Bir Dilek Dile Hayattan – 29

Lütfiye Hanım giderken, sanki Dilek’in beynine bir şeyler eklemiş ve başka şeyleri de alıp öylece gidiyordu. Olduğu yerde öylece ayakta kalmıştı. Ne kızların yanına gidebiliyor ne de kıpırdayabiliyordu. Yurt’taki bir anısı geldi aklına…

Yurt’ta on üç yaşını geçen kız çocukları, kendinden bir ya da birkaç yaş küçük çocukların sorumluluğunu alıyorlardı. Dilek de Sevim’e, esirgeyen, koruyan ablalık rolünü yapıyordu bu kural içerisinde. Küçük; ama adı gibi sevimli bir kızdı Sevim. Yatakhanede kocaman demir kapı üstüne örtülmüştü kendiliğinden. Kapı içerden açılabiliyordu yalnızca. Sevim’in boyu yetmiyor, sürgüye ulaşamadığı için de açamıyordu kapıyı. Çığlıkları yatakhaneyi inletse de bu saatte herkes yemekteydi ve O’nu asla kimse duyamazdı. 

Sevim sık sık altına idrarını kaçırırdı. Okulda bunu korkudan yaptığını herkes biliyordu. Böyle bir durumda korkular korkuları takip ediyordu sanki. Çocuk, demir kapının dibine çöküp kalmıştı. Ne yatağına gidebiliyordu ne de boyu yetip yüksek camlara çıkabiliyordu. 

Dilek, Sevim’i o kadar benimsemiş olacak ki; içindeki huzursuzlukla O’nu her yerde aramıştı. Bulamıyordu; yoktu Sevim… ‘Yatakhaneye çıkmaz bu saatte… Nerede olur bu çocuk?’ derken içinden, ani bir kararla yukarıya çıkan merdivenleri üçer beşer hızla çıkmış, ‘Sevim! Sevim!’ diye bağırmıştı. Sesindeki acı ve endişe tüm yatakhaneyi sarmıştı. Sorumluk ve sevgi karışımı bir sahiplenme duygusuydu bu. Birden kulak kabarttı. Bir ses geliyordu.

-Abla! Ablaaa! Ablaaaa! Buradayım ablacığım. Kurtar beni ne olur! 

Dilek, sidikliler yatakhanesine doğru ilerledi; sesi takip etti. Kapıyı açmaya çalıştı; başaramadı. 

-Korkma Sevim! Ben şimdi yardım getireceğim sana. Ağlama, korkma e mi? Hemen geleceğim! 

-Gitme Dilek Ablaaa! Ne olur gitme! Korkuyorum ablammm!

-Korkma bakim! Ne var korkacak? Ben hemen geleceğim… Hem git dolabı aç; yedek pijama koymuştum. Külot bulamadım. Olsun; altındakileri çıkart! Sen kaçırmışsındır şimdi altına. Kuru pijama giy de hastalanma. Ben hemen geliyorum.

Bir süre sonra, tamir işleri yapan Ahmet Baba diye seslendikleri görevliyle kapıyı açmışlardı. Sevim’in boynuna sarılıp saatlerce ağlayışı unutulmazdı.

O’na biri güvenmişti. Birilerini mutlu etmek ne kadar güzeldi. Bu duyguyu yaşadı yeniden Lütfiye Hanım’ın arkasından bakarken. Acaba babaannesini, dedesini ve kardeşi Derya’yı mutlu etmek demek, mutluluk mu demekti? Belki de bu adamla evlenirse birçok kişiye faydası dokunurdu. Kim bilir?

Diğer kızlardan ayrıldıktan sonra Aysel’le baş başa kaldılar. Olanların hepsini konuştular. Aysel akıl vermeye başladı.

-Boş ver kız! Madem zengin; evlen gitsin! Kurtulursun hiç değilse. Zaten tek isteği iyi bir yuvası olmasıymış. Belki âşık bile olursun adama. Sahi yakışıklı mıymış? Ne iş yapıyormuş? Kaç yaşındaymış? 

Bu soruların cevabını Dilek de bilmiyordu. Teklifi dikkate almamıştı ki… Lütfiye Hanım da her şeyi anlatmış, bunları söylememişti. Meraklıymış gibi yarın soramazdı da… Keşke bu yönlerinden de bahsetseydi. 

-Bilmiyorum Aysel… Eve gitmem lazım. Çok geç oldu. Yarın bize gelecek; belki de söyler. O zaman söylerim sana olur mu? 

-Tamam… 

Aysel’le vedalaştılar. Ters yönlere dönerek hızla evlerine koştular. İkisi de sıkı koşardı.

‘Ohhhh!’ dedi eve geldiğinde; kimse kızmamıştı kendisine. Sonra içeri odaya girdiğinde, dedesinin ayak parmağındaki sulanan yarayı gördü. 

-Dede bu yara ne? Doktora gidelim mi? 

-Yok kızım… Gerek yok. Geçer bir iki güne kadar. Aka aka bitecek cerahati. Dilek odaya gözlerini gezdirdi. Babaannesiyle küs iki sevgili gibi gözlerini başka yerlerde dolaştırarak, kaçamak bakışlarda buluşuyorlardı. Yemek makarnaydı. Yanında ayranda vardı. Dilek makarnayı çok severdi; bu sevdası değişmeyenlerin arasında yaşamı boyunca devam edecekti. Yorgun bedenine yorgun düşünceleri eklenmişti. Divanın üzerine serpilip uzanıverdi…

Halasının yanına oturması geldi aklına. ‘Gelinim olmanı istiyorum. Gül gibi bakarız sana. Yabancım değilsin; kardeşimin kızısın. Baban öldüğünde kırk gün burnumun direkleri sızladı. Seni gelinim diye evimde tutarsam, kardeşim de yerinde rahat yatar’ demişti. 

Dilek iyiden iyiye Lütfiye Hanım’ın teklifini düşünmeye başlamıştı. Hem çok iyi bir insandı. Tek istediği sıcak bir yuva kurdurmaktı. Madem evlenmesi gerekiyordu, madem çok zengindi bu adam; bari ‘Abi’ demediği biriyle evlenirdi. Hem babaannesi ve dedesini, hatta kardeşini de mutlu edebilir; onlara yardımlarda bulunarak birçok yiyecekler ve kıyafetler alabilirdi belki de. İçinde tuhaf bir hayal dünyası oluştu isteyen kişiye karşı. Uzun boylu, yakışıklı, geniş omuzlu, temiz bir kişi belirdi gözünün önünde. 

Kızardı birden yüzü kendi düşüncesinde…

29. bölüm sonu…
DEVAM EDECEK… 

Melek Kırıcı
www.kafiye.net