Kategoriler

Arşivler


Tarih 22 Oca 2012 Kategori: Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU

AŞK-I NİYAZ

AŞK-I NİYAZ 

Hadi tut ellerimden, lehfan dokunuşlar çizsin aşkımız
Gecenin yüreğine düşsün, özlem uyandıran şarkımız
O muamma buseler ki, sarsın fasl-ı gül serinliğini
Ateş-i aşkınla pür eyleye, kalbimin derinliğini

İsmin dilde iki hece, gönül fezasında yankılansın
Dudaklarımın arasında aşk, Bismi-nûr’la aydınlansın
Aşk boğazımda bir düğüm ki, zâtının nûruyla çözülür
Niyet ettim de yar sana, alnımızda yazılan görülür

Ey ay yüzlü sevgili! Gül-i naz çehreni çizdim usuma
Nar-ı aşkta eridim yar, ummana sığar mı bu aşk susma!
Tasvirini yapma hüznün, coştu bu gönlüm sevda telinde
Ahu dilber çaldın gönlümü, soldu ömrüm senin elinde

Aşk yolunda dem aldım, ey sevgili işte bak Araf’tayım
Namazını kıldığımız bu aşkın, sükûtlu taraftayım
Nuruna müştak oldu, sonsuz aşkınla duaya başladım
Secde başında ağlayıp da, seni bu aşka bağışladım 

Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
www.kafiye.net


Tarih 22 Oca 2012 Kategori: İbrahim ŞAŞMA

DİLİME DOKUNMAYIN.

DİLİME DOKUNMAYIN. 

Ne zemheri ne ateş, yaprağın soldurmadım.
Yar gördüm yaren gördüm, birine yoldurmadım.
Can suyunu vermeden, bardağım doldurmadım.
Gönül bahçem içinde gülüme dokunmayın;
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın.

Oğuzların boyundan oğlu ben, kızı benim.
Orhun’un kitabesi, taşlarda yazı benim.
Uzun ince bir yolda Veysel’in sazı benim.
Kirlenmesin tezenem, telime dokunmayın;
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın.

Zemheride ne ile ısınmıştı bu ocak?
Başımı yasladığım bir anada bir kucak.
Güneşten daha kızıl, kanımdan daha sıcak,
Hilale, yıldızıma, alıma dokunmayın.
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın.

Ateşlerde yanayım, çekeyim de ayazı,
Ondan ayrı düşmemek bu ozanın niyazı .
Cihanın aktan akı, ömrümün kar beyazı,
Ağzımda ak sütüme, balıma dokunmayın.
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın.  

Aslı, Şirinden özge,  bendeki yârlığıdır.
Bir ulusun şerefi, arıdır, arlığıdır.
Bozkırda guzum diyen, anamın varlığıdır.
Şu benim ahvalıma , halıma dokunmayın,
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın. 

Âdem bozmazdı oysa sadakatte andını.
Kaç maraz bulacaksın, bir sorgula kendini.
Bir ulusun gözyaşı, bırak yıksın bendini
Kimliğimin nişanı, selime dokunmayın.
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın.

Şimalimden, serhata, bir güzelin nakışı.
O bir köy çocuğunun ürkek ürkek bakışı.
Türkçemi lisan eyler, Sakarya’nın akışı.
Torosların başında yelime dokunmayın,
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın. 

Hangi aklın emrime sözcükler yoz oluyor?
Cihan rengin yitirmiş , gördüğüm boz oluyor.
Sinemden  vurmaya beni, düşmana koz oluyor.
Yandığım yeter artık,  külüme dokunmayın.
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın. 

Mehmet Beyin oğluyum, gözü gibi sakınan.
Bir fermana uymuşum kaç yüz yıldır okunan.
Yenisey’den Uygur’a çile çile dokunan
Sevdayla düğüm düğüm, kilime dokunmayın.
Canımdan can koparın da, dilime dokunmayın.

İbrahim ŞAŞMA
www.kafiye.net


Tarih 22 Oca 2012 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Türk Dilli Ülkelerin ve Toplumların Medya Forumu Tarihçesi

İlgili Makama,

Sayın İlgili,

Ekteki metni saygılarımızla bilgilerinize arz ediyoruz.

Türk Dilli Ülkelerin ve Toplumların Medya Forumu Tarihçesi

Türk Dilli Ülkelerin ve Toplumların II. Medya Forum’u 27-30 Ekim tarihleri arasında Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de yapıldı. Açılış oturumunun sonlarına doğru, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti temsilcisi Prof. Dr. Ata Atun söz hakkı alarak Türk Dilli Ülkeler Medya Birliği’nin oluşumu hakkında sizlere tarihçesini anlatmak istiyorum diyerekkonuşmasında şu ifadelere yer verdi.

Prof. Dr. Ata Atun  KKTC Cumhur Başkanı Danışmanı,

“Değerli Türk Dilli konuşan ülkeler Medya Birliği mensupları, bu oluşumun temelleri 2007 yılında Türkiye’nin Yalova kentinde atıldı.

O yıl YAFEM’in, Yalova Folklor Eğitim Merkezi’nin organize ettiği 1. Türk Dünyası Gazeteciler Buluşması Yalova’da düzenlenmişti. Bu buluşmaya YAFEM’in ev sahipliğinde ben KKTC’den katılırken, Batı Trakya, Azerbaycan, Afganistan, Irak, Suriye, Kazakistan, Kırgızistan, Yakutistan, Gagauzya ve Çuvaşistan’dan gazeteci arkadaşlar da katılmışlardı. Güzel bir toplantı olmuş, çeşitli ülkelerden gelen Folklor ekipleri ile neşeli günler geçirmiştik. Kendi aramızda yaptığımızda sohbetlerde, dış ülkelerde yaşayan Türklerle ilgili konularda, o ülkenin devlet ajanslarından gelen haberlerle, Türk meslektaşlardan gelen haberler arasında farklılıklar olduğu konusunu ben açınca sohbet derinleşmiş ve sonucunda “Türk Dünyası Gazeteciler Birliği” kurulması fikri oluşmuştu beyinlerde.

Bu Buluşmaların 2.cisi 2008 yılında Yalova’da tekrarlanınca, “Türk Dünyası Gazeteciler Birliğini” kurmak için bir Tüzük hazırlanması ve çalışmalar yapılması gündeme gelmişti. İçinde “Türk” kelimesi geçen Birlik veya Derneklerin Türkiye’de hemen kurulabilmesine olanak olmadığından derneği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) kurarak hayata geçirmek görevini ben üstlenmiştim. 

KKTC’de yabancıların Dernek veya Birlik kurmaları veya üye olmaları yasak olduğundan “Türk Dünyası Gazeteciler Birliğini”nin “Klüp” olarak kaydının yapılması konusunu 2009 yılında Yalova’da yapılan 3. Türk Dünyası Gazeteciler Buluşması’nda katılımcıların bilgisine getirdim. Bu birliğin Türkiye Cumhuriyeti devleti bilgisi dahilinde ve Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde veya desteğinde kurmanın çok daha sağlam bir yapı oluşturacağı önerim oy birliği ile kabul edilince, T.C. Dış İşleri Bakanlığı ile görüşmek görevi bana verildi. Bu toplantıda şu an salonda aramızda bulunan Batı Trakya temsilcisi BATTAM Başkanı kıymetli dostum Dr. (hc) Özkan Hüseyin bey de bulunmaktaydı.

Dr. Özkan Hüseyin BATTAM Başkanı Ve Batı Trakya Türkleri Temsilcisi, Prof. Dr. Ata Atun KKTC Dış Basın Sözcüsü, Fatma  Demirel KKTC’nin Tanıtma ve Enfermasyoın Dairesi Başkanı

Dönemin T.C. Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı, kıymetli dostum ve ağabey gibi sevdiğim Sayın Büyükelçi Ertuğrul Apakan beyi telefon ile aradım ve görüşmek için randevu aldım. 2 hafta sonra Ankara’ya giderek Ertuğrul beyle yarım saatlik bir görüşme yaparak konuyu kendisine açtım.  “Dış İşleri bakanlığı olarak konuyu çok ciddi buluyoruz. 1 ay sonra hazırlığını yap ve gel” demesi üzerine de tüm hazırlıklarımı tamamlayıp 1 ay sonra tekrar kendisini ziyaret gittim. Sayın Apakan beni, Türk dili konuşan ülkeler ile ilgili dairelerin tüm başkan ve yardımcılarından oluşan büyük bir ekip ile karşıladı. Verdiğim brifingden sonra Sayın Apakan’a son şeklini verdiğim “Amaç Bildirgesi” ile “Tüzük Taslağını” sundum. Böylesi bir düşünce ve girişimden çok memnun olduklarını dile getirerek, konuyu inceledikten sonra benimle tekrar temas kuracaklarını belirttiler. 

Kısa bir müddet sonra önce beni T.C. Başbakanlığından sonra da Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünden (BYEGM) aradılar.

Başbakanlıkta katıldığım toplantıda, konunun çok ciddi ve Türk dünyasına katkılarda bulunacak bir düşünce olması nedeni ile Başbakanlığın bu kuruluşun hayata geçmesi için tüm desteği vereceği belirtilerek, çalışma ve temaslarıma devam etmem istendi.

Artık her şey yavaş yavaş yoluna girmeye başlamıştı.

Bu toplantının birkaç hafta sonra beni Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünden arayarak görüşmeye çağırdılar. Görüşmemiz Sayın Genel Müdür ve ekibi ile oldu. Kıymeti dostum arif bey ile ilk tanışmam orada olmuştu. Kendilerine gerekli evrak ve çalışmaları sundum. Konuyu değerlendireceklerini ve çalışmalar bitince beni arayacaklarını belirtmeleri üzerine toplantı son buldu.

Kısa bir müddet sonra çalışmalarını tamamladıklarını ve 2010 yılının Ekim ayında “Türk Dünyası Gazeteciler Birliğini”nin kuruluş toplantısını yapacaklarını bana bildirdiler. T.C. Dış İşleri Bakanlığı ile yaptığım görüşmelerde de kuruluşun şekli ile ismi de yavaş yavaş belirginleşmeye başladı. Politik endişelerden dolayı “Türk Dünyası” tanımı çıktı yerine “Türk Dili” tanımı girdi, “Birlik” kelimesi çıktı, yerine “Forum” kelimesi girdi ve ilk kurucular toplantısı Ekim 2010 yerine 21 Aralık 2010 tarihinde Ankara’da Rixos Otel’de “Türk Dili Konuşan Ülkeler Medya Forumu” adı altında yapıldı.

 Foruma Türk Dili konuşan ülkelerin temsilcilerinin yanında Türk halk ve Topluluklarının temsilcileri de katıldı. Diğer ülke temsilcileri ile birlikte içinde benim de yer aldığım Komite, kapanış bildirgesini hazırlarken, Forumun içinde fiilen Türk halk ve Topluluklarının temsilcilerinin de yer alması bildirgeye ilave edildi.

Türk Dili Konuşan Ülkeler Medya Forumu’nda onaylanan bildirge uyarınca çalışmalar devam etti ve 17 Ekim 2011 tarihinde Ankara’da kurucular toplantısı yapılarak Tüzük’e ve Forumun adına son şekli verilerek yeni adının “Türk Dili Konuşan Toplumlar Medya Platformu” olmasına, Forumun 2. cisinin de Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de yapılmasına karar verildi. Bu Platformun oluşmasının “Fikir Babaları”ndan bir tanesi de ben, bir diğeri de dostum Özkan Beydir.” diyerek sözlerine son verdi.

Türk Dili Konuşan Toplumlar Medya Platformu’nun 2.cisi 27-30 Ekim tarihleri arasında Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de yapıldı. Genel Kurul da Platformun oluşum şekli, çalışma kuralları, Genel Sekreterliğin Ankara’da tesis edilmesi, Genel Sekreterin T.C. Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün en yüksek amiri olması, Genel Sekreterlik görevinin BYEGM personeli tarafından yürütülmesi, Forumun Dönem Başkanlıklarının, Forum hangi ülkede yapılıyorsa o ülke temsilcinin olması, 3. Forumun kırkızistan’da, 4. Forumun da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yapılması kararı alındı. 

Katılımcılar

“Türk Dilli Ülkelerin ve Toplumların Medya Forumu” Kurucu Komite Üyeleri 

Sargılarımızla….

BATTAM Haber Merkezi
BİLMER İletişim Merkezi

www.battam.org

www.kafiye.net


Tarih 20 Oca 2012 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Kanal35 e sunduğumuz yayın istek formatımız

Yayın Kuruluşunun Adı :Kanal35 e sunduğumuz yayın istek formatımız

Programın Adı :  Kafiye’den Esintiler  (Kafiye Basın Yayın İletişim TanıtımTicaret-Hüseyin  DURMUŞ)

Programın Sunucusu :  Hüseyin  DURMUŞ /  Nur  UYGUN   (Ağırlık Hüseyin DURMUŞ)

Programın  Sponsoru:

Yayın Günü : Çarşamba ve ya perşembe

Yayın Saati:  17.00-18.00

Programın Amacı : 1-  Güzel Türkçe’mizin korunması için neler yapabiliriz? Bazı yazarların ve bazı basın kuruluşlarının özellikle dilimizdeki sözcükler üzerinde oynayarak kuşaklar arası iletişim kopukluğuna ve kavram kargaşasına neden olunmaktadır. Bu nedenle güzel türkçemiz için neler yapmalıyız?
                                  2-  Hergün dejenereye uğrayan ve gittikçe yozlaşmaya yüz tutan Türkçe’nin korunması.
                                 3-   Öğrencilerin ve yetişkinlerin okuma alışkanlığı kazanmasını sağlamak. Öğrencilerin ve halkımızın günlük yaşamda okuma alışkanlığı kazanmasında nasıl bir yöntem uygulanabilir?
                                 4-  Öğrencilerin ve halkın Türkçe sözcükleri doğru kullanması konusunda alışkanlık kazandırma.
                                5-  Türkdili dışarıdan müdahale kabul etmez. Bunedenle yaşayan ve halkın kullanmış olduğu sözcükleri Türkçe sözcüğe çevireceğiz diyerek dilde sadeleşmeye gidilemez. Bu nedenle Türkçe dışarıdan müdahale kabul etmediğine göre yeni sözcükleri halka sunmalı mıyız? Yeni sözcük üretelim derken sıkıntılar yaşanır mı?
                               6-  Türk diline yıllar önce yerleşmiş olan sözcüklerin yeni sözcükler ile değiştirilmesi kuşaklar arası anlaşmazlıklara ve iletişim eksikliğine neden olmaz mı? İletişim eksikliğini gidermek için neler yapılabilir? 
                              7-   Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözcük üreteceğiz diyerek dilde sıkıntı yaratıyor mu? Kuşaklar ve nesiller arasındaki dilde anlaşmazlığa neden oluyor mu?
                             8-   Türkçemizde noktalama işaretlerinin kullanımı doğru mu? Yazılarımızda noktalama işaretlerini kaldırmak, kullanmamak dilimize zarar verir mi? Kuşaklar arasındaki anlaşmazlıklara neden olabilir mi?
                             9-  Özellikle şiirlerin yazımında son zamanlarda noktalama işaretlerinin kullanılmaması anlama ve kavramaya olumsuz etki eder  mi? Özel isimlerde büyük harf kullanılmaması  anlam kargaşasına neden olabilir mi?   
                           10-  Günlük mesajlaşma ve yazılımlarda neredeyse sesli harfleri unutur olduk. Bu durumun önünene nasıl geçebeiliriz?
                           11-  Genç nesilİ oluşturan öğrencilerimizin;okuma, yazma ve yaratıcılıklar konusunda neler  yapmaları gerekiyor? Öğrencilerimizin okumamaları onlarda neler kaybettirmektedir?
                           12-  İstiklal Marşımız sadeleştirilmeli mi? Yaşayan dil korunması gerektiği halde sık sık yapılan dış müdahaleler ve Türkçe sözcük üreteceiz düşüncesiyle istiklal marşımızın yazılışından bu güne yüz yıl geçmemesine karşın şuan yaşayan orta ve genç kuşak marşımızın anlaşılmasında neden zorluklar yaşıyor?
                           13-  Önemli şair ve yazarlarımızın bazıları şiirlerinde noktalama işaretlerini kaldırma çalışmaları, büyük harf ve küçük harf olayını uygulamada ısrarla neden küçük harf kullanıyorlar?
                           14-  Milli Eğitim Bakanlığımız yaşayan Türkçemizin korunmasında ne gibi çalışmalar yapmaktadır?       
                          15-  İşyerlerinin Türkçe isim ile açılmasına yönelik Ticaret Kanunu neden işletilmiyor?
                          16- TV dizileri, yarışma programları ve güncel programlarda güzel Türkçenin kullanılması için yaptırımlar olamaz mı?

Program Akışları: 

  1. Haftada bir gün ve 50 dakikalık zaman dilimi içerisinde belirlenen amaçlar, haftalara bölünerek işlenecek ve örneklendirmeler yapılacaktır.  Ayrıca programlara yazar, şair, ünüversitelerden öğretim görevlileri, ilgili bakanlık ve kuruluşlardan da yetkililer programlara davet edilerek anlatımlar tartışılma durumunda da olacaktır. Gerekirse dinleyici görüşleri programa canlı ve ya sadece sorular olarak alınarak konuşmacıların düşüncelerine de yer verilecektir.
  2. Her yayın başlangıcı öncesinde 3-5 dakika arasında dışarıda yapılmış olan araştırmalar, sorular ve cevapları verilecek ve bu vetere aynı zamanda günün işlenecek konusu olacaktır. Vetereye yönelik davetlilere de sorulacaktır.
  3. Program yayını içerisinde ayrıca genç nesil dediğimiz öğrencilerde programa davet edilecek ve onlarla da konuşmalar  yapılarak; Türkçeyi yazılarında ve günlük yaşamda nasıl kullandıkları sorulacaktır. Ellerinde kendi yazdıkları şiir, denemelerden örnekler de okumaları sağlanarak çalışmalarının tanıtımı yapılacaktır.

 

16.01.2012

Hüseyin  DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Yazar ve Şair


Tarih 19 Oca 2012 Kategori: Şerife ÇİMEN Manisa

SEN GİDİNCE

  SEN GİDİNCE…

Akşam çökmekte yaşadığım şehirde…
Bir sonun bitişi ve yeni bir başlangıç noktası hissettiğim.
Aslında her bitiş yeni bir başlangıç değimlidir hayatımızda…
Ayrılmamışız gibi hemen yanı başımda nefesinin sıcaklığı.
Daha birkaç saat oldu gidişin ve ben hiç sevmiyorum
Seni benden alan akşamın bu saatlerini…
Her güneşin batışında gördüklerim,
Sana bir daha hiç kavuşamayacakmışım gibi,
Buz kesiyor her bir yanımı…
Düşümde de her şey senden ibaret;
Sesin geziyor odalarımda,
Kokun hükmediyor duygularıma,
Özlemin düşüyor satırlarıma,
Gözyaşlarım düşüyor kâğıtlarıma…
Nerdesin akşamsefası tadında canımın içi,
Seni çok özledim ben…

Şerife ÇİMEN
www.kafiye.net


Tarih 18 Oca 2012 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Siz Hiç Çocuk Oldunuz mu?

Siz Hiç Çocuk Oldunuz mu?

Merhabalar sevgili dostlarım. Umarım sağlık, sıhhat ve afiyettesinizdir. Bu yakıcı ve bunaltıcı sıcakların son dönemlerini yaşıyoruz. Halkın arasında bir tabir vardır; “Bu sıcaklar pastırma sıcaklarıdır.”  Serin ve daha ılık günler yakın artık. Ben rahata ereceğim ılık ve serin havalarla. Sizlerde umarım ılık havaların gelmesine ve yaz mevsiminin gitmesine üzülüp şikayetçi olmazsınız. Gerçi insanoğluna yaranılamaz. Kışın yazı, yazın kışı isterler her zaman.

Siz hiç çocuk oldunuz mu sevgili dostlarım? İsterseniz soruyu değiştireyim, ne dersiniz? Siz hiç çocuklar ile çocukluğu yaşadınız mı? Sakın şaşırmayın dostlarım. Son zamanlarda; açılımlardan, saçılımlardan, çetelerden, kasıtlı orman yakmalarından, katillerin korunmaya çalışıldığı haberlerinden sanırım çocuk ile çocuk olma fırsat bulamaz insan değil mi dostlarım?

Sabah balkonda kahvaltı yaparken çevreyi gözetliyorum her zaman. Doğa o kadar harika ki… Yollarda serbest dolaşan kedi köpeklerin bakım sorunları yanı sıra kuşların bu sıcakta beslenmeleri de bir ayrı dert doğrusu. Balkondan küçük bir park görünümünde olan yeşilliği seyrediyordum. Anne kedi ile yavrularını oynaşırken seyrettim. İnanın saatlerce izleseniz bıkmazsınız. Anne kedi çimenlerin üzerinde yavrusuna bir takım hareketler öğretiyordu. Saklanarak av kovalama. Çevreden gelecek tehlikeye karşı nasıl davranması gerektiğini. Anne saklanıyor. Küçük yavru yavaş yavaş yürüyor. Bu sırada saklandığı yerden çok sessiz ve sessizce anne kedi yavruya saldırmaya kalkıyor. İşte o an yavru kedi hemen kamburunu çıkarıyor ya da arka ayaklarının üzerine oturup dişlerini göstererek müdafaya geçiyor. Bunu birkaç defa deniyorlar. Ağaca tırmanmayı ve genelde ağaçlarda ön ayaklarının tırnaklarını nasıl keskinleteceğini. İnanın oynaşmalarının seyrine doyum olmuyor. Yalnız şu hayvanları besleyen hayvan severlere ulu orta hayvan besliyoruz diyerek yollara, evlerin önlerine kasıtlı olarak dökmeseler, ne kadar iyi olacak dostlarım. Beslenen hayvanlara insanların geçtiği yollara değil, kıyı ve kuytu yer dediğimiz yerlere yiyecekleri koysalar sanırım iyi olacak.

Bu arada ağaçların üzerinden çatılara, balkonlara kısa kısa uçuşlar yaparak yiyecek guguk kuşları gördüm dört tane. İnanın onların da uçuşları, hareketleri bir başka. İki yavru kumru ve anne babaları ile talimdeydiler sabah sabah. Baba birini almış. Anne birini almış. Kaybetmek yok. Yalnız bırakmak. Belirli bir süre uzaklaşır gibi yapıp başka dallara ve ya balkonlara uçarken arkada kalan yavruları kondukları yerden izlemeye devam ediyorlar. Seslerle komut veriyorlar. Yavrular da komuta göre hareket ediyor. Biraz bekledikten sonra aile birleşiyor. Kuş yavrularıda tehlike karşısında nasıl kaçacaklarını gösteriyorlardı. Birde yerde ve ya balkonda yem bulurlarsa yemleri nasıl yiyeceklerini gösteriyorlardı. Yeme bir gaga vururken hem çevreyi kontrol etmeyi hem de yemi yedikten sonra beklemesi gerektiğini, tehlikenin olup olmadığına bakmalarını istiyorlardı. İnanın dostlarım sabahları çoğu zaman doğadaki bize göre dilsiz bu varlıkların verdikleri dersi izlemekten hiç bıkmıyorum. Ben onları tanıdım, onlar beni. Bazen guguk kuşlarının daha çok anneleri benim masama kadar gelip kahvaltıma ortak olmak istiyor. Ben de evimdeki bulgurdan vererek beslenmesine yardımcı oluyorum. Bu arada yavrular da çağırılıyor ve tehlike yok sinyalinden sonra inanın masama baba hariç yavrular da geliyor. Annenin benim ile yeme olayını videoya da çektim. Ancak yavrular video çekiminde durmuyor, uçuyorlar.

Evet dostlarım. Bizler anne ve babalar olarak doğadaki bu hayvanların harika davranışlarını kendi çocuklarımıza uyguladık? Çocuklarımızı değişik evrelerinde karşımıza alarak onlara davranışlarını öğrettik? Çocuklarımıza ev içerisinde ve dışarıda tehlikeye karşılık nasıl davranılması gerektiğini anlattık? Çocuklarımız çocukluğundan itibaren gerçek hayata hazırlamaya zaman ayırabildik mi, ne dersiniz? Ayıramadıysak bundan sonra ayırmaya çalışacak mıyız? Yoksa biz zaten hayattan bıktık, hayat bize her gün feleğin sillesi ile yaşamımız karma karışık oluyor, onların yaşamına değil zaman onları görme imkanımız bile olmuyor bazen mi diyorsunuz? Çok yorulduğumuz için eve gelince yemekten sonra televizyonun karşısında kumanda elimizde kanal kanal tura mı başlıyoruz? Beklide evde çocukların eğitimi için aldığınız ama çocukların akşam sizin kullanımınızdan fırsat bulamadığı pc başında internette sörf mü yapıyorsunuz? Kaç defa niyetlendikte bir sonraki güne erteleyerek devretmeye çalıştık öğretmek istediklerimiz, ne dersiniz?

Ben aile içerisinde çocuklara bilinçsizce söylenen yalan ve yakıştırmalara çok kızarım. Çevrenizdeki aileleri, komşuları tam tanımıyorsunuz. Ama çocuklara yalanlarla sizin ısınamadığınız kişilere yönelik söz ve ifadeler. Tabiî ki sizin haberiniz yok. Sonraki gün çocuklar o kötülediğiniz ailelerin çocuklarını haberi verirler. Annem, babam sizler için şunu dedi, bunu dedi. Bu nedenle sizlerle arkadaş olamayız. Aynı haber karşı tarafın çocuklarından size çocuklarınız tarafından ulaştırılır. Siz hemen; “ Bakın bizi söyledik, onlar iyi bir aile değil…”  diyerek kestirip atarsınız. Tencere senin dibin kara, benimki senden daha kara misali.

Değerli dostlarım. Bu arada ne siz ne de çocuklarınız kimliksiz asla dışarı çıkmasınlar. Hadi siz ve yetişkin çocuklar bir tarafa ama 1-8 yaş arası çocuklarınız kaybedebilir düşüncesiyle kimlik vermeyin onlara. Evden çıkarken üzerlerinde kimlik olmasın. Ancak ister çocuk arabasındaki çocuğunuza, isterseniz diğerlerinin gömlek ceplerine konulacak olan kısa bir tanıtım notu da kimlik yerine geçer. Bunu biliyorsunuz değil mi? Çocuğunuzun adını, soyadını, ev adresini, ilgili telefonları, haber verilebilecek ve ulaşılabilecek adresleri not halinde çocuğunuzun gömlek cebine koyarsanız sanırım bir sıkıntı olmaz ve üstelik çok harika da olur bu durum.

Değerli dostlarım. Çocuklarınızla çocuk olun. Onlarla oynayın. Onların oyunlarına katılmaya çalışın. Çocuklarınız evin içerisinde koşarken onları fazla kısıtlamayın. Onların kişilik kazana bilmeleri için daha 3 yaşında bir çocuk bile olsa; sorulan sorulara onlar cevap versinler lütfen. Siz cevap vererek çocuklarınızın kişilik kazanma gelişimine ket vurmayın ve engellemeyin. Bırakın kendileri cevaplandırsın. Çocuklarınız büyüdüğünde ben şimdi bu soruya nasıl cevap vereceğim demesinler. Hoş gerçi bazı ailelerde üniversiteye gidecek olan bir çocuğa bile anne baba karışıyor. Ders çalışmasına, oturup kalkmasına, hatta çocuklara sorulan sorulara hemen; “ Amcası gittikleri okul çok güzel…..”  diye cevap verirler, sanki çocuklarını kurtarmış oluyorlar. Sanki o okula onlar gidiyor. Aman siz siz olun, bu tür yanlışlara girip devam etmeyin olmaz mı?

Bugünlük de bu kadar dostlarım. Yüzünüz güleç, gönlünüz hoş, umutlarınız daim, güzel günlerin sizin olmasını dilerim. Kalın sağlıcakla.

İzmir  19.08.2009
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net  


Tarih 18 Oca 2012 Kategori: Kevser DOSTAGÜLER

FENER RUM PATRİĞİNİN HAİN PLANI

FENER RUM PATRİĞİNİN HAİN PLANI

19. asır da Kraliçe Viktorya’nın başbakanı William Evvald Glodstone, “Türk tehlikesini ortadan kaldırmak için dünyadaki Türklerin son ferdine kadar öldürülmesi lazımdır” diyordu.
İstanbul, Fener Rum Patriği haini de, Rus çarı Nikola’ya yolladığı mektupta:”Siz bu Türkleri bir yenersiniz, iki yenersiniz, üçüncüsünde bunlar gene toplanır, sizin başınıza bela kesilirler. Bunun için onları içinden yıkmak,dillerini bozmak, dinlerini kaldırmak lazımdır”diye yazıyordu. Sultan 2. Mahmut bu mektubu ele geçirmiş ve hain papazı Patrikhane’nin kapısına astırarak cezalandırmıştır.
O kapı o gün bu gündür kapalıdır ve Allah esirgesin bir Türk Devlet veya hükümet başkanı aynı yerde asılmadıkça açılmaması hususunda Rumların ahitleri vardır.
19. asırdan beri uygulanan bu hain planın zehirli meyvelerinden birkaç örnek verelim.
1-ALKOL 
Türkiye’de alkol tüketimi yüzde 133 artmış. Yine Yeşilay ve Tüketiciler Birliği’nin verilerine göre,Türkiye’de alkole başlama yaşı 11’e kadar düşmüş.İlköğretimde alkol kullananların oranı yüzde 15’i aşmış. Ortaöğrenim ve üniversiteliler arasında alkol kullanma sıklığı yüzde 50’lere varmış.14-18 yaş arası gençlerin alkol ve diğer kötü madde batağına saplanması durumun ne kadar vahim olduğunun göstergesidir.
2-ANA DİLİMİZ
Dünyada hiçbir dil,Türk dili  kadar hücuma,yok edilmek çabalarına uğramamış ve bu derece düşman sahibi olmamıştır.Türklüğün yok edilmesi,her defasında Türk dilinden başlamıştır.İnsanların son zamanlarda konuştuklarını  ve birbirlerini anlayamadıkları ne yazık ki acı gerçeğimizdir.Bozuk ve anlaşılması zor kelimelerin,ilk zamanlar büyük şehirlerde ve zamanla ilçelere doğru yayılıp anlaşılamaz hale geldiğini fark etmemek imkansız.
3-DİNİMİZ
Alkol ve diğer kötü maddelerin bağımlısı olan toplum dinine ne kadar önem verebilir?Bağımlı olan bir bireyin ne kendisine nede ailesine faydası olması imkansız olmakla beraber,bir çok zararı olması kaçınılmaz.Son yıllarda ceviz kabuğunu doldurmayan meselelerden cinayetlerin işlendiğini her gün gazetelerde okuyor ve televizyonda haber programlarından izliyoruz.Sadece cinayetler değil elbette.Tecavüz,hırsızlık ve şiddet vakaları her gün biraz daha çoğalan bir toplumun,dini değerlerinin zayıfladığının bir göstergesidir.Ayrıca boşanmaların son yıllarda artması aile bağlarının ne kadar çürüdüğünün ispatıdır.Vaziyet her gün biraz daha kötüye gitmekte.Hainlerin planı işe yaramadı demeyi ne çok isterdim.Bizleri içten yıkabilmek için yıllarca çok çalıştılar ve hala çalışıyorlar.
 Maneviyatımız elden gitti gidiyor!!! Hain planı görmezden gelip,hala uyumaya devam mı edeceğiz? Zehirli meyveleri yemekten bıkmadık mı? Hala neyi bekliyoruz? Dur demenin, uyanmanın zamanı gelmedi mi?
Feryadı bırak,kendine gel,çünkü zaman dar…
Uğraş ki:telafi edecek bunca zarar var.
Feryad ile kurtulması me’mul ise haykır!
Yok,yok!Hele azminde ki zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Sebatın sonu yoktur!’deme,yılma.
Ey millet-i merhume,sakın ye’se kapılma.
Mehmet Akif Ersoy….
Biz güçlü bir milletiz.  Birlik ve beraberliğimizi muhafaza edersek,bütün zararları telafi ederiz. Yeter ki isteyelim.
 Sevgiyle kalın.Kevser DOSTAGÜLER
www.kafiye.net 


Tarih 18 Oca 2012 Kategori: Kevser DOSTAGÜLER

DÜŞMAN OLDU

DÜŞMAN OLDU

Bu nasıl bir talih ise
Yollar bize düşman oldu.
Bülbülü gelmedi diye
Güller bize düşman oldu.

Durmaz yüreğimde sızı
Bu dert öldürecek bizi
Mavi, sarı, mor, kırmızı
Allar bize düşman oldu.

Sevda diyerek şakıyan,
Aşklara desen dokuyan,
Her zaman türkü okuyan,
Diller bize düşman oldu.

Ağlarım sular kururdu,
Hayaller beyni vururdu,
Türküler çalar dururdu,
Teller bize düşman oldu.

Taşralıya derken abla,
Giydirdiler çirkin urba,
Kuzey-güney,şarktan garba
İller bize düşman oldu.

Kevser DOSTAGÜLER
www.kafiye.net


Tarih 3 Oca 2012 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Menteş Dağları

Menteş Dağları

Değerli dostlarım merhabalar. Umarım; sağlıklı, zinde ve duygu yüklü günleri başarılarla süsleyerek geçiriyorsunuzdur. Gerçi herkesin mutlu ve başarılı olması mümkün değil ama yine de benim dileğim herkesin başarılı olması, mutlu ve geleceğinden emin olduklarını görmek. İnanın sizleri mutlu görmek beni de sevindirir dostlarım.

Bana gelince dostlarım. Şuan akşamın yavaş yavaş oluşmasını izliyorum. Balkondan Urla, Çeşme altı’nın arka kısmında kalan Menteş Dağları üzerinde henüz batmamış olan güneşin izlerini izliyorum. Harika bir görünüm. İnsanın içini titretiyor. Hele bir de en çok değer verdiğiniz kişi ye olduğunuz yerde hissederek böyle bir grup vaktini izliyorsanız sormayın gitsin dostlarım. Önce bir sararma, kavuniçi bir renk, ardından yavaş yavaş koyulaşan kırmızılık, morarmaya dönüşürken çok hızlı geçen zaman dilimi içerisinde grilik kaplıyor ortalığı ve derken ortalık kararmaya başlamış ve bir de bakmışsınız sokak lambaları yanmaya başlamış ve  siz kendinizi gecenin koynuna bırakmışsınız sevgilinizin omuzlarında dinlenir gibi gece içerisinde hafif nemlenen ıslak yanaklarla gözleriniz ufuktaki çoban yıldızını izlemeye başlamıştır bile. Deniz kıyısında olsaydım, ay ışığında kayıkların gidişinde küreklerin çıkardığı hışırtı ile birlikte yakamozu hissetmiş olacaktım. Denizden uzak bir tepeden gün batımını izlemekte ayrı bir mir mutluluk dostlarım. Her ne kadar sevgilinizin omzuna koyamadığınız başınız boynu bükük te kalsa, güneşin batışını seyretmek, izlemek ayrı bir mutluluk doğrusu, ancak boynu bükük bir mutluluk.

Bir kaç gündür yazmak istedim. Ama inanın dostlarım yazamadım. Dövülmüş bir vücuttan daha beter bir durumdayım. İnanın beni dövseler bu vücudum bu kadar yorgun olmaz ve kesinlikle ayağa kalkacaktır mutlaka. Ruh yorgunluğu var ya dostlarım, ahhhh o ruh yorgunluğu? Ruh yorgun olunca, ruh yılgınlığa, yılgınlık ise çaresizliğe dönüşüyor. Üstelik yattığınız yerde duvarlar üstünüze gelecek gibi olur, tavana da bol bol ya yazı yazarsınız ya da kurşun delikleri sıralarsınız tavanlara. Bütün vücudum haşat olmuş gibi. Ruhumun yorgunluğu; yılgınlığa, yılgınlık yorgun sözcüklere ve ben yorulan sözcüklere hükmedemiyorum ne yazık ki… Sadece sözcüklere hakimiyet mi sevgili dostlarım? Neredeeee? Sözcüklere rast gele dökülürken ruhumun derinliklerinden dilimden kaleme, yorgun ruhumun derinliklerinden kopan bir fırtına beni hallaç pamuğu gibi attı ve darma dağınık ederek vücudumdaki titremeler, göz kapaklarına hakim olamayan duygular ve baraj kapaklarını kontrol edemeyen iradem! Bitti dostlarım bitti, biliyor musunuz?

Değerli dostlarım. İnsan madden çökünce ister istemez manen de çöküyorsunuz. Hani derler ya batan gemiyi ilk önce fareler terk edermiş benim de öyle oldu. Kahpelerin, şerefsizlerin, düzenbazların, yüzünüze gülüp evet diyenler biraz sonra; “Özür dilerim, ben var sandım ama bende de kalmamış arkadaşım. İnan çok üzgünüm, senin isteğini yerine getiremeyeceğim.” sizi elinizi boş, böğrünüzü dövmeye ve ayrı duaların ve başka dostlarınızın kapısını çaldırmaya yöneltecektir. Yalnız şu bir gerçek ki dostlarım; sizde para varsa başkalarında da var. Eğer sizde para yoksa bu körolası para hiç kimsede yok. Kardeşiniz, yeğenleriniz, amcalarınız, dayılarınız gerçekten sizin telefonlarınıza bile çıkmazlar. Size param yok diyen amcanız iki gün sonra istediğiniz paranın on katına bir tarla satın alır. Allah insanı ilk önce imandan sonra da gerçek dost ve akrabalarından ayırmasın.

Evet dostlarım. Emekliler sürünüyor diye basında duyuyoruz ve her gün hatırlatmalar yapılıyor. Dostlarım benim sürünmem inanın daha beter, ben alçak sürünmede günümü gün ediyor ve bu nedenle başım bir türlü yukarıya kalkmıyor. Tabiî ki bu durumda da kimin dost, kimin düşman olduğun u göremiyor. Hani dost başa düşman ayağa bakarmış. Ben şimdi o durumdayım. Yukarısını göremediğim için dostlarım bana yardım elini uzatacak dostları göremiyorum. Hani nerede o canım arkadaşım diyen yalakalar! Bir zamanlar kartal olduk misali, şimdi akbabaların ölse de şunun leşini ağız tadıyla yiyeyim diyenler çoğaldı dostlarım. Yalnız hesapları tutmayacak. Ben bu alçak sürünmeden mutlaka kurtulacağım. Hevesleri kursaklarında kalacak. Hep böyle alçak sürünmede talime devam edecek değiliz her halde. Adalet bir gün terazisini benden yana mutlaka çevirecek. İşte o zaman bende olmayan başkasında da olur mu olmaz mı bilmem?

Çok zor dostlarım yalnızlık ve bir yaprak kımıldasa da şu rüzgarın etkisiyle bana da bir yaprak düşüp bereketimin artmasını beklemek te çok zor. Aslında şu sıralar bir de sanıyorum artık yolun sonuna geldim. Artık benim için yaşam bitti deme durumuna geliyorum dostlarım. Elimde değil, insan bir defa umutlarını yavaş yavaş bitirmeye başlarsa…. “İnsanın ürkmesi, hayvanın ürkmesine benzemez.” demiş eskiler. Doğruymuş dostlarım, inanın çok doğru. İnsan bir defa korkmaya başlamasın; evin duvarları üzerinize gelir, belalar da ne yazık ki sizi sanki özel olarak takip ediyormuş gibi olur. İnanın yaşamak ile yaşamamak arasında seçimli bir soruyu bile artık kabul edemeyecek kadar yoruldum ve artık böyle bir sorunun cevabını da düşünebilecek güce sahip değilim sanırım.

Şu dünyada son iki yılda yemin ederim dostlarım cehennemin en korkuncunu yaşıyorum. Çok değerli iki dostum, biricik sevdiğim ve yardım yapamayacak durumda olup bana manevi desteklerini esirgemeyen dostlarım var ya işte onların sayesinde yaşamın ipine sımsıkı sarılmaya devam ediyorum. Bayramda, kandillerde, bazen sesimi duymak istediklerinde arayan ger çekten birkaç can dostum kalmış bir elimin parmaklarını geçmeyecek kadar. Biliyor musunuz dostlarım, çevremde bulunan, samimiyetlerine inandığım birkaç dostum, sevdiğim olmamış olsa ayakta kalamayacağım. Alçak sürünmemde benim ayaklarıma bakmayan, isteyerek bana elini uzatıp ayakta kalmamı sağlayan can dostları var benim. Hala terk edilmedim. Sağ olun can dostlarım, biricik sevdiğim esmerim, benden kilometrelerce uzakta kalıp manevi desteğini esirgemeyen canlarım… İyiki varsınız ve iyiki benimle barabersiniz. Sizleri çok seviyorum.

Bugünlük de bu kadar can dostlarım. Bugün biraz karamsardım. Arada bu kadarcık olsun, hoş görün olmaz mı? Sizlerin sevgisine ve hoş gürüsüne sığınıyorum. Yüzünüz güleç, umutlarınız daim, geleceğiniz güvenli, dostlarınızla, ailenizle birlikte; başarılı, sevgi dolu mutluluklar dilerim.

Kalın sağlıcakla.

İzmir / 14.09.2009
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 3 Oca 2012 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Neresinden Bakarsak!

Neresinden Bakarsak!

Değerli dostlarım. Uzun zaman oldu sizlerle görüşmeyeli. Nasılsınız bakalım? Şimdiden bir çoğunuzun iyiyiz demesine karşın, bir kısmınız ne sen sor ne de biz söyleyelim der gibi sesler gelmeye başladı bile kulağıma. Benim durumum emeklinin ahvali diye belirteyim dostlarım.

Son zamanlarda Türkiye’mizde çok hızlı gelişmeler olmakta. Bunu sağır sultan bile anlar hani. Müneccim olmaya da gerek yok dostlarım. Çevremizdeki gelişmelerin bu hızı umarım bizi aysberge götürüp çarptırmaz inşallah. Değerli dostlarım. Bu sayfada siyaset yok dedik. Ancak günümüz koşullarında siyasi gibi görünen ama siyasete dokunmadan ben de ele almaya çalışacağım. Ben sanırım arka bahçesi denilen kısma bakacağım. Çünkü asıl görülmesi ve bakılması gereken nokta da burası olsa gerek.

Bu hafta Cumhuriyetimizin ilanı nedeniyle “Cumhuriyet Haftası” olarak geçip gidiyor. Evlerimizin balkonları, camları Türk Bayrakları ile süslendi. Sevgimiz, saygımız, laikliğe bağlılığımız ve bu devletin kurulmasında şehit olan ecdadımıza layık olmak, onların kanının yerde kalmadığını göstermek için severek bayrağımızı asıyoruz. Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarının canhıraş çalışmaları sonucunda 29.Ekim.1923 yılında ilan edilen “ CUMHURİYET ” coşkusu ne yazık ki bugün o coşkularla yaşanamıyor. Yaşanamıyor, çünkü; dış güçler, içeriden sadece kendi çıkarlarını düşünenlerin özel çıkarlarını düşünme nedeniyle ortalık toz duman olmuş durumda. Televizyonlar, gazeteler, dergiler, radyolar bu sevgiyi, bu cumhuriyet aşkını değil ele almak, cumhuriyeti anlatmak şöyle dursun yayın genel yönetmenleri bu konuyu sadece geçiştirmek istercesine davranış gösteriyorlar.

Evet değerli dostlarım. Ekonomik sorunlar alabildiğine vatandaşın boğazını sıkıyor. İşsizlik ekonomik sorunlara bağlı olarak alabildiğine artıyor. İşçi, memur, küçük esnaf sadece günü kurtarmaya çalışıyor. Bakalım daha ne kadar dayanacaklar. Emekliler ise bana kızmayın “alçak sürünmeye” büyük bir itina ile devam ediyorlar. Başka çareleri yok, ne yapsınlar! Benim en çok şaşırdığım nokta ise televizyonlarımızda ekonomik sıkıntının izleri bile yok. Beş ulusal kanalımızda evlendirme programları, on ulusal kanalımızda zengin olabilmek için yapılan ödüllü yarışmalar, şuan son duruma göre yedi ulusal kanalımızda da küçük çocukların daha çok ön planda bulunduğu ve kullanılan ses yarışmaları. Bu durumlara ne RTÜK, ne de yasa uygulayıcıları müdahale ediyor. Dört ulusal kanalımızda ise kayıplar ve cinayetlerden oluşan sanki savcı, yargıç, hakim ve avukat olmuşlar durumlarda. Mahkemeye intikal eden olaylar üzerinde konuşmak yasak. Ancak kanalın reyting problemleri nedeniyle yasayı dinleyen yok. Birde inanın dostlarım kayıplar ve cinayetler konusunda öyle olaylar yaşanıyor ki, ben bir erkek olarak nefret ediyorum dinlemekten ama yayına çıkan ne bayanlar ne de erkekler suratları kızarmadan hiçbir şey yokmuş gibi anlatmaya devam ediyorlar. Ne diyebilirim ki, Allah bu programları yapanları ıslah etsin.

Bir “Demokratik Açılım” dır aldı başını gidiyor. Muhalefeti ayrı, iktidarı ayrı, yazarları, hukukçuları karma karışık durumda ortalığı bulandırdılar. Televizyonlarda reyting uğruna bu açılım olayı alabildiğine saatlerce konuşuluyor. Bu vatanın kurtarılmasında gözünü kırpmadan şehit olan ecdadımıza nasıl zaman geçtikçe değer verilmiyor ve unutturulmak isteniyorsa, vatanı bölmek için dışarıdan batı devletleri, vatan topraklarını bölerek ayrı bir devlet kurmak isteyen pkk’lı teröristlerin şehit ettiği MEHMETÇİK’in sanki hiçbir değeri yokmuş gibi sözüm ona “Demokratik Açılım” adı altında sınırlarımızın güney kısmında büyük kahraman gibi karşılanmasının doğal bir hareket gibi kabul edilmesi istemeleri. Bu durum mümkün mü değerli dostlarım, ne dersiniz?. Bu teröristler suçlu ve hem devlete karşı, hem de Türk halkına karşı suç işlemişlerdir. Bu teröristler suçludur, suçlu olduklarını kabul etmeleri gerekmektedir. Suçlusunuz pkk lı teröristler. Suçluysan ki suçlusunuz, Türk adaletine güveniyorsanız ki güvenmek zorundasınız, cezanızı çekmeniz gerekiyor. Gelirsiniz, sessizce adalete teslim olursunuz. Şehitleri incitecek bir davranışla yapamazsınız bu gelmelerinizi.

Televizyon programlarında hergün yüzlerini görmekten artık neredeyse nefret etmeye başlayacağımız sözüm ona o siyasetçileri, bilirkişi görünen kişileri, taraflı olan yazarları görmek istemiyorum artık. Cumhuriyet aşkına bir hafta boyunca şu “ Demokratik Açılımı” na ara verin de biraz olsun sağlıklı düşünmeye çalışalım. Biraz olsun susun ki, aldığı maaşı ile geçinmeye sağlayan memur, işçi, emekli, çiftçi, küçük esnaf kendine gelmeye çalışsın. Biraz susun ki, şehitlerin kemiklerini sızlatmayın. Şuan enflasyonun %15-30 larda seyrettiği yiyecekteki enflasyonun hala %1 lerde göstermeye çalışan istatistikçiler de kendilerine çeki düzen vererek gerçekten namuslu kişilerse gerçekleri söylesin bu halka, vatandaşa.

Ey Ankara! Bu devleti yöneten; hükümeti, muhalefeti, bürokratları. Ey televizyon patronları. Ey bu memlekette fakirin tüm kanını emmeye çalışan borsa ve borsacıları. Ben emekli bir insanım. Benim gibi emekli insanlar çok. Yapılan istatistiklerde açlık sınırının 2.478.00TL çıktığı şu sıralarda ki açlık sınırı istatistikleri ise 1.300.tl olarak açıkça söyleniyor. Peki bu sınırın altındaki işçi, memur ve biz emekliler şimdi ne olacağız, söyler misiniz? Siyasetçiler bir biri ile koltuk kavgası yaparken biz zavallılara oluyor olan. Bu vatanın kurtarılmasında şehit olan ecdadımızın, Kore’de, Kıbrıs’ta, otuz yıldır pkk teröristlerine karşı şehit olan “Mehmetçik”lerin kanları sizi biraz titretsin, titretsin ve vatandaşın durumunu, vatanın durumunu biraz daha iyi görmeye çalışın. Televizyonlarda hakaretten utanmayan siyasiler, düğün salonlarında, özel yemeklerde aynı masada onca hakaretlerden sonra hala nasıl gülerek davranış gösteriyorsunuz, bunu açıklar mısınız lütfen?

Değerli dostlarım. İşte olayların neresinden bakarsak bakalım gerçekten iki ucu … değnek. “ Koyun can derdinde, kasap et derdinde” dedikleri gibi Türkiye’mizde üst düzey bürokratlar, siyasiler, borsacılar ve patronların daha rahat yaşamış olduğu bu ülkede refah bir Türkiye görmeye devam edeceğiz efendim. 29. Ekim cumhuriyet bayramınızın 86 yılında; sağlıklı, bol kazançlı, savaşı olmayan, barışın kazanıldığı ve saygının ön plana çıktığı günlerin sizinle olmasını dilerim. Ailelerinizle sağlıklı ve mutlu yıllara gitmeniz dileğiyle hoşça kalınız.

Kalın sağlıcakla.

27.10.2009 / İzmir
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net