şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
GÜL PEMBE
Gül pembe’yi dinliyorum, gönlüm yorgun.
Gözlerimde nem, yükümde gam var!
Gül pembe’yi dinliyorum, gönlüm yorgun.
Gönlümde yas, şimdi sılamda gam var!
Halhal esintisinde esmer güzeli düşünüyorum,
Gül pembesi yanakları, sancılı düşünüyorum
Şimdi esmer gülü gülücüklerinde düşünüyorum.
Gönlümde yas, şimdi sılamda gam var!
Altın hızmalı güzeldir beni yaralayan,
Esmer gülün sızısıdır beni ağlatan,
İncilerin içerisinde gönlümü bağlayan.
Gönlümde yas, şimdi sılamda gam var!
Kol düğmelerini dinliyorum odamda,
Biraz hüzünlü, biraz neşeli orada,
Gül yüzlü güzelin hızması durur karşımda,
Gönlümde yas, şimdi sılamda gam var!
Turnalara tutunda gel türküsü beni burkan,
Dualar ile yeniden dostlarla şimdi buluşan,
Sevginin hasretle kendini yaşama bağlayan,
Gönlümde yas, şimdi sılamda gam var!
Sana aşkın en güzelini yaşatmaya kararlı,
Bir seni, bir gülü, bir de ararım sende aşkı,
Yaz ayında, temmuz sıcağında aç alnını,
Gönlümde yas, şimdi sılamda gam var!
Esmer gülü bekliyorum gözlerim doldu yaşla,
Geç buldum erken kaybetmemek için odamda,
Geç gelen mutluluk şimdi sürsün beraber sonsuza,
Gönlümde yas, şimdi sılamda gam var!
Davutlar / 11.09.2006
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net
Boş Gözlerle
Boş gözlerle baktım çerçevelere,
Yıllar acımasız, dal kederlere’
Hani seni bekleyen gecelere!
Yine yalnızsın bak şimdi bu yerlerde!
Omuzuna baş koyacak güzel yok!
Bakışıp da dertleşecek güzel yok!
Ellerine sarılacak güzel yok!
Yine yalnızsın bak şimdi bu yerde!
Bütün acılara karşı gelirsin,
Sevda acısını iyi bilirsin,
Yavru özlemini içten bilirsin!
Yine yalnızsın bak şimdi bu yerde!
Bu yaşam acımasız deseler de,
İnsanlar acımasız deseler de,
Sevdalar acımasız deseler de,
Yine yalnızsın bak şimdi bu yerde!
Gönlün kırgın şimdi geçen yıllara,
Dostlara kırgın olma, bak zamana,
Senin için yeni umut ufukta,
Yine yalnızsın bak şimdi bu yerde!
Gül dalındaki diken batacaktır!
Gülün dili sana kan olacaktır!
Gülyüzüne hep şamar olacaktır!
Yine yalnızsın bak şimdi bu yerde!
İzmir/03.11.2011
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net
Küçük Bir Aşk Hikayesi…
Ama birgün yolu kadının bulunduğu yere düştü..Ne çıkar bir görüşeyim diye düşündü..Çok sıkılırsam işim var diye kaçarım dedi kendi kendine
Aradı kadını geliyorum dedi..Aracının içinde uzaktan gördü önce kadını.Ve şaşkınlığı yüzünden okunur hale geldi..Kadın şişman değildi. Üstelik şişman olmadığı gibi harika bir fiziği vardı..Yüzündeki tebessümle, kendince çekici haliyle kadın hoşuna gitmişti..
İşte o an başladı küçük bir aşk hikayesi.Kadın nezih olduğuna inandığı mekana doğru yola çıkardı adamı..Adam oturur oturmaz orda alkol olmadığını farketti..Yapıcı kadın tamam dedi hadi kalk başka mekana götüreyim seni. Aracı orda otoparktta bıraktılar yürümeye başladılar.Adam kadını o kadar beğenmişti ki gayri ihtiyari elini tuttu..Sanki kırk yıllık eski aşıklar gibi güle oynaya yürüdüler ikiside.Zaten yaptıkları telefon sohbetleri yüzünden çok samimi idiler. Nerdeyse 1 yıl olmuştu… Geç kalınmış bir tanışmaydı zaten bu.
Mekana oturup biralarını söylediklerinde adam itiraf etti ve bu kadar geç gelmekle ne kadar pişman olduğunu belirtti
ÖLÜMÜ GÖRME
Görmezden geldiğin gözlerim
Yağmurlara tutulmuş şimdi.
Bir yabancı gibi
O kadar yakınım da olup
Göz göze gelemeyen gözlerimiz…
Neyin inadında olduğun
Tarafımdan bilinmese de,
Her şey yakışıyor gözlerine.
Gönlüm gönlünde huzurlarda,
Bilmesen de.
Bir istisna yapıp da
Bakabilsen gözlerime.
Kenetlenir döngü kalbimin ritimleriyle.
Hayal işte…
Bakma söyleyemediklerime.
Ben hapsedilmişim zaten
Göğüs kafesimin içine.
Sen baksan da başkasının gözlerine,
Benim gözlerim senin gözlerinde…
Bilme…
Gözlerinde öldüğümü sakın bilme…
Mine POLAT
www.kafiye.net
DUR
Dur!
Dur ki;
Durulsun durgunluğum…
Varlığına bile yürek hoplarken,
Hüsranlar dahi dayanamaz yokluğuna.
Kursağımda kalmasın aşk,
Aşksızlanma.
Yargısız infaz yapıp da,
Cellâdım da olma!
Ölüm ki;
Takvim kâğıtlarıyla
Oyun oynar oldu son zamanlarda.
Bir bildiği var sevgili,
İmalı gözlerle,
Dalgalı gülüşlerle bakıyor aynama…
Sendendir diye
Boğazımda kalan son lokma,
Aşk laflarını da,
Fırlatıp attım;
Kentin tenha sokaklarına.
Anılarımızın katili oldum.
Bak!
Bileklerimde kan ağlıyor.
Ellerim ayaklarım canımla can çekişiyor.
Boğuluyorum,
Yokluğunla yok oluyorum…
Ayakta durduğuma kanma,
Sana olan sevgiler tutuyor beni ayakta.
Umursamazsın, bilirim.
Yine de umutluyum mutlu olmaya…
Mutluluğum; kara toprakla.
Ölümü yakıştırandın genç yaşıma.
Bilirsin dudağından dökülenlere uyarım;
Uydumda!
Belirgin izler yok bana dair hayatında.
Benim alın yazım bu.
Sen, sana iyi bakmayı sakın unutma!
Vasiyetimdir;
Aşkıyla canımdan caydığım adama
İyi bakmayı unutma…
Mine POLAT
www.kafiye.net
SAKIN GÖZÜKMESİN GÖZÜME
Gözyaşlarım yağmurlar gibi akarken kaldırımlara,
Sen kim bilir hangi elin avuçlarında.
Haykırsam geri gelmeyeceğin,
Apaçık ortada olsa da,
Hep kafatasımın içinde
Kelimeler sarf ettim vicdansızlığına.
Belli ki suç bendeydi,
Suç; işlediğim aşk çemberiydi zamanında.
Nasıl ki bir rüyanın ortasında,
Mutluluktan gökyüzüne
Sığmayanlar gibi sarhoş olsam da,
Ardından bir kâbusla
Gerçeğe uyandım yaşanacak olan acıyla.
Yaşanılan ve kanılan ‘O’,
Rüyayla başlayıp kâbusla bitti sonunda…
Şimdi acı kapladı kanayan yaramı,
Kabuk bağladı anılar,
Unutuldu sanılan yaşananlar
Hep bir köşede yüreği dürtmekte…
Geri gelse de buzlandı kalbim…
Paramparça olan ellerim
Şimdi onarılmaya başlandı…
Ve O…
Sakın gözükmesin gözüme,
Göz menzilime girdiği andan itibaren,
Yıldırım düşer bu kalbe…
Mine POLAT
www.kafiye.net
SUSUN
Göz koydular gözlerime,
Sustum…
Söz söylediler söylediklerime,
Sustum…
Sus dediler gördüklerime,
Sustum…
Öyle bir hale geldim ki ;
Ölenle ölene,
Gülenle gülene,
Yaşayan ölülere, baktım sadece…
Sustum ve baktım.
Her şeyi gördüm.
Görmekle kaldım…
“Seni Seviyorum” dediler,
Sustum…
“Sana Ölüyorum” dediler,
Sustum…
“Ölüyorum” dediler,
Sustum…
Öldüler,
Yine sustum…
Ne bir tepki de ne bir kelime de,
Ağzımı açtıysam namerdim…
Bana “SUS” dediler zamanında.
Bir bildikleri vardır deyip, sustum.
Böyle geldim böyle giderim deyip, sustum.
Konuşanlara baktım, baktım yalnızca.
Yalnız kaldım konuşamadım da yalnızlığımla.
Ben bildiğimi bildim, uymadım şeytana.
Konuşmam için dürterdi oysa.
Dönüp sol yanıma baktım kaç defa.
Yine harfler birleşip akmadı dudağıma.
Akamadı…
Ben sustum konuşanlara inat.
Üzülsem de sevinsem de.
Şimdi sıra teslimi,
Ben çok sustum,
Sıra sizde…
Ben ölüyorum,
SUSUN…
Mine POLAT
www.kafiye.net
ŞİMDİ ÖLME ANNE
1. bu kış yine pencereler esiyor nereden doğduğunu bilmediğim bir öç dalgası geliyor üstümüze yolumuzda haramiler çengi kıyamet kurşun izlerinde yitiriyorum günlerin mavi saydamlığını ekmek yarım su kirli toprak bitkin ben soluksuz kaldım yalnızlığın ihtilal yaptığı odalarda
2. sen ilacını içtin mi sarısı yorgun yüzünün beni sevgiyle beklediğin günlerden kalan biraz sıcaklığın varsa sar anne beni konuş benimle sar beni kokun dağılsın yüreğime mercanköşk kurulmuş zaman yüzsüz günler yalan akşamlarımı parçalıyor bu filmler sinirlerim bozuk yüzüm kırışmış gözlerim halkalı arkana biraz bulut koydum hadi canım uyu biraz kuru çalılara benziyor bu dünya dallarında etim dikenlere takılı
9. cennet bahçelerinin suyu kesik anne yine yolsuzluk sarmış mahşer ülkelerini altın kurnalardan akan kevserlerden umut yok biçimsiz düşlerime dökülüyor büyüsü yalanların
sen hep böyle mi bakardın anne beni görmeden mi bakardın gözlerin gri yeşil tenin durulmuş ellerin saydam bakışlarında ovalar uzanmış sabırla
konuş benimle anlattığın masallardan bir şehzade bırak bana taze bir aşk mayala sağlık karnemi ver yanıma
Hidayet KARAKUŞ www.kafiye.net
Devrim; “Kitle halindeki bir toplumsal hareketin başlatılmasının söz konusu olduğu, varolan bir rejimi şiddet kullanımı sonucunda başarıyla yıkarak yeni bir hükümet biçimi oluşturan bir politik değişme süreci. Bir devrim, coup d’etat hükümet darbesin’den ayrı tutulmalıdır, çünkü devrimde bir kitle hareketi ile politik sistemin bütününde önemli bir değişmenin gerçekleşmesi söz konusudur. Bir coup d’etat, iktidarın silah yoluyla, ancak hükümet sistemini kökten bir biçimde değiştirmeden var olan politik liderlerin yerine geçecek olan kişiler tarafından ele geçirilmesine göndermede bulunmaktadır.” sözcüğünün gerçek anlamı budur.
İnsanlara bazı kavramlar nedense hep yanlış anlatılmaktadır. Bu yanlış anlatım sonucunda da kargaşa çıkınca kavramı yanlış anlatanlar hemen sığınacak bir liman arar ve üste çıkmak içinde bazı kişilere dört elle sarılırlar. Dinleyicilerse bu durum karşısında gülmekten kendini alamazlar. Devrim sözcüğünün günümüzde yanlış anlatıldığı gibi ve hala daha da anlatılmaya da devam edilmektedir.
Atatürk bir devrimci midir? Yıllardır tarih derslerinde, konferanslar, yapılan programlarda, televizyon programlarında Atatürk hep bir devrimci olarak anlatılmıştır. Tarihçiler, yazarlar ağız birliği etmişçesine bize; “ Atatürk gerçek bir devrimciydi.” ifadesini kullanmışlardır. Geleceğin genç nesline de aynı teraneyi anlatmışlardır. Biz öğrenciliğimizde Atatürk2ü büyük bir devrimci olarak tanıdık, öğrendik, öğretildik. Bayram törenlerinde, derslerde, panellerde hep aynı öğretildi.
Başlangıçta belirttiğim gibi devrim ile ilgili bilgiye bakarsak Atatürk’ün bir devrimci olmadığını anlarız. Ben dünya tarihinde önemli devrim hareketlerini şöyle bir inceledim. Rusya’da 1917 yılında Lenin yönetimindeki bol şevik hareketi, Küba’da Fidel Kastro hareketi, İran’da Rıza Pehlevi’ye karşı yapılan hareket. Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin albay iken yaptığı hareket ki, kendisi de yıllar sonra karşı bir hareketle koltuğundan oldu ve ölümüne neden oldu. Bunun gibi tarih sayfalarından örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Şimdi şu soru ister istemez akla geliyor. Atatürk ve silah arkadaşları devrimci miydi? Atatürk ve silah arkadaşları hangi yönetim anlayışına karşı bir silahlı hareket başlatmıştı ve harekat oluşturmuştu? Halbuki Atatürk ve silah arkadaşları Anadolu’da yok olmak üzere olan bir devleti derleyip toparlamış ve ayağa kaldırmıştır. Devleti yönetenlere karşı bir silahlı harekat başlatmamış, bilakis Osmanlı devletini yok etmek için paylamış olan devletlere karşı hareket başlatmışlardır. Atatürk ve silah arkadaşları yabancı devlet güçlerine karşı silahlı savunmada bulunmuş ve ne yazık ki bunun adına tarihçilerimizin çoğu devrim diye ifade kullanıyor. Gerçekten Atatürk ve silah arkadaşlarının bağımsızlık hareketi ne zamandan beri devrim hareketi oluyor? Biri bana bunu anlatsın ve ben de başkalarına anlatmaya çalışayım! Atatürk’e ve silah arkadaşlarına “Devrimci” sözcüğünü yakıştırmak kadar bir gafleti kişiler nasıl hala sürdüre bilmektedir. Bazı tarihçiler Atatürk’ün Osmanlı Devleti döneminde kurulan İttihat ve Terakki, hareketine bağlasalar da bu “Devrim” sözcüğünü inanın yine Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına haksızlık yapmış olurlar.
Atatürk devrimci değil, gerçek bir lider, devlet adamı ve gerçek bir DEHA idi. Atatürk; geleceği çok iyi gören, sezen biri olarak bu ileri görüşlülüğünü silah arkadaşlarıyla paylaşmış, vatanı düşmanın işgalinden kurtarmış, yepyeni bir oluşum hareketiyle Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuşlardır. Buna devrim sıfatını yakıştırmak hem tarihe, hem de yüce şahsiyetlere karşı bir hakaret kabul edebilirim. Atatürk bir önceki devlet yönetimine karşı çıkmamış, yok olmak üzere olan Osmanlı devletini düşmanların elinden kurtarmıştır.
Devrim yapanlar, devrim hükümeti kuranlar mutlaka kan akıtırlar. Devrimler kansız olmaz, olamaz da, örnekleri de yakın tarihimizde örnekleriyle karşımızda durmaktadır. Şimdi şunu sormak isterim. Atatürk ve silah arkadaşları Osmanlı Devleti’nin hangi yöneticisinin kellesini almıştır? Kaç kişiyi öldürerek kan akıtmıştır? Devrimin başlıca ilkesi kan akıtmaktır, bunu da unutmayalım. Atatürk ve silah arkadaşları lüks bir yaşamı seçmişlermiş midir devlet yönetimine gelince? Özel çıkarlar kazanmış ve yapmışlar mıdır? Hayır! Bunların hiç birini yapmamışlardır. Aksine düşmanı Anadolu topraklarından atar atmaz devlet yönetiminde başlayan yeniliklerle birlikte birçok teknolojik gelişmeye de hem önayak olmuş ve hem de uygulamasını yapmışlardır. Bu nedenle Atatürk ve silah arkadaşlarına “Devrim” sözcüğünü yakıştıranlara gülüyorum.
Atatürk; bir devrimci değil gerçek bir liderdi. Yenilikçiydi. Tarım, teknoloji, ticaret alanında büyük yeniliklere öncülük etmiş ve üstelik Cumhuriyetin ilanından itibaren çok kısa süren 15 yıllık devlet yöneticiliğinde öyle güzelliklere imza atmıştı ki, bütün dış devletler kendisini örnek almaya başlamıştır ve hala da örnek alan uluslar bulunmaktadır. Örnek alan ulusların hepside bir deha ve büyük bir devlet adamıydı diye örnek alıyor. Devrimci diyen bir devlete daha tanık olmadım. Atatürk ileriyi öyle görmüştür ki; uçak fabrikası kurulmasını istemiş ve sağlığında da kurdurmuştur. Ülkenin tarımdan başlayacak yenilik hareketlerine traktör yapımı, Eskişehir Lokomotif bakım ve fabrikası, Şişe cam fabrikası, Beykoz ayakkabı fabrikası, Sümer Bank Sanayi, Hirfanlı barajı. Daha birçok yenilikler, inanın saymakla bitmez. Ama devrim yapan ülkelerin kaynakları sadece devrim hareketini yapanlar ve yakınlarına çalışmıştır. Atatürk’te ise tamamen Türk ulusuna, Türk halkının hizmetine sunulmuştur. Bu nedenle Atatürk’ün bu yaptıkları bir devrim değil yenilik hareketi, gelişme, teknolojide yükselme hareketidir. Bunu da ancak bir “DAHİ” yapabilir. İleri görüşlü, devlet anlayışını, cumhuriyet rejiminin en önemli bir rejim olduğunu halkın kendisine benimseterek kabul etmesini sağlamıştır. Hangi devrimciler bunları yapmış ve başarmışlardır. Atatürk halkından kopmamış ve halkı ile iç içe yaşamıştır. Burada bir soruyu da sormadan geçemeyeceğim. Atatürk’ün kurdurmuş olduğu uçak fabrikası ile motor fabrikası, Atatürk’ün ölümünden sonra ne olmuştur?
Atatürk gerçek bir lider ve devlet adamıdır. Atatürk ve silah arkadaşları devrim yapmamış, ancak ölümünden sonra gelen devlet yönetimlerinde zaman zaman seçilmişlere karşı bir hareket olmuş ve bu harekette devrim değil, ihtilal olarak karşımıza çıkmıştır. Halk hareketi olarak değil, silahlı güçlerce yapıldığı içinde buna ihtilal denilmektedir. Devrim ile ihtilâli de karıştıran sözüm ona ulemalarımız, ukalalarımız, siyasilerimiz, yazarlarımız da vardır ne yazık ki. Efendiler; sözümüzün eri, hareketlerimizin gerçek sahibi olalım. Bir sözü söylemeden önce tartıp biçelim. Sonra pişman olmayalım. Söylediklerimizden dolayı sıkışınca da Atatürk’ün arkasına sığınmayalım, gerçek kişiliğimizle söylediklerimize sahip çıkalım. Atatürk’ü kendimize örnek alalım ve onun yaptıklarının yanında bizler daha başka neler yapabiliriz diye uğraşı verelim. Yaptıkları ile övünüp orada beklemeyelim. Sözlerinize sahip çıkın, sizler de bir şeyler yapın. Yapın ki sizleri ayakta alkışlayayım. Atatürk’ün arkasına sığınmayın ki sizleri gerçekten en içten duygularla takdir edeyim ve sizleri bu hareketlerinizden dolayı el üstünde tutayım. Sığınmayın ki; gerçek kişiliğinizi, gerçek devlet adamlığınızı, gerçek şairliğinizi, gerçek kimliğinizi görerek sizleri gerçekten ayakta alkışlama zevkini canı gönülden tadayım, duyayım.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim ki; Atatürk bir devrimci değildi ve asla da devrimci olmadı. Atatürk; gerçek bir deha, gerçek bir devlet adamı, gerçek bir yöneticiydi. Kusurları olmuştur. Olabilir. Ancak bu devletin yönetimindeki başarısı onun küçük kusur diyebileceğimiz bu hataları, Atatürk’ün kişiliğinde hiçbir değer kaybettirmez. Benim gerçek liderim, benim gerçek devlet başkanım, benim gerçekten Türk Ulusu içerisinde gelmiş geçmiş en önemli devlet adamıdır, devrimci değil dehadır! Atatürk’ü çocuklarımıza bir devrimci değil, deha olarak tanıtalım, anlatalım çocuklarımıza. Gelecek olan genç nesle anlatımımızı bu şekilde yapalım. Doğruları ve gerçekleri öğretelim gençlere.
İzmir/ 20.10.2011
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net
Sessiz çığlık,
Gönül bahçemde bülbül ötmüyor,
Renkler bir bir kayboldu gözlerimde
Seni arıyorum her köşede,
Söyle bana nerdesin!
Hangi diyarda!
Artık vakti gelsin buluşmanın!
Hem dem olsun hasretle kavrulan şu bedenler!
Mutluluktan uçsun şu bi çare gönüller!
Gıptayla baksın bizi görenler,
Farkında olmadan ben sen olmuşum,
Yoluna baş koymuşum,
Seni önüme gelene sormuşum!
Gel de mutluluktan coşsun bu garip yürekler!
Baktığı her yerde seni görüyor bu gözler,
Hasretin ağır bastı bu can seni özler!
Bir köşeye sinmiş bu divane âşık seni bekler!
Geleceğin günü iple çekip sabreder
Artık kavuşsun hasretten kavrulan bu bedenler!
Bir daha ayrılmamak üzere birleşsin üşüyen eller!
Bir daha hiç susmamak üzere;
Aşk sözcükleri fısıldasın lâl olmuş bu diller
03–07–2011/Pazar
Nur UYGUN
www.kafiye.net