Kategoriler

Arşivler


Tarih 16 Ağu 2015 Kategori: Punhane Eliyeva

Böylemi Sözlerin

Böylemi Sözlerin

Böylemi sözlerin böylemi andın,
Vefasız sevdiğim kimlere kandın.
Yaralı yüreğim sarılmaz sandın,
Eksin bil gönlüme şifadır benim.

Yavru ceylan gibi nazlı bakarsın.
Sarılmaz bağrımı nara yakarsın.
Yine güzellere meydan okursun,
Bakışın gönlüme şifadır benim.

Çağlasın ırmaklar derya almasın,
Dilerim gözüne damla gelmesin.
Özümden ötede yangın olmasın,
Yakışın gönlüme şifadır benim.

İhtimalim sende bir olsan binde,
Pünhanə hayalim durur lebinde.
Şimşekler sağarken ışığım sende,
Çakışın gönlüme şifadır benim.
Punhane Eliyeva

www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2015 Kategori: Hatice Kübra ÖKTEM

Oysa Çok Bekledim

 

Oysa Çok Bekledim

Oysa çok bekledim. Seslere kulak kesildim. Uyudugumda üstümu ortmemistim. Uyandigimda üstümu ortmuslerdi.

Bi el var yanibasimda, daha gözüm açılmamış olacak ki goremedigim. Bi toz yumağı var başımın hemen önünde taşıyorum. Hayır yük değil, ağır değil, o benim sevgilim.

Onun tırnaklarını kurşun kalemle boyuyorum. Önümde iki seksen uzandıgi notu. Istifini bozmadan bana nasıl da çok fazla şeyi çağrıştırıyor. Onu tebrik ediyorum hadi uzat elini.

Yine abartmisim. Çok fazla süslenmisim ve o malesef benim süsümü de tanıyor. Gözleri buradaysa tanıyor. Memnun oldum yine sevgilim. Sen ilkokulda habire ardını kemirdigim o kırmızı kalemler gibisin her yanıma bulasiyorsun ve aşikâr ki babam buna da çok kızacak.

Ah derdim. Ah benim derdim. Benim endişem. Benim sevgilim. Gel son kez sarilalim aç aç aç kollarını. Merhaba.

Hatice Kübra Öktem 14.8.15

www.kafiye.net


Tarih 16 Ağu 2015 Kategori: Hatice Kübra ÖKTEM

HAYAT

 

HAYAT

Hala aklım ermiyor. Hem nasıl bu kadar iyi, hem nasıl bu kadar kötü, olunur. Dünya da güneş sisteminin metreslerinden zaten. Güneş de sıcacık kocaman kollarını açıp açıp dünyanın gerdanina mucevherler takiyordur. Bizlerse onlari izlemek icin can atiyoruz. Mahrem birakmiyoruz. Hayat… Ne cibiliyetsizsin.

Dün dedim ki. Hayır. Adam için tek kelime kipirdatmaya değmez. Çünkü o güzel jest ve mimik okuyor, hem sis’i de okumuş ben daha oraya gelmedim, bense iyi gozlemliyorum sadece. Her şeyi biliyorum ama hala aklım ermiyor. Hem nasıl bu kadar iyi, hem nasıl bu kadar kötü, olunur.

İyinin tek tabiridir şu: babanın sana şöyle bir baktığını düşünsene. Kötüyse: burada sadece şaşırmış gözlerle bakıp yutkunabilirim. Onu yutup ogutmek de isterim içimde ama buna da ben hazır degilmisim.

Bir sırdaşım var. Onun burada adı çocuk olsun. Ben ona diyorum ki ah çocuk. O bana diyor ki seni nasıl düşünmem.

Adama göre kadının olmaz olası hisleri bir romandan alıntıymis. Hazır yeri gelmişken bu romanın adını da koyalım: yanlis numara- Anlasiliyor ki hala bakmayı unutacaksin cevirmeyi unuttugun gibi. Ki neleri unutmuşsun oysa daha taptazeyken. Ah çocuk, nerdesin. Gel bir gel yanıma, tut elimi kaldır beni, desteğim oldun.

Ben harman gibi giyindim. Gururdan arindim. İlk kez olduğum gibi gidiyordum. 
O ysa centilmenligi hesabı ödemekten ibaret sayıyordu. Biliyordu kızacak, kadın gülüyordu ama, onun söylediklerine inanmıyordu, madem oyle o da kadinin her yazdığına inanmasa olsa bitseydi. Olsa. Bitseydi. Olup bitseydi sahi biter miydi. Söylesene çok görüp geçirmiş adam. Komik adam. Bazen komik adam. Geveze adam.

Biliyorum bu benim iyiliğim. Bu benim verilmiş sadakam. Bu onu kazanmak için benim kötü oluşum.

Aslında hepinizi kandiriyorum. Tek bildiğim mişli geniş zamanın rivayeti. Hepsi bu kadar işte. Daha ne bekliyordun. Daha ne uydurayım.

Hatice Kübra Öktem 15.8.15

www.kafiye.net


Tarih 15 Ağu 2015 Kategori: Hatice Eğilmez KAYA

Ölü Bir Balığın Hikâyesi

Ölü Bir Balığın Hikâyesi

25 Mayıs 2013, 19:12

Hatice Eğilmez Kaya

 

Duvarda asılı kalmış bir saatli maarif takvimi. Sararan yapraklarından birini kopardım. 30 Haziran 1975.

Bu duvar, bu takvim ve bu ev çürümeye sıcacık bir yaz günü terk edilmiş. Vazgeçmek, bir şeylerden umudunu kesmek böyle bir haldir zaten. Arkana bakmadan çekip gittiğinde hayal bile edemeyeceğin ayrıntıları da geride bırakıverirsin bir çırpıda.

Kenarda duran sehpanın üzerindeki akvaryumu fark ettiğimde zamanın delişmenliğine şaşırdım. Günler akıp gidiyordu gitmesine de akvaryumdaki su neredeydi? Bilemedim.

Akvaryumun içinde kupkuru çakıl taşları, kim bilir hangi sahilden, hangi ellerce toplanmış istiridye kabukları,  rengârenk süsler,  bir de balık iskeleti duruyordu. Dikkatli bakışlarla süzünce görebildim ölü balığın ıslaklığını çoktan yitirmiş iskeletini. Gözleri, solungaçları, eğer varsa pulları, incecik olduğunu düşündüğüm derisi çoktan uçup gitmişti. Canlı balıkların bile türlerini ayırt etmekten uzak olduğum için, bu kendinden geçmiş iskeletin ne türden bir balığa ait olduğunu anlayamadım.

Acaba sahibi isim vermiş miydi ona?

Eğer isim verecek kadar önemsemişse onu sahibi, ölüme terk ederken canı ne kadar çok yanmıştır kim bilir? Orta boylu bir tencereden dahi küçük olan akvaryumu da yanında alıp gitseydi keşke.

Konsolun üzerine alelade serpiştirilmiş çerçevelere gözlerim takıldı. Her biri doluydu. Fotoğrafların birinden iri gözleri olan, yuvarlak yüzlü bir erkek çocuğunun muzip gülüşü taşıyordu odaya. Başka bir çerçevedeki el ele vermiş genç çift zihnimi çeldi az sonra. Fotoğrafın arka planında bir değirmen vardı. Usul usul dönen çarklarıyla, dervişane esvaplı bir su değirmeni.

Zamanın durduğu ya da yavaş ilerlediği yerleri oldum bittim severim. Köylere, kasabalara, yaşını başını almış insanların evlerine olan ilgimin tam olarak bu sevgiden kaynaklandığını yeni yeni anladım. Kendi evimdeki eşyaların yerlerini değiştirmek de pek hoşuma gitmez. Bazı tanıdıklarım koltuk, masa ya da vitrinlerin kımıldatılmamasına dair alışkanlığımı hareketi sevmez mizacıma bağlarlar. Oysa ben farklı yerlere sürüklediğimiz eşyaların acizliğinde, zamanın gün devşiriciliğinden duyduğum ince ıstırabı bulurum. Terk edilmiş bir evin sahipsiz fakat boş kalmayan çerçevelerinde yakaladığım da dondurulmuş günlerden başka bir şey değildi.

Seslerin, görüntülerin uzay boşluğunda sonsuza dek dolaştığını, küçücük parçacıklar halinde orada burada saklandıklarını adımı hatırlayışım kadar yalın bir kabullenişle bilirim. Büyüdüğüm, kaldırım kenarında oyunlar oynadığım sokağa, yetişkin biri olarak yine yine bakarken hissettiğim garip ve tarifi neredeyse imkânsız gelgitler sayesinde zihnime yerleştirdim anıların kalıcılığı düşüncesini. Bir gün çekip gitsek de maddi herhangi bir mekândan eylemlerimiz uğurlar görünmez ellerini boşlukta sallayıp da. Vişneçürüğü rengindeki, fazlaca kullanılmasa bile eskimiş olan koltuğa otururken etrafımda uçuşan geçmiş zaman seslerini işitir gibi oldum. Çoktan çekip gitmiş olan ev ahalisinin gölgeleri raks ediyorlardı konsolun sırrı kaybolmamış aynasında.

Bütün renkler solduklarında grileşiyor. Siyah ve beyaz da öyle. Boş vermişlik hissine bir renk atfedilecek olsa bu renk gri olurdu şüphesiz. Kötüler kötülüklerinden, iyiler iyiliklerinden, doğrular doğruluklarından, eğriler eğriliklerinden geçtiklerinde ortada buluşmazlar mı? Ölü balığın bulunduğu akvaryumu elime aldım. Balık griydi;  istiridyeler, taşlara yapışıp kalmış ve orada neredeyse yok olmuş yosunlar griydi. Her biri farklı renklerdedir oysa yaşarken.

Titreyen bir işaret parmağı sevmek maksadı ile sayısız kereler dokunmuştur mutlaka sağlığında bu balığa. Sevilenin akıbeti malumdu, sevenin ise belirsiz. Çekip gittiği günden sonra neler yaşadığını, hatta yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum. Bu zavallı ölü balığı terk edişinden üzüntü duyup duymadığını, evini bırakırken bir canlıyı ölüme terk ettiğinin farkında olup olmadığını da.

      Evin diğer odalarını dolaşmaya cesaret ettiğimde içeri gireli asırlar olmuş gibi geldi bana. Sanki sayısız devlet kurulup yıkılmış, sayısız insan yaşayıp ölmüştü dilsiz bir anahtar, kör bir kilidin içinde çevrileli.

Küçük adımlarla çıktım salondan. Aynı küçük adımlarla karşıdaki odaya girdim. Odaya girer girmez bir el omzuma dokundu. Dönüp baktım. İnce fakat güçlü parmakları olan elin sahibi, su değirmeninin önünde poz vermiş genç çiftten kadın olanıydı. Kahverengi, gür saçları fotoğraftaki haliyle aynı uzunlukta ve aynı modeldeydi. Gümüş rengi teller çoğunluktaydı omuzlarına salıverdiği buklelerde. Derinlere doğru, dalgınca bakan gözlerinden tanıdım onu. Siyah beyaz fotoğrafta bikarar gözüken bu bir çift göz balköpüğü rengindeydi. Işıltısı ile içimin aydınlandığını hissettim. Beden yaşlansa da gözler yaşlanmıyordu besbelli.

–         Nasıl girdin evime, kime sordun eşiğimden içeri adım atarken?

–         Kusura bakmayın, ben evde kimse yok zannediyordum. Sizinle karşılaştığıma çok şaşırdım.

Gizemli bir edayla tebessüm etti.

–         Evet, aslında haklısın, kimse yok sayılır. Ben bu odadan çıkamam. Uzun yıllardır odamın kapısını senden başka açan da olmadı zaten.

–         Nasıl yani.

–         Ben yaşamıyorum, yaşamadığım için hep buradayım. Salondaki ölü balığın sahibi benim. Onu terk etmedim üstelik. Sadece odamdan dışarı çıkamadığım için ölmesine engel olamadım. Hani nasıl olur da bir canlı ölüme terk edilir, diye merak ediyordun ya az önce. Ben onu ölüme terk etmedim. İkimiz çok yakın zamanlarda öldük. Önce ben, sonra o.

   İçim ürperdi. Ölü bir balığın akıbetine üzülürken, hayalden bir kadınla karşılaşmıştım. Düpedüz hayalden bir kadındı karşımdaki. Omzumu zarif bir dokunuşla sıkan ellerin sahibi yaşamıyormuş meğer. Korku dağları bekler ve her korkunun temelinde bilinmez diyarların baş tacı ölüm ürpertisi yatar.

–         Balığımın adı yok. Bile isteye bir ad vermedim ona.  Çok seviyordum sevmesine onu, fakat isimlendirmenin, hatta sınıflandırmanın gereksizliğine inanmışımdır hep.

Düşsel muhatabımın anlattığına göre balığı, turuncu renkli olan türdeşlerine benzemez bir şekilde masmaviymiş ölmeden önce. Avuç içi kadarmış endamı. Susan, şikâyet etmeyen, sevinmeyen ve üzülmeyen yanlarıyla iç kanatıcıymış ikisinin halleri.

Kendinden geçmişliğin bir rengi olsa gri olurdu, diye düşünmüştüm ölü balığa bakarken. Tam da onlara uygun bir tespitmiş bu. O da balığı da mecazen daima griymiş aslında. Tenlerinin rengi gri olmasa da özleri griymiş.

–         Korkmuyorsun değil mi benden? diye sordu tüm bunları hızlıca anlattıktan sonra.

–         Hayır, dedim dudaklarım titreyerek. Hayır, korkmuyorum sizden. Peki, ben sizi korkuttum mu?

–         Komik olma! Ölü bir kadın değil senden en acımasız insanlardan bile korkmaz olur. Korku siz canlıların meziyetidir.

–         Meziyet mi?

–         Evet, meziyet.

–         …

–         Canlarınız olmayınca korkularınız da kalmayacak.

Korku, kaybetme olasılığından kaynaklandığına, cesaret ise bütün riskleri göze almak olduğuna göre haklıydı galiba. Başlangıcımız birdenbireydi, tükenişimiz de birdenbire olacaktı. Üzerimize giydirilmiş zıbından, giydirilecek son gömleğe kadar her şey eskimeye mahkûmdu. Fakat bizler çıplaklığımızdan kurtulmaktan bile acizdik.

 Etten ve kemikten azade bir kadın ince, küçük elleriyle korkunun bir meziyet oluşundan söz ediyordu. Onun durduğu yerden meziyet olarak görülen korku benim için yüzememek, ağaca tırmanamamak, bisiklete binememek, vazgeçememek, büyük adımlarla yürüyememek, hafif bir tümsekten aşağıya endişe ile bakmak demekti.

Buna rağmen olanca cesaretimle sordum:

– Neden öldünüz?

Rindane bir gülümseyişle cevap verdi:

-Yaşadığım için.

-Hayır, ben bunu sormak istememiştim size. Nasıl öldüğünüzdü öğrenmeye çalıştığım.

– Biraz zor, biraz kolay. Her ölmenin kendine has çilesi var. Sana benimkini tarif edemem ki. Yalnız şunu söyleyeyim, son bir nefes aldım, sonra da son bir defa verdim nefesimi. O kadar basitti terki dünya edişim.

Kapalı cevaplar veriyordu. Anladım, öyküsünü benimle paylaşmak istemiyordu. Sırların bazıları ölümden sonra da saklanmak istenebilirdi. Sustum, başka soru sormadım ona.

–         Gitmeden önce perdeleri aç. Kasvetli bir havası var bu evin. Azıcık güneş girsin içeri. Gözlerin ışıktan kamaşması ne güzeldir.

–         Açarım elbette.

–         Dur, dedi bana tam adımımı atacakken eşikten.

–         Senden bir ricam olacak. Akvaryumu ve içindeki ölü balığı al götür. Yanına varıp göremesem de, evin içindeki varlığı beni rahatsız ediyor. Sağduyun benimle olan karşılaşmanı yalanladığı zamanlarda ona bakar, işittiklerine olan inancını tazelersin. Akvaryumu yeniden suyla doldur ve içine mavi renkli bir balık sal. Sakın o balığa da bir isim verme. Sahibi öldüğünde her isim mahzun kalır.

–         Peki, ölü balığı ne yapayım?

–         Sen bilirsin. O artık senin.

Avuçlarımın arasında ölü balığın bulunduğu akvaryumla adımımı kapıdan dışarı doğru attım. Eski ve boş bir odanın yegâne sahibi olan hayalden kadın titrek bir alevi anımsatan  nidasıyla seslendi. Sözlerini işitebilmemi istediğinden olsa gerek yüksek bir tondaydı sesinin tınısı.

-Ben uzunca seneler bekledim, fakat sen ‘kendin için git!’

25 Mayıs 2013, 19:12

Hatice Eğilmez Kaya

www.kafiye.net


Tarih 13 Ağu 2015 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

ÖNEMLİ DUYURU!!!

ÖNEMLİ DUYURU!!!

Değerli şair ve yazar arkadaşlarıma;

Son zamanlarda terör nedeniyle her gün şehit verirken üzüntülere gark oluyoruz. Ancak şuan bu konuda elimizden gelen de bir şey yok ve bir şey yapma durumu söz konusu olmuyor. Sadece Lanetliyoruz.

Edebiyatımızın değerli şair ve yazarları; makale, deneme, öykü, şiir yazarak halkı aydınlatmaya çalışıyorlar. Siyasi ve etik olmadıkça yazılan yazıların değer bularak okunduğunu ve yazılanları dikkatli bir şeklide de takip edildiğini biliyorum. Ancak son beş yıldır özellikle şiir dalında bazı önemli şair ve yazarlar ile dost şair yazarların şiirlerinde noktalama işaretleri ile büyük harf ve küçük harf kuralına uymayarak şiirde bir yozlaşma dediğimiz anlatım bozukluğuna gitmektedirler. Bu durum beni şu son zamanlarda çok üzmüştür. Sahibi bulunduğum ve siz yazar şair dostların yazdığı el emeği, göz nuru şiirlerinizi www.kafiye.net sayfasında mümkün mertebe yayına alarak geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırmaya ve sizleri tanıtmaya çalışıyorum.

Bir ulusun yapısını bozmak için ekonomi kadar kullandığı dil de çok önemlidir. Bir ulusun dilini bozar ve kuşaklar arası kopukluğu sağlarsanız, bu durumda o ulusu savaşmadan yenmeyi çok rahat başarırsınız. Ulusta kuşak çatışması çok tehlikelidir. Bu kuşak çatışmasını dilde, sözde, yazıda birlik sağlanarak sağlamak mümkün olacaktır. Bu nedenle yazar ve şair dostların serbest şiirlerinde ve ya hece ölçüsü ile yazdıkları şiirlerde noktalama işaretleri ile büyük harf küçük harf kuralına uymaları bana göre ulusun birliğinin korunması açısından önemlidir ve bu kurala uymak zorunluluğu olduğuna inanıyorum.

Serbest şiirde ve dörtlükler halinde yazılan şiirlerde bazı şairler hemen; ” Kardeşim ben kırk yaşına, altmış yaşına gelmişim. Şiir yazmaya başladım. Bu yaştan sonra noktalama işaretlerini öğrenmeye mi çalışacağım? Ayrıca benim okuyucum beni anlar. Benim ne demek istediğimi de çok iyi bilir. Başımıza noktalama işaretlerini başımıza bela etmeyin! Sanki eski şairler, ozanlar şiirlerini noktalama işaretleri kullanarak mı yazmış, ben de kurala uygun yazayım…” diyerek kendisini savunmaya çalışıyor.

Karamanoğlu Mehmet Bey; “Mehmet Bey, millet olarak yaşamanın ilk şartı olarak, dil birliğinin sağlanması gerekmektedir. 
Kendi dilini ve kültürünü hor gören, başka kültürlerin egemenliğine girmeyi yücelik sanan, bu yoz anlayışa tepki göstermek zorundayız. Bu nedenle; BUGÜNDEN SONRA DİVANDA, DERGAHTA, BARGAHTA, MECLİSTE VE MEYDANDA TÜRKÇEDEN BAŞKA DİL KULLANILMAYACAKTIR.
13 Mayıs 1277 “

Değerli şair ve yazar dostlarım! Noktalama işaretlerini öğrenmek gerekiyorsa öğrenmek zorundayız. Türkçe’mizi korumak zorundayız. Bu nedenle anarşinin kol gezdiği bu sıralar bir de Türkçe’mizdeki dil yozlaşması anarşisiyle uğraşmayalım. Bize düşen görev kuşaklar arasında kopukluk değil, kopmak üzere olan kuşakları bir birine bağlamaktır. Biz şair ve yazarların en önemli görevi de budur.

Değerli dostlarım. Bu açıklamalar ışığında bundan böyle sahibi olduğum ve siz dostlarımın şiirlerini, düz yazılarını paylaşmış olduğum www.kafiye.net edebiyat sayfasında şiirlerinde ve metinlerinde Türkçe yazım kurallarına uymayan düz yazılarınızı, serbest ve dörtlükler halinde yazdığınız o güzel şiirlerinizi web sayfasında paylaşıma alamayacağımı üzülerek belirtmek istiyorum. Umarım almış olduğum bu kararımı kuralsız yazan yazar, şair dostlarım beni hoş görü ile karşılayacaklardır. Şiirlerini kurallara uygun hale getiren arkadaşların şiirlerini web sayfasında okuyucuyla paylaşmaya devam edeceğim.

Son zamanlardaki olumsuzluklar nedeniyle böyle bir açıklama yapmak durumunda kaldığım için çok üzgünüm dostlarım. Bu tür açıklamanın zamanı aslında geçti. Fakat ben şimdi bu açıklamayı zorunlu gördüm.

Saygılarımla.

Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar 
www.kafiye.net   edebiyat sayfası sahibi.


Tarih 13 Ağu 2015 Kategori: Şevki KAYATURAN

PERŞEMBEYE BULUŞALIM

PERŞEMBEYE BULUŞALIM

Bu defa da farklı yerde
Şiirlerden konuşalım.
Kahve içip saat birde
Perşembeye buluşalım.

İnançlı imanlı kulsun
Dilek dile kabul olsun
Değme güle dalda solsun
Perşembeye buluşalım.

Terk etmeden şu cihanı
Tarihe not düş bu anı
Cezve hazır koy fincanı
Perşembeye buluşalım.

Bir sebepdir var oluşun
Hayran bırakır duruşun
Ömre bedel bir gülüşün
Perşembeye buluşalım.

Kayaturan dinler sözün
Nevbahara dönsün güzün
Ömür boyu gülsün yüzün
Perşembeye buluşalım.

13.08.2015 Saat : 12.35
Şevki KAYATURAN
Kültür ve Turizm Bak. Halk Şairi

Nevbahar : İlkbahar

Değer verdiğim dostum dediğim bir arkadaşıma birlikte bir kahve içelim önerime karşılık, tamam o zaman 13 Ağustos 2015 Perşembe öğleden sonra birde buluşalım sözü üzerine irticalen söylenmiş bir şiir.

www.kafiye.net


Tarih 13 Ağu 2015 Kategori: Hatice Kübra ÖKTEM

Merhaba,

 

Merhaba,
Annemle balkonda lafliyoruz ve az evvel o benden önce ölürse nasıl olacağını düşündüm. Çöp toplayan motorlu abi işletmenin önünden çöpe yöneldi oysa karanlıkti ama yanında ışığı vardı ve annem buna sevindi. Sonra yağmur atistiriyordu elimi göğe uzattım ve damlamadi.

Balkon demiri canımı acitti. Amcamlarin evine balkondan giriş çıkışlarımı hatırladım ve buradan üçüncü kattan aynı şeyi nasıl yapacagimi hayal ettim aynı zamanda gözlerim annemi dedeme benzetti ve durup dururken içimi yine acittim. Sonra üçüncü kez tekrarladı, kızım çıkart artik şu çoraplarını ayaklarinda hava alsın. Dedim anne ben alışkınim ama bak sırf senin için cikartiyorum.

Bunu Allah için yoldaki taşı kenara ittirmeme benzettim. Şimdi bilemiyordum bu iyi birsey midir kötü bir şey midir. Çünkü adamın teki iyiyle kotumun felegini sasirtmisti. Arada da bunu ona bağladım. Sonra annem uyudu babam uyudu ömer ise gitti kızlar uyudu nihat uyudu yağmur hızlandı ve kıskandı yalnızlığımı. Derken yarın ise ineceğim aklıma geldi. Sonra biri bir şey diyordu şöyle diyordu.

Burada siyah beyaz bir fotograf var. Resimde boş atlı karıncalar. Ben saymadim kaç taneydiler. Burada ne görüyorsunuz. Deliler gibi hepsine biniyor, onları deniyorum dedim ve atlı karincanin biri kopup ayak ucuma düştü. İnancın olsun baskasi olsa tekmeyi basardi ama ben sevdim. Sonra bir daha bir daha bir daha, daha yirmi dört yaşımda yoruldum. Uyusam dinlenir miydim? Beni dinlendiren şey sizlerce uyku muydu? Yok caniim. Ya başka ne olacak. Uyusam geçecekti de işte. Ben sen yokken de ayıktım.

Hatice Kübra Öktem 12.8.15
www.kafiye.net


Tarih 13 Ağu 2015 Kategori: Aylin AKGÜN

AYRILIKLAR DA SEVDADANDIR GÜLÜM….

AYRILIKLAR DA SEVDADANDIR GÜLÜM….
Satır satır yazsam bendeki seni,
Anlatılmaz sevgin, hasret çiçeğim,
Alev alev yanar, kordan yüreği,
Ayrılıklar da sevdadandır gülüm.

Kim demişse yalan, unutamam ki,
Kanıma karışmış, ruhumda sanki,
Ne çıkar unutmuş olsan da beni,
Ayrılıklar da sevdadandır gülüm.

Kalbimde bitmeyen ince sızımsın,
Gözümden damlayan, yaşlarım dasın,
Geceleri rüyam, gündüz düşüm sün,
Ayrılıklar da sevdadandır gülüm.

Aşılmaz dağların, yollar tükenmez,
Reva mı ettiğin, çileler bitmez,
Garip kaldım sensiz yüzüm gülemez,
Ayrılıklar da sevdadandır gülüm.

Kavuşur muyuz biz? hiç sanmıyorum,
Sensizlik zoruma gitse de sonum,
Kara toprak olur bedenim bir gün,
Ayrılıklar da sevdadandır gülüm.

Aylin AKGÜN
AYIN ŞAVKI
www.kafiye.net


Tarih 13 Ağu 2015 Kategori: Nesrin Önem

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN MELEĞİM


DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN MELEĞİM

Güzel gözlerine hüzün dolmasın,
Doğum günün kutlu olsun meleğim,
Kalbini incitip kıran olmasın,
Doğum günün kutlu olsun meleğim.

Etrafa rengarenk baksın gözlerin,
Dilinden dökülsün tatlı sözlerin,
Açtıkça solmasın gonca güllerin,
Doğum günün kutlu olsun meleğim.

Kalbin güzelliği yüzüne vursun,
Üzmek isteyenler hep uzak dursun,
Annenin duası hak edip bulsun,
Doğum günün kutlu olsun meleğim.

Sanki yanımdasın pastanı aldım,
Beraber olduğum günlere daldım,
Gözlerim yaşlarla öylece kaldım,
Doğum günün kutlu olsun meleğim.

Canımın parçası canımda cansın,
Damarımdan akan can veren kansın,
Sen benin her şeyim gönlümde hansın,
Doğum günün kutlu olsun meleğim.

İyi ki doğmuşsun benim kızımsın,
Kalbimin içinde tatlı nazımsın,
Yorulduğum yerde benim hızımsın,
Doğum günün kutlu olsun meleğim,

Üstüne titrenen kızımsın benim,
Dizeler dolusu yazımsın benim,
Tattırdığın ilk göz ağrımsın benim,
Doğum günün kutlu olsun meleğim.

Nesrin Önem DEMİR
ANNESİNDEN BİRTANECİK KIZINA
İYİ Kİ DOĞDUN MELEĞİM
SENİ ÇOK SEVİYORUM
13 08 2015
www.kafiye.net


Tarih 13 Ağu 2015 Kategori: Nermin AKKN

GURBET TRENİ

GURBET TRENİ

Biz iki endemik türüz,
Her türlü açlığa körüz.
Kendi iklimlerimizde
Ancak sevgi büyütürüz.

Biz iki gurbet treni
En son duyarız sireni
Herşey raydan çıktığında
Ancak çekeriz freni

Biz iki acemi yürek,
Aşka çekiyoruz kürek
Yaradanın emanında
Gönüle emek vererek

Biz ikimiz ipek elek
Eler durur bizi felek
Her darbeden dibe çöken,
Yürek değil,cepken yelek

Biz iki gönül eriyiz
Et,kemik ve deriyiz
Hak izniyle yola çıkan
Gönül gözünün feriyiz.

Nermin Akkan
www.kafiye.net