Kategoriler

Arşivler


Tarih 13 Ağu 2015 Kategori: Hatice Kübra ÖKTEM

Komik OLma

Komik OLma

Komik olma hep bir giden bir kalan vardır iste hayatta sanki ben bilmiyorum. Dört işlemden pay biç. Ben bile isteye buradayım hala yoksa kim demiş ben senin ah mübarek gonlune hayranim. 10 a kadar saydimsa istedim de saydım beni zorlamis gibi dönme ah beni sevmiş gibi dön yeniden tanisalim. Bak dünya islanmis sabah sende ıslanma. Benim kanımin boynuna bir iplik dolanmis ah az gevşet onu gevset evet böyle cok daha iyi.

Bak küçükken oturup göğü izlediğim sandalyeye sığmaz olmuşum. Başkaları olsa güler buna, benimle dalga geçerler, omer cocuk olmasa bende onlara gülerim iyi gülerim ama o biraz sakin işte. Kim derdi yine aynı göğe bakıp lafın ucunu sana dokunduracagim. Bak yildizlardan sığ bir öküz çizdim gel bakale olmuş mu. Yok canım, benim gibisini yildizlarla dahi cizemezsin dediğini duyar gibiyim. Çünkü bildim seni bildim. Hem nerede olsa tanırım artık tanımam mı çok ayıp. Hem farkettim de muallakta kalmak sahi be iyiymiş. Buna benzer başka şeyler varsa da gönder sende beni bildin mi? Şimdi diyorlar ki o kim. Diyorlar ki baban mi öldü. Allah esirgesin. Benim ses ettiğim hep benim. Ama yinede tanismayin, siz memnun olmazsınız. Ben sizin yerinize de her gün memnun olurum olur mu.

Bir zamanlar buralar hep bataklikmis ve kuşlar aslında dağa doğru denize ucarlarmis, az evvel annem öyle dedi selamı var. Bende ona dedim ki anne artık iyi gunler, selam sabahimiz mi kaldı bari sen yapma. O da dedi boşver de şu ağaca tüneyen kuşlara bak. Bakayım ama anne gözlerim bile sahibine meydan okuyor nerdeydi benim gözlüklerim. Evet suan kalktım ve dünya gözüyle sana baktığım camları arıyorum. Artık annemin selamina da içinden bir e aleykumselam dersin. Gerçi demezsen sen bilirsin nasıl olsa sonra yine gelirim. Olasılıkları arttirayim artık hangisine ses edersen merhaba. Aman da uyanmış mi anasının kuzusu. Oh ne mesut saadet ve tekrirden ileri gelir, tekrardan iyi gunler. Kış geliyor unutma.

Hatice Kübra Öktem 13.8.15
www.kafiye.net


Tarih 13 Ağu 2015 Kategori: Safiye SAMYELİ

YÜREĞİMDE İSYAN VAR

YÜREĞİMDE İSYAN VAR

Sanma ki çok mesudum sen gideli buradan 
Kaburğamın altında inceden bir sızı var
Saymadım ki ayları kaç yıl geçti aradan 
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Gözlerim kan çanağı hasretin uyutmadı
Vuslat için kurduğum hayallerim tutmadı
Söylediğim yalanlar gönlümü avutmadı
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Her akşamım çok gamlı geceler sensiz oldu
Kurumadı kirpiğim gözlerim densiz oldu
Hayatım darmadağın her şey düzensiz oldu
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Sanki sen mihrabımdın ben önünde diz çöktüm
Duvardaki resmine saatlerce dil döktüm
Ses vermedin çağrıma garip boynumu büktüm 
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Bil ki matem tutuyor bedenimde beş duyum
Nefesim daralıyor çekiliyor can suyum
Bilirim can çıkmadan değişmez benim huyum 
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Çekip indireceğim şu güneşe bir ersem
Yeter mi sanki sana ömrümden ömür versem
Yâr ölüme razıyım gelişini bir görsem
Sensiz geçen her güne yüreğimde isyan var

Safiye SAMYELİ
www.kafiye.net


Tarih 11 Ağu 2015 Kategori: Nazlı Saraç ORAK

Güzel Kız SMYRNA

Güzel Kız SMYRNA

 

  Nazlı Saraç Orak ”Naz’ca Bir Şeyler”
 
 

Şu an İzmir’de bir meydanın adı olsa da o, ruhu ve bedeni şehre bürünmüş güzeller güzeli bir kızdır.

İzmir’in denizi kız, kızı deniz

Sokakları hem kız hem deniz kokar…

Cahit Külebi’nin ”Atatürk’e ağıt” adlı şiirinden bu dizeler ne güzel de anlatır şehrim İzmir’i…

Şair çok güzel anlatmış da ben nasıl neresinden başlayarak anlatacağım bu efsane şehri doğrusu bilmiyorum.Tarihçesi var,körfezi-imbatı,havası -suyu,kızı-Kordon’u,boyozu,çiğdemi-gevreği… Anlatmakla bitmeyeceği aşikar.

Kentin en eski yerleşimi M.Ö 6500 yıllarında Bornova ilçesindeki Yeşilova Höyüğünde kurulduğu bilinmektedir.

Bugünkü adı Bayraklı olan ilçenin Tepekule bölgesindeki Ören yeri de ilk kurulan yerlerindendir.Ören yerinin o dönemde bir yarımada olduğu tarihi bilgiler arasındadır.

Helenistik Çağda (M..Ö 1.yy) bir İyon Kenti olan İzmir küçük bir bölümü Pagos (Kadifekale), büyük bölümü düz arazi olan liman çevresinde kuruldu. Oldukça düzgün bir cadde olan Kutsal Yal (Altın Yol) limandan ticari ve her türlü ulaşımı sağlıyor, denizden gelen esintiyle şehri serinletiyordu.

Roma döneminde inşa edilen Agora, kelime anlamı olarak ”şehir meydanı” demektir. Ticari, adli, dini, siyasi fonksiyonları olan, sanatın, felsefenin yoğun olduğu, anıtların, sunakların ve heykellerin bulunduğu önemli tarihi alandır. İncil’de sözü edilen yedi kılıseden biri Smyrna Agora’sındadır.Smyrna Hristiyanlığın gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

Halen kazı çalışmaları devam eden Agora’nın gelecekte dünyanın her yerinden ziyaret akınına uğrayacağı tartışılmaz bir gerçektir.

Milattan önceki yıllarda Anadolu, büyük Hitit Uygarlığının hakimiyetindeydi. M.Ö 15.yy’da Doğu Karadeniz’in Miskyra kenti çevresinden adına Amazon denilen Hititlerin kadın savaşçıları Ege’nin bu güzel kentini istila etti.

Kalkanlı, mızraklı, sırım gibi vücutlu, uzun saçlı, yanık tenli dişi savaçcı Amazonlar dev gibi atların üzerinde Pagos (Kadifekale) eteklerinden tozu dumana katarak Meles Çayı kıyılarına ve Halkapınar bağlarına indiler.Bu kadınların şakaları yoktu ve çok iyi savaşıyorlardı.

Savaşçı oldukları kadar güzellikleriyle de efsane olan bu kadınların dişiliklerini şehrin en dipteki harcına karıştırdıkları kesin.Adını Amazonların önderi ve Kraliçesi Smyrna’dan alan bu kentin günümüzde de kızının güzelliğinin nereden geldiği anlaşılmıştır sanırım.

Homeros destanlarındaysa bu kent ismini Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı Smyrna’dan almıştır. Çeşitli dillerde aksan farklılaşmalarına uğrayarak Ksimire, Zmirna, Smirne, Simira, İsmire gibi erişilmez kız isimleri anlamında söylenip yazılmış, günümüze İzmir olarak gelmiştir.

Tarihi 5 bin yıl öncesine dayanan medeniyetler Şehri İzmir anlatmakla bitmez elbet. Siz gelin günümüz İzmir’ini imbatını içinize çekip, martıların şarkılarını dinleyerek Kordon’dan başlayan bir geziyle selamlayın. Yorgunluğunuzu Kızlarağası Hanı’nda fincanda pişen kahveyi yudumlayarak üzerinizden attıktan sonra, tarihi Kemeraltı çarşısında alışveriş etmekten kendinizi alamayacağınıza eminim.

Kızlarağası Hanı’nı 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk’le evlenirken Latife Hanım’a babasının çeyiz olarak verdiğini de tarihi bir not olarak yazmadan geçemeyeceğim.

Bir kısa bilgi de saat kulesiyle ilgili. Zarif ve estetik mimarisıyle Konak Maydanını süsleyen gerçek bir sanat eseridir. 1901 yılında Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışının yıldönümü nedeniyle yapılmış olup, saati Alman İmparatoru Wilhelm tarafından armağan edilmiştir.

Zeybeği, türküleri, yöresel giysileri, zeytinyağlı yemekleri, kendine özgü yiyecek simleri, iklimi ve insanlarının sıcaklığıyla, görülmeye ve yaşanmaya çok fazla değer bir şehirdir İzmir.

Anadolu aşığı biri olarak Ülkemin her yöresinin zengin özellikleriyle gurur duyarım her zaman. İzmir kızı olmak ve İzmir’de yaşamanın mutluluğunu doyumsamak da harika bir duygu..

Ege Denizi’nin kıyısına vururken

Nazenin dalgalar

Yılın bol güneşli günlerinden birinde

Gözlerimi açmışım

Güzel kız Smyrna’nın kollarında…

 

Nazlı Saraç Orak (Naz’ca)
www.kafiye.net


Tarih 11 Ağu 2015 Kategori: Fatma Gül Özcan

SAVAŞIN ÇOCUKLARI

SAVAŞIN ÇOCUKLARI

Siner,
Yıkık duvarların duldasına
Papatya elli çocukların, titrek bedeni.
Yetmez aklı, 
Oyun mu, gerçek mi??
Durup bir an,
Mola… dese acıyan sesi
Vurulur şaşkınlığından.
..
Savaşın çocukları onlar
Toprağa dönmüş gün gözleri.
Al yanaklarında korku,
Bakışlarında kan damlası
Ölümle yaşam arası aldıkları nefes.
Karanfil kokuyor sancıları.
kan çicekleri açmış düş bahcelerinde,
İllegalleşmiş oyun parkları. .
….
Savaş konmuş ayunlarının adı.
Ne kuralı var, ne molası,
Ölümün dili hep aynı…
Vurulurlar, en körpecik yanlarından.
Vurulur…!!!!
Ve oyundan öyle çıkar
SAVAŞIN ÇOCUKLARI. …

(Süveyda)
Fatma Gül ÖZCAN
www.kafiye.net
 


Tarih 9 Ağu 2015 Kategori: Saffet ÇAKIR

SEN OLMALIYDIN

SEN OLMALIYDIN
Ufukta beklediğim güneşim, 
Sen olmalıydın. 
Adını duyunca, çarpan yüreğim 
Başım düşer önüme, nutkum kesilirse 
Karşıma çıkan sen olmalıydın. 
Kara kaderimin pembe sayfasında, 
Adı yazılı bir tek sen olmalıydın.

Doğru zamanda, doğru yerde, 
Karşıma çıkan sen olmalıydın 
Ayın şavkı gibi yüzünü görünce; 
Bin defa keşke dediğim sen olmalıydın. 
Kaybettiğim zaman seni çocuk yüreğimle 
Hıçkırarak ağladığım sen olmalıydın.

Ve bir gün bir mezarlıktan geçerken sen! 
Adımı okuduğunda bir mezar taşında 
Otlar yükselmiş üzerimde, 
Kuş tünemiş başımda 
Islak gözleriyle bir Fatiha okuyan, 
Sen olmalıydın, sen! 

SAFFET ÇAKIR
www.kafiye.net


Tarih 9 Ağu 2015 Kategori: Punhane Eliyeva

Yoğura Bilməzsən

Yoğura Bilməzsən

Yoğura bilməzsən xəmiri qarnan,
Bil ki sonunda peşman olarsan.
Altuna qızıla daş desən insan,
Zamandan kənarda qalarsan inan,
Bil ki, sən sonunda peşman olarsan.

Sən yuva tiksən zığdan, palcıqdan,
Bünövrə salsan, mənasız qumdan.
Heykəllər yaratsan,caylax daşından,
Kol-kosla calışıb vallah ocaq qalasan,
Bil ki, sən sonunda peşman olarsan.

Ayıra bilməzsən əti dırnaqdan,
Qovdura bilməzsən bülbülü bağdan.
Əzdirə bilməzsən daşı qayaynan,
Dəmirə yamağı salsan taxtadan,
Bil ki, sən sonunda peşman olarsan.

Pünhanə, mamırı daşdan qoparsan,
Inan göllər yaradıb, sel tək çağlasan.
Mənəm allah deyib, öyünüb dursan,
Qiyamət günü bil ki,anlasan insan,
Bil ki, sən sonunda peşman olarsan.

Punhane Eliyeva
www.kafiye.net


Tarih 9 Ağu 2015 Kategori: Punhane Eliyeva

Türk Oğlu Türk Bizik



Türk Oğlu Türk Bizik

Haray cəkib cəngi calan mərd oğullar,
Türk oğlu türk bizik, bizim soyumuz var,
Həmləmizdən yer titrəyər, göy dağılar,
Haydı igidlər, Qarabağa biz gedək.

Məğrur olaq, biz dik duraq, hücum deyək,
Yenilməzi məğlub edək, əyilməyək,
Vətən ücün qanlar tökək, təbil döyək,
Haydı igidlər, Qarabağa biz gedək.

Birləşək yumruq olaq,ər kimi hər an,
Baxıb qürur duysun bizdən Azərbaycan,
Yerdə qala bilməz bu intiqam, bu qan, 
Haydı igidlər, Qarabağa biz gedək.

Əzəldən bizim olub, yenə olacaq,
Azadlığın günəşi Qarabağda doğacaq,
Qalanacaq o yurdda doğma od-ocaq,
Haydı igidlər, Qarabağa biz gedək.

Pünhanəyəm varlığımda qürür yaşar,
Odlar yurdu, damarımda qanım coşar,
Üz verməyək yenə düşmən həddin aşa,
Haydı igidlər, Qarabağa biz gedək.

Punhane Eliyeva
www.kafiye.net


Tarih 9 Ağu 2015 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

HOŞ BULDUK

HOŞ BULDUK

Uzun ince yollardan sizlere geldik,
Yiğidolar,ben size geldim, hoş bulduk.
Koşup şehzadeler in şehrine geldik,
Sivas’lı  gardaşlara geldim, hoş bulduk.

Sabahın seherinde burçak sesine,
Madımağın katıklanmış o haline,
Çifte minaresine yüzüm sürmeye,
Sivas’lı  gardaşlara geldim, hoş bulduk.

Şairlerin yatağını görebilmek ,
Sıcak soğuk o çermiğe girebilmek,
Güzelin o gamzesini görebilmek
Sivas’lı gardaşlara geldim, hoş bulduk.

Aşıkların atışması çok meşhurdur,
Sazın tınısında sorular sorulur,
Dillerden ince ince nağmeler dökülür,
Sivas’lı  gardaşlara geldim, hoş bulduk.

Çanakkale’den kaldı o kucaklaşma!
Yurdu savunmaya koştuk o meydana;
Düşman kaçtı,İzmir’de o kucaklaşma
Sivas’lı  gardaşlara geldim, hoş bulduk.

Der Hüseyin gelelim şimdi sadede,
Sivas’ta seni bekleyen o güzele,
Şairlerin katıl ballı sohbetine;
Sivas’lı  gardaşlara geldim, hoş bulduk.

Sivas/ 31.08.2015
Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 9 Ağu 2015 Kategori: Melek KIRICI

Bir Mektubun Satır Aralarında – 3

Bir Mektubun Satır Aralarında – 3

El feneri yanık halde oturdu ağaca tutunarak. Acı azdı; ama kendini bir boşlukta hissediyordu. Çomar ise hala havlıyordu. Selçuk’un beyninden neler geçmiyordu ki? “İşte oğlum, şimdi cezanı çekiyorsun” diyordu içinden. Bunca zaman bu kasabada, bu derenin yanında oturmuştu; ama hiç başına böyle bir iş gelmemişti. Hatta yılan bile görmemişti hiç. Bu yılan kendisini cezalandırıp öldürmesi için yollanmıştı adeta.
 
Düşüncelerinde kâbusu yaşarken havlama sesiyle irkildi. Çomar önüne gelmiş, havlıyordu. Bir şeyler anlatmak istiyordu belli ki. “Acaba yılanı mı öldürdü?” diye düşündü Selçuk. Fenerle etrafı taradı; ama yılan görünmüyordu. Çomar derdini anlatamayacağını anlayınca hızla eve doğru koştu. Zaten ev en fazla iki yüz elli adım yukarıdaydı.   
 
Aradan on dakika ancak geçmişti ki; Zehra Hanım ve eşi Ahmet nefes nefese geldiler. Çomar da yanlarındaydı. Hala havlıyordu. Ahmet Bey telaşla sordu:
 
-Ne oldu evladım? Sen uyuyacaktın; ama buradasın.
 
-Uyuyamadım. Hava alayım dedim. Galiba yılan soktu beni. Çomarla da boğuştular bir süre. Aradım şu an yılan yok. Ne oldu bilemiyorum.
 
-Daha önce fark etmedin mi yılanı evladım?
 
-Çomar hırlıyordu; ama ben uzaklarda sandım. Ağacın dibine oturduğumda yumuşak bir şeye temas ettim sanki. Sonrası malum. Sahi çomar nasıl geldi buraya?
 
Zehra Hanım söze karıştı…
 
-Evladım köpekler böyledir işte. Dün ona sarılıp okşayınca seni çok sevdi demek ki… Burada da yılanı görünce onunla boğuşmuştur. Ama yılanın ne ölüsü ne dirisi var evladım. Başka bir şey olmasın sakın.
 
-Hayır… Çomarla boğuşurken gördüm. Kaçmıştır…
 
-Dur şu ısırdığı yere bakalım.
 
Zehra Hanım pantolonun paçasını sıyırıp fener tuttu. Sevinçle bağırdı.
 
-Neyse ki kumaşın üzerinden tam geçirememiş dişini. Hafif bir iz var. Biz yine de bağlayalım ve Ahmet amcan emsin biraz oğlum.
 
Yaşlı adam tecrübesiyle üzerindeki gömleğini çıkarıp az yukarıdan bağladı ayağı ve yaraya dudaklarını uzatıp emip tükürdü, kan ya da zehri. Görünüşe göre zehirlenme yoktu. Ya Zehra Hanımın dediği gibi dişini geçirememişti ya da zehirsiz su yılanıydı.
Bir yandan da Zehra Hanım fenerle her yeri arıyordu. Çomar kaçırmıştı demek yılanı.
 
Ahmet Bey işini bitirmiş, Selçuk’a omuz vermişti. Dereden eve doğru yürümeye başladılar. Karısına seslendi:
 
Sen Selçuk’u tut da ben arabayı çalıştırayım. Hastaneye götürelim; ne olur ne olmaz.
 
Selçuk itiraz etti:
 
-Hiç gerek yok. Demek psikolojikmiş baş dönmesi. Bir sorun yok.
 
-Olsun evladım. Emin olalım.
 
-Yok yok… Dinlenirsem geçer. Siz de yatın. Ben eve gideyim.
 
-Çomar yanında kalsın o halde. Bir şey olursa haber verir bize.
 
Teşekkür etti iki yaşlı ve dost insana. Çomarla eve geçtiler.
 
Aslında midesi hala bulanıyordu. Yılan sokmuş olsa zaten şimdiye kadar zehir yayılırdı. O halde üşütmüş ya da stres kaynaklı olabilirdi. Mutfağa geçip bir ayran yaptı kendine. Bolca da tuz attı. Bardağı bir hamlede bitirdi.
 
Yatağa kendini attı. Bu kez nedense hemen uyumuştu. Çomar ise başında bekliyordu.

3. BÖLÜM SONU
DEVAM EDECEK…

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 9 Ağu 2015 Kategori: Melek KIRICI

Bir Mektubun Satır Aralarında – 2

Bir Mektubun Satır Aralarında – 2

Genç adam gözlerini açtığında yine kâbus gördüğünü anladı. Odada kadın falan yoktu. Anne karnındaki masum bir bebek gibi, dizlerini çenesine doğru bükerek iki büklüm oldu. Arınıp temizlenmeliydi artık kendini yiyip bitiren yaşadıklarından.
 
Kalktı yatağından. Uykusuzdu; ama uykuyu hissetmiyordu bile artık. Balkon, odalar, mutfak arasında mekik dokuyor, hırsını attığı adımlardan alıyordu sanki. Ayak sesleri komşulardan bile duyulacak kadar yoğundu. Avuçlarını ovalıyor, dudaklarını ısırıyor, bilinçsizce adımlıyordu evin içinde. “Banyo yapmalıyım” dedi içinden ve banyoya yöneldi.
 
Sıcak suyla değil, soğuk suyla yıkanmalı ve ruhundaki tüm pislikleri yok etmeliydi. Normalde dayanılamayacak kadar olan soğuk suyu açıp duşun altına girdi. Hissetmiyordu bile soğuğu. Sular yanaklarından bedenine sızıyor; ama o kıpırdamıyordu bile. Sabit bir noktaya bakıyor ve her zaman olduğu gibi o ana gidiyordu hızla. Artık bedeni duşta olsa da ruhu geçmişteydi. Farkında olmadan yaşıyordu ruhunu tutsak eden o anları. Yine geçmişteydi…
 
Gece yarısından sabaha kadar olan mücadele bitmiş, yenik düşmüştü o lanetli otel odasında. Her şey bittiğinde hırsla kadına dönmüş, dişlerini sıkmış, haykırmıştı.
 
“-Sen bir pisliksin! Pisliğini bana da bulaştırdın.”
 
O haykırışa kadından gülümseyerek cevap gelmişti.
 
“-Keşke pislikler bedenlerimizde olsa. Her tür pislik suyla temizleniverir. Ruhun pisliklerini ne yapacağız? Bak! Sen de yenik düştün işte. Artık sen de bir pisliksin”
 
Sinir harbi yapıyorlardı olayın sonunda. Söz yarışına girmişlerdi öfkeyle ikisi de.
 
Tekrar kendine geldi Selçuk. Duşun vanasını kapatıp hızla kurulandı. Giyinmeliydi; giyinip dışarı çıkmalı, aşağı derede su sesinde yürümeliydi. Yürümeli, ruhuyla hesaplaşmalıydı.
 
Giyindi ve kapıyı da açık bıraktığını fark etmeden karanlığa teslim etti adımlarını.
 
Dereye doğru yürüyordu. Adımları yine sert ve hızlıydı. Bu gece bitmeliydi bu muhasebe. Hesaplaşmalı ruhuyla ve bu hesabı kapatmalıydı.
 
Dere kenarına gelmişti. Eve yakındı burası. Eskiden de sık sık gelir, suyun sesindeki güzelliği ve gizemi içine çeker, solurdu adeta. Her zaman oturduğu, suya en yakın ağacın yanına bıraktı kendini yine.
 
En başından hatırlamaya başladı yaşadıklarını. Sanki bir beyaz perde vardı önünde ve dereye doğru inerken beyaz perde de önünde gidiyordu. Tüm yaşadıklarını o perdede izliyordu Selçuk…
 
Öğretmen olarak ilk ataması İzmir’in bir kasabasına yapıldığında, müthiş bir sevinç duymuştu. Hayatında görebileceği en güzel kasaba olduğunu düşünmüştü hatta. Hoş şimdi de fikri değişmemişti; halen gördüğü en güzel kasabaydı burası. Öğrencilerine daha yakın olmak, onlara düşünce olarak ulaşmak, arkadaş olmak, başarılara götürmek, öğretmek, eğitmek, yetiştirmek istiyordu. Meslekte kendine güveniyordu henüz yolun başında olmasına rağmen. Çok okumuş, çok araştırmıştı. Sıkıntıyla yürüdüğü dere yolunda nice tatlı anıları vardı öğrencileri ve eşiyle.
 
Okuldaki ikinci ayı idi. Konu mektuptu. Hem yazışmanın güzelliğini, hem de tanımadıkları insanlara neler yazılabileceğini öğrenecek, kelime hazineleri de gelişecekti. Başka kasaba, ilçe ve illerdeki aynı sınıf öğrencilerine mektup yazmalarını istedi. Yaparak yaşayarak öğrenmek olacaktı onlar için. En güzel yazışmayı kim yapacaktı bakalım…
 
Her şey bu mektuplaşmayla başlamıştı işte. Genç adamın alabileceği en büyük dersi başlıyordu. Kimse bilemezdi böyle masum bir ders konusunun adamın yaşantısını alt üst edeceğini.
 
Çocuklar yazdıkları mektuplarını diğer okul öğrencilerine yollamaya başlamışlardı. Onlardan da cevaplar geliyordu. Yeni arkadaşlıklar mutlu etmişti öğrencileri. Hepsinde bir mektup merakı başlamıştı artık. Yaparak yaşayarak öğretim başarılı olmuştu doğrusu.
 
Selçuk sınıfta seslice okurdu gelen mektupları. Ogün yine mektuplar gelmişti ve zarfları açarak önce okuyor, sonra öğrencisine teslim ediyordu. Bir zarftan iki ayrı mektup çıkmıştı. İlki öğrenciye idi. Okudu ve verdi öğrencisine. Diğerini eline aldığında şaşırdı. O mektup da kendisineydi. O okulun öğretmeni kendisi de yazmış ve eklemişti zarfa. Göz gezdirdi mektuba genç adam. Okurken gülümsüyordu. Övgü dolu sözler ediyordu Çiğdem Öğretmen kendisi için. Mektubu öğretirken böyle bir uygulama yaptığından dolayı tebrik ediyordu. Sakıncası yoksa kendilerinin de mektuplaşmasını istiyordu hatta.
 
Bunları düşünürken pantolonunun paçasına yakın yerde bir acı hissetti Selçuk. Ayağını bir şey ısırmıştı. Canı acıyordu. Aynı anda havlamayla bir köpek de atıldı hemen yanı başına. El feneriyle taradı etrafı. Çomardı bu; Zehra Teyze’nin köpeği… Bir yılanla boğuşuyordu. Demek kendisini ısıran bir yılandı. Hem Çomar, hem kendi için endişeye kapıldı. Dere kenarında ve yalnızdı. Yürümeye çalıştı; yürüyemedi. Başı dönmeye başlamıştı.  


2. BÖLÜM SONU
DEVAM EDECEK…