YAKAMOZA ALDANIP GİTTİN 
            Ben seni denizsizken bilirim, gözlerindeki son damla maviyi ellerinle saklardın her seferinde. Engelleri aramızdan söküp, karşımıza almadan gittin. Deniz sıçradı üzerime, sen tuza, yakamoza aldanıp gittin. Ne zaman rüzgâr saçılsa, inceden yağmur yağsa saçlarına, benim ellerim ağlıyor, gözlerime inat. 
            Gel ben ölmekteyim. Caddelerde adımlarım boğuluyor, gözlerindeki surları katlime örüp durma! Rengi karışık yazlara mezarımı kazma. Çaresiz oturup ağladığım, güldüğüm çay bahçelerinde denizden donuk gözlü balıklar bakıyor bana. Gemilerin bir sana seferi yok. Gözlerimdeki kayıp ilanlarına aldıranda. Sızlayan bir acıyla bulunduğum kentte enkaz oldum. Sana ayrılan gri renkli bulutları savuruyorum şimdi. Kanat ve el gibi tutabilir mi bir başka eli. Bu gün varlığımın infazına hükmettin. Durgun bir denizle, yanan bir kentin arasında sıkışıp kaldım. Yamacıma yaklaşan şu gemi son kavşağım olsun isimsiz. Bahara açılıyor dalgalar. Ahh! Yüreğimin üzerine çullanacak yine esrik acılar. Sulara sal yeşil sancılarını, el salla geçen yolculara, kıyıdaki cam kırıklarını sakla. Olsa olsa bir sevgiden düşmüştür bu acı. Neden benim tüm acıların sarnıcı? Yürek yenik bunu artık kim değiştirebilir. Yanaklarımdan gözyaşı eksildiğinde, acıların kayaları küflendiğinde, aynalara suretimin sığmadığı anlarda, gözüme dokunacak bir göz olmadığında, sırası gelmiştir çantayı sırtlayıp başka diyarlara gitmenin. Ya sonrasında? Kentin sokaklarında asit yağmurları, tek başınalığım birde, yürüyorum.
            Yüzüm keskin bir mehtapta, küskün bir kedi kadar kimsesiz, yüzüm kapalı bir tül kadar sessiz. 

Fahriye HAMZAÇEBİ 
ARALIK 2008
www.kafiye.net