Bir Dilek Dile Hayattan – 27

Babaannem ve halam beni halamın oğluyla, abi bildiğim kişiyle evlendirmek istiyorlar. Ben okuma derdindeyim. Voleybol maçlarında kendimi ispatlayıp daha güçlü takımlara transfer olma hedefim var. Bilirsin, okumayı çok severim. Hayatım mahvolacak. Ne yapacağımı, bu işin içinden nasıl sıyrılacağımı bilemiyorum. Ben evlenmem. 

Sadiye yengesi de küçük yaşta evlendirilmişti. Dilek’in babasıyla kardeş çocuğuydu eşi; ama Sadiye, eşine hayranlıkla, aşkla bağlıydı. Hiç görmeden evlenmiş olmasına rağmen uyumu yakalayan ender çiftlerdendi. 

-Dur kızım dur… Buluruz bir çare, konuşuruz. Zorla olmaz ya.

O da biliyordu ki; Dilek’in babaannesiyle konuşup anlaşmak mümkün değildi. Nuh der peygamber demezdi yaşlı kadın. Dilek ağlamayı bırakmış, uzun uzun gözlerini sabit bir noktaya dikmişti. Sadiye yengesi hemen hazırlandı. 

-Hadi kalk kızım. Beraber gidelim eve. Bir konuşalım bakalım. Belki Sultan Abla dize gelir, vazgeçer bu düşüncesinden. 

Dilek, uçan kuştan medet uman, masum bir melek gibiydi. El değmemiş, göz değmemiş, bir kere bile erkek arkadaş edinmemişti. 

Bir ümit koyuldular yola. İki ev arası uzaktı; ama yol boyunca beyinleri o kadar meşguldü ki; tek kelime etmediler birbirlerine. Eve geldiklerinde, babaannesi Sadiye’nin neden geldiğini anlamıştı. Suratı asık bir halde, yarım ağızla, ‘Hoş geldin Sadiye’ demişti. 

Sadiye her zamanki hürmet ve saygısıyla eğilip elini öpmüş, yaşlı kadının dizinin dibine ezile büzüle oturmuştu. Sanki Dilek’in annesiydi; çırpınıyordu kurtarmak için genç kızı. Babaannesi, Sadiye’ye fırsat vermeden girişti söze… 

-Bak Sadiye! Seni severim. Kalbin kırılsın istemiyorsan hiç girme araya. Ne var yani? Gül gibi çocuk… Ele gideceğine ona gitsin. Halasıdır; üzmez, sokağa atmaz, sahip çıkar. 

Sadiye, sakin duruşuyla Sultan Abla’sının içindeki zehri kusmasını bekledi. Sözü bitince dizine dokunarak kendisi konuştu. 

-Bak Sultan Abla… Bu kız çok zeki. Hem derslerinde hem voleybolda başarılı… Bu kız okuyup size bakar; kimsenin O’na bakmasına gerek yok. Yazık etme torununa. 

-Senin dediğin gibi kolay olmuyor bu işler Sadiye. Sen git evine, çoluğunla çocuğunla ilgilen. Bizim evimize de asla karışma! 

Aksiydi… Yıllardır şehirdeydi; ama yürüyemediği için ev oturmalarına bile gidememiş, bir göz odada ayrı bir dünya kurmuştu kendine. Oğlu ölmüştü; kendileri de ölecekti. Dilek’i kızının oğluna teslim edip öyle ölüme gitmek istiyordu yaşlı kadın. 

Sadiye duyduğu sözlerden hüzünlenip izin istedi. Elini öpüp dışarı çıktı ve Dilek’e sarıldı tüm içtenliğiyle. Öptü ve uzaklaştı yavaş yavaş kendi evine doğru.

Dilek boş gözlerle bahçede oturdu saatlerce. Eve gitmedi, yemek de yemedi. Düşünüyordu sadece. Neler olacaktı bundan sonra? Ne kadar hızlı gelişmişti her şey? Yurtta kaldığı yıllarda bile bu kadar çaresiz hissetmemişti kendini. İlk gittiğinde, teslim olmuştu o öksüzler evi olan Kız Yetiştirme Yurdu’na. Orayı da zorla kabul etmişti. Tercih hakkı sunulmamıştı kendisine. Şimdi de aynıydı. Belki kaderleri böyleydi. Öksüzsen bir ömür boynun büküktü ve bu, öksüzlerin atasözü gibiydi. 

Dilek, bahçede oturduğu yerde Yurt günlerine dalmıştı. 

Yaşı büyük olanlar, kendilerinden bir iki yaş küçük çocuklara bakmak zorundaydılar orada. Banyosu, giyimi, yemesi, her ihtiyacı o büyük çocuğun üzerineydi. O da Sevim diye bir kızdan sorumluydu ve iki yaş küçüktü Dilek’ten. Görevli ablası olmuştu. Yatağına kocaman bir muşamba serili olsa bile, her sabah altına kaçırırdı Sevim. Dilek de, o çocuğun sidikli yatağını değiştirmek zorunda kalırdı her sabah. Kokudan midesi bulanır, kahvaltı bile yapamadan üstünü giymeye yetişirdi. Hatırladı birden; Sevim neden işerdi acaba? 

Hava iyice soğumuştu. Akşam günbatımına dönmüş, Dilek hala çocukluğunun acı anılarında geziniyordu. Dedesini sesiyle irkildi birden… 

-Dilek, hadi kızım eve geç. 

-Tamam dede geliyorum… 

Nereye gidecekti ki? Geçti evlerine. Yemek yemeyeceğini söylese de, zorla bir iki lokma yedirdi dedesi. Sonra yatağına gidip sokuldu ve yalnızlığını kucakladı, uyudu.

Ertesi gün kurtarıcı gibi gelmişti Dilek’e arkadaşının sesi. Dış kapıdan avaz avaz bağırıyordu.

-Dileeek kapıyı aç! İp içeri kaçmış, bahçenin kapısını açamıyorum. 

Dilek koştu hemen. Arkadaşını üç gün görmemişti. Asırlar geçmiş gibi sarıldı boynuna Aysel’in. 

-Hoş geldin canım benimmmm! 

-Hoş buldum canım. Hadi hazırlan; Filizler de bekliyor. Hava güzel; parka inelim, oradan da çay bahçesinde çay içeriz. 

Dilek hemen dedesinden izin aldı. Kızlarla güle oynaya yola koyuldular.

27. bölüm sonu…
Devam edecek… 


Melek Kırıcı
www.kafiye.net