklenmiş ne kadar kötülük varsa hepsinden arınıyorum bir anda…
Sana akıyorum; bütün coşkum, bütün saflığımla… Aşka, sevgiye, güzelliğe dair ne varsa benimle akıyor onlar da sana… Benim gibi coşku dolu bir ırmağıda huzurlu, sakin bir göe çevirecek tek güç sensin… Ne olur orada kal, ayrılma seni gönül gözümün görebileceği noktadan… sana ulaşamasam bile varlığını hissetmek ve senin yolunda olmak yetiyor bana…
12.08.2008
Doç Dr. Zerda ONURLU
www.kafiye.net

CANIM YALNIZCA SEVMEK İSTİYOR SENİ
Canım yalnızca sevmek istiyor seni. Unutup, tekrar hatırladığım çok sevdiğim bir şarkıyı hiç bırakmadan defalarca ara vermeden içten içe mırıldanıp zamandan koparıp alır gibi.
Canım yalnızca sevmek istiyor seni. Saçlarını yüzünden ayırıp, gözlerini kirpiklerinden, ellerini bileklerinden, ismini bedeninden ayırıp; ayrı ayrı bir evin odalarını gezer gibi, keşfeder gibi, ilk kez ve merakla ve hayranlıkla, bir kırmızının detayında dakikalarca takılıp bakar gibi canım yalnızca sevmek istiyor seni.
Canım yalnızca sevmek istiyor seni. Nereye varacağını bilmediğim bir kaçamak yolculuğa, sırf aklıma esti diye, sevdiğim hiçbir eşyayı almadan yanıma çıkar gibi…. Süre gelen bir sevgiyle değil, öğretilmemiş, bilmediğimiz biçimlerde, kuşların kanatlarını açıp, özgürlüğe süzülmesine yarayan içgüdüleriyle, içimden geldiği gibi canım yalnızca sevmek istiyor seni. Tarifsiz bir hisle sevmek istiyorum seni.
Tatlı, ekşi ya da tuzlu değil, bilmediğim bir tatla, bir duyguyla. Öyle bir meyvenin tadını alır, bir kitabın adını okur gibi değil; bir yaz günü tenine vuran sıcaklığı gibi güneşin, serin bir akşamın denizden esen rüzgarıyla içine işlediği yosun kokuları gibi, anlatamadığım ama bırakmak istemediğim, bitmesini istemediğim bir hisle…
CANIM YALNIZCA SEVMEK İSTİYOR SENİ…
NE UMUT ETMEK, NE DE BEKLEMEK…. BAŞKA HİÇBİR ŞEY….
12.08.2008
Doç Dr. Zerda ONURLU
www.kafiye.net

Beynim Son Verecek Yüreğimdeki İşgaline
Birazdan gideceksin koyu bir yalnızlık çökecek ardından… Kaldırımda, ayak seslerin yankılanacak, sen gideceksin, ardında yarınsız bir yürek bırakarak…
Hiç bakmadan ardına yol alacaksın yeni sevdalara… İnce bir dokunuşun hissi kalacak ellerinden geriye, kirpiklerinin ucunda yanan hayalleri seyredeceğim uzaktan…
Ve gözlerin …
Hüzünlerin ardı gözlerin…
Ne vakit baksam, kaybolurdum, derya deniz…
Sessizce geçerdin her akşam sokağımdan,
Ne vakit geçsen, kuşlar göçerdi dallarımdan…
Yitik bir anı kalırdı senden geriye, bir hüzün masal…
Birazdan gideceksin…
Sanki hissetmiş gibi, anlamsız bir hüzünle kaplı gökyüzü. Alabildiğine gri bir kasvete bürünmüş ufuklar, sanki gözlerime eşlik etmek ister gibi bulutlar… Öylesine gamlı, öylesine suskun ve öylesine dolu… Deli bir yağmur başlar birazdan, tüm kasvetini döker gökyüzü… Bense suskun, anılar salıncağında, senli bir düşün koynunda can çekişir ümitlerim. Ve yüreğimden giden yüreğinin ayak sesinde, sensizliğin matemini dinlerim… Düşünceler deler geçer beynimi… Savrulur bir sevdanın çıkmazında hayaller… Ve senden geriye, yitik bir yürek kalır, anılar mezarlığında… Sorgular beynimi işgal eder, iç çekişlerime aldırmadan.
Hangisi daha acı?
Gitmek mi, yoksa kalanın yerinde olmak mı? Hangisi daha acizce, korkup kaçmak mı, kalıp acı çekmek mi? Sen gitmeyi seçtin sevgili… Gittin içine sığdırdığın koca yalnızlığınla kendini benden koparıp, beni bu kalabalık şehirde yapayalnız bırakıp gittin… Beni, sevdamızı, anılarımızı, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi bu şehirde bıraktın. Boz bulanık bir düşte yaşadım (sandım) hep seni … Varlığın bir andı yokluğun bir ömür.
Hiç yaşayamadığım sevgili…
Sessiz bir dokunuştu gözlerine değmek… Ne vakit bana baksan, kaybolurdum gözlerinin ardında, Hayaller mezarlığında Ve Ne vakit düşsen aklıma, nefeslenmek isterdi yüreğim. Gamzelerinin çukurunda….
Hiç dokunamadığım sevgili…
Fersah fersah uzaklardaydı düşlerin benden, tutunamadım sevgili, ne sana ne sevdana.Yabancı soğuk ve uzak bir iklimsin sen şimdi benim coğrafyamda…
Yüreğine hiç değemediğim sevgili…
Birazdan gideceksin, sessiz bir mateme bürünecek bu şehir… Hiç bilmeyeceksin, ben, ateşe vereceğim anıları bir bir.Ne gülüşün kalacak aklımda, ne gözlerin…
Ve sen, dönüp bakmak istediğinde geriye, pişmanlık seni esir alacak…
Gözlerinin ardında sakladığın hüzün, ilk kez yüreğini yakacak…
Çünkü beynim son verecek yüreğimdeki işgaline… Yüreğime koyduğun dinamitler patlayacak… Ve Ne ben kalacağım geride, ne de sevdam… Kimseler hatırlamayacak….
Elif EYLÜL 20/10/2010
www.kafiye.net
Aşk
Aşk yalındır tek yürekte yada çoğuldur karşılıklı iki yürekte.. Aşk vardır her biçimde içimizde….
Aşk’ın çeşitli halleri ya da Aşk’ın bedene bürünüp can bulması bir ruhta ve o ruhun başkalaşımı diyebiliriz buna.
Bazen yalındır Aşk. Bir başına yaşar dünyasında.. Evrende çok uzak bir yerde henüz keşfedilmemiş bir gezegendir aşk ve aşık olunana erişmek ise bir ütopyadır..
Kendi içinde Med-Cezirler yaşar aşk.. Bazen kaybeder dengesini yalpalar sonra yeniden can bulur ümitler. Aşk ütopya olsa da, ulaşılmaz bir zafer olsa da yaşanacaktır illa. Çekilecektir bu yolda her acı ve katlanılacaktır her katresi acının…
Aşklar bazen platonik yaşanır. Platonik aşık kendi dünyasında kendi ütopyasının hayaliyle yaşamdan haz alır… Erişilmez de olsa o onun aşkıdır varsın olsun ne çıkar… O, o aşkla beslemektedir ruhunu ve devleşir ruh aşkın ilhamıyla beslendikçe.. Aşk Ruha güç katar ve o güçle ne dağlar delindi yüzyıllar öncesinde ne çöller aşıldı.. Kimse çözemedi
Aşk’taki o tılsımı.. Hatta sordular Leyla’ya:
-Öyle güzel de değilsin, niçin aşıktır Mecnun bu kadar sana
Ve Leyla şöyle cevap vermiştir
-Sus! Anlamazsın heyhat Sen Mecnun değilsin..
İşte tılsımı burada aşkın..anlaşılmaz.. Hiçbir us çözemedi yeryüzünde aşkın gizemini. Aşk öyle bir histir ki sarar benliği, ruh teslim olur aşka… Ve us diklense de çok zaman, o da zamanı gelir yol verir aşka.. Aşk hep zafer sarhoşudur.. Yenilgiyi hazmedemez hiçbir koşulda… İnadına olan hep Aşk’tır hayatta ve hayat inadına yaşanmalıdır hep Aşk’la…
Aşk ruhtur ve can verir bedene ve o beden o aşkla anlam bulur hayatta. Yani bir nevi “Aşk hayatın anlamıdır.”
Acıtır bazen doludizgin duygular, hele ki horlanmışsa bir yürek başka bir yürek tarafından değmeyin haline… Ruh başkalaşım geçirir, mana’sını yitirir her şey ve bir mızrap ucu durmadan değer içimizde bir yerlere.. İç kanama geçirir düşler ve Aşk komadadır. Kurtarılması gerekenler listesinde ilk sıradadır. Çünkü ruha şekil veren Aşk’tır.. Aşkla beslenir ruh ve beslendikçe serpilir, güzelleşir.
Aşk terk ederse ruhu bir gün. O ruh çoraklaşır. Açmaz hiçbir baharda..
Aşk gittiğinde ruh kötürüm kalır. Yatalak bir hasta gibidir.. sessiz, kıpırtısız, mecalsiz… Ta ki Aşk yeniden canlanana kadar ruhta…
Aşktır bizi dik tutan hayatta, yıkıldığımızı sandığımız anda yeniden can bulur ayaklanırız aşkla. Dibini gördüğümüzde dünyanın başımızı yeniden göklere kaldırırız aşkın verdiği şevkle. Aşk işçileri çalışır dünya yeniden kurulur, yeni bir düzen olur…..
Ve Aşk’ın çoğul halleri….
Karşılıklı besler ruhlar birbirini.. Aşk’ın gölgesinde ulu bir çınar gibi serpilir yürekler.. Kök salar hisler ruhun en derinlerine… Can bulur kökler Aşk’ın tılsımıyla…
Dünya döner Aşk yüreklerde var oldukça.. Ya da biz öyle olduğunu zannederiz. Aşk olmayınca farkında bile değilizdir yaşamın. Öylesine sıradan tekdüzedir hayat. Ne zaman ki aşk hayatımıza girdi, işte tam o anda şimşekler çakar beynimizde… Dünya tersine akar.. Mevsimler bahara döner bir anda bahar çiçek açar gönlümüzün dallarında …
Aşk güzel bir bahar sabahına uyanmaktır aslında …
Ilık ılık akmasıdır hislerin içimize..
Aşk gözlerde ışıltıdır …
Renktir gök kuşağında …
Yağmur sonrası, suya doyan toprağın nefis kokusudur ciğerlerimizde…
Ayrı bir dilde buluşmasıdır sevilerin
Hayat başka yöne akarken, tam tersi yöne akmasıdır yüreklerin..
Bir duygu selinde boğulmasıdır düşlerin,
Ayrı alemlerde gezer aşık yürekler, dünyaya farklı pencereden bakarlar.Yeşil her zamankinden daha yeşildir, mavi daha mavi, çiçek.. böcek… herşey başka güzeldir kalp gözüyle bakınca. Ve hayat yaşadığımız tüm zamanların en güzeli gelir aşık olunca.Sanki öncesi yoktu,,Sanki sonrası olmayacak.. Hep o anda,hep o aşkla atacak gibi gelir kalplerimiz.
Aşkla ayrı telden çalar her yürek. Çoşkulu bir şiir gibidir hayat, hep içindesinizdir. O düşten uyanmak istemez hiçbir yürek.. Hep o düşte,o heyecanla, o aşkla kalmak ister.
Ama gün gelir.. herşey ansızın biter.
İnce bir sızı değer önce yüreğimizin ucuna,sonra dağlanır yürekler o acıyla.. diller tövbe eder
AŞK’A, yürekler sitem…. Ve her Aşk sitemlidir dilinde en çoğul haliyle AŞKINA
Elif EYLÜL
www.kafiye.net

NANKÖRLÜK YANLIŞ HÜKÜM GİYDİRMEKTİR SEVDAYA
Tek esiri sen misin bu sevdanın ? Tek acı çeken, içinde kırıklarla dolaşan, an be an hasretin yüküyle ömrünü tüketen… Sen misin?
Bak yüzümdeki çizgilere, bak ruhumda soldurduğun güle, bak gittiğin gün parıltısını yitiren gözbebeklerimdeki harelere… Bak yanıklar her yerimde .. Yüreğimde, ellerimde lal olmuş dilimde…
Sen misin tek yanan birlikte körüklediğimiz bu ateşte?
Sen misin acının tek rotası sırtını dönüp giden yüreğinle?
Hayır bana acıdan, yangınlardan ihanetten bahsetme. Bahsetme ki ihanetin açık adresi belli olmasın, asıl ihanet edenin ruhunu alıp gidenin sen olduğunu kimse anlamasın..
Acı çektim diyorsun.. sen acıyı ne biliyorsun ? Gözlerinde tükettiğim yaşanmışlıklarımla ve yaşayamadığım düşlerimle, her gün yalnızlığın en koyu zamanlarında yüreğime
“ yeniden ’’ demeyi öğrettim ben.. acıyla harmanladım sensiz geçen yılları ve seninde dediğin gibi, şekersiz bir çay tadındaydı hayat, kekremsi ve buruktu… Düşen her takvim sayfası soldurdu yanı başımdaki anıları. Güneş gece rengiydi yokluğunda, geceler hiç sabaha kavuşmadı ..
Hasretin koyu gölgesinde prangalara vurduğun ruhumla, ben direndim bıraktığın acılara ..
Her gün biraz daha yalnızlık ekledim boş ruhumun sayfalarına ..
Yalnızlık uzayıp gittikçe bir saatin yelkovanında tüm benliğimle karşı durdum amansız yokluğuna …
Ruhum senindi, ömrüm senin, sana yazılmıştı kaderim.Sen kaderini kendi ellerinle sildin..
Geçmişin yok artık çünkü ben yokum sen kaderinden beni sildin …
Biz ruhlarımızla bir bütündük sen bütünü parçalayıp gittin. Yarım bir hayat, yarım bir düş ve yaşanmamış bolca yarınlar bıraktın geriye…
Biz aynı coşkuyla aynı ateşte yandık ,
Biz yürekleri avuçlarında, aynı sevdanın kapısındaydık..
Fakat bir gün sen başka düşe uyandın. Göçebeydi yüreğin ve uçarıydı düşlerin. Kaçarken yangın yerinden ardına bile bakmadın… Zamansızdı bu vurgun ve zamansız vuruldum…
Şimdi nankörlükten bahsediyorsun. Asıl nankörlük yüreği avuçlarında bir sevdalıyı kapı ardında bırakmak değil midir?
Giderken bir hoşça kal bile demeden gitmek
Çıkardığın yangınlarda küllenen bir sevdayı görmezden gelmek..
En önemlisi bütünün parçasını alıp gitmek, ruhumu eşsiz ve yarınsız bırakmak…
Sonra suçu tek yüreğe atmak, hüküm vermek kendince ve karşısındakine sitemlerle savrulurken incitmek alabildiğine… Sonrada iyi adam rolünde acıların pençesinde
kıvrandırmak yüreğini… Ve en acısı inandırmak bunu kendine… Asıl nankörlük budur işte geçmişin ayak izi dururken önünde, yalanlarla kandırmak kendini, yüreğini…
Benim pusulamın rotası hep sevdayı gösterdi, yüreğim her dem sevdanın kıyılarında dinlendi… Acına da alıştı yüreğim yokluğuna da..
Yüreğimde sakladım seni… Kimseler bilmedi kederlere gark olmuş yüreğimi..
Her güle dokunuşumda kanadı ruhum avuçlarımda…
Dem verdi acılar,
Her dem seni yaşatmak için yeniden..
Her katremde yaşattım seni tüm benliğimle …
Biliyordum bir gün bana savrulacağını… Ama beklemiyordum böylesine hiddetli olacağını..
O gün yol ayrımında bıraktığın ruhum şimdi hesabını soracak yaşayamadığım dünleri…
Ve asla başımı eğmeyeceğim dimdik duracağım. Çünkü hesap veren değil hesap soran olacağım..
Çık artık saklandığın hayatının kuytularından…
Zindandaki düşlerine yol ver..
Yol ver içindeki çağlayana
Bırak yerini bulsun…
Unutma tek yürekte hüküm giymez sevda …
Nankörlük yanlış hüküm giydirmektir sevdaya
İzmir /27/09/2010
Elif EYLÜL
www.kafiye.net
Hasretindeyim!!!
günes dogarmış
gecenin sonrası
güneşin sonrasında
gece ayla bulusurmus,
solarmis gül bahceleri
vakitsiz yanarmis ormanlar..
ateşsiz hic bir şeyin önemi yok!
ben yalniz senin hasretindeyim
zamanin bir yerinde seni bekliyorum…….
sen bir nefessin soluduğum
bir gülüsüne ömrümü sunduğum
yüreğim gözlerimde karşılıksız…….
herşeyimi ayağının altına serdiğim
sevdanın tutsaklığında olsa da esirliğim
zamanin bir yerinde;
yine de seni bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum……
Dç. Dr. Zerda ONURLU
www.kafiye.net
YÜREĞİN SENİN
Yüreğin bir dag senin
Mavilerin en güzelini
Aydınlatan karlarcasına
Dingin ve doruklarda
Ve sesizligi soluyan
Masmavi bir gölün sularında
Bir sandal kadar yalnız
Ve mutlu
Ve uzaktaki
Issız bir köy kadar unutulmus
Cözümsüz günlerin gözlerindesin
Bu sessizlik delice ağlatabilir seni
Yüreğinde yırtılan bir hüznün kasırgası
En sonsuz özleyişlere karışabilir
Durmadan yaşanan o baharlarda
Çılgınca sevdaların şarkılandığı
Tenleri ürperten bambaşka bir tat
Ve dolu dizgin bir titreşim
Sonra yepyeni duygularla örülü
Bir korkunç alaboradır sevdan
Yüregin bir dağ
Gözlerin bir göl senin
27.08.2008 / ISTANBUL
Doc.Dr. Zerda Onurlu
www.kafiye.net
GeLiR Mi DeRSiN!
Nasıl sevdiğimi bir Allah bilir
Sözümde dinmeye gelir mi dersin..!
Duyursa melekler uçarak gelir
Özümde sönmeye gelir mi dersin..!
Vuslat yamacında bir gül ki enfes
Akseder semadan aşina bir ses
Şükür ki Allah’a bahşetti nefes
Közümde yanmaya gelir mi dersin..!
Nasıl tadacağım onsuz ölümü
Göğsümde kuruttum sevda gülümü
Sulh da duygularım yoksa delimi
Buzumda donmaya gelir mi dersin..!
Yasak aşkımızı biz duyurmadık
Ozanı şairi biz kayırmadık
Leyla’yı mecnun’dan biz ayırmadık
Hazımda kanmaya gelir mi dersin..!
Mahşere vedasız gitmem dostlarım
Sizlere bu zulmü etmem dostlarım
Kabrime helalsiz yatmam dostlarım
Tozumda anmaya gelir mi dersin..!
Aysel Tarcan / Sevda Şairi
Kırklareli-Babaeski
2.11.2010
www.kafiye.net