Kategoriler

Arşivler


Tarih 7 Tem 2013 Kategori: Elvan USUL

AŞK

AŞK

İçtim masamdaki tüm sözcükleri, içtim hece hece, harf harf, ta ki çakır keyif olana kadar. Bilmekteyim hala dünyanın döndüğünü, bilmekteyim insanlarla bir döndüğünü… Ben duruyorum onlar dönüyor, ben dönüyorum onlar duruyor. Tutturamadık bir türlü el ele verip birlikte dönmeyi. Dedim ya çakır keyifim bu ara, bir dikişte içivermişim sözcükleri. Bir ara baktım elimde bir bronz hançer, ha bire eşeliyorum karanlıkları. Eşeliyorum verene kadar yıldızları… Dedim ya çakır keyifim bu ara.

Aldım yıldızları, sıraladım sineme dizi dizi. Manasız bir gülüşün koynunda buluverdim sesimi. Yıldızlardan olsa gerek, nasıl da kıpır kıpır yanıyorlar içimde. Göz kırpıyorlar sırayla cebimdeki umutlara. Ne çapkın çıktı şu yıldızlar. Mavi boncuk dağıtmağı düşlerim kalmadı. Neyse ki sarhoş değildim, sessizce konduruverdim kalbimin odalarına.

Baktım hala karanlık bir yerler var. Garnitür olarak ayırdığım üç beş cümle vardı. Çaktım bir cümleyi diğerine eğri büğrü bir merdiven yaptım. Uzattım gök kubbeye. Karanlıkların içinde kulağının kıyısını gösteriyordu ay. Saçından tuttuğum gibi çekip çıkardım onu karanlıklardan. Aman Allah’ım! Elimi yakacaktı heybeti. Gözlerim kör oldu sandım birden. Bu ne ihtişamdı böyle. Derin bir nefes alıp kattım ayı da sineme. Yıldızların yanına yerleştiriyordum ki, bir anda feri kayboldu odamda. Öldürmüş müydüm yoksa ayı, soluğu mu kesilmişti? Yok, yok, Zühre anlattı. “ ay bir ayna, hiçbir marifeti yok güneş olmasa”. Haklıydı belki ama aldım bir kere sineme dursun bakalım bir köşede.

Yeni sözcükler sipariş ettim, biraz da harfler istedim meze niyetine. Bu leyli gecelerin husumeti kırılmaz başka türlü. Dedim ya çakır keyifim bu ara. Sarhoşluğuma ramak kala aklıma düştü Zührenin sözü. Şimdi bu ay içimde karardı kaldı. Yıldızları kıskanıp içine kapanmasın iyice? Yok, böyle olmaz. Benim ne yapıp edip güneşi bulmam gerekiyordu. Ama nerde? Ben bildim bileli gecenin leylisiyim. Bir çare bulmalıydım. Buldum da… Önce harfleri uç uca ekledim, birkaç sözcük döküp sıkılaştırdım. Uzunca bir kement yaptım. Öyle bir çevirip atış yapmışım ki, ben bile kendime şaşırdım. Bir de baktım ki, güneşi kementle yakalayıvermişim. “Ee, kendiliğinden gelmeyen güneşi, kement zoruyla getirtirler böyle” dedim. Güneş ne dese beğenirsiniz? “İçinizde öyle sahte güneşler vardı ki, ben gelmeye hicap duydum. Madem zorla alına koyuluyorum beni ayın yanına götürün. Zira ben geceleri de sizinle olduğumu ancak onunla bildirebilirim”. Öyle de yaptım. Güneşi alıp ayın yanına koydum.

Sinemi delip saçılan şavkın muteber bir ısısıyla yandı yüreğim. Ama ne yanış. Satır satır, dörtlük dörtlük… Artık sarhoş olmuştum. Başım dönüyor, ben dönüyorum, dünya dönüyordu. Aynı yörüngeye nasıl oldu da giriverdik birden. İnsanları görüyorum etrafımda, dönen insanları. Çok içtiğimden midir nedir, sözcükler bir bir dökülüyordu ağzımdan. Bir tanesi vardı ki, en çok o yordu beni. En çok o döktü gözyaşımı şiirlerimin üstüne. Önce yıldızları söküp aldı, sonra ayı ve en nihayetinde de güneşi çıkardı yüreğimden. Artık üçü de elimdeydi. Görebiliyordum. Sonra dile geldi o sözcük. “ Benim adım AŞK”. Ve devam etti. “İki yolun var, ya kalbini onlardan arındıracaksın yalnız benimle yanacaksın ya da onları ben zannedip şiirlerinde yanacaksın”. O anda ayıldım. Bir yanda tüm karanlıkları yırtıp harf harf sözcük sözcük işlediğim aşk satırları, bir yanda hakikat olduğunu hissedebildiğim AŞK…

Gördüğüm bütün insanlar birer birer kaybolmaya başladı. Yıldızlar boyun eğdi, ay sükûnetin kucağında güneşe bakakaldı. Güneş hicabından duyduğu hicapla “ ben bir var bir yoğum, bazen sarı bazen alım,sana aşk sofranda ancak meze olurum” dedi.

Kararımı verdim, ay,yıldız, güneş meze olacaksa aşkta, yemek gerekir aşkı kaşıkla. Ben ise istemem öyle tükenen aşkı. Benim aşkım bende yanmalı. AŞK ı seçiyorum. Varın gidin yolunuza ay, yıldız güneş, insanlar, sözcükler, harfler, heceler, savuşun gidin. Ben AŞK ı seçiyorum. AŞK ile yanmayı seçiyorum. AŞK ile halleşmeyi seçiyorum. Benim adım AŞK. Ben AŞK ile AŞK a yanıyorum.

Elvin ELVİNCE
Haziran 2013
www.kafiye.net


Tarih 6 Tem 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Ramazan Geldi Hoş Geldi

Ramazan Geldi Hoş Geldi

Hayırlı ramazanlar değerli dostlarım. Sağlıklı bir şekilde oruç tutmanızı dilerim. Ramazan geldi hoş geldi. Gönüllere huzur, davranışlarımıza sınır, geride kalan on bir ayın hesabını nasıl verebilirim sardı insanları şimdi. Bu arada oruç tutmayan, daha doğrusu sağlık nedeniyle orucunu tutamayan dostlarım. Üzülmenize gerek yok, tutamadığınız orucun diyetini ödersiniz, böylece de rabbim tutamadığınız günlerin karşılığını inşallah kabul ederek orucunuzu tutmuş gibi sayılırsınız.

Nerede o eski ramazanlar demeye başladı basınımız. Televizyonlarda yoğun
bir ramazan programları, camiler ve türbeler gündeme geliyor. Yalnız bu
programlarda beni üzen iki olay oldu. Bütün dualar Allah’a yapılır. Yaratan,
gözeten, veren ve alan O’dur. Bazı türbelerde kişilerin dualarını dile getiren
basın mensupları, toplumun içerisinden seçilen bazı kişilerin dileklerinin
yerine geldiğini söylüyorlar. Üstelik yapılan dua orada ki yatırlar adına
yapıldığını övünerek söyleyenler. İnanın hayret ettim ve çok şaşırdım. Allah
ile kullar arasında asla ne yardımcı, ne de aracı olamaz. Allah’tan yapılacak
istekler doğrudan yapılmalı, aksi halde Allah’a şirk koşma gibi olur, aman
dikkat!!! Allah inanların, inanmayanların tüm isteklerini yerine getirmesinde
yardımcı olur ve duaları ister helal, isterse haram olsun mutlaka karşılığını
verir. Aman helal kısmından olsun olmaz mı?

Bir de ramazan çadırları var Türkiye’nin her tarafında. Bu çadırların amacı fakir insanlara bir ay boyunca özlemlerini gidermek için kurulduğu söyleniyor. Ancak tv programlarında bu çadırlara gelenlerin o kadar fakir olduğunu göremedim doğrusu. Fakir halkın çoğunun bu çadırlara gitmediği, evlerinde su çorbası ile idare ettiklerini, kuru soğan ve pul biberler, kendi imkanları ile yaptıkları erişteler ile hele bir de alma imkanı olmuşsa çökelek ile ağızlarını tatlılandırmaya, belki de bir defaya mahsus olarak üzümü de baklava niyeti ile ağızlara taneleri alınmaktadır. Şimdi şunu sormak isterim cepleri dolu, ensesi kalın ve imkanı olduğu halde evinde masraftan kaçınmak için iftar sofralarının müdavimi durumundaki hali vakti yerinde olanların bu çadırlarda işi ne? Hani fakirler içindi bu çadırlar? Sizi burada gören fakir ve yetimler, siz bu çadırda iken nasıl gelsin iftar için? Zaten on bir ay boyunca boynu bükük ve utanmaktan, alçak sürünme yapmaktan, çoğu günler aç yattıkları akşamların bu ay içerisinde biraz olsun rahatlama olarak düşündükleri akşamda mümkün mü sizinle aynı masada otursun?

Hayır mı yapacağız dostlarım. Fakir ve muhtaç olanları mı doyurmak istiyoruz. Neden iftar çadırları olsun? Zaten fakir ve yoksulların çoğu biliniyor. Onların muhtarlıklarda isim ve adresleri de bellidir. Hazırlarsınız iftar paketlerinizi, o kişilerin ev adreslerine götürür teslim edersiniz. Böylece yapmak istediğiniz hayırı da onur kırmadan, üstelik gülen ve harı dualar yapan gülümsemelerle alırsınız, sanırım bu da size yeter. Siz eşinize dostunuza iftar mı vermek istiyorsunuz, eviniz küçük, buyurun iftar çadırlarına o zaman. İstediğiniz kadar dost davetini yapın. Ama ne olur fakir ve fukaralar için kurulan bu iftar çadırlarının asıl amacını değiştirmeyin, değiştirmeye de çalışmayın olmaz mı? İnanan kişiler, buna çok dikkat etmek zorundadır.

Kısacası dostlarım. Ramazan geldi hoş geldi. Ama son zamanlarda Müslümanların da gösterişte bir birlerine üstünlük sağlama yarışmaları, bunu biraz da aleni yapmaları, inanın ki beni çok üzüyor. İbadet ve yapılan hayırların tamamı Allah için yapılır ve yapılan bu işlerde asla; gösteriş, şirk, riya olmamalıdır. Aksi halde yaptığınız ibadetlerin sadece bir hareket olma olasılığı ve kabulü şüpheli dua ve yakarışlardan da başka bir şey olmaz. Aman ha, siz siz olun Allah ile aranıza bir başkasını sokmayın. Dualarınız yatırlara bez bağlayarak, mendil bağlayarak, kurban olmayan horozu kurban ederek yatırları inancınıza şirk( ortak ) etmeyin olmaz mı dostlarım?

Ramazan ayının Türk ulusuna hayırlara vesile olmasını dilerken, tüm İslam
alemine; barış, huzur, mutluluk, duaları kabul olan, bereketli, bağışlanması
bol olan günler geçirmemizi Allah’tan isterim.

Kalın sağlıcakla sevgili dostlarım.

İzmir  /2013
Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 5 Tem 2013 Kategori: Öyküler

Gel Yar

Gel Yar

Feleğin kullara, garezi olmaz
Bülbüller öterse al güller solmaz
Gönlüm viran oldu sevdiğim bilmez
Gel geleceksen bekletme güzel
Gönlüm hazan olup dökmesin gazel.

Dağında ki karı eritmez miyim?
Küsen şen bülbülü diriltmez miyim?
Canımı yolunda yürütmez miyim?
Gel geleceksen bekletme güzel
Gönlüm hazan olup dökmesin gazel.

Alnıma yazılan hazin yazımdın
Aşk diye çağlayan tek avazımdın
Sevdamın çölünde gülen nazımdın
Gel geleceksen bekletme güzel
Gönlüm hazan olup dökmesin gazel.

Gönül bahçesinden çiçek der bana
Doyayım aşkına ben kana kana
Yarim ol sevdiğim iki cihana
Gel geleceksen bekletme güzel
Gönlüm hazan olup dökmesin gazel.

Emine Öztürk
www.kafiye.net


Tarih 5 Tem 2013 Kategori: Öyküler

Kime B/aksam Benzerin Yok

Kime B/aksam Benzerin Yok

Hem ruhumda hem kalbimde sen,
Gün/ahım sın, istemem sensiz cennet
Sensiz her nefesim cehennemimdir,
Kalbimi mühürle kapadım, kimselere açılmasın diye,

Bana benden de yakınsın, ey canıma can yar
Çorak olmuş gönlüm yeşerdi seninle,
Ey nazlı yar, naz etme mecal kalmadı bu gönülde…

Çiz ruhunun resmini ruhuma, bir ressam edasıyla
Rengârenk olsun, düşlerim varlığın gibi,
Bak bende ki, sensizliği görüyor musun?
Vurgun yemiş, küskünlüğümü al sol yanına
Yüzüme kapanan kapılar ardından,
Hüznün alnından öptüm, kapandı tüm pencereler…

Yürek yakar yalnızlığım, hani diyorum sensizliğin adı olsaydı?
Gül dalı gibi boynum bükülü, yağmurlar yağar ıslatmaz kirpiğimi, Yağmalanan canıma cam kırıklıkları batmakta ha bire
Lal olmuş öfkeli kalemim savruluyor oradan oraya…

Susturulmuş binlerce ölüm bukalemun gibi,
Halatın ilmeğinde salınır kimsesiz cümleler,
Gülkurusu düşlerim, söylesenize nerede saklı kaldınız?
Çiğdemler açmakta çiğ taneleri eşliğinde,
Bende mutluluğumu sereyim sere serpe,
Gökyüzünü atlas edeyim, ömrümü ömrüne ömür eyleyerek…

Emine ÖZTÜRK
www.kafiye.net


Tarih 5 Tem 2013 Kategori: Elvan USUL

YAK!

YAK!

Çaresiz serkeşliğin çığlığını yak.
Güneşin diz çöktüğü karanlığı yak.
O çisil çisil düşen düşlerimi yak.
Aşkın ateşiyle yak yalnızlığımı…

Yürüyüşlerim manadan tez dönerken,
Düşüncelerim ikmalden vazgeçerken,
Hüzünlerim ikrarından söz ederken,
Aşkın ateşiyle yak yalnızlığımı…

Sevdasız deniz ifrit kesildiği gün,
Naldöken söze ömür biçildiği gün,
Kardelen gönle çile esildiği gün,
Aşkın ateşiyle yak yalnızlığımı…

İstihalesiz benliğim yaşlanmadan,
Müessif dille yüreğim taşlanmadan,
Sensizliğinle ciğerim haşlanmadan,
Aşkın ateşiyle yak yalnızlığımı…

Elvin ELVİNCE
Temmuz 2013
www.akfiye.net


Tarih 5 Tem 2013 Kategori: Dilek AKMAN

SEN GİTTİN YA DEDEM!

SEN GİTTİN YA DEDEM!

Sen gittin ya dede,
Sanki çığlıklar koptu yüreğimde.
‘Gitme, beni bırakma.’ dediğimde,
‘Söz, bırakmam.’ demiştin ya hani.
Sözünde durmadın dede.
Sanki dedesi olmayan
Bir,ben vardım çevremde..

Arkadaşlarım;
‘Bu bayram dedemlere gidicez’ diyorlar ya,
Susuyorum dede.
Yine geliyorum yanına
Öpüyorum toprağını ama
Bu yetmiyor ki beni avutmaya.
Ben seni istiyorum dede,
Seni yüreğimde hissetmek istiyorum.
Seni kelimelerle değil,
Yüreğimle anlatmak istiyorum dede..

Hani hep seni çağırıyorum ya,
Yalnız olduğum zamanlarda.
Sırf seni görebilmek için,
Gözlerimi kapatıyorum dede.
Belki rüyama gelir,
Beni öpersin diye.

O kadar muhtacım ki sana,
O kadar hasretim ki kucağına,
Al, götür beni yanına.
Lütfen dede,lütfen bir kere de olsa gel rüyama.

Başka dedem yok ki, avutayım kendimi.
Sırf yok diye,
Arkadaşlarım bahsettiklerinde,
Gidiyorum yanlarından,sen geçiyorsun aklımdan.
Bir de bunun için ağlıyorum,
Hiç utanmadan..

Hani gözlerim yandığında,
‘Ellerini sürme daha çok yanar.’ demiştin ya,
Ellerimi gö<lerime sürüyorum dede,
Sadece yine gel, benimle konuş diye.
Yine okşa yüreğimi,
Sevgi dolu kalbinle..

Seni seviyorum dede,
Hem de herşeyden,herkesten çok.
Tek seni gördüm dede,
İyi ki gördüm,
Hep yüreğimdesin sen.
Seni nasıl özledim bir bilsen,
Ah bir bilsen dede..

Dilek AKMAN
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2013 Kategori: Elvan USUL

NUR-U AŞK


NUR-U AŞK

Yürüdü altı vakitte dünya karanlığa,
Zuhur etti, üç karanlıktan, aydınlığa.

Savruldu ateş, çizdi evsafını evrenin,
Süsledi dünyayı, semanın Nur’u için.

Kahrolur hicabından, görmez gözü ışığın,
Defnolmaz mı lisanı, nura gark olanın.

Kabille başladı hüsranı, toprak perişan,
Değil miydi oğlu toprağın, hani ayhan?

Yok, bir muteber Nur-u aşka olmasın hasret,
Sim tende alamet, sim tende nurun hasret.

Bezensin gelinliği elvan elvan Leyla’nın,
Kesti başını cellât zemheri ayının.

Diz vurdu cemre, tebessüm etti de toprağa,
Bir Nur-u aşk ki; beyzanın kanatlarında.

Keskin bakışınla mı saçtın nur-u aylayı?
Misk kokunla mı bezedin, gülün yurdunu?

Hangi yıldız parlak ki; halesinden sesinin!
Feyiz olmaz mı imanıma, nam-ı ismin?

Kondursunlar elime yıldızları, şöhreti;
Sanmasınlar olur, aşkın mübadelesi.

Haydi, dök o yaşlarını, inle ey şelale!
Ermezsin, olsan da sel, aşkın katresine.

Yuttu ışığı güneş, tutsağı zifirinin,
Görmez olur bu demde, yoksa aşk, gözlerin.

Ahirin âlimi bilmez, lâl olsun o diller,
Duymaz Âlim’i, Kâl-ü belâdan yetimler.

Arayıp uçsunlar gaypta, yazılsın tarihe,
Âlim mi ki bu kul; döner durur pervane.

Deli miyim, ne dönerim abdal mıyım dönen;
İliklerim secdeye terimi, cesetten

İstemem ömrünü Nabiğâ’ nın, dinsin hasret,
Sulh etsem de Azrail’le, bitse husumet.

Beklemez mi sanırsın, Gülnihalim sarayda,
Seviyorsan başını koyma bu dünyada!

Elvin ELVİNCE
2012
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2013 Kategori: Ayşen OKTAY

Duygularımı Astım Dar Ağacına 2

Duygularımı Astım Dar Ağacına 2

Nasıl bu duruma gelmişti her şey? Nasıl olurda babam bunu yapabiliyordu? Bunu duyduğum o gece yine uykularım kaçmış, sabaha kadar oturup ağlamıştım. Ve sabaha karşı daha da fenalaşınca, annemle birlikte hastaneye gittik ve bir gün boyunca hastanede kaldım.

Ümit’in ailesi ise yurt dışına çıkış yapmışlardı. Fakat sürekli oradan babamla irtibata geçiyorlardı. Benim hastanede kaldığım o gün aslında hayatımın tamamını değiştirmişti.  O gün yine telefonla irtibata geçilmiş, uzunca bir konuşmadan sonra beni Ünal’a sözlemişti telefonda babam. Bütün bu olanları bir gün sonra annemden duydum. Duyduğum anda önce sessiz kaldım. Aslında sessiz kalışımın tek nedeni idrak etmeye ve inanamaya çalışmamdı. Durumu birazda olsa anladıktan sonra, sert bir ifadeyle ve şaşkınlıkla

_ Ne dedin anne, anlamadım tekrar söyler misin?

Annem sözlerini adeta, ağzında sakız gibi çiğnercesine ezerek çıkarıyordu. Sinirlerime hakim olamayıp:

_ sana söylüyorum çabuk bu durumu açıkla bana, hemen bir açıklama bekliyorum.

_ Kızım baban sözünü vermiş…….

_Kime vermiş anne, anlamadım.

_ Ümit’e vermiş kızım.

Yine duraksadım. İnanmıyordum çünkü. Ümit ve ailesi yurt dışında idiler, nasıl benim sözümü verebilirdi ki diye düşünüyordum. Ayrıca kime sormuştu, bu durumu isteyip istemediğimi sormuş muydu  bana. Tüm bunların ötesinde, peki ya ben, benim duygularım, esmerim, benim canımın yarısı ne olacaktı. Sinirlerime hakim olamayıp elime ne geçerse evin içinde yere çarpıyor, adeta kıyameti koparıyordum.

_ kime sordunuz, benim fikrimi aldınız mı? Diyerek ağladıkça annemde gözyaşlarına boğuluyordu fakat artık yapabilecek hiç bir şeyim yoktu. Babam, benim hayatımda, bana sormadan bir yol çizmişti. Geri dönüşü olamayacaktı biliyordum fakat yinede bir umut diyordum kendimce, belki diyordum belki babamı ikna edebilirim diyordum. Fakat buda mümkün olmayacaktı.

Ne garip insanoğluyuz. Adem’le Havva’dan beri süre gelen bu durum, insan oğlunun anlına yazılmış yazgı ve kader, kendi elinde miydi insanın, yoksa gerçekten alnımıza yazılanımı çekiyor ve yaşıyorduk. Hala bu durumu sorgular ve cevabını bulmaya çalışırım. Beklide eşitti her ikisi de. Beklide fırsatları düzgün değerlendiremediğimiz için alnımıza yazılanı çeviremiyorduk tersine. Fakat tek öğrendiğim bir şey vardı ki, iyi niyet ve vijdan denilen şey her zaman bela açıyordu inan oğlunun başına. Yeri ve zamanında kullanmak gerekiyor her ikisini de. Ya da beklide hiç göstermemek gerekiyor kimseye.

Akşamüzeri babam eve gelip yemek masasına oturduktan sonra, babam sanki bana sormuşçasına edalara bürünerek

_Şeyda, sözünü verdim kızım, gelip seni isteyecekler.

Sanki yeni haberim olmuşçasına sinirle fırlayarak

_ Bu evlilik olmayacak, isteyen varsa kendi evlenebilir.

Babam bu sözümün üzerine yumruğunu sıkarak hızlı bir şekilde, masaya indirdikten sonra

_ Ben verdiğim sözden dönmem, bu evlilik olacak’’ dedi.

Masadan hiçbir şeyden söylemden kalkmış ve odam girmiştim. Odamda hıçkırıklarım gök yüzüne ulaşıyordu. Ağlayışlarımı her kez duyuyordu fakat hiç kimse duymuyordu beni. Bunu kötü bir rüya olduğunu düşünüyordum.

Günler geçtikçe babamla aramızdaki mesafe büyüyordu ve artı geri dönülmeyecek noktaya yaklaşıyorduk.

Esmerim, peki ya o. O da duymuştu bize yapılanı fakat arkadaşlarımdan aldığım haberlere göre oda inanmıyordu. Babam bütün yollarımızı kapatmıştı. Hiçbir şekilde görüşemiyor, haber alamıyorduk birbirimizden.

Aradan iki ay geçmiş babam tüm ısrarlarıma rağmen hala ikna olmuyordu. Artık tüm ümitlerimi yitirmiş bu duruma boyun eğmiştim.

İki ayın sonunda Ümit’in ailesi beni istemeye gelmiş fakat Ümit çalışıyor olması nedeniyle orda kalmıştı. Sözüm kesilmiş fakat ne saçmalık ki damat adayı olmamasına rağmen yüzükler takılmıştı.

Okuluma devam ediyordum, aslında artık okula devam etmemim de bir anlamı yoktu. Hiçbir gayem hiçbir amacım kalmamıştı hayata dair. Öylesine vakit öldürmek için gidip geliyordum okula ve arkadaşlarımla birazda olsa vakit geçirmek iyi geliyordu.

Hafta içi bir gün okulda, yine çok yakın arkadaşım olan Gülümseryanıma geldi. Yanımda hiç konuşmadan biraz bekledikten sonra suskunluğunu bozdu ve

_Şeyda’m, Ceyhun’un yanından geliyorum,

Artık onun ismini duymaya katlanamıyordum. Ceyhun’un her isminin geçtiğinde canım bir kez daha dağlanıyordu.

_ Gülümser lütfen açma onun konusunu bana yalvarırım.

_Şeyda’m bir dinle

İsyan edercesine

_Söyle Gülümser söyle

_Şeyda’m, Ceyhun bana, ona  sor bu olan biten her şeyi, onu seviyor mu, sevmiyorsa eğer atsın o parmağındaki yüzüğü bana gelsin, gidelim buralardan ‘ dedi.

Gülümser bu sözleri söyledikten sonra beş dakika hiçbir cevap vermeden düşündüm. Nereye gide bilirdim onunla, ne yapabilirdik? Babam daha buradan çıkmadan bizi bulur ve hayatı ikimize de zindan ederdi. Ona bir şey olmasına katlanamazdım. İkinci bir kaybedişi kaldıramazdım bu defa. Bu yüzden Gülümser’e gayet neşeli bir şekilde;

_ Gülümser, ben memnunum hayatımdan, bu evliliği istiyorum, ona söyle beni beklemesin.

Dudaklarımdan bu sözcükler çıkarken içim saki zehir içmişçesine yanıyordu. Artık dayanamayacağımı hissediyordum. Ruh gibi, cesetten farkı yoktu suratımın. Nereye kadar katlanabilirdim bilmiyordum.

Okulların tatile girmesine bir ay kala üniversite sınavına giriş kağıtları dağıtılmıştı.  Babam , nasıl olsa devam etmeyeceksin diyerek, giriş kağıdımı alıp, parçalara ayırarak gözlerimin önünde savurmuştu. Savrulan kağıt parçalarıyla birlikte, benimde umutlarım bir bir uçup gitmişti. Okul hayatım devam etmese de kendimi denemek istiyordum çünkü ve o heyecanı tatmak istiyordum.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı biliyordum. Hayatım, tamam yön değiştirmiş, rotasını kaybetmiş bir gemi gibi ilerleyip gidiyordu. Aşklar, sevgiler, bir annenin çocuğuna olan sevgisi, baharın gelişi, güneşin doğuşu, her şey ama her şey bu kadar mı sahte olabilirdi, bu kadar mı yitip giderdi bir insanın gözlerinde. Peki ya neydi çektiğim acının sebebi, her şey bu kadar basit olamazdı.

Hayat… evet hayat dediğimiz şu zırhını kuşanmış kılınçsız cengaver, benimde nefesimi kesmişti. Kaç kişi vardı benim gibi hayatta, benim gibi kaç kişinin daha kalbi, yerinden sökülmüştü parçalanarak. Beynime kök salmış örümcekler günden güne ele geçiriyor ve yiyordu bedenimi. Sağlıklı olarak hiçbir şeye karar veremiyordum artık. Tek istediğim çekip gitmekti. Yalnız, sade ve yalın bir şekilde. Kaç defa toparlayıp kaç defa yerleştirmiştim bavulumu. Kaç defa koymuştum esmerimin fotoğrafını ve kaç defa kesmek istemiştim hayatımı yarıda. Hayata göğüs germek beklide benim harcım değildi.

Sınava girmemde engellenince, artık hayattan tamamen kopmuş ve bana biçilen hayata kendimi hazırlıyordum. 2004/04/08 tarihli düğün tarihimi her kez iple çekerken ben ise sanki öleceğim güne yaklaşıyormuş gibi  korkuyordum.

Okullar kapandıktan iki hafta sonra babam beni annem ve iki erkek kardeşim olmak üzere İzmir Karaburun’daki yazlığımıza göndermişti. Ünal ve ailesi de düğün olmadan oraya gelecek, Orada tatil yapıp düğüne bir hafta kala geri dönülecekti.

Düğüne dair her şey hazırdı. Tek hazır olmayan, benim her gün daha da fazla ızdırap çeken kalbimdi.

İki hafta sonra yazlığa Ümit’in en küçük kardeşi olan Erkan geldi. Erkan, on sekiz yaşında, uzun boylu, ela gözlü biraz uzun çehreli çok yakışıklı bir çocuktu. Onda sezdiğim çok garip bir şeyler vardı. Ve bu durum beni ona doğru itiyordu. Kısa bir zamanda kaynaşmış ve onu gerçekten sevebileceğimin ötesinde sevmiştim. Kendi kardeşlerimden daha da yakın geliyordu bana. Her gün birlikte denize gidiyor, bisiklete biniyor, farklı farklı şeyler yaparak birlikte vakit geçiriyorduk. Onu herkez den daha çok seviyordum. Hissetiğim şey aşk değildi. Peki ya neydi beni bu kadar ona bağlayan, onu bu derece sevdiren duygu. Ne tuhaftı ki Ümit’in ailesinden birisi bu derce bana yakındı. Bana acı veren Ümit ve yine acımı saran onun kardeşi. Onun yanında kendimi çok iyi hissediyor, birazda olsa Ceyhun’u unuta biliyordum.  Ve  diyebilirdim ki beni toparlayan ela gözlü kardeşimdir. Sadakat’ı, dostluğu, kardeşliği her şeyi onda hissetmiştim. Onu bu derece bana yakınlaştıran duygulardı bunlar. İki ay nasıl geçmişti onunla anlamamıştım. Sanki iç bir şey yaşanmamış gibi iki ayım dolu dolu geçmişti.

Evet iki ay geçmişti. Ümit ve ailesi Avusturya Graz dan yola çıkmış üç gün sonra Karaburun da olacaklardı.

Nasıl biriydi Ceyhun, ne severdi, nelerden hoşlanırdı, kişiliği, huyu suyu nasıldı?  Ona dair hiç bir şey bilmiyor ve tedirgindim. Düğünden dokuz gün önce görecektim onu ve bir ömür boyu katlanmak zorunda kalacaktım. Hiçbir şekilde yüzüm gülmüyordu. Kendimi zorlamam rağmen Ümit’e birtürlü tam anlamıyla yaklaşamıyor ısınamıyordum. Fakat bir taraftan da mutluluk
portreleri çiziyordum çünkü ne olursa olsun Erkan, Ümit’in kardeşiydi ve en ufak hatam Erkan’ı benden uzaklaştırabilirdi. Onu da kaybetmekten korkuyordum. En kötü zamanlarımda, tek dayanağım tek desteğim olmuştu bana.

Üç gün geçtikten sonra, babamlar ve Ümit de ailesi ile birlikte yazlığa girmişlerdi.

O kalabalığın içinde kendimi o kadar yalnız hissediyordum ki, kulaklarımı tüm söylenenlere kapatmış hiç bir şey duymak istemiyordum. Benim dışımda her kez çok mutlu idi. Tüm aile bireyleri dokuz  gün sonra olacak düğünümü düşünüyor ve konuşuyordu. Dokuz gün içinde eşim olacak yabancıyı tanımaya çalışacaktım. Yemek yiyişini, oturuşunu kalkışını, konuşmasını, hal ve tavırlarını tüm bunları sevmesem de hazmetmeye çalışacaktım.

Ümit geldiği günden itibaren her gün bana yaklaşmaya çalışıyor, benimle arasındaki mesafeyi yok etmeye  çalışıyordu. Kendince beni mutlu etmeye ve bu yolda elinden gelen tüm imkanlarını kullanıyordu. Aslında üzülüyor ve acıyordum ona. Benim yanımda olduğu müddetçe, biri insanın hayaliyle savaşmak zorunda kalacaktı. Benimle arsındaki mesafeyi asla aşamayacaktı. Aramızdaki mesafenin adı kocaman bir Esmerdi çünkü.

Ceyhun’a deli gibi aşık olduğumu oda biliyordu fakat nasıl bu durumu kabullenebiliyordu, anlamıyor ve şaşkınlıkla bana olan sevgisinin boyutunu düşünüyordum. Ya çok gurursuzdu ya da gerçekten beni çok seviyordu.

Yazlıktaki altıncı günün sonunda Banaz’ a dönmüştük. Tüm hızıyla düğün hazırlıkları devam ederken, ben ise hiç bir şeyle ilgilenmiyor sanki düğün benim için yapılmıyormuş gibi hiçbir şeye elimi sürmüyordum. Çektiğim acı ve kederi içime gömüyor sanki mutluluktan uçuyormuş gibi etrafıma gülücükler saçıyordum. Misafirler geliyor misafirler gidiyor, çeyizler hazırlanıyor, alışverişe çıkılıyordu. Ben ise sadece beden olarak bu aktivitelerin içinde yer alıyor, ruhen hala o yumuk gözlü esmerin yanında konaklıyordum.

Sevip kavuşamamak ne acı. Her günkavuşmayı beklerken, bir gecenin sonunda ve bir sabahın başlangıcında yenihayatlara başlamak ne kadar zor…. Sevdiğinin uğruna ne yangınlara atıyor insan kendini, nelerden vazgeçiyor….. (Devam edecek)

Ayşen OKTAY
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2013 Kategori: Gülşen EKER

SÖZ KIRIKLARI

SÖZ KIRIKLARI

Mutlu olduğumuzu sandığımız saniyeler
İncecik bir kum olup kayar gider ellerimizden
Keskin söz kırıkları dökülür dilden
Yar değil can kovulur yürekten

Öfke midir hayal kırıklığı mı bölüşülen
İçimizde büyüttüğümüz düşler mi sevgimizi kemiren
Aşk değil miydi yoksa elinde sancak yüreğimize dikilen
Öyle bir gün ki gözler köşe bucak kaçar birbirinden

Uzattığım zeytin dalında umut asılıydı oysa
Karanlıklar uyuturken gençliğimi derin uykuda
Bir düş gelimi uğramıştım cennet kokan avuçlarına
Bir yudum huzur dilenmiştim kapında

Olsaydı elinde sererdin önüme/ kucak dolusu huzuru sere serpe
Oysa ağır bir yüktü omuzunda ağlayan geçmişin
Merhametin tutuklu geçmişinde
Düş kırıklıklarınsa hep tetikte
Bırakmadılar bir türlü bırakmadılar ki bizi bize

Mutluluk bir yanıp bir kaybolan yıldız belki de
Tam bulduğun anda kaybettiğin
Dilinin ucunda üç ahenkli hece
Koca samanlıkta küçük bir iğne
Evirip çevirip çözemediğimiz sonsuz bilmece

///Silindi buğulu cama çizdiğim adın
Hayaller kaldı ateşli sayıklamalarda yarım
Oysa ben umutsuzca dallarına savrulan
Kimsesiz kuru bir yapraktım…///

Gülşen EKER
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2013 Kategori: Gülşen EKER

DUALARIM ULAŞIR MI SANA ?

DUALARIM ULAŞIR MI SANA ?

Biliyor usun sana dair ne hayaller besledim, karanlık gecelerin koynunda… Düşlerin ısıttı üşüyen yüreğimi, hiç görmediğim gülüşün sardı benliğimi… Gözlerimden akan iki damla yaşa sığdın kimi zaman, kimi zaman da hayal ettiğim gözlerin oldu tüm dünyam… Billur çığlıkların dolardı kulaklarıma, hayal de olsa, çırpınırdı yüreğim, seni bir an önce susturabilmek için… Gözyaşının tadını merak ettim en çok cinsiyetini değil, bana anne diyeceğin sesinin yüreğimde bırakacağı izleri düşündüm kaç gece…

Saçlarımı karıştıracaktın minicik parmaklarınla, kirpiklerinin yüzüne düşürdüğü gölgeleri koklayacaktım ben sabırsızca. Mis teninde gezinecekti dudaklarım, bendini taşan gül tadına doyamayacaktım.

Oysa yoksun sen… Bilinmezliklere emanet ettim seni, içim kan ağlarken,yüreğime gizledim cennet kokan nefesini. Ellerin saçlarımda gezinir hala, kirpiklerinin gölgesi kaldı bakışlarımda… Sen olmazlarımın koynunda, uyuyorsun mışıl mışıl, nurun başucunda, dualarım ulaşır mı sana?

Ah bebeğim

Seni ne çok sevecektim…. Bakışlarında bir ömür mutluluk bahşedecektin bana. Oysa sen hiç ama hiç gelmeyeceksin…. Ne olur hiç uyanma… Ağlarsan duyamam, alamam ki seni koynuma… Çığlığın ulaşırsa sığındığım dört duvara, kanarım yüreğimden, sığamam uykulara.. Taşarım hayaline, bırakıp dünyayı koşarım yanına…. Gül yanakların olur tüm hayatım, kollarım olur korunağın işte o zaman doyarım sana.

Hiç doğmayacaksın sen biliyorsun bunu… Ne olur affet beni…

Kirpiklerinin gölgesinde kaybolan annen…
Gülşen EKER
www.kafiye.net