şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Biz sevdik be yarım!
Ülkemin kurşun sıkılmış yollarında,
Yuregimizden çıkardığımız mermileri,
Namlunun ucuna sürmeyi sevdik.
Kamufle edilmiş adi alış-verişlerin,
Kara toprak terazisi olmayı sevdik,
Toprağa yakın duran başımızla.
Biz sevdik be yarım!
Gök mavi kalsın diye boyadık taşları,
Elimizde biriktirdiğimiz hain kanıyla.
Üstümüze sıçramasın diye sakladık evlatlarımızı,
Evlatlarımızdan olma pahasına…
Bir arada tutmak içindi ay ile yıldızı,
Kimlik kimlik ayrılmalarımız;
Ismimizi unutmak pahasına.
Bir gecede ateşe verip tüm tebessumleri,
Soğuk duvarları çizdik sonra yüzümüze.
Hapsolmuş gençliğimizi tutuklamak pahasına.
Bilmedi kimse kim olduğumuzu,
Kim olmadık ki yar biz bu cihanda.
Dost bile olduk postunu aldığımız adamla.
Düşman olup alaladık en sevdiklerimizi.
Can dediklerimize bırakıp canımızı
Cesetimizle çıkardık cemiyetten haysiyetsizleri.
Bayrak dedik, vatan dedik, millet dedik,
Konuşmayı da bildik, susmayı da öğrendik.
Biz sevdik be yarım!
Merhametin beşiginde salladık insanları.
Yıkmadık hiç sevdası yüreğinde gezeni,
Kesmedik vatan evladının o kınalı parmaklarını.
Incitmedik hic bir ceylanın tenini,
Uymadık uydurulmuş modanın modeline.
Biz sevdik be yarım!
Yarından sonrası için sevdigimiz bugünü,
Emanet ettik kızımıza, oğlumuza…
Onlar ise şimdi, paramız kadar yanımızda.
Elvan Usul
Eylül 2014
www.kafiye.net
AY GÜNEŞE TESLİMDİ
Sonbahar, Sakarya Caddesi’ni çok üşütürdü. Etrafta ağaç
olmasa bile, cadde yaprak dökerdi sanki. Her gün bu yolu yürürken, neşeli
insanlar geçerdi gözümün önünden; arabada son ses müzik, gamsız görüntüleriyle…
Tersanedeki fırın daha güzel ekmek çıkarttığından, annem
ekmeği oradan almamı istiyordu. Yolu uzatacak olsam da, geri dönüp ekmeği
almalıydım.
Aklıma neler gelmedi neler? Her adımımda nice düşünceler…
Bu sene kış iyi bastıracağa benzer. Teyzemin kızının, bu yaz
boyunun birden uzaması benim işime yarayabilirdi doğrusu. Siyah kaşe mantosu
artık O’na kısa gelebilir ve bana verebilirdi. İçim ısındı birden…
Ekmeğin kokusuyla evdeki yemeğin hayali Sakarya Caddesi’ni
ve ada yolunu hiç anlamadan bitirmeme sebep olmuştu dönerken. Zaten yürümekten
hiç yorulmazdım ki…
Mahallenin yaramaz çocuğu Mustafa, bahçe kapısının çürümeye
yüz tutmuş kapısını, eline sivri ve sert ne geçerse oyuyor, çabuk çürümesine
sebep oluyordu. Tam da suçüstü yakalamak buna denir. Bağırmadan yanına
yaklaştım, çıt çıkarmadım ve sessizce yanına oturdum. Beni görünce irkildi.
Benden en fazla beş yaş küçüktü. Yine o anlam veremediğim ukala, korkusuz
bakışı göz bebeklerimde geziniyordu.
-Neden yapıyorsun bunu Mustafa?
-Neyi?
-Kapıyı diyorum; neden oyuyorsun?
-Çok sıkışmış ve karanlık. Güneş girmeli; pencere açıyorum.
Ne diyeceğimi bilemedim. Bu defa benim gözlerim gezindi,
Mustafa’nın kamburumsu bükülmüş, köşeye sinmiş bedeninde. Verdiği cevaplarla
susturuyordu beni. Bu yüzden midir bilmem, O’na soru sormayı çok seviyordum.
Bahçenin kapısını aralamamla beraber, en sevdiğim yemek olan
taze fasulye kokusu içime işledi. Annem bahçede kendi yetiştirir, bizlere taze
sebze yedirmeyi severdi. Hem de evin geçiminde babama destek de olurdu. Hüsniye
teyzeyle annemin sesi, bahçenin arka tarafından geliyordu. Bayılırlardı ikisi
de dut ağacının altına kilim atıp sohbet etmeye. Hatta onları, çok defa beş taş
oynarken ve çocuklar gibi kavga ederlerken bile yakalamıştım. Arkadaşlıklarını
çok seviyordum. Koşarak ikisinin de yanaklarından öptüm. Benim için
topladıkları incir dolu tası uzattı annem.
-Taze taze ye kızım; ama önce yemek, sonra meyve.
Allah’ım yine güzel bir gün. Evimdeyim; her şey çok güzel…
Divanın annem tarafından düzenlendiğini hemen anlardım. Her
sabah özenerek katladığım pijamalarımı bozar, kendi düzenine göre yeniden
katlardı. Aslında onun gibi katlayabiliyor olsam da, elinin değmesi beni mutlu
ederdi. Evin bahçeye en güzel açılan penceresinin dibindeydi divanım. Çok odalı
değildi evimiz. Divan ve çalışma masamın dip dibe sığdığı bu sonradan kurma
odamı saymazsak, iki oda ve dar bir mutfaktan ibaretti. Bahçe ise büyük ve
verimliydi. Bir bölümde sebzeler, her geçen gün yeni ürün verirken, diğer
tarafta ise çiçeklerin çeşitliliği huzur veriyordu. Ev babama dedemden kalmış.
Bize de yetiyordu işte.
Hava kararmadan ders çalışmalıydım. Yemek saatine kadar
öğretmenimin verdiği tekrarları ezberlersem, diğer ödevlerimi akşama
bırakabilirdim. Akşamüstünün, bahçeden bana yansıttığı huzurla, odamda
derslerimi tekrar edip aklıma yerleştiriyor olmam hiç de zor değildi…
Hedefim ve hayallerim vardı. Okulumu birincilikle bitirip,
bu yıl açılan öğretmen okulunu kazanıp öğretmen olmak… O yıllarda kızlar okutulmazdı.
Bir an önce evlendirilip yuva sahibi olurlardı. Zamansız açan çiçekler gibi
kokularını yayamazlardı. Ben şanslıydım; babam merkezde; aklı başında, okumuş
insanlarla acentede çalışırdı. Sahile ulaşan gemilerden gelen postaların
takibini yaparken, binlerce kişiyle tanışıp, dünyada olup bitenden haberdar
olurdu. Kendimi geliştirme azmimi babama çok benzetirim bu nedenle.
Annemin babamı kapıda karşılamasıyla hiç yüzleşmek
istemezdim. Bu yüzden de, babam kapıyı çaldığında onları rahatsız etmezdim; ta
ki annem, “Hadi kızım, baban geldi, masayı hazırlayalım.” diye seslenene kadar…
Babamı öperken, yanağını dudağıma yaklaştırması hoşuma giderdi. Her zaman
tıraşlı yanakları mis gibi kolonya kokardı. Masamızda üç tabakla açılan
serviste, ağız tadıyla yemek yerdik hep. Bunun adı huzurdu bana göre…
1. BÖLÜM SONU….
DEVAM EDECEK…
Melek KIRICI
www.kafiye.net
İki Kişi Arasındaki Sevginin Anlamı
Sevgi, insanın karşısındaki kişiye değer vererek onu ne kadar çok sevdiğini, ona saygı gösterdiğini ve hislerini, duygularını onunla paylaşmak istemesidir diyebilirim. Bana göre sevginin tanımı bu. Tabi sevginin tanımı budur ama başkasına göre diğer insanlar benim düşündüğüm gibi düşünmeyebilirler, daha farklı, daha ayrıntılı, hatta daha eğlenceli veya faklı bir şekilde görülebilir, tanımlanabilir. Kişiden kişiye göre değişebilir, göreceli bir kavram ortaya çıkmış olur…
Bazı insanlar sevgi nedir? Nasıl sevilir? Karşısındaki kişinin sevgisini, gönlünü nasıl alabilirim diye düşünüyorlar bazen. Sevgiyi karşısında bulunan kişiye nasıl ne şekilde gösterebilir orası da pek bilinemez. Sevgi nedir diye bazen insanlar birbirlerine sorarlar bazen de unuturlar sevginin ne anlama geldiğini…
Değer veriyorsa bir kişi sevdiğine, o kişi de kendisini değerli görür ve sevgilerinin kopmasına, kimsenin aralarını açmasına izin vermezler. Gönül bahçelerine, Küçük sevgi tohumcuklarından ekerler ve sevgi meyvelerinin büyüyüp gelişmesini beklerler.
Kalbine girmeyen tutkular, gerçek sevgiyi önce kalbinde hissetmez ise daha sonra kendine veya karşısındaki kişiye zarar verebilir. Onu hayal kırıklığına uğratabilir. Bir insana zorla bir şeyi sevdirmek sevginin oluşmasını engeller.
Bazen insan anlar kendisini sorguya da çekebilir,soruda sorabilir,benim gibi kafasında da soru işaretleri oluşabilir..
Der ki, artık başka çare yok,senden bana ne ümit var ne de fayda var, hiç bir şey yok, ne o eski anılar ne de yaşadığımız o güzel günler hepsi de sevgisini ve o özelliğini kaybetti.. Aramızdaki iki sevginin tadı ve anlamı kalmadı.
Bundan dolayıdır ki, Sevgini anlayacak sevgine gönül verecek, hayatı senin gibi anlayacak ve yaşamayı da senin yaşadığın gibi yaşayacak birini bulmak gerekir ama bu zamanda bu dünyada bu kadar teknolojinin üst seviyeye çıkmasıyla birlikte hani nerede o eski anılar hani o eski sevgiler diyebiliriz.
İnsanlık var mı yok mu? Hepsi yerini, kişiliğini kaybetmiş durumda… Bunun üzerine bir de insanlık ta bitmiş, sevgi, saygıda zaman içinde yerini ve gururunu kaybetmiştir.
Bizde Sevgi ve Saygımızı kaybetmeyelim!..
Sevgiye ve Saygıya özen gösterelim…
Yalçın SEVİM
17 Eylül 2014 Çarşamba
www.kafiye.net
Hep yanağımdan süzülen yaş olsanda
Sensizlik denizinde hergün boğulsamda
Geceleri hayalin kucağında avutsamda
Yinede senden vaz gecemem
Hasretin heran yalnızlığıma vursada
Özlemin beni harda yakıp kavursada
Sensizliğe dayanmak sızılı yara olsada
Yinede senden vazgeçemem
Sevdan boğazımda kördüğüm olsada
Küllenmiş umutlarıma bir alev yaksada
Sensizlik hergün yüreğime bir kurşun sıksa
Yinede senden vazgeçemem
Yüreğim umutlara hep gebe olsada
Kançanağı gözlerim uykuya hasret kalsada
Elimde kalan son resminle ağlasamda
Yinede senden vazgeçmem
Feleğin çemberinde talan olsamda
Savrulup külliyen esip yalan olsamda
Meftuni gecelerimde hazan yeli olsan da
Yinede senden vazgeçmem
SEMA SEZE
18/09/2014
www.kafiye.net
Belgin TURAN
www.kafiye.net
VEDA
Yaşadığım hayata veda edip giderken
Eşimle dostlarımda ağlayacak öz mü var
Değmezlerin uğruna ömrü heba ederken
Kadir kıymet bilmeze söylenecek söz mü var
Derimki çeken bilir bedendeki sancıyı
Söküp de atamadım içimden yabancıyı
Unutmak kolaymıdır yaşadığım acıyı
can yorgun beden yorgun taşıyacak diz mi var
Baskın gelen efkarım ruhumu pek yoruyor
Dost diye sardıklarım şakağımdan vuruyor
Kızıllaşmış kor ateş benliğimi sarıyor
Daha canım yakacak bundan sıcak köz mü var
Denize düşen mazlum yılana sarılmaz mı
Kadere küsen garip kendine darılmazmı
Başına dert gelen kul hüzünle karılmaz mı
Kapıldığım dalgayı sürükleyen hız mı var
Gözden akan yaşımı dudaklarım içiyor
Rabia nın bağrına derin yara açıyor
Öcü değilim ama herkes benden kaçıyor
Düştüğüm çıkmazları görmeyecek göz mü var
Rabia Taşdemir 14/09/2014
www.kafiye.net
Kimi zaman çoğumuzun kendi kendine sorduğu bir soru bu. Ölmek mi kolay yaşamak mı? Öyle bir dar boğaza girer ki hayat denilen nefes denizimiz, yutkunamayız. Gerek ağır sözlerin, gerek ağır yaşam şartlarının ardını hep karanlık görürüz. Gecenin içinden çıkılmaz, güneş bir daha doğmaz, bu hayat böyle çekilmez der, kahrederiz.
Kimimiz kadehlere anlatır derdini, kimimiz üfleye üfl…eye sigaradan çıkarır acıların dumanını, kimimiz dua kapısını tıklatır, kimimiz intikam peşine düşer kendini kaybeder…
Ya ümit?
Yaşanan onca çilenin, sıkıntının ardından doğacak güneşe ne oldu? Acılar, ruhumuzu bu denli yakarken, ümit suyunu nerede kuruttuk? Ölümün gerçekliğini yüzde yüz biliyorken, “her nefis ölümü tadacaktır” ayeti gün gibi ışıldarken, ümidimizi, fani dünyanın fani nimetleri ile mi kuruttuk?
Ev, araba, eşya, mal, mülk, rahat bir yaşam, tatil, eğlence, gırgır şamata için önce çileye battık, sonra da karanlıklara. Tüm bu faniliğin içinde eridik durduk yıllarca. Sabahın erken saatlerinde başlayan mücadele, ertesi günün sabahına kadar devam etti hep. Ve sonra yeni günün yeni mücadelesi. Şunu alamadım, bunu giyemedim, şuraya gidemedim, hoş sohbete katılamadım, oğlan şöyle, kız böyle, ailem beni anlamıyor serzenişleri ile huzurlu olabilecek hayatımızı faniliğin çukuruna gömdük. Bu dünyaya ve bu dünya nimetlerine o kadar çok taptık ki; kendimizi, varlık nedenimizi unuttuk. Küçücük çocukların bile gözleri hüzünle bakıyor artık.
Toplum olarak mutluluğu, mazinin pençesine kaptırdık. Dünyaya o kadar düşkün olduk ki; elde edemediğimiz her arzumuz için bir çile daha doldurduk cebimize. Çile üzerine çile, artık çileden çıkartı herkesi. Pek çoğumuzun zihninde “ölmeliyim” düşüncesi hâkim oldu. Bu mu hayat? Bu mu mutluluk? Kaçış değil midir bu? Hem fani dünyanın çilesini kendin satın al, hem de ağır gelince çek git. O kadar kolay mı? Hani mücadele, hani varlık sebebimizin neticesi, hani insan olma erdemi? Kolay olan ölmektir. Ölümü seçmek kaçmaktır. Zayıflıktır. Kaybetmektir. Evet kaybetmektir. Hem dünyayı hem de ahireti kaybetmektir.
Biz insanız. Düşüncesi, duygusu, iradesi ile özel olarak yaratılmış insanlarız. Yok, öyle kaçmak. Yok, öyle hemen pes etmek. Yok, öyle ümitten ümit kesip ölümü seçmek. Ölümün takdirini beklemek, beklerken hakikat yolunda mücadele etmektir bizim insanlığımız. Mücadelemiz, ev, araba, mal, mülk değil; huzur, saadet, birlik, düzen, doğruluk içindir.
Kimseye muhtaç olmayacak kadar nimete, kimseyi kırmayacak bir kalbe, kimsenin hakkına gasp etmeyecek bir beyine sahip olmalı insan dediğin. Ölmek, takdir i ilahidir. Lakin kendini öldürmek, bir tercihtir. Bu ise hem korkaklık, hem zayıflık hem de ahiretin karanlık yörüngesine girmektir.
Mücadelemiz, maddiyatta sınırlı kaldığı sürece, o maddenin altında canımızı veririz. Kısa bir süre sonra yok olup gidecek madde için, koca bir ömrü heba etmenin, sonsuz bir hayatı kaybetmenin bir anlamı var mı? Hayır. Hiçbir anlamı yok. İnsan dediğin, yaşamalı, yaşatmalı, varlık gayesine sarılıp hayatına huzuru, manayı katmalı. İnsan dediğin, insan gibi dimdik ayakta durmalı. Çalışmalı, mücadelesini doğru kulvarda vermeli.
İnsan dediğin, yılan gibi sürünmemeli, goril gibi yiyip içip yatmamalı, aslan gibi pençesine avını takıp tüketmemeli, akbaba gibi fırsat kollayıp leşe üşüşmemeli, tilki gibi haylazlığın kurnazlığını hesaplamamalı, ot gibi gelip saman gibi gitmemeli.
İnsan olarak doğduysak, insan gibi yaşamalı, insan gibi ölmeliyiz. Acıya, çileye inat yaşamalı, hayata, insanlara rağmen kazanmalıyız. İşte başarı budur. Ve zor olan yaşamaktır. Zoru başarmak ise yalnızca insana mahsustur. Huzurlu ve başarılı bir hayat için, mücadelenizin zafer kazanması dileklerimle…
Elvan Usul
www.kafiye.net
“Mutsuzum arayış içindeyim” diyorsun ya;
Aradığın bir gül resminde karşına çıkacak.
Gördüğün her resmi beğenerek,
Hatta nasihat babın da,
Sana şiirler bile yazdıracak.
“Şansın döndü sarışın kız, kara kız”.
Çok büyük hayaller kurup,
Öncekilerde oldugu gibi,
“Son umudum” diyeceksin.
Yetinmeyeceksin!
Arsız medcezir duyguların durulmayıp,
Denizin koylarına sığdıramadığın sevdanı,
Deryalar da yüzdürmeye çalışacaksın.
Rast gele dinlediğin her hangi bir radyoda,
Şarkılardan fal tutup,maviş maviş,
Bam telinden vurulacaksın.
Onlarla da güzel günlerin olacak.
Yüzünde kocaman gülücükler oluşacak,
Ve hatta alınlarına minik minik,
Buse konduracaksın en helalinden.
Gökkuşağının bütün renklerini arkana alıp,
Mutluluğa yelken açtığını sanacaksın.
Kelebek ömrü sevdalar da!
Payına düşenin sadece,
Kırıntılar olduğunu anladığında,
Gerçekle yüzleşeceksin.
Her geçen gün azalarak,
Ne kadar yalnız olduğunu,
Taş duvarlarla konuştuğunda,
Fark edeceksin.
Hepsinde o’nu arayacaksın!
Depresif nöbetlerin çoğaldıkça,
Uykusuz gri sabahlara uyanacaksın.
Ne kadar çok sevdiğini ,özlediğini,
Pişmalığın girdabında boğuşurken,
Çığ gibi büyüyen avazında duyacaksın.
Darağacında asılı kalacak yüreğin.
Nuray Çakmak / 9.Ağustos.2014
www.kafiye.net