Kategoriler

Arşivler


Tarih 11 Tem 2013 Kategori: Aysel AL

Barış İstiyorum

Barış İstiyorum

Bir kapı açtım dünyaya
Ellerimle, dualarımla…
Oradan el ele yürüyüp çıktım
Gül kokulu çocuklarımla…

Evreni, ulusları
Ve cümle yürekleri kucakladım.
Sildim, süpürdüm göklerden
Kara bulutları bir bir….
Barış meydanında
Halaya başladım….

Bir kapı açtım dünyaya
Rüzgâr getirdim, serinlik verdim
Yanan yüreklere…
Öfkeyi, kini oracıkta bitirdim.

Ölüm araçları çığlıkları
Acıları, yoksulluğu yendim.
Alınları, avuçları
Yıkadım, arıttım, pak ettim.

Yuvasını yeniden yaptı leylek
Julyen Sütunu’nun tepesine…
Barış istiyorum.
Sevgi istiyorum diyerek
Yine ayyıldızımı çektim
Ankara Kalesi’ne….

Aysel AL
www.kafiye.net


Tarih 11 Tem 2013 Kategori: Aysel AL

Bir Bahar Akşamı


Bir Bahar Akşamı.

Bir bahar akşamı tanıdım seni,
Birleşti ellerimiz,
Ilıman havalarda,
Doldu, taştı içimiz.
Destanlar üstü,
Destan oldu sevgimiz,
Yok oldu ben –sen,
Olduk biz….

Bir bahar akşamı hissettim kokunu,
Çiğdemler kadar nefis,
Başımı döndürmeye yetiyordu,
Ruhumun girdaplarını,
Düzeltiyordu…

Bir bahar akşamı sevdim seni,
Ay misali, aydınlattın gecemi,
Beynim karanfil bahçesine döndü,
Kalbim aşkınla doldu….
Tutunca pamuksu ellerinden,
Kederlerim kayboldu….

Bir bahar akşamı âşık oldum,
Yıldırımlar düştü aklıma,
Süt kuzusu düşlerimi,
Peşin sıra yolladım…
Gönlüm deli tay,
Yılları kovaladım….

Aysel   AL
www.kafiye.net


Tarih 11 Tem 2013 Kategori: Elvan USUL

KABİRDE DÜĞÜN

KABİRDE DÜĞÜN

Hiç habersiz çekip gittin; aşk perişan,
Sevişen güllerim soldu hicranından.
Yâr oldu geceme bir yastıkla yorgan.
Sensizliğin şavkı dolunca odama…

Yeşilin benzi attı, bahar hazanda.
Kırmızılar karardı tüm renkler yasta,
Duvarlar kara çullu, gözlerim hasta,
Cansızlığın şavkı dolunca odama…

Kâbuslarda, o cengâver rüyalarım.
Ölüme meyilli şimdi umutlarım.
Rüzgârlarda asılı kaldı dudağım,
Faniliğin şavkı dolunca odama…

Bilmezdim zordur kelimeyi yıkamak,
Gusül aldırıp da ardından yollamak.
Gelmezdi aklıma ölümünü yazmak,
Yalnızlığın şavkı dolunca odama…

Kokunu hülyalardan sordum her gece,
Ne bir yanıt aldım ne duydum gönlümce.
Şairliğime kızdım, yazıldın kabre,
Toprağın şavkı dolunca odama.

Seni saran Felek; beni sarmalasın,
Sarıp da kefene yanına yatırsın.
Düğünümde parmaklarım kınalansın,
Kavuşmanın şavkı dolunca odama.

Elvin ELVİNCE
Kasım 2007
www.kafiye.net


Tarih 11 Tem 2013 Kategori: Tuğba KARADEMİR

Hasta Beyinden Çıkan Mektuplar – 3

Hasta Beyinden Çıkan Mektuplar – 3

Bugünlerde herkes bir başka davranıyor bana. Bu durum hiç hoşuma gitmiyor aslında. Ben alışkın değilim insanların bana iyi davranmasına, gülen yüzlerine. Ki bunlar maske, biliyorum. Her neyse. Herkes arayıp “Geçmiş olsun”lar yağdırıyor başımdan aşağı ya da “Takma kafana”lar. Takmıyorum zaten bu hastalığı bilmiyorlar. Ben hastalanmadan önce de Azraille dip dibeydim. Yani 23 Haziran’dan beridir.

Sana yazdığım bu 3. mektup henüz. Göndermemeye kararlıyım. Ama illaki bir gün ulaşır eline bu satırlar, öyle umuyorum yani. Bu arada baş ağrılarım dayanılmaz bir hal aldılar son zamanlar. Doktorların verdiği tonla hapın hiçbiri tesir etmiyor. Yani bu hastalığın tek kötü yanı bu bence. Ölüme yaklaşmak adım adım, ya da saçlarımın dökülmesi falan problem değil de ağrı ağır sinir bozucu. Seni özlemeye bile alışan beni ölüm korkutamaz demiş miydim önceki mektuplarda? Demediysem de şimdi diyorum. Annem haftalardır gözleri şiş geziyor. Yanımda her ne kadar gülücükler saçsa da ben  odama çekildiğim an başlıyor göz sancıları, gözyaşları mutlaka. Babam güçlü adam. Öyle sağlam, öyle dayanıklı, öyle kuvvet ve kudret sahibi duruyor ki… Ölüm korkar duruşundan. O yüzden nedense babamın yanındayken ölmeyecekmişim gibi hissediyorum. Ya da ben öldüğümde o yanımda olmayacak kesin. O varken Azrail korkuyor çünkü. Bence yani. Annem sabah akşam Kur’an okuyor. Bana abartıyorlarmış gibi geliyor; ölümü. Sürekli tebessümler saçıyorum. Üstelik etrafımdaki kuru kalabalığın takındığı maskeler kadar yapmacık değil. Gayet doğal, gayet sevecen…

Saçlarımın dökülmesi artık annemi kızdırmıyor biliyor musun? “Bıktım şu saçlarından, her yer saç!” demiyor. Üstelik eskiye nazaran 3-5 kat fazla dökülüyor saçlarım. Aklıma “Sen kel kalsan da severim seni.” Dediğin gün geldi. Belki unutmuşsundur. Hani rüyamda saçlarımın olmadığını falan görmüştüm, sabah ağlayarak mesaj atmıştım sana. Trajikomik bir gündü.

Çocuktum. Çok masumdum.

Sen de çocuktun. Göğsüme dayanmış en soğuk namluydun.

Neyse.

Kafama bir şey takmıyorum demiştim ya, annemin gözyaşları dışında işte. Dayanamıyorum onu böyle çaresiz görmeye. Hastalığın 2. evresindeyim. İlk evre zaten tümörün oluşum evresi miymiş neymiş. İlk başlarda sıradan bir sinüzit ağrısı sanılmıştı işte. O sebeple 2. evreye kadar farkına varılmadı. Tümör tanısı konulalı 3 hafta falan oluyor. Üçüncü evreden sonra zaten tedavisi yokmuş sanırım. Radyoterapiye gitmekten rahatsızım bir de. Söyleyeyim dedim.

Aslında önceki mektuplarda sırf seni ne kadar özlediğimi yazarken bunda böyle tümüyle hastalığımdan söz etmek sıkıcı. Zaten hastalık sözcüğünün ta kendisine sinir oluyorum. Biliyorsun. Doktorları da sevmezdim hiç. Kasıklarım ağrıdığında zorla doktora götürmye kalkmıştın. O zaman bile gitmemiştim. Şimdi ellerimden tutup yine “Hadi doktora!” demeni öyle çok isterdim ki.. O hastane cennet olabilirdi bana. Aman saçmalıyorum işte, senbana bakma.

Uzun uzun yazasım var sana. Ben yazarak rahatlıyorum malum. Doktorların verdiği kutu kutu haplar bile bu kadar iyi gelmiyor, rahatlatmıyor. Sanırım “O gün” gelene kadar ben arkamda 5-10 kitabı dolduracak kadar yazı bırakırım. Gerçi belli olmaz. O gün, bu gün de olabilir ya, neyse.

Saçlarıma dokunmanı özledim. Beni Kız Kulesi’ne küstürmeye hakkın yoktu biliyorsun değil mi? Ya da evimin pencerelerine, evinin sokağına, okulumun etrafındaki sokak ve parklara, apartman girişlerine, bu şehre işte… Koskoca şehre küskün kalmak istemezdim, hele ki senin yüzünden… Hele ki zamanında İstanbul’a aşıkken ben… Bu şehre sana yazdıklarımdan fazla şiir adamışken… Neyse. Benim canım sağ kalır mı bilmiyorum ama senin canın sağ olsun, her şeye rağmen. Anneni bile özledim. Kardeşini, sizin evi, peltek sesini, gülüşünü, muzurluklarını, kokunu, esmer tenini… Canım her yandığında sana koşmaya alışmamalıymışım. Kimseye alışmamalıyız aslında. Kimse bakî değil.

Bu arada bana aldığın taç kayboldu. Atmadım gerçekten. Ama o barıştığımız gün ağlayacağımdan emin olduğun için yanında getirdiğin selpak hala duruyor. Yokluğunda pek ağlamadım aslında, ama ağladığımda da kullanmadım onları. Kolumun kenarına sildim gözyaşlarımı. Eski defterlerimi de karıştıramıyorum artık var ya… Her yerde tarihler, seninle ilgili anılar falan… Yazmaya aşık bir kız seneleri eskiten bir aşkı her yere yazmış işte. Neyse, ilaçlar uyku yapıyor. Ağır bir uyku hem de. Zaten bana kalırsa sadece buna yarıyor o lanet haplar; uykuya! İyileştirmek adına bir halta yaramıyorlar. Ben daha fazla yazmaya zorlarsam kendimi göz çukurlarım mezar olacak satırlarıma sanki. Uyumam gerek.

Merak etme açmam arayı pek. Ömrüm olursa, yazarım yine uzun uzun.

Bu arada seni çok büyük özlüyorum.

Tuğba Karademir ( Mavi  )
www.kafiye.et


Tarih 11 Tem 2013 Kategori: Tuğba KARADEMİR

Yalnızlığın Etkileri

Yalnızlığın Etkileri

Sanki tükürsem yalnızlık tükürcekmişim gibi, kussam yalnızlık kusacağım, beynimi dağıtsam duvarlar yalnızlığa boyanacak. Beynimi dağıtmak… Bu fikir oldukça hoş. Son fırtı çekip de söndürüyorum elimdeki sigarayı. Kül tablası izmaritlerden görünmeyecek hale gelmiş ve sigara pakedim şuan boş. Kadehim boş. İyice canım sıkıldı bu duruma.

Gökyüzü simsiyah. Kırmızı olmalıydı. Kırmızı her zaman güzeldir. Göğü kırmızıya boyamak benim elimde. Biraz kan sıçratmalıyım gökyüzüne. Biraz şarap hatta… Martılar ölmeli sabaha. Sen ölmelisin sevgilim. Seni sevmiyorum; bunun için tonlarca sebebim var. Sen iğrenç bir adamsın en başta. Sevgime layık değilsin. Kimsenin sevgisine layık değilsin. Sinsi, lanet ve çirkin bir herifsin. Yalancısın. Dengesizsin. Şerefsizsin mesela. Daha sayabileceğim tonla sebep var ayrıca.

Seni özlemiyorum; bunun için de epey sebebim var. Sigaramı özlemek bile daha cazip geliyor. Başka kadınlarla kahkahalara boğulurken sen, ben gözyaşlarımın en derininde boğuluyorum her gece, bu yüzden seni özlemek bana günahtır sevgilim. Sen kimsin seni özleyeceğim? Neyini özleyebilirim? Ellerimi tutup ardından bırakışlarını mı? Gitmemeye ettiğin yeminleri yok sayışlarını mı? Gidişlerini? İhanetlerini? Gizlediklerini, yalanlarını? Gördüğün gibi çok aşağılık bir adamsın. Özlenecek bir yanın da yok üstelik.

Seni beklemiyorum; bunun için de çok sebebim var. En başta sen “Bekleme.” dedin. “Bekle.” deseydin, Tanrı biliyor, sen de biliyorsun ki ömrümün sonuna dek beklerdim bunca şerefsizliğine rağmen. Ama beklemiyorum. Gelmeyeceğini çok iyi biliyorum çünkü. Göğün kırmızı olmadığını bildiğim kadar. Ölsem bu gece, duymayacağını, duysan da üzülmeyeceğini bildiğim kadar.

Aramıyorum seni; bunun için de sebeplerim var elbet. Aramıyorum çünkü gururumu büyüttüm yokluğunda. Kinimi, öfkemi… Hepsi koca koca adamlar oldular. Görsen şaşırırsın sevgilim. Aramıyorum seni çünkü başka bir kadın açabilir telefonu. O kadar güçlü değilim işte, henüz. Ya da açmayabilirsin, en beteri meşgul çalabilir… Yahut açtığında sıkılgan bir sesle “Ne var?” diyebilirsin, “Beni bir daha arama.” Bugüne kadar yaptıklarından ötürü sana kızabilirim ama o zaman kendime kızarım aradığım için. Yer yarılsa, dibine girsem ve yeryüzü üstüme kapansa isterim. Bunun en kısa provası cenazem olacaktır. Neyse. Aramıyorum işte. Aramayacağım.

Geçmiyorum kapından; bunun için de çokça çünkü’m var. Geçmiyorum çünkü; karşılaşmak istemiyorum. Ki ben seni bir daha görmemek için sırf helal ettim hakkımı. O rezil yüzünü görmek istemiyorum. Utancın kaldıysa bir gram, utançtan başını çevirmeni istemiyorum. Bir zamanlar “Erkeğim.” dediğim adamın yüzüme bakamayacak kadar aciz olduğunu görmek istemiyorum işte. Ya da biriyle konuşmana denk gelir de sesini duyarım diye… Sesinin Allah belasını versin. Böyle ses mi yaratılır? Aşka denk düşecek ses mi olur ulan? Olmamalı. Tanrı bana neden kızdı bilmiyorum ama böyle bir tuzak kurmuş işte. Neyse.

Aslına bakılırsa ben seni çok seviyorum. Bunun için hiçbir sebebim yok üstelik. Herkese deminden beri saydığım yalanları sıralıyorum. Hiçbir halta yaramıyorlar. Sana yazdım ben de bu yüzden, belki okursun da bir parça vicdanın sızlar diye. Olmayan vicdanının da Allah belasınıversin sevgilim. Seni sevmek için hiçbir sebebim yok! Sevilmeye layık olan en son insan bile olamazsın yeryüzünde. Sevilmek ağır gelir senin yüreksizliğine, yüzsüzlüğüne… Taşıyamazsın, sendelersin, düşersin, olmadı gidersin.

Biliyorum. Neyse.

Seni aramıyorum çünkü ben dönmeyeceğini adım soyadım gibi biliyorum. Rahatsız etmek istemiyorum. Yanındakiyle keyfini kaçırmak falan…

Seni bekliyorum, aptal gibi. Ve her gün ölüyorum. Her gün yepyeni intiharlar keşfediyorum. En etkili olanıysa seni özlemek. Evet seni çok özlüyorum. Adam rolü yaptığın günleri en azından….

Kapından geçmiyorum çünkü boynuna sarılmaktan, düşüp kalmaktan sokağın ortasında ya da zar zor bir kapıya kendimi atıp salya sümük ağlamaktan, acziyetimi görmenden korkuyorum. Neyse.

Bitmeyen sigara icat etmeliler ulan. Bu ne böyle. Ben iki paket daha almaya çıkıyorum.

Lütfen bir sokakta denk gelelim. Çünkü; seni çok özledim.

Tuğba Karademir ( Mavi )
www.kafiye.net


Tarih 8 Tem 2013 Kategori: Elvan USUL

ÇİLE SEMTİ SAKİNLERİ

ÇİLE SEMTİ SAKİNLERİ

Çileliyim ben,
Çilenin içinde açmışım gözümü. Buradayım kendimi bildim bileli. Evler yumak yumak çile doludur burada. Çilenin en derin gözyaşlarında yüzerek geçiririz hayatımızı. Konu komşu, çoluk çocuk hepimiz severiz birbirimizi. Küçük bir bakkalımız var dar sokakta. Önünden geçtiğin an mutlaka bir şeyler bulursun avuçlarında. Çok cömerttir bizim bakkalımız. Gelene geçene çile dağıtır durur.
Bir de karakolumuz var sokağın sonunda. Ben pek sık giderim oraya. Serzenişlerimin ifadesini isterler. “Çilenin içinde nedir senden çektiğimiz” diye kendileri serzenişte bulunur bu sefer. Baş edemediklerinde savcılığa sevk ederler. Susarım karşısına çıkınca hâkimin sonra da salıverirler beni iyi halimden.
Vefalı çok dostum var bu semtte. Hasret, Hüzün, Acı, Keder… Hiç ayrılmayız birbirimizden. Birimiz bir yüreğe düşse hepimiz atlarız ardından.
Bizim Hasret âlem adamdır. Vuslat da vuslat diye diye ölecek aşkından. Vuslatsa gördüğüm, bildiğim, tanıdığım en inatçı, en acımasız kadındır. Bir kere gelse ya. Nerdeeee. Nuh diyor peygamber demiyor Vuslat Hanım. Bizim Hasret de ne yapsın yana yana hala bekliyor Vuslat’ını. Bilse Vuslat’ın gözü yükseklerde. Eli, ele dokundurmanın ötesinde eli paraya dokundurmakla geçimini sağladığını kendi gözleriyle bir görse. Hasret, hasretliğinden utanır belki ama hiç değilse bu kadar yanmaz içi be.
Hüzün bizim semtin kızıdır. Çok narin, çıt kırıldım, suskun biridir. Gözyaşları nöbet tutar daima gözünün kıyısında. Bazen yanından geçerken yanlışlıkla elimiz değse başlar hemen ağlamaya. Yetim düşlerini anlatır arada bir. Dayanamayız koşarız hemen çilenin gözyaşı havuzuna. Serinleriz, atarız içimizdeki yangınları. Avazımız çıktığı kadar bağırırız. Sonra biz yine karakolda…
Acı, semtimizin delikanlısıdır. Mangal gibi yüreği vardır. Misafirliği pek sevmez, gitti mi yatıya kalır. Üç gündür bizde kalıyor mesela.
Keder, serkeştir biraz. En çok onunla yatarız nezarethanede. Dostluğumuz hiç bozulmadı bugüne kadar. Kaderden geldiğini söyler durur. Öyle bir coşturur ki insanları, kimini sızıncaya kadar içirir, kiminin hücre ayarlarıyla oynar kriz geçirttirir. Benimse kalemimi güçlendirir. Onun için severim kendisini.
Daha çok dostumuz var bu semtte. Lakin anlatamam. Peşimde biri var. Birazdan gelirse hepimizi kovar. Bizim semtin belalısıdır bu AŞK. Ne zaman gelse hepimizi yok eder, tozu dumana karıştırır. Onun için o gelmeden dostlarıma gidiyorum.
Bu arada ben kim miyim? Çile semtinin çilekeşi YALNIZLIK.

Elvin ELVİNCE
Temmuz 2013
www.kafiye.net


Tarih 7 Tem 2013 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

Hakkım Yok Hakkın Yok

Hakkım Yok Hakkın Yok

Sana sevdiğimi, söylemedim diye,
Sen nasıl kızarsın, hiç sormadın bile!
Bana sevdiğini, söylemedin diye,
Ben nasıl kızarım, hiç sormadım bile!

Hakkım yok sevmeye, elinden tutmaya!
Gülen cemalinden, bir buse almaya,
Gül kokan tenini, her gün koklamaya,
Hakkım yok sevmeye, seninle olmaya!

Hep yasaksın bana, bilemedim niye?
İki cihanda da, seveceğim seni,
Hicran kaderimse, vuslat diye diye,
Dilencileri gibi, dilenirim seni!

Hakkın yok sevmeye, elimden tutmaya!
Güzel cemalimden, bir buse almaya,
Gül kokan tenimden, her gün koklamaya,
Hakkın yok sevmeye, benimle olmaya!

Hep yasağım sana, bilemedin niye?
İki cihanda da, seveceksin beni,
Hicran kaderinse, vuslat diye diye,
Dilenciler gibi, dilenirsin beni.

Hep yasaksın bana, bilemedim niye?
İki cihanda da, seveceğim seni,
Hicran kaderimse, vuslat diye diye,
Dilencileri gibi, dilenirim seni!

18: 40’da
Söz: Bilgehan Emirşanoğlu
www.kafiye.net


Tarih 7 Tem 2013 Kategori: Onur BİLGE

GÖZLERİN KADAR DERİN

GÖZLERİN KADAR DERİN

Öyle bir yakmış ki o kor bakışlar gözümü
Özümü kör etmiş körkütük âşık üstelik
İstedik sadece seyredelim özenle çizilmiş hatları mahveden hatları
Katları çıkalım hayranlık köşkünde tek nefeste
Üst üste konunca beğeni şablonuma tıpatıp oturmaktasın
Durmaktasın zirvesinde ve vurmaktasın yüreğimde çılgınca
Aklınca çıkılmaz girdaplara umarsız iterken
Erken inen gecede başka yörüngelerde gezmektesin
Ezmektesin kibre dair ne varsa içimde
Bir biçimde eğitmekte ve canıma yetmektesin
Bitmektesin ufukta son süratte
Saatte binlerce mil kat etmektesin
Kahretmektesin ne yaptığının farkında değilsin
Eğilsin baş kaldırmaya kalkarsam zulmüne belim
Elim cezalara çarptırılsın ruhum ve bedenim
Benim olmayan aklım bile dibe vursun
Kurusun hakkında konuşursam dilim
Bir milim aleyhine dönerse
Sönerse yaktığın ateşler dağımda
Sağımda solumda yılanlar kaynasın
Aynasın ruhumun karmakarışıklığına
Işıklığına ışıksın ve rakip her halükârda her güneşe
Gün eşe yürür kavuşur dağların ardında her gece
Nece anlatırım ki Şiir’im anlaşılmaz derdim
Derdim ki ‘Hissedilmemiş hisler bahçesinden sözler derdim
Serdim geleceğin yollara duygularımı anlatsınlar diye’
Niye ne kadar dillendirdiysem o denli suskun duygularım
Uygularım ne kadar anlatım biçimi varsa
Yarsa içimi yazarken her biri olup da birer ağıt
Kâğıt suspus yazı fersiz ve bir o kadar dilsiz onca şiirim
Şiir im Şiirya’mda şir pençesinde çırpınır binlerce nefessiz hece
Sadece sayfalar dolusu feryat ve şikâyet
Nihayet günün birinde harf seli durur
Kurur damarda kan kalemde mürekkep
Hep böyle gidecek değil ya ilelebet
Elbet sonu gelecek her sonlu gibi
Dibi görünecek derinde yerin
Derin bu mevzu göz bebeğim
Bebeğim gözlerin kadar derin

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 7 Tem 2013 Kategori: Mehmet ALUÇ

ÇOCUK KALBİM

ÇOCUK KALBİM

Hüzünlü halini gördüğüm zaman,
Karlarla örtülü çatı gibisin.
Çektiğin azabı sorduğum zaman,
Bulutu kızaran batı gibisin.

Başında bulutlar elem çiledi,
Bakışın acına imdat diledi.
İki dudağında hüzün kilidi,
Baltayla kırılmaz kutu gibisin.

Aşkın şarabını içiren saki,
Dedi biz faniyiz aşkımız baki
Sevda kulesinin en ucundaki,
Parlayan kristal katı gibisin.

Bedenim yorulmuş yüreğim zinde,
Yıllardır koşarım vuslat izinde.
Kaybolan gönlümün aşk denizinde,
Gezdiği büyülü yatı gibisin.

Sensizim ruhumun deli çağında,
Bahçıvan olmuşum sevda bağında.
Çocuksu kalbimin yar kucağında,
Hasretle içtiği sütü gibisin.

Mehmet NACAR
www.kafiye.net


Tarih 7 Tem 2013 Kategori: Mehmet NACAR

BETER OL

BETER OL

Gülerek okudum son mektubunu,
Perişan hallerim berbat diyorsun.
Böyleymiş alçaklık etmenin sonu,
Çamura gömüldüm heyhat diyorsun.

Küfrünün zulmüyle anlatıp beni,
Unutmam bırakıp gittiğin günü.
Kaçtığın sevgilin yiğitti hani?
Kapıya bıraktı imdat diyorsun.

Ne sigara param, ne ekmek param,
Kalmadı cebimde, kanıyor yaram,
Sendedir umudum, sendedir çarem,
Ömrümün kalanı feryat diyorsun.

Kirlenmiş ruhunda aşkın hüneri,
Başıma dökülen kezzap pınarı.
Yeni mi fark ettin azim çınarı?
Yalvarıp dalını uzat diyorsun.

Allah’ın mekânı gönül dergâhı,
Cezasız bırakmaz hiçbir günahı.
Ne zaman tutmadı mazlumun ahı?
Sonuna yaklaştı hayat diyorsun.

Dilerim Tanrıdan beterden beter,
Olurken bağrında dumanlar tüter.
Kendimi düşürdüm çektiğim yeter,
İhanet suçuma berat diyorsun.

Şimdi bir ecem var rakip güneşe,
Muhabbet büyüsü sunar peş peşe.
Dengemi yitirdim atma ateşe,
Karşıya geçirmez Sırat diyorsun.

Mehmet NACAR
www.kafiye.net