Kategoriler

Arşivler


Tarih 3 Oca 2012 Kategori: Dr. Sait Güngör ELGİN

Eğitimde Fırsat Eşitliği

Dr. Sait Güngör Elgin
Tel:0256-646 11 49
Cep:0532-516 09 28
e-mail-1: elginorama@gmail.com
e-mail-2:gungor.elgin@hotmail.com 

Eğitimde Fırsat Eşitliği

Dünün eğitim kurumlarına entelektüel zevklerini tatmin veya bilimsel tutkuları için, yalnız aristokrat sınıflar ilgi gösterirdi. Okullar genellikle paralı ve azdı. Toplumların sosyo-kültürel yapıları sanayideki devrimsel gelişmelerle değişmiş, politik ortamda demokratlaşma kaçınılmaz bir hal almıştır. Demokrat hükümetlerin vatandaşlarına götüreceği hizmetlerin başında da eğitim ve sağlık hizmetleri yer almıştır. İlköğretimin parasız ve zorunlu olmadığı bir demokrat ülke kalmamıştır. Bu gün yalnız ilköğretim ihtiyacının karşılanması yeterli görülmemekte, orta öğretim ve yüksek öğretimde de parasız eğitim yaygınlaşmaktadır.

 Hükümetler halklarının eğitimden eşit şekilde yararlanmaları için kendilerini zorlamaktadırlar. Çünkü sanayi eğitilmiş insan gücünü gereksinmektedir, eğitilmiş insanların sanayide istihdamları daha iyi şartlarla mümkün olmaktadır. Seçmenler oylarıyla hükümetleri bu yöndeki ihtiyaçlarını gidermek için zorlamaktadırlar. Her bölgeye yeter sayıda okul, iyi yetişmiş öğretmen, ders araç ve gereçleri sağlamak çözümü zor problemler olarak hükümetlerin, politikacıların devamlı uğraşmak zorunda oldukları sorunlardır.

 Demokratik toplumların eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanabilmeleri için geleneksel eğitim yöntemleri ile sorunların çözümünün olamayacağı görülmektedir.

 Teknik Gelişmeler

 Teknik gelişmeler her alanda çok önemli değişikliklere neden olmuştur. Tarım, ticaret, ulaşım… vesaire insan yaşamının hemen her kesimi bu gelişmeden etkilenmiş; evlerin mutfağının bile çehresi değişmiştir. Bazı el sanatları kaybolmakta ve yerlerini fabrikalar almaktadır. Dün bire üç ürün aldığı için haline şükreden çiftçi, tarım araçları, gübre ve sulama tesisleri sayesinde bire yirmi verim alır duruma gelmiş, bu olay onda bilime, tekniğe  olan inancı artırmış ve bunun sonucu olarak eğitime, kitaba…., verdiği önem değişmiştir. Eskiden köyde işe yarayacağı şüpheli olan çocuklar okumaya teşvik edilir ve devlet kapısında bir iş bulmaları için okutulurken, bu gün okumaktan, başka faydalar beklenmektedir. Orta Öğretim Kurumlarının geleneksel ve ihtiyaca cevap vermekten uzak yapılarına rağmen köylere kadar uzanmalarının nedenini başka türlü anlamak mümkün görünmemektedir. Evvelce pek az öğrencinin devam ettiği teknik liselere bu gün öğrenciler seçme sınavları ile alınmaktadır.

 Sanayideki gelişmenin eğitimi ne kadar etkilediği bunlara benzer daha bir çok örnekle gösterilebilir. Eğitimin de endüstri üzerinde etkileri daima kabul edilmiştir. Endüstri ile ilgili yetkililer eğitimin önemini o derece inanmış görünmektedirler ki eğitim vakıfları kurarak, burslar vererek, iş yerlerinde hizmet-içi eğitim kurs ve seminerleri düzenleyerek bu eğilimlerini açığa vurmaktadırlar. Bu gün bir çok fabrikada hizmet-içi eğitim seminer ve kursları ile ilgili eğitim çalışmalarını düzenlemek üzere eğitim uzmanları istihdam edilmektedir.

 Sanayinin eğitime niçin bu ilgiyi gösterdiğini anlamak mümkündür. Devamlı değişen ve gelişen teknolojiye ayak uyduramayan kuruluşlar fonksiyonlarını çok çabuk kaybettiği içindir ki yenilikleri izleyebilecek yetenekli personel aranmaktadır. Eğitim kurumlarının da bu potansiyelde personel yetiştirmesi istenmekte, eksiklikler hizmet-içi kurları ile giderilmeğe çalışılmaktadır.

 O halde çağdaş dünyada eğitim-öğretimin “çok kere hafıza için bir yük teşkil etmekten ileri gitmeyen bir takım dağınık, ölü ve geçersiz bilgiler kazandırma yerine, temel kavram ve ilkeler etrafında bir anlama ve düşünme faaliyeti olması gerekir.”

 Görüldüğü gibi endüstrinin istediği insan gücünün yetiştirilmesi sorununun, geleneksel eğitim anlayışı ile çözümlenemiyeceği anlaşılmaktdır.  

www.kafiye.net


Tarih 3 Oca 2012 Kategori: Dr. Sait Güngör ELGİN

Dr. Sait Güngör Elgin
Tel:0256-646 11 49
Cep:0532-516 09 28
e-mail-1: elginorama@gmail.com
e-mail-2:gungor.elgin@hotmail.com 

EĞİTİM SORUNLARI

Eğitim kültürel, sosyal, ekonomik ve politik değişmelerin etkisi altında devamlı değişme durumundadır. Eğitim kurumları ve eğitim işiyle ilgili olanlar bu etkileri görmek ve programlarını, planlarını, stratejilerini buna göre yapmak zorundadırlar. Esasen başlı başına karmaşık bir yapıya sahip olan eğitimin dış etkenlerin baskısı ile daha da karmaşık hale geldiği; sorunların adeta çözülemez, kontrol edilemez boyutlara ulaştığı ve sık sık  eğitimde bunalımdan söz edildiği bir gerçektir. 

Eğitimde çözümü yıllarca çalışmaya neden olacak sorunları doğuran olguların başında hiç şüphesiz NÜFUS PATLAMASI yer almaktadır. Tek başına nüfus patlamasının doğurduğu ekonomik, sosyal, politik sorunlarla eğitim, içinden çıkılmaz bir fasit daire içine itilmiş durumdadır.

 Nüfus Patlaması

 İnsanın meydana gelişinden 1776 yılına kadar 500 milyona ulaşan dünya nüfusu bundan, 200 yıl sonra 1976 da 4,1 milyara ulaşmıştır. 2014 yılında yani 38 yıl sonra 8,2 milyara ulaşacaktır. Bunun anlamı 1970 lere kadar dünya nüfusunun iki katına çıkması için 10 000 yıl geçmişken, bu 38 yılda bir iki katına çıkar duruma gelmiştir.

 Son yıllarda nüfusu büyük olan ülkelerce alınan önlemlerle nüfus artışı biraz yavaşlamış görünmektedir. Ama sorun gene de önemini korumakta, dünya nüfusu her şeye rağmen artmasına devam etmektedir.. 1970 yıllarının temposu ile artış devam etseydi 4,1 milyarı bulan bu günkü dünya nüfusunun iki katına çıkması için 38 yıl geçmesi gerekirken, alınan önlemler sayesinde 41 yıl sonra aynı seviyeye ulaşacaktır.

 Nüfus artışının gösterdiği bu manzara bazı eğitimcileri eğitim problerinin hemen hemen çözümsüz olarak niteleyecek kadar kötümser yapmıştır.

 

Bilgi Patlaması 

Eğitim için en önemli sorunlardan biri de şüphesiz BİLGİ PATLAMASI’dır. Her geçen gün pek çok uzmanlık alanında bilgi üretilmekte ve bu üretimden ancak o alanın uzmanları haberdardır. Bu artışın izlenmesi adeta olanaksız hale gelmiştir. Mevcut bilgi kapasitesinin her on senede bir iki katına çıktığı düşünülürse artışın önemi kavranabilir.

 

Bilgi ile eğitim arasındaki ilişki o kadar doğaldır ki birinciden söz edince diğeri derhal hatırlanır. Eğitimin en başta gelen görevlerinden biri de hiç şüphesiz yeni bilgi ve deneyimleri yetişen kuşaklara tanıtmaktır. Bu kadar hızla gelişen bilgiyi kısa zamanda eğitim kurumlarında gençlerin önüne sergilemek, onları bu bilgilerden yararlanarak aşmalarını sağlamak eğitimde önemli sorunlar yaratmıştır. 

Gerek nüfus patlamasının, gerekse bilgi patlamasının yarattığı eğitim sorunlarının geleneksel eğitim-öğretim yöntemleriyle çözümlenemeyeceği bir gerçek olarak ortadadır.

 


Tarih 23 Ara 2011 Kategori: Nur UYGUN

BU GECE EN UZUN GECE (3)

BU GECE EN UZUN GECE (3)

Ayaz düştü geceye,
Lâl oldu dilim, us düştü heceye,
Gün doğmaz oldu haneye,
Artık sabahlar olmuyor,
Bu gece en uzun gece
Pencereme kuşlar konmuyor.
Günüm geceden karanlık,
Gecem karanlıktan da karanlık.
Zifir düştü yine geceye,
Bu gece en uzun gece.

Kulaklarımda çınlıyor;
Duvarların sessizliği.
Beynimde zonkluyor, sol ’umun sensizliği
Ciğerlerimi soluksuz bırakıyor,
Nefesimin nefessizliği.
Zemheri ayaz çaldı yüreğimi.
Geceler uzun, geceler yorgun.
Bu gece en uzun gece.
Morlara bezedim geceyi, olmadı.
Allara bezedim, hiç olmadı.
Yine geceye kara entarisi yakıştı
Gayrısı hep bir beden küçük geldi.
Fark ettim ki, bu gece en uzun gece.
Sensizliğin dem vurduğu gece.

Mecalsizim.
Yoruldum artık.
Çiğ düşmüş gecelerin nefesini içime çekmekten.
Fersah fersah ötelenmiş duygularımla;
Bî-mecal kaldım, bu sonu gelmeyen gecelerde.
Bu gece en uzun gece.
Saatler durmuş sanki,
Sensizlik, zamanı siliyor.
Sessizlik almış başını gidiyor.
Bu gece en uzun gece,
Hasretinin gem vurduğu gece.
Deniz sakindi bu gece
Ay suskun,
Geceye küskün
Bu gece en uzun gece,
Bu gece hasretinin galeyana geldiği gece

Veryansın ediyor cümlesiz kelimelerim,
Bahtım gibi kara kaderime.
Sendeleyip düştüm;
Ruhumun kara dehlizlerine.
Bu gece en uzun gece.

Derken yüzünü özlediğim gün;
Şavkını yaktı dünyaya.
Ama ne fayda, yine yoksun ufukta.
Yokluğunun sayfalarında bir kez daha dağıldım.
Bir kez daha un ufak oldum;
Kum saatinin boğumunda.
Bu gece en uzun gece.

Dilime takılmış bir duadır adın.
Yüreğime açılmış bir yaradır aşkın.
Bak, ne hale getirdi beni içimdeki bu taşkın,
Geldiğinde dinecek sızım.
Bu gece en uzun gece.

Bitmek bilmeyen bu uzun gecede;
Hayalinle avutur oldum, şu bi-çare gönlümü.
Yaradan’a döndüm yüzümü;
Yalvardım yakardım, döktüm özümü.
“Yanı başımda olsun” dedim, açtığımda gözümü.
Bu gece, dualarda buluştuğumuz gece,
Bu gece en uzun gece.

Şaduman olur ruhlarımız göklerde
Ab-ı hayat içerken ikimiz
Sevdamızı zikreyler dilimiz
Mutluluktan coşar gönlümüz
Bu gece en uzun gece,
Bu gece yolunu özlemle gözlediğim gece,
Bu gece hasretinden yandığım gece
Bu gece sabrımın taştığı gece….

21-12-2011/Çarşamba
Uhde/Nur UYGUN
www.kafiye.net


Tarih 23 Ara 2011 Kategori: Kevser DOSTAGÜLER

HELAL OLSUN

HELAL OLSUN
Aşa haram kattık doyduk;
Helal olsun çok çalıştık!
Medeniyet dedik soyduk;
Helal olsun çok çalıştık!

Hoca çıktı verdi talkım,
Gizli gizli yedi salkım,
Görmedi ki gafil halkım,
Helal olsun çok çalıştık!

Abdest namaz vakit yoktu,
Yapılacak boş iş çoktu,
Nasihate karın toktu,
Helal olsun çok çalıştık!

İhanete kucak açtık,
Para pula sevgi saçtık,
Su yerine şarap içtik,
Helal olsun çok çalıştık!

Üzüm yedik hangi bağ’dı?
Yedik azdık, modern çağdı,
Şifa değil maraz yağdı,
Helal olsun çok çalıştık!

Taşralı der;şaştı rota,
Bindiğinde ağaç, ata,
Bir doğruya, binbir hata!
Helal olsun çok çalıştık!

Tasralı/Kevser DOSTAGÜLER
Kırklareli/Lüleburgaz
www.kafiye.net


Tarih 15 Ara 2011 Kategori: Şule AKAR

SEVGİ VE AŞK

SEVGİ VE AŞK

Sevgi; genellikle karşıt cinslerin birbirlerine gösterdikleri ilgi olarak algılanan oysa yaşamın kendisi olan, yaşamı yaşanır kılan, dostluk, barış,  güven, yaratı, üretim, dayanışma güler yüz vs. gibi kavramları içeren; söz konusu bu değerlerle özdeş olan bir olgular bütünselliğidir.

Şurası bir gerçek ki dünyada ne kadar insan varsa o kadar da sevgi tanımı veya sevgiyi betimleyen o kadarda farklı algı söz konusudur. Böyle olunca da sevgiyi belirleyen kavramda da büyük bir zenginlik bulunmaktadır. Dolayısıyla sevgi ve aşk göreceli kavramları içerir. Göreceli olması demek, herkese göre farklı tanımları, farkı kavrayışları ve farklı algıları kapsaması demektir.  Ve buradan hareketle ne kadar insan varsa o kadar da sevgi ve aşk kavramı vardır. Çünkü herkesin tanımı ve algısı başka başkadır. Bir insan, dış dünyadan algıladığı ve etkilendiği olayları ve olguları, kendi iç dünyasına taşıyarak, bu olaylara karşılık gelecek sembolleri, betimlemeleri beyninde varlaştırarak, onlara sözcüklerle anlamlar yükler. Bu anlamlar “kavramlardır”. Kavramlar zihnimizde bedenleştirip, belleğimizde canlandırdığımız olayların ve olguların karşılığını oluşturan tanımlamalardır. Sözcüklerin belleklerde ki kavramların dış dünyaya yansımasıdır.

Buradan hareket ederek sevgiyi genel olarak şöyle tanımlayabiliriz: Sevgi, bir insanın herhangi bir şeyi kendi bedeninde duyumsaması, onunla birlikte olmak istemesi, ona ulaşmaya çalışması, onunla birleşmek istemesi ve onu kendisine katmak için ona yönelmesi ve onu elde etmek için eylemde bulunmasıdır.  Yine, bir başka tanıma göre ise insanın kendisinde bulunmayanı, kendi özünde duyumsaması ve gereksinim duyduğu şeyi kendisine katmaya çalışması ve onu kendi özüne katarak onunla birleşmeye yönelmesidir. Kişinin açlığını duyduğu bir nesneyi kendisine bağlama isteğidir sevgi.

Çekirdeğin elektronu kendisine çekmesi, elmanın yenmesi, suyun içilmesi vs. sevginin eylemsel halidir.

Doğada kavramlar yoktur. Kavramlar insansal yaratımlardır. Sevgi; çekirdeğin elektronu çekmesinin ve kendisine bağlı kılmasının bilinçte ki soyut yansımasının kavramsal adıdır.

Sevgi bir şeye veya bir kimseye karşı duyulan yakınlık, kişiye veya nesneye yönelen ilgi, bağlılık göstermeye yönelik eğilim ve duygudur diye tanımlayabiliriz.

AŞK ÜZERİNE

Aşk; “ışk”tan dilimize yerleşen ve alev, ateş, ışık anlamına gelen bir sözcüktür. Aşkı tanımlarken genellikle sevgi sözcüğü kullanılır. Aşk, içten gelen bir duyguyla ve tutkuyla bir şeyi sevmektir. Sevgi ise, insanın bir şeyi istemesi ve istediği şeye yönelmesidir. Sevginin özünde bir eksikliği giderme, insanın kendisini tamamlama güdüsü vardır. Sevgi, yaşamaya ve yaşatmaya dönüktür. İnsan gereksinim duyduğu her şeyi sever. Çünkü gereksinme, insanın kendisinde olmayanı kendisine katmaya dönük bir olgudur. Aslında doğada her şey, her şeye gereksinim duyar. Çünkü bir varlık, bir başka varlığı kendisine katarak yaşamasını sürdürür. İşte sevgi bu nesnel durumun kavramlaşmış durumudur. Nesnel olanın bilinçte soyutlanması, betimlenmesidir. Sevgide farklı iki şey tek şey olur. Çünkü biri kendisini diğerine katarak onun yapısında yok olur. Cinsel anlamda da bu böyledir. İki farklı beden birleşerek, aynı duyguda ve hazda birlenirler. Buna karşın karşılanamayan veya ulaşılamayan bir nesneye veya bir varlığa duyulan sevgi yerini tutkuya, sonsuzca bir isteğe, büyük bir açlığa, doyumsuzluğa ve hiçbir zaman arzuladığı şeye ulaşamama duygusuna kapılmasına yol açar ki bunun adı “aşk”tır.

Oysa sevgi üretmek, yaratmak, dostluk, barış, özgürlük, dayanışma, paylaşma, üretme, yenilenme, değişme, dönüşme ve mutluluğun en temel işlevidir. Sevgi yaşamın itici gücü ve en büyük enerjisidir. Bir insan yaşamak için enerjiyi nerede alıyorsa ona sevgi duyar. Çünkü sevgi yaşamanın özüdür.

Şurası bir gerçek ki ne bireysel anlamda ve ne de toplumda sevgisiz bir yaşam anlamsız ve çekilmez bir yaşamdır. Zaten istense de sevgisiz yaşanamaz. Çünkü sevgi var olmaktır. Burada önemli olan bir insanın kendisini var kılması ne kadar anlamlı ve önemliyse, başkalarının da kendisini var kılması o kadar önemli ve anlamlıdır. Onun için tüm insanların yaşama hakkı en temel haktır. Bu hakkın yerini bulması ancak sevgi kavramının işlevsellik kazanmasıyla söz konusu olacaktır.

Bakın ne demiş Yunus EMRE:  “Sevelim-sevilelim, dünya kimseye kalmaz” .

Sevgi yaşatır, aşk bitirir. Aşk, tutkunca bağlılıktır ve aitliktir. Böyle olunca da paylaşma, dayanışma, var etme, yaşatma… gibi değerler aşkın ötelediği değerlerdir. Bir insan âşık olduğu birisi için; aşık olduğu kişi eğer dağın öbür yanındaysa o kişi aşkına ulaşmak için dağı bile delmeye çalışır. Bu aslında aşkın ne kadar derin yaşandığının göstergesidir.  Çünkü âşık olan kişi maşukundan başka kimseyi düşünmez. Varsa yoksa âşık olduğu kişidir onun için önemli olan. Âşık maşukunun girdabında döner.

Sevgisiz yaşam, meyve vermeyen bir ağaca benzer…

Sevgi, yeşerten, koruyan, zenginlik sunan ve paylaşan vs. değerleri içerir. Sevgide istenile kavuşmak vardır. İstenilene ulaşılamıyorsa süreç içinde o sevgi olmaktan çıkar, aşka dönüşür. Bu da kişiyi hem kendisine ve hem de topluma yabancılaştırır.

Sevgiyle yaşamak dileğiyle…..

Kaynak; Büyük  Larousse İlgili Madde.

Erich FROM; Olmak ya da sahip olmak; Arıtan Yay. 1997

Şule AKAR

www.kafiye.net


Tarih 27 Kas 2011 Kategori: Nur UYGUN

NEFESİNE SUSUYORUM

NEFESİNE SUSUYORUM

Sonbaharın ilk yağmuru toprakla buluşuyordu dışarıda. Mis gibi toprak kokusu sarmıştı etrafı. Bense buğulu pencerenin önünde oturmuş yağan yağmuru izlerken bir taraftan da düşünüyorum; Kendimi yağmur sağanağına bıraksam beni sana getirir mi? Açsam tüm pencereleri ruhumun tozlu sayfalarını temizler mi? diye.

Yere düşen her yağmur tanesi sanki yüreğimdeki kor ateşin üzerine düşüyordu ve daha da körüklüyordu. Düşünüyorum; acaba bu ayrılık, bu hasret, bu yangın bir gün nihayet bulacak mı?

Yağmur altında düştüm yâre giden uzun ince bir yola, sulara bata çıka.
Bir taraftan da Âşık Veysel’den bir türkü takılıydı dilimde;

“Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldayım
Gidiyorum gündüz gece, gündüz gece

Dünyaya geldiğim an’ da
Yürürüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa yürüyorum
Gündüz gece, gündüz gece” diye

Gökler de bulut pınarlarından taşmış besbelli, benim gibi ağlıyordu belli ki güneşe hasret.
Ah bu hasretler bu özlemler!
Bazen soruyorum kendime; Neyin, kimin aşkı… Aşk aşk diye düşmüşüz yollara, yemeden içmeden kesilmişiz. Hak ediyor mu bunu? Kızıyorum kendime; önce seni hak etisin diyorum… Ahhhh şu yürek sızısı var ya… Önüne geçemiyorsun…

Hüzünle kan, can kardeş olmuşum. Hayat bana, ben hayata küsmüşüm. Kader bir senaryo yazıp elime tutuşturmuş oyna demiş oynuyorum. Her gün “belki bu gün oyunun son perdesi” diyorum. Acıyan sol yanımın feryatlarında kayboluyorum.
Sessiz sessiz çığlıklar atıp susuyorum…
Nefesine susuyorum…

10-10-2011
Nur UYGUN


Tarih 19 Kas 2011 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

Ben Üşümüyorum

 

Ben Üşümüyorum 

İçim yanıyor, içim.
Sanmayın ki üşüyorum.
Elbiseme, kuru soğuk vurmuş,
Kalbime onsuzluk vurmuş,
Gözlerime, onsuzluk yaşları dolmuş.
Bana aşkın, en beteri vurmuş.
Kaderim onsuz yaşamakmış.

Ben üşümüyorum!

Kuru soğukta ağlayarak ısınıyorum.
Gözyaşlarımı ne o,
Nede bir dost eli silmiyor.
Kuru soğuk siliyor.
Yaşlar dolan gözlerime ayaz vuracak.

Ben üşümüyorum!

Yalnızlık, rıhtımında yürüyorum,
Ama, cambazın ip üstünde yürümesinden de zormuş.

Ben üşümüyorum!

Beni öldürecek kuru soğukla alay ediyorum.
Çünkü, ısınmakla vakit geçirmek istemiyorum.
Kuru soğukta yangınımı söndürmeliyim.
Sönmez ise, içimdeki bu aşkı öldürmeliyim.
Öldürüp, okyanusun derinliklerine atmalıyım.

Ben üşümüyorum!

O, gelip de ellerimi tutsun.
Ellerim, buz gibi olmuş ise o ısıtsın.
Üstüme, sevgisiyle ısıttığı örtüyü atsın.
Isınayım, yanayım alev alev volkanlı dağ gibi olayım.

Ben üşümüyorum!

Elbiseme, kuru soğuk vurmuş.
Üşüyor diye, bana acımayın.
Dışım üşüse de içim alev alev yanıyor.
Ben üşümüyorum…

Bilgehan Emirşanoğlu
www.kafiye.net


Tarih 19 Kas 2011 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

Af Dilencisi

Af Dilencisi

Ah! Bir adam tanıdım!
Tıp kı aşkın kendisi,
Yüreği yarine çarpan,
Sevdanın zincirli kölesi.

Ah! Bir aşık tanıdım!
Tıp kı aşkın hececi si
Gecelerde hece yazan,
Sanki dünyanın Bilge si!

Ah! Bir Kadın tanıdım!
Tip kı aşkın kendisi
Memnu aşk-ı yaşayan,
Günahı için, af dilencisi.

Ah! Bir kara sevdalı tanıdım!
Tatmış hicran sillesi
Vuslat için yalvaran,
Kavuşmanın nöbetçisi.

Ah! İki aşık tanıdım!
Efsunlu aşkın tiryakisi
Yasak aşkların da kurban,
Sanki seçilmişler günah keçisi…

Bilgehan EMİRŞANOĞLU
www.kafiye.net


Tarih 18 Kas 2011 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

Dermanım Olacaksın

Dermanım Olacaksın

Sen kimsin… Nerelisin?
Daha önce, neredeydin?
Hadi gel, acıyan sol yanıma otur.
Gözlerime bak utanma.Hoş geldin adamım…

Bu gece,
Sevginle, bürü beni.
Yorgun yüreğime,
Temiz yüreğinle dokun.

Hoş geldin adamım…

Ne acılar çekti bu yürek!
Derman, dermanım olacaksın.
Hicran yaramı,
Sarmaya geldin biliyorum.

Hoş geldin adamım…

Hadi! Tut tut elimi
Dansa davet et unutalım,
Dert yüklü âlemimizi,
Birbirimize, bir can olalım.

Hoş geldin adamım…

Hasret kokan mumları yakalım.
İki kadeh, mey içip, bir hoş olalım.
Bu gece, kendimizden geçelim.
Ayrık otlarını temizleyelim.

Hoş geldin adamım…

Mor boyalı odamda,
Aheste aheste dans,
Ederken, birbirimize,
Sıkıca sarılıp tutuşalım.

Hoş geldin adamım…

Ağlarsam, sakın üzülme
Bu kez, inan ki mutluluktan,
Dökeceğim, gözyaşlarımı,
Yosun rengi gözlerim parlayacak.

Hoş geldin adamım…

Mutluluktan uçacak ruhum,
Göklere ulaşıp,
Gökkuşağının tüm renklerini
Yakalayıp, dönecek geriye,
Sana, hediye edeceğim.

Hoş geldin adamım…

Unuttuğum, yabancılaştığım,
Sevgiyi, dostluğu öğret.
Güven aşıla, sevgi tazele,
Her an, bende olacağına inandır.

Hoş geldin adamım…

Bu gecenin adı, sevgi olsun.
Saatler, on ikiyi vurunca,
Sakın gitme
Ellerimi, avuçlarının içine al
Sıkı sıkı tut, beni caydırma!

Hoş geldim adamım…

Gidersen, belki aramam
Sana, alışmaktan korkarım.
Hapis ol, gözlerimde zincirlen.

Hoş geldin adamım…

Uyumayalım, sabaha dek,
Yüreğimin, sesini dinle!
Bu gece, sabahlarsak eğer,
Demli, bir çayla demlenelim.

Hoş geldin adamım…

Yeniden, akşamı bekleyelim.
Sevgi denizimizin kenarında,
Saatlerce seven gözlerimizle,
Güneşin, batışını izleyelim.

Hoş geldin adamım…

Sakın, gitme benden,
Ben, her dem sendeyim.
Sakın unutma, bu geceyi,
Ben, ömrümce unutmayacağım.

Hoş geldin adamım…

Nasıl! Vazgeçerim senden?
Tenimi değil, ruhumu sevecek,
Adam gibi, adam bekledim…
Bir ömür sendeyim gitme ne olur…

Bilgehan Emirşanoğlu
www.kafiye.net


Tarih 18 Kas 2011 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

Adın Çınar Olsun Yârim

Adın Çınar Olsun Yârim
Toprak Ana’ya, çiçekler diktim.
Yüreğimi, bıraktığım gibi,
Bırakmadım nadasta!
Bazen yağmur,
Bazen, gözyaşlarım suladı
Toprak Ana’yı
Tenim gibi, kurumuşluğa
Yüz tutturmadım, toprağımı.
Kuşlarım, serenat yapıyorlar.
Bende, içimden ismini, tekrarlıyorum
İsmini, haykıramıyorum.
Kimse bilmesin nazar değmesin!
Toprak Anam’ da ki
Çınara, sana bakar gibi,
Bakıp, gözlerimle bin kez, seni çiziyor
Ve Çınara
Bin kez! İsmini zikrediyorum.
Ve diyorum ki
Ey! Yüce Çınar, yârim gibi, dimdik
Duruyor, eğilmiyorsun.
Adın, bende saklı kalsın diye,
Çınar koydum.Adın Çınar olsun yârim!

Çiçeklerimi, seni okşar gibi, okşuyor

Senmişsin gibi, kokluyorum.
Uçuşan, kelebekleri gördükçe,
Bir günlük, ömürleri aklıma geliyor.
Sana kavuşamadan, binlerce gün,
Yaşasam ne çıkar neye değer?
Vuslat olsunda kelebeğin ömrü kadar,
Yaşamaya razıyım.
Sensiz, yaşamak saymıyorum, bu yaşamışlığı

Sana, olan aşkım, bin asra değer!

Adın Çınar olsun yârim!

Geceleri, bir sepet alıp,
Yıldız toplamaya çıkıyorum.
Benim, sevdiğim gibi, yıldızları sende seviyorsun ya
Sana, hediye etmek için, toplamaya çalışıyorum.
Çıldırmış olmalıyım ki yüksek dağda,
Erişeceğimi düşünüyorum.
Yârim! Sepetim boş, bedenim yorgun,
Gözlerim de yaş, Toprak Ana’ma, dönüyorum.

Adın Çınar Olsun Yârim!

Yüreğini, hayallerimde her dem, öpüyorum.
Senin, haberin yok ki kara sevdamdan!
Balkonumdaki, sardunyalara,
Bahçemdeki, güllere, menekşelere,
Güvercinlerime, Toprak Ana’ya sor!
Onlar! Sana olan tutkumu biliyorlar.
Çünkü! Onlar sırdaşım, dert ortağım, oldular.
Yalnızca, adını, sevdamı, onlara söyledim.

Adın Çınar olsun yârim…

Bilgehan Emirşanoğlu
www.kafiye.net