Hasta Beyinden Çıkan Mektuplar – 3

Bugünlerde herkes bir başka davranıyor bana. Bu durum hiç hoşuma gitmiyor aslında. Ben alışkın değilim insanların bana iyi davranmasına, gülen yüzlerine. Ki bunlar maske, biliyorum. Her neyse. Herkes arayıp “Geçmiş olsun”lar yağdırıyor başımdan aşağı ya da “Takma kafana”lar. Takmıyorum zaten bu hastalığı bilmiyorlar. Ben hastalanmadan önce de Azraille dip dibeydim. Yani 23 Haziran’dan beridir.

Sana yazdığım bu 3. mektup henüz. Göndermemeye kararlıyım. Ama illaki bir gün ulaşır eline bu satırlar, öyle umuyorum yani. Bu arada baş ağrılarım dayanılmaz bir hal aldılar son zamanlar. Doktorların verdiği tonla hapın hiçbiri tesir etmiyor. Yani bu hastalığın tek kötü yanı bu bence. Ölüme yaklaşmak adım adım, ya da saçlarımın dökülmesi falan problem değil de ağrı ağır sinir bozucu. Seni özlemeye bile alışan beni ölüm korkutamaz demiş miydim önceki mektuplarda? Demediysem de şimdi diyorum. Annem haftalardır gözleri şiş geziyor. Yanımda her ne kadar gülücükler saçsa da ben  odama çekildiğim an başlıyor göz sancıları, gözyaşları mutlaka. Babam güçlü adam. Öyle sağlam, öyle dayanıklı, öyle kuvvet ve kudret sahibi duruyor ki… Ölüm korkar duruşundan. O yüzden nedense babamın yanındayken ölmeyecekmişim gibi hissediyorum. Ya da ben öldüğümde o yanımda olmayacak kesin. O varken Azrail korkuyor çünkü. Bence yani. Annem sabah akşam Kur’an okuyor. Bana abartıyorlarmış gibi geliyor; ölümü. Sürekli tebessümler saçıyorum. Üstelik etrafımdaki kuru kalabalığın takındığı maskeler kadar yapmacık değil. Gayet doğal, gayet sevecen…

Saçlarımın dökülmesi artık annemi kızdırmıyor biliyor musun? “Bıktım şu saçlarından, her yer saç!” demiyor. Üstelik eskiye nazaran 3-5 kat fazla dökülüyor saçlarım. Aklıma “Sen kel kalsan da severim seni.” Dediğin gün geldi. Belki unutmuşsundur. Hani rüyamda saçlarımın olmadığını falan görmüştüm, sabah ağlayarak mesaj atmıştım sana. Trajikomik bir gündü.

Çocuktum. Çok masumdum.

Sen de çocuktun. Göğsüme dayanmış en soğuk namluydun.

Neyse.

Kafama bir şey takmıyorum demiştim ya, annemin gözyaşları dışında işte. Dayanamıyorum onu böyle çaresiz görmeye. Hastalığın 2. evresindeyim. İlk evre zaten tümörün oluşum evresi miymiş neymiş. İlk başlarda sıradan bir sinüzit ağrısı sanılmıştı işte. O sebeple 2. evreye kadar farkına varılmadı. Tümör tanısı konulalı 3 hafta falan oluyor. Üçüncü evreden sonra zaten tedavisi yokmuş sanırım. Radyoterapiye gitmekten rahatsızım bir de. Söyleyeyim dedim.

Aslında önceki mektuplarda sırf seni ne kadar özlediğimi yazarken bunda böyle tümüyle hastalığımdan söz etmek sıkıcı. Zaten hastalık sözcüğünün ta kendisine sinir oluyorum. Biliyorsun. Doktorları da sevmezdim hiç. Kasıklarım ağrıdığında zorla doktora götürmye kalkmıştın. O zaman bile gitmemiştim. Şimdi ellerimden tutup yine “Hadi doktora!” demeni öyle çok isterdim ki.. O hastane cennet olabilirdi bana. Aman saçmalıyorum işte, senbana bakma.

Uzun uzun yazasım var sana. Ben yazarak rahatlıyorum malum. Doktorların verdiği kutu kutu haplar bile bu kadar iyi gelmiyor, rahatlatmıyor. Sanırım “O gün” gelene kadar ben arkamda 5-10 kitabı dolduracak kadar yazı bırakırım. Gerçi belli olmaz. O gün, bu gün de olabilir ya, neyse.

Saçlarıma dokunmanı özledim. Beni Kız Kulesi’ne küstürmeye hakkın yoktu biliyorsun değil mi? Ya da evimin pencerelerine, evinin sokağına, okulumun etrafındaki sokak ve parklara, apartman girişlerine, bu şehre işte… Koskoca şehre küskün kalmak istemezdim, hele ki senin yüzünden… Hele ki zamanında İstanbul’a aşıkken ben… Bu şehre sana yazdıklarımdan fazla şiir adamışken… Neyse. Benim canım sağ kalır mı bilmiyorum ama senin canın sağ olsun, her şeye rağmen. Anneni bile özledim. Kardeşini, sizin evi, peltek sesini, gülüşünü, muzurluklarını, kokunu, esmer tenini… Canım her yandığında sana koşmaya alışmamalıymışım. Kimseye alışmamalıyız aslında. Kimse bakî değil.

Bu arada bana aldığın taç kayboldu. Atmadım gerçekten. Ama o barıştığımız gün ağlayacağımdan emin olduğun için yanında getirdiğin selpak hala duruyor. Yokluğunda pek ağlamadım aslında, ama ağladığımda da kullanmadım onları. Kolumun kenarına sildim gözyaşlarımı. Eski defterlerimi de karıştıramıyorum artık var ya… Her yerde tarihler, seninle ilgili anılar falan… Yazmaya aşık bir kız seneleri eskiten bir aşkı her yere yazmış işte. Neyse, ilaçlar uyku yapıyor. Ağır bir uyku hem de. Zaten bana kalırsa sadece buna yarıyor o lanet haplar; uykuya! İyileştirmek adına bir halta yaramıyorlar. Ben daha fazla yazmaya zorlarsam kendimi göz çukurlarım mezar olacak satırlarıma sanki. Uyumam gerek.

Merak etme açmam arayı pek. Ömrüm olursa, yazarım yine uzun uzun.

Bu arada seni çok büyük özlüyorum.

Tuğba Karademir ( Mavi  )
www.kafiye.et