Kategoriler

Arşivler


Tarih 23 Eyl 2014 Kategori: Ali Bilecen

ÇARK EYLE


ÇARK EYLE

El çek gönül el çek sevda neyine
Cananla bağını kuramamışsın
Hedefi bulmamış attığın okun
Turnayı gözünden vuramamışsın.

Yeminin kar etmez ikrarsız kula
Zarardan dönerek ver artık mola
Hızar diş atıyor bastığın dala
Kaderin önünde duramamışsın.

Yüreğin yıllarca boşa çağlamış
Bağrına vurdukça teller ağlamış
Hicranın yaraya kabuk bağlamış
Derdini kimseye soramamışsın.

Vefayla suçlandın asılsız yere
Kavlinle kalmaya yetmedi süre
Kalbini sökerek versen ne çare
Makus talihini kıramamışsın.

Döngel Ozanmerdan efkarı dağıt
Eşsiz hatırana yazdırma ağıt
Düğüm atıldysa kurulmaz bağıt
Dil yarası derin, saramamışsın.

OZANMERDAN/AL BİLECEN
www.kafiye.net


Tarih 23 Eyl 2014 Kategori: Melek KIRICI

AY GÜNEŞE TESLİMDİ 4. BÖLÜM


AY GÜNEŞE TESLİMDİ 4. BÖLÜM

 

Öğretmen okulundaki öğrenimim boyunca, ilk ve ortaokulda olduğu gibi, kompozisyon ve öykü yarışmalarında ödüllerim giderek birikiyordu. Edebiyat öğretmenimizin, yerel dergi ve gazetelerde yayınlanması için benim yazılarımla bizzat ilgilenmesi beni ayrıca mutlu ediyordu. Öğretmen okulunu bitirip öğretmen olsam da, yazmaya devam edeceğimi biliyordum. Çok seviyordum yazmayı; bir dünyaydı benim için. Dokunamadığım, ama hissettiğim; adım atmadan koştuğum bir yoldu. Kendimi bulduğum, içeriden tenime, tenimden elime akan bir duygu seli gibiydi yazmak ve birçok şey daha…

 

Mezuniyetim için annem pembe bir elbise dikmişti bana. Üzerinde bir iki beyaz gül vardı. Kumaşın vücuduma tam oturması, hatlarımı belirginleştirmişti. Hoştum.

 

Öğrenci ve eğitimcilerin toplandığı okulun bahçesinde, yapılan konuşmalar sonrasında, okulu birinci bitirenin ben olduğumu duyuran Müdürümüz Resul Bey’in sesi, kulaklarımda çınlıyordu. İçimde, alev toplarının bir biriyle çarpışarak, mutluluk koşuşmaları yaptığını hissediyordum. Elimdeki kâğıt sadece birincilik belgem değil; anne ve babama, hatta kendime teşekkürümdü. Yaşanası bir şeydi velhasıl. Artık mezundum, çok da mutluydum…

 

Teyzem, kuzenlerim de gelmişlerdi İstanbul’dan mezuniyetime. Hüsniye teyze, annem, babam ve Mustafa… Mustafa yalnız değildi bu defa; annesi de yanındaydı. İnsan içine pek çıkmayan annesini, mahcup duruşuyla annem karşıladı ve eve davet etti.

 

Hep birlikte evimizin bahçesinde kutlamaya başlamıştık. Çay, kahve, kek, börek, meyve… Her yiyecek doğaldı ve yaşananlar gibi gerçek… Bahçemizden mutluluk yükseliyordu.

 

Mustafa bana elini uzattı. Avucu kapalıydı; açtı ve o her zaman ki delip geçen bakışlarıyla gözlerimin ta içine baktı.

 

-Bu senin… Al lütfen!

 

Kanatlarının ortasında bir melek figüründe kolye ucuydu elime tutuşturduğu. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi; çok mutlu oldum. O bir çocuktu; nasıl düşünebilmişti bu güzel hediyeyi bana almayı? Ya da bana mı çok güzel gelmişti? Bilmiyorum…

 

Gecenin keyfi, Hüsniye teyzenin getirdiği radyodan yükselen müzik sesleriyle devam etti. Sessizliğe paydos demişti güzel evimizin huzurlu bahçesi.

 

4. BÖLÜM SONU

DEVAM EDECEK

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 22 Eyl 2014 Kategori: Sabiha Serin

SİVAS YÖRESİNDE NİŞANLI KIZA KURBAN GÖNDERME GELENEĞİ


SİVAS YÖRESİNDE NİŞANLI KIZA KURBAN GÖNDERME GELENEĞİ

Sivas ve yöresinde geçmişten bugüne kadar sürüp gelen Nişanlı Kıza Kurban Gönderme
Geleneği artık pek devam etmiyorsa da yine de  bu anlamlı ve nostalji dolu
geleneğimizin  hatırlanıp gelecek kuşaklara  tanıtmak amacıyla bu konu ile
ilgili yaşadığım anılarımdan hatırladığım kadarıyla  sizlerle paylaşmaya
çalışacağım. Unuttuğum bir ayrıntı olursa da şimdiden hoşgörünüze sığınıyor,
saygılarımı sunuyorum.

Sivas’ta Kurban Bayramından bir gün önceki güne
arefe,  arefeden  bir gün  önceki güne ise  şerefe denir. Eski yıllarda Kurban
Bayramı  yaklaşınca  nişanlı çocuğu olan oğlan evi ve kız evini  tatlı bir
telaş kaplardı. Çünkü  arefe veya şerefe günü oğlan evi   çarşıdan satın aldığı
kurbanlık  koçu kız evine göndermek zorundaydı. Zaten kız evi de çoktan gerekli
hazırlığını yapmış oğlan evinden gelecek kurbanı beklerdi .

İlk iş olarak oğlan evi çarşıya gidip besili bir koç
alırdı. Alınan bu koç’un üzerine giydirilmek üzere o yıllarda çarşıda sürekli
satılan kalın kartondan yapılmış üzerine  hediyeli dizmek  için cepleri olan bu kartondan alınırdı.
Kartonun üzerinde özel olarak hazırlanmış ceplerin içinde geometrik şekillerde
aynalar, renkli grafon kağıtları, kedi merdiveni dediğimiz süsler, parlak şekilli
kağıtlar bulunurdu. Bu karton alınan koçun üzerine giydirilirdi. Kartonun
üzerindeki  ceplere ise  çeşitli hediyeler herkesin görebileceği bir şekilde
dizilirdi. Bu hediyeler ayakkabı, terlik, elbiselik kumaş, iç çamaşırı, v.s
olurdu. Koçun vücudundaki tüyler ise farklı parlak renklerle boyanırdı. En
sonunda kırmızı  bir kurdeleye 90. lık dediğimiz  altın (gramüse) yada  altın
bir bilezik dizildikten sonra koçun iki boynuzundan kurdele bağlanırdı. Altın
veya bilezik koçun tam alnının ortasına denk getirilirdi.

Koç alınıp gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra sıra
gelir hediyelerle donatılmış süslü püslü koçu kız evine göndermeye. Oğlan evi
aynı okuyucu gezme geleneğinde olduğu gibi kendi çevresinden bir bayan ve
yanında  bir erkek çocuk ile  koçu kız evine gönderirdi. Kız evi tarafından da
koçu getiren  bayana yenge derler ve   ve çocuğa kendi güçlerine uygun bir
bahşiş verilir, gönderilirdi.  Bazen  de içeri alınıp farklı ikramlarda
bulunulurdu.

 

Koç şerefe günü gelmişse arefe günü, arefe günü
gelmişse aynı gün kız evinin maddi durumu iyi ise bir fayton tutardı. Eğer
fayton tutamamışsa aileden bir genç delikanlı koçun boynundaki ipi tutar
nişanlı kız ve ailesiyle birlikte ara sokaklardan geçerek herkesin imrenerek
bakışları arasında kabristan ziyaretine gidilirdi. Kabristana gittiklerinde ise
oraya ziyarete gelen kişiler tarafından da yine koça merakla bakılırdı
Kurban Bayramı sabahı kız evindeki erkekler bayram
namazından geldikten sonra ailece şenlikle, dualar eşliğinde kurbanı
keserlerdi. Parçalanan etlerden bir kısmı  kız evine ayrılır, bir kısmı ise  “
kızımızın kurban eti’  denilerek eşe dosta dağıtılırdı. Onlarda “Vah eylemi
canım Allah gabul etsin, hayırlı uğurlu olsun Allah  başa gadar mesut  etsin
anam  bir yastıkta gocasınlar hemi” derlerdi. En önemli unutulmaması gereken
ayrıntı ise koçun kuyruk yağı özel olarak ayrılırdı. Çünkü kız annesi daha
sonra bu kuyruk yağından bir tepsi tatlı yapıp oğlan evine göndermesi
gerekiyordu.

Kurban kesme işi bittikten sonra kız annesi kuyruk
yağından bir tepsi tatlıyı yapar ve ayrıca damat için alınan  gömlek, elbise,
terlik, damadın baş harfinin  de işlendiği ipek bir mendil birtakım çeşitli
hediyeler ile birlikte oğlan evine yine aynı şekilde bir bayan ve çocukla
gönderilirdi. Bu kez de oğlan evi gelen bayana harçlık verir gönderirdi. Hem
kız evi hem de oğlan evi üzerlerine düşen bu asli görevi tamamlamanın mutluluğu
ve tatlı yorgunluğu ile bayramlarını geçirirlerdi.

Sivas’ta  eski yıllarda uygulanan bu geleneğimiz titiz
bir şekilde uygulanmaya  çalışılırdı. Aksi halde halk arasında birtakım
söylentilere neden olurdu. Şöyle ki: Kız evi eğer kuyruk yağından tatlı yapıp
hediyeler ile birlikte oğlan evine göndermez ise   oğlan evi çevresindeki
kişiler  damadın annesine ‘ Vah anam görüyonmu bak  sen onlara dolu dolu
hediyelerle beraber  aslan gibi goçu gönderdin de onlar size bir tepsi datlıyı
layık gormediler bak hele’ derlerdi. Aynı şekilde bu kez eğer damadın annesi
kız evine koç ve hediyeleri göndermez ise bu kezde kız evinin  çevresindeki
kişiler  gelin adayının annesine”  Bacı gı vah bu nasıl iştiki, sen onlara
melekler aslanlar gibi gız veriyonda onlar size bir goçu layık görmediler mi”
diye aralarında  böyle  her iki tarafı üzecek  dedikodular  yaparlardı.

Günümüzde artık Sivas’ta nişanlı kıza kurban gönderme
geleneği yavaş yavaş unutulmak üzeredir. Bazı yörelerimizde halen devam
ediyorsa da artık  azalmıştır. Yeni evlenecek yuva kuracak gençlerimize
kurbanlık koç yerine  yeni yuvalarında her zaman kullanabilecekleri herhangi
bir eşya alınması tercih edilmektedir..

Belki o  yıllarda bu gelenek bir nostalji ve gurur
kaynağı olarak görülüyordu ama halen yaşadığımız günümüz  koşullarında  bu
geleneğin devam etmesi zorlaşmıştır. Her ne kadar bu tür geleneklerimiz
geçmişte uygulanmış ise de  artık devam etmesi ekonomik bakımından
güçleşmiştir. Nişanlanmış bir genç kıza kurbanlık koyun değil de evinde sürekli
kullanabileceği büyük bir eşyanın alınarak ona daha yararlı bir katkının
olacağının daha olumlu bir hizmet olacağını ve yeni gençlerin o zaman daha da
mutlu olabileceğini düşünüyorum.

Kurban Bayramınız kutlu ve mutlu olsun.
Her gününüz bayram sevinci ile dolsun..

SABİHA  SERİN
www.kafiye.net


Tarih 21 Eyl 2014 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

Sevemedim Şu Eylül Ayını


Sevemedim Şu Eylül Ayını

Sevemedim şu eylül ayını,
Mutluluk getirmedi bana,
Fırtınalı bir rüzgar gibi , gelip yerleşti
Yüregimin en derin köşesine!
Duygularım değil yüreğim üşüyor seni andıkça,
Dilim koparcasına haykırıyorum;
Seni seviyorum, seni seviyorum canım diye!
Seni sevıyorum diye yazmaktan;
Kopsada parmaklarım,
Öpmekten çürüsede dudaklarım,
Seni seviyorum be anla artık işte!

Yok olsa da bütün tapınaklarım.
Hayal sesimden dökülen gözyaşlarımı
Her şeyi belli ediyor,
Toplayabilecek misin yüreğinin okyanusunda?
Sanma ki sana çoğalmıyorum,
Gece kuşlarda yok , gece karanlık
Sensiz ve kimsesiz ıssız ,
Belirsiz ürpertilere teslim oluyorum kimi zaman
Sabah güneşi bile kendisini geciktiriyor ,
Üzüntülerimden ,
Sen beni hiç düşünmesen,
Sen beni asla solumasan da…
Ben seni deliler gibi seviyorum,
Aklımdan çıkmıyorsun ki…
Sen sen başka birisi ollamıyor
Bitirsekte küsekkte sen işte , yine sen
Sende bunu çok iyi anlıyorsun zaten

Zülfiye  Dönmez
www.kafiye.net


Tarih 21 Eyl 2014 Kategori: Mücella PAKDEMİR

YÂR GELDİ BANA


YÂR GELDİ BANA

Sevdanın yelleri başımda eser
Mevsim aşka dönmüş; yâr geldi bana
Gülüşü efsane, kendi şaheser
Gitti çorak bahtım; kır geldi bana

Kamaştı gözlerim; yüzü ay gibi
Perçem dalgalanmış, kaşlar yay gibi
Aktı şu gönlüme coşkun tay gibi
Kalbimin kafesi dar geldi bana

Zümrüdî bakışlar çağıl çağıldı
İnci dişlerinden şule dağıldı
Nefesi nefese kadar eğildi
O gül dudakları kor geldi bana

Öyle çekici ki kaçmam imkânsız
Sevgisini saldı içime sonsuz
Daha bundan gayrı olamam onsuz
Muhabbet bağından sır geldi bana

Yıllar biriktirip elem nemini
Kıvama çekmişti hüznüm demini
Söndürdü özlemin cehennemini
Vuslatın dağından kar geldi bana

Hani tüketmiştim bahttan dileği,
Asmıştım duvara unsuz eleği;
Kim gönderdi bana bu hoş meleği?
Ayva dişimdeyken nar geldi bana

Mücella Pakdemir
www.kafiye.net


Tarih 21 Eyl 2014 Kategori: Ülkü DUYSAK

İÇİMİZDEKİ GÜNEŞ


İÇİMİZDEKİ GÜNEŞ

Eğer, gece ay ışığı varsa ve denize karşı bir türkü tutturmuşsak, yakamozlarla birlikte farklı dünyalara gitmiş gibi hissederiz kendimizi. Çünkü ay ışığı çevredeki çirkinlikleri, yakamozlar da su üzerindeki kirliliği örtmüştür. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, gecenin gümüş kanatları kırılır, sular yakamozlardan arınır. Bu kez parlak ışıklarını saçarak Güneş misafirliğe gelir. Büyü bozulur. Ay ışığının örttüğü çirkinlikler, güneşin ışıklarıyla birlikte açığa çıkar ve biz dalgaların hep bir şeyler sürüklediğini görürüz.

Dalgalar, denizin yüzeyine bırakılan nesnelerin yanı sıra kumsalda bırakılanları da sürükler. Sürüklediklerinin arasında değersiz nesneler olabileceği gibi, çok değerli nesneler de bulunabilir. Dalgaların ayırt etme yetisi olmadığından hepsini sürükler götürür. Sahil boyunca kumlara gömdüğümüz ayaklarımızın izlerini de siler dalgalar. Oysa dalgaların ulaşmadığı kıyılarda, tekmelerle savurduğumuz kum taneleri, yere inene kadar tekmelerimizin izlerini taşır.

Kum taneleri, yere indiğinde ise hiçbir şey olmamış gibi diğer taneciklerin arasına tekrar karışır ve bir çokluk içinde bulur kendini. Çünkü o bir zerre de olsa barınabileceği bir yere ihtiyacı vardır. Barınabileceği o yer, kendi benzerlerinin bulunduğu yer olmalıdır.

Ya insan yüreği…

Hassas yürekleri incitecek davranışlardan ve sözlerden kaçınılmalıdır. Yürek tellerinin zerrelerine dokunurken ne kadar hassas ve narin olduğu düşünülmelidir.
Çünkü ruhun ırmağında çağlayan dalgalar, yürekte bırakılan izleri silemez. Onun dalgalarının önüne iyi ve güzel şeyler bırakılmalıdır ki gittiği her kıyıya, uğradığı her limana o güzellikleri taşısın.

Kırmak kolaydır, onarmak çok zor. Onarmak mümkündür ancak o artık eskisi gibi olamaz. Orijinalliğini kaybetmiştir. Hırçın bir söz, hırçın bir dalgaya dönüşerek, mavi rengin gölgesinde onu, akşamın ufkuna saklamıştır. Kumsaldaki ayak izlerimizi silen dalgalar bu kez işe yaramayacak, aksine derin çukurlar açacaktır. Yüreğimizin bir yerinde özenle sakladığımız inci tanelerine de yosunlar bulaşacaktır. Ancak, yosunların bulaşması, inci tanesinin güzelliğini yalnızca bir süreliğine kapatır. İşte bu noktada, inci tanelerine bulaşan yosunlardan arınabilmek için hiçbir şeye aldırış etmeden, içimizdeki güneşe dönmemiz gerekir.

Güneş olduğu sürece gölge de hep olacaktır. Yine de kimse kimsenin güneşini örtemez. İnsanın içindeki güneş, gölgeler ne kadar çok olursa olsun etkilenmez. O, sönmediği sürece hiçbir yürek üşümez. Gönül penceremizden süzülen ışıkların parlaklığını da işin ehli olanlar zaten görürler.

Ülkü Duysak
www.kafiye.net


Tarih 21 Eyl 2014 Kategori: Mücella PAKDEMİR

SENİ ÖZLETİR


SENİ ÖZLETİR

Tüter buram buram hasretin güzel
Yol girer araya, seni özletir
Çiçektik bir zaman, şimdiyse gazel
Yıl girer araya, seni özletir

Ne zaman hatıra gelsen bu canda
Kahveyi ocağa sürerim anda
Cemâlin belirir kahpe fincanda
Fal girer araya, seni özletir

Hangi yöne gitsem yanına çıkmaz
Hep tersine suyum, mecrada akmaz
Yakama yapışır, tutar, bırakmaz
Kul girer araya, seni özletir

Bir an görebilmek için ölürdüm
Elim kolum bağlı; inan, delirdim
İmkân olsa hemen koşar gelirdim
Kal girer araya, seni özletir

Yitirmek çok acı yâren bulmuşken
Yüreğim lebalep aşkla dolmuşken
Eyersiz bir ata razı olmuşken
Nal girer araya, seni özletir

Kuşlar eski kuşlar değil ki canım
Hepsi pervazlarda gamsız mihmanım
Ancak mektubuma yeter dermanım
Pul girer araya, seni özletir

Sitemkâr, bîçare ruhum muzdarip
Huzur bulamıyor surûra erip
İşte, böylesine mahzun ve garip
Hâl girer araya, seni özletir

Mücella Pakdemir
www.kafiye.net


Tarih 21 Eyl 2014 Kategori: Nesrin Önem

KEŞKELER


KEŞKELER

Keşkeler ardına saklanmak hep niye,
Pişmanlık olur da dönülmez geriye,
Hayatı mahveder bakınca maziye,
Kahreder ömrünü yaptığın keşkeler.

Keşkeler hayatın içine yer kurmuş
Hatalar yüzüne tokat vurup durmuş.
Kurtulmak istesen sana azap olmuş.
Arkana saklanıp yıpratmış keşkeler.

Yaparsın edersin neden keşke dersin.
Takılır kalırsın geri dönemezsin.
Boğulur içinde nefes alamazsın.
Saplantın olmuştur yıkar keşkeler.

Muhteşem görünür gözüne hayatın,
Düşünmez olursun yok ki mümkünatın,
Zamanı gelince çıkar hakikatın.
Acımaz haline nankördür keşkeler.

NESRİN ÖNEM DEMİR
20. 09 2014
BURSA
www.kafiye.net


Tarih 21 Eyl 2014 Kategori: Serap Cemile CANSEVEN

NERELERDESİN?


NERELERDESİN?

Özlemin büyüdü çığlaştı bende
Çok çok uzaklardan geliyor sesin
Tahammül kudret kalmadı tende
Hayat bağım yarim nerelerdesin?

Hasret gözlerimde nemdir dumandır
Ben bende değilim hayli zamandır
Garibim sessizim halim yamandır
Aşkınla yanarım nerelerdesin?

Sensin olan ufkum karanlık ve loş
Ben aşkınla mestim sarhoşum sarhoş
Sensiz hayat zindan sensiz hayat boş
Ey biricik varım nerelerdesin?

San şiirlerim sana sözlerim
Her halini özüm özüm özlerim
Dört bir yanda seni arar gözlerim
Hep seni sorarım nerelerdesin?

Serap Cemile CANSEVEN
28.03.2014
www.kafiye.net


Tarih 21 Eyl 2014 Kategori: Serap Cemile CANSEVEN

HER GÜN HER GECE


HER GÜN HER GECE

Senin güzelliğin aklımı çeldi
Ufkuma doğarsın her gün her gece
Gözümün önüne hayalin geldi
Kalbim ağarsın her gün her gece

Seni hayal edip yaşamak ne hoş
Sensin geçen günler inan ki bomboş
Senin aşkın ile olmuşum sarhoş
Ufkuma yağarsın her gün her gece

Hayalinle başbaşayım her zaman
Vuslatın ömrüme ilaç ve derman
Aşkın hayat suyu can veriyor can
Bağrıma sığarsın her gün her gece

Sevgilim helalleş çekip gitmeden
Son kez gönlüme veda etmeden
Bütün düşlerimi gece bitmeden
Maziye boğarsın her gün her gece

Serap Cemile CANSEVEN
15.09.2014
www.kafiye.net