Kategoriler

Arşivler


Tarih 13 Oca 2011 Kategori: Doç Dr. Zerda ONURLU

Yazmaya Başladım

Yazmaya Başladım

Yokluğunda uzun uzun yazmaya başladım. Pencerenin önünde saatlerce oturup, gelip gidenlere daldığım zamanlar oluyor. Gidişini unutamıyorum. İçimdeki boşluğun iliklerime geçişine seyirci olup, izliyorum. Her şeyden, herkesten uzaklaşan kopuk bir ruha yataklık ediyorum. Eskiden de severdim yalnız olmayı, ama şimdi, daha bir hoşuma gidiyor bir başına kalmak, yaşamak. En iyi kendime ifade ediyorum kendimi…

Kendi filmimi yazıp, yönetiyorum. Tek kişilik bu oyunda sensizliği ve yalnızlığımı anlatıyorum. Bir rüyanın içinde uyanır gibiyim. Gerçek hangisi, ben nerdeyim çözemiyorum. Sen de yoksun…

İçimdeki boşluğun derinleştiği gündü gidişin. Gitme diyebilmeyi her şeyden çok istedim. Ama, söyleyemedim. Küçük hayallerim vardı büyük umutlara gebe kalan. Düzgün, koca adamdın sen, bense hiç büyümek istemeyen bir çocuk.

Aslında senin gidişinle değişti her şey… Yokluğunu kaldıramayacak kadar büyüdüğümü fark ettim. Oysa büyük olmak can yakıcı duygulardı benim için.

Bundan iyice emin oldum. Kuşkusuz artık gelmeyeceksin biliyorum. Kalabalık, en tenha köşelerde yakalıyor şimdilerde beni. Sensizlik darbe üstüne darbe indirirken, gelişigüzel duygulara demir atıyorum. Düşüncelerimi karıştırıyorum. Karışıyorum. Hep aynı duygular etrafımda dönüyor. Alışkın bir eda içinde yere çivileniyor ayaklarım. Kaçmak istiyorum. Kaçamıyorum…

Yalnızlık benden kalabalığa bulaşıyor. Kendimi bırakıp, duygularımı salıveriyorum sokağa.
Her yer gözlerim değdikçe grileşiyor. Sensizliğe tahammül gücüm gün ve gün zorluyor düşüncelerimi. Çıkıp gittiğin anı düşlüyorum tam orta yerinde evimin. Kapıya dokunamıyorum. Sadece sen varsın orada, bakamıyorum. Gidişine ortaklık eden kapım yalnızca yokluğuna açılıyor…

Aramıza kapıdan başka her şey giriyor. Zaman giriyor, ayrılık, özlem bir de sensizlik. Kalan son gücümü çıktığın kapıyı kapatmak için kullanıyorum. Sessizliğin içinde buluyorum artık seni. Ruhumdaki tüm duyguları boşaltıyorum kapının arka yerine. Bıraktığın yerdeyim hala. Her gün gidişini yeniden izliyorum. Üzerimde ince yorgunluğun, yüreğimde külçe ağırlığınla duruyorum….

Yokluğuna alışamadım. Ancak, bu şekilde yaşamaya çalışıyorum…

12.03.2006
Dç. Dr. Zerda ONURLU
www.kafiye.net


Tarih 13 Oca 2011 Kategori: Doç Dr. Zerda ONURLU

AY IŞIĞI

AY IŞIĞI

Ay ışığı sonsuzdan başlamış, bükülmüş bir boynun çatık kaşlı bakışlarında son buluyor. Boşlukta savrulan düşüncelerin iç kanamaları devam ederken, Malzeme eksikliğinden pansumanı yarım kalmış duygular, Şeffaf bir bilinmezliğe yolculukta olan bulutların ardından iç geçiriyor. Sebebi bilinmeyen, dağılmış şaşkınlıklar ortalıkta kol gezerken, Aydınlığa vurmaya niyetsiz gökyüzü yine sana doğru tütüyor. Yaşlı birkaç yıldız tarafından izlenmenin yanıp sönen huzuru hissedilirken, Yüzyıllardır aynı yolda yürümenin yorgunluğuyla, Pervasızca esen rüzgarın sırt sıvazlarcasına dokunuşu eksik olmuyor.

Rengi solmuş fotoraflar yavaş yavaş tekrar canlanırken, Çerçevelerin kırık camları iyicene kendini belli ediyor, Hava basıncı katran dolu ciğerleri zorlarken, İnadına yükseliyor sigaranın dumanı, ardına da bakmıyor, Ahenkli şekiller çizerek bulutlara katılmaya çalışıyor. Boylu boyunca uzanmış omuzuna uzanmış ümitsizlikler, Kanter içinde daha da çökertmeye çalışıyor. Hava tahmin raporlarının hepsi de yanılmış, Kuzey, güney, doğu, batı, her yandan gelen alçak hava basıncı, Bütün bedeni etkisi altına almış, parçalı bulutlu yalnızlıkları ıslatıyor.

Rüzgara esaretliğini kabul etmiş bir ağacın zayıf düşmüş kolları, Bir o yana, bir bu yana savrulurken, kendisini izleyen bir çift gözden utanıyor. Tuzu kurumuş bir gözyaşı, yer çekimine yenik düşmüş yavaş yavaş kendini bırakırken boşluğa, Karanlık belli ediyor rengini yavaş yavaş. Saatler, ay dedenin mesai sonunu işaret ederken, Gece sessizce, garipcene, kimseye duyurmadan can çekişiyor. Yeni bir günün sensiz saatlerine üç beş adım kala, Gece sen diyerek, canını veriyor…

Dç. Dr. Zerda ONURLU
www.kafiye.net


Tarih 13 Oca 2011 Kategori: Şule AKAR

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

İçimde tarifsiz duygular içinde evime geldim..Okul yıllarımdaki duyguyu yeniden yaşamak bana çok iyi geldi..İçim kıpır kıpır oldu…Çocuklar gibi şendim..Ayaklarım sanki yere basmadı, Uçar gibiydim..Gözlerim pırıl pırıl neşe içinde gülümseyerek geçirdim birkaç saatimi..Belkide içimde olan sadece bir kıvılcım bekleyen ateş yeniden canlandı..

Neden mi bahsediyorum?…

Pendik lisesi mezunlarının fener alayı yürüyüşünden geliyorum. Yıllar sonra okulumun bahçesinde toplandık genci yaşlısı yüzlerce insan ile..Ellerimizde meşaleler, fenerler..Önümüzde yıllar önce olduğu gibi hocalarımız. Arkasında muhteşem bando ekibi.. Ve peşinden yüzlerce aynı sıralarda okumuş mezun olmuş bizler…Okulumuzun bahçesinden başlayıp Pendiğin merkezinde Atatürk heykeli önünde son buldu yürüyüşümüz. Bir dakikalık saygı duruşunun ardından okul yıllarımdaki gibi İstiklal Marşını söyledik. Bilinçli bir zihniyet ile bu marşı yeniden okumak beni çok heyecanlandırdı..Hoş çocukluğumuzda da bilinçli yetişmedik mi sanki..

İçimde tarif edilemez coşku var..

Önce Türk olmaktan gurur duyuyorum.

Sonra Atatürkçü zihniyeti ile öğretmenlerimiz tarafından yetiştirilmiş olmaktan gurur duyuyorum. Ve bugün gördüm ki, her şeye rağmen genç nesil de bu bilinç ile yetişiyor ve yetişecek..

Bugün genci yaşlısı herkes omuz omuza idi.. Kimisi kucağına çocuğunu alıp gelmişti. Ben ise koluma kardeşimi alarak katılmıştım bu muhteşem yürüyüşe.. Ellerimizde Türk bayrakları ile gururumuzu birbirimizin gözlerinde görebiliyorduk.

Yarın 19 Mayıs var..Bugün yaşadığım güzel duygulardan sonra aynı coşkuyu aynı heyecanı yeniden yaşamak için yine karışacağım yeni neslin arasına.. Biliyorum ki Atatürkün emaneti olan vatanımıza her şeye rağmen sahip çıkacak yeni bir nesil yetişiyor..

Atatürk Türk gençliğini seviyor, onlara güveniyor ve Türkiye’nin geleceğini onların ellerine bırakmaya çekinmiyordu. Gençliğe bıraktığı bu önemli görevi söylevinde şöyle dile getiriyordu Atatürk: “Ey Türk Gençliği! Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en değerli güven kaynağındır.”

Atatürk, “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!” sözü ile başarılı olabilmenin bir koşulunun da sağlıklı olmak olduğunu, sağlıklı olmak için de spor yapmak gerektiğini vurgulamıştır.

Bende güveniyorum Türk gençliğine…Ve bugün yaşadığım gururu tekrar yaşamak için 19 mayıs kutlamalarına da karışacağım, gençler ile birlikte..

Ne mutlu Türküm Diyene….

Şule Akar
18.05.2010
Saat:22:36
www.kafiye.net
www.solpro-tr.com
www.hostingbizde.com
www.densan.com.tr
www.kafiye.net
www.gundembizde.com


Tarih 13 Oca 2011 Kategori: Emrah BURAN

BÜYÜYEN ÇOCUK KAFİYE.NET

BÜYÜYEN ÇOCUK KAFİYE.NET

Değerli kafiye.net okurları. Neden böyle bir başlıkla karşılaştığınızı merak edebilirsiniz. Hele birde kafiye.netle yeni tanıştıysanız şaşırmanız doğaldır. Ama inanın kafiye.net büyüyen çocuk unvanını çoktan hak etti. Çünkü 1 Mart 2005 Salı günü yayın hayatına başlayan kafiye.net mart ayının 1’inde yani yaklaşık bir hafta önce beşinci yaş gününe merhaba demişti. Aslında söylemesi kolay geliyor tek heceyle çıkı veriyor ağzımızdan “beş” kelimesi. Ama bir düşündük mü beş yıl boyunca bu sitenin binlerce okuyucu tarafından ziyaret edildiğini ve hatta bu okuyucuların içinden pek çoğunun yazdığı eserleri diğer insanlarla paylaşma olanağı bulduğunu. Ve bu arkadaşlarımızın içerisinden beklide ileride pek çok ünlü şair veya yazar çıkabileceğini. İşte bunları düşündüğümüz zaman azımızdan basitçe çıkarabildiğimiz bu “beş” kelimesinin basit ve önemsiz olmadığını iliklerimize kadar hissederiz.
Ben bu siteyi büyümekte olan bir çocuk gibi görüyorum. Geleceği parlak olan ve emin adımlarla büyüyen bir çocuk. Bir nevi yeğenimdir kafiye.net. Gerçi ben gereken amcalık görevimi kafiye.net’e gösterebilmiş değilim ama olsun. Bu sitenin ilk açıldığı günün şahitlerinden ve ilk yazarlarından olmam belki de bu manevi amcalığı hak etmemi sağlar.
Geriye dönüp baktığımda kafiye.net için söyleyeceğim çok şey olduğunu düşünüyorum. Kafiye.net benim lise yıllarından beri yazdığım şiir ve hikayelerimi diğer edebiyat aşıklarıyla paylaşmamı, onların yazılarıma olan övgülerinin bana verdiği büyük hazzı yaşamamı bunun yanında yazmaya karşı olan cesaretimin artmasını ve sosyalleşmemi sağlayan önemli bir köprüdür. Tabi sadece benim değil bu siteye yazısını gönderen pek çok arkadaşımın da aynı duyguları yaşamasını sağlayan güzel bir dilek ağacıdır. Hani şu köy yerlerindeki sevdalıların birbirinin isimlerini ve birbirlerine olan sevgilerini anlatan güzel şiirler yazdığı o anıtsal ağaçlardan biridir aslında kafiye.net.
Tabi bu ağacı diken, sulayan ve gözü gibi bakan emekli edebiyat öğretmenimiz Hüseyin Durmuş’a çok şey borçluyuz. Çünkü insanın okumasının, okuduğu şeylerden mantık yürüterek yeni ürünler meydana getirip onları yazmasının ve diğer insanlarla paylaşmasının ne kadar önemli olduğunu bilen Hüseyin Durmuş bin bir zorlukla bu siteyi kurmuş ve bu günlere getirmiştir. Ömrünün büyük bir kısmını insanların eğitimi için harcayan hocamız emekliliğinde de boş durmamış yine bizim faydamıza olan bu siteyi kurmuştur. Baş öğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN vefakar neferlerinden olan Hüseyin hocamıza sizin huzurlarınız da ve sizin adınıza teşekkür etmek istiyorum. “Eline, yüreğine ve emeğine sağlık Hüseyin hocam!”
Lütfen bu yazıyı okurken içinizden “yağcılarda inecek var!!!!” vb. şeyler geçirmeyin. Çünkü bu övgü dolu sözleri sarf etmemin sebebi basit gündelik çıkarlar değildir. Zaten Hüseyin hocamdan kazanabileceğim herhangi bir gündelik çıkarım olduğunu düşünmüyorum. Hocamı övmemin sebebi yaptığı işin aslında ne kadar önemli olduğunun bilincine varmış olmamdır. Ve pek çok kafiye.net okurunun da bu bilince sahip olduğuna tüm kalbimle inanıyorum.
Evet değerli okurlar. Sizden kafiye.net’e sadece ziyaretçi olmayı değil onun sonsuz iyimserliğinden faydalanmanızı istiyorum. Nasıl mı? Edebi eserlerinizi kafiye.net’e yollayarak. Benim hiç öyle eserlerim olmadı demeyin. Çünkü hepimizin; ömrümüzün bir döneminde sevdiğimiz biri için yazdığımız ve utanıp kıyıda köşede sakladığımız bir şiiri, hikayesi yada insanın içine serin sevgi damlaları bırakan ve bu serinliği iliklerine kadar hissettiren bir küçük cümlesi olmuştur. Yada yaşadığı kederin, sıkıntının ortaya çıkardığı ateşte açan çiçekleri, kardelenleri olmuştur bir kenara yazdığı. İşte onları kafiye.net’le paylaşmaktan çekinmeyin. Hüseyin hocam sonuna kadar ilgilenecektir sizinle.
Şimdi huzurlarınızda hocama bir kez daha teşekkür ederek ve bu vefasız amcayı affetmesini rica ederek yazımı tamamlamak istiyorum. Bir haftadır aklımda olan kafiye.net sonunda rüyalarıma kadar girip “hadi ama Emrah kendini daha fazla özletme de şu doğum günü makalelerine bir yenisini ekle” diye serzenişte bulununca hak verdim.
Size şaka gibi gelecek ama rüyamda sanki gerçek hayattaymış gibi bilgisayarın karşısına oturup kafiye.net sayfasını açmış orada şiir ve hikaye okuyordum. Herhalde bu kafiye.net’e olan sevgimden kaynaklanıyor. Yada kafiye.net beni gerçekten özlemiş ki rüyama girip beni çağırıyor. “Duydum kafiyeciğim sesini!!! Uzun süren hasret sona ersin ve Emrah amcan bu acizane yazısıyla tekrar kafiye.net okurlarına merhaba desin…”

Emrah BURAN
07.03.2010-Bursa
www.kafiye.net


Tarih 13 Oca 2011 Kategori: Mimoza SARIŞIN

NEREDESİN İÇİMDEKİ ÇOCUK…?

NEREDESİN İÇİMDEKİ ÇOCUK…?

Uzun zaman oldu hayata bir es verip kalanından devam etmeyeli… Beden yorgun,kafa yorgun… En beteri de ruh yorgun…
Bir zamanlar içimde her şeye rağmen bir çocuk vardı. Küstü sanırım yediği darbelerle hayata. Ya da ne zaman uyanacağını bilemediği sabahları beklemekte uykusunda.

Hayat, senin yediğin lolipop şekerleri gibi tatlı değil çocuk. Arada acı gerçekleri de var. Hayatı öyle o şekerdeki gibi eme eme, sindire sindire yaşayamıyorsun. Bu şekerin gramajı az, bir lokmada ağıza atılan cinsten. Ve çürütüyor insanı aynı dişlerin gibi. Oysa senin gözlerinde keşfedilmemiş cennetlerin yeşili var. Yüreğin henüz çaresizliklerden bihaber.Sözlerinde yalan yok, her halinde masumiyet…

Uyan artık çocuk hadi bak yüzüme. Göreyim gözlerinde cennet yeşilini.
Üşüyen bir yerlerim var içimde. Sanırım ısıtman için bekliyor yüreğini…
çok şey yitirmezsin inan… Uyan ve dokun, dokun ki hissedeyim ellerini…

Her mevsim kendine has esintisiyle geçip gitti yıllar. Yaz oldu, dedim ki “güneş dolacak saçlarıma. Saçlarım güneş gibi, sarısıyla parlayacak…”
oysaki yaz kavurdu acı veren hisleriyle. Sonbahar geldi, ” tabiatın renklerine bürünecek “ dedim, sarardı kaldı rengim ruhsarım… Kış geldi, ümitlerim vardı… Kar gibi beyaz olacak diye bekledim, ayazından üşüdüm, bildiğim tüm grileri peş peşe ekledim… İlkbahar geldi dalında açacak ”mimoza çiçeği” sandım kendimi yine tomurcuğumda sakladım kederimi…

Uyan içimdeki çocuk uyan…! Sen hangi mevsimde kalakaldın.. Saklandığın mevsimden koşarak gelmez misin yanıma… Uyan içimdeki çocuk…! Uyan ki umuda senle bağlanayım. Çünkü kimsem kalmadı senden başka. Eskiden olsa, şen sesinle etrafıma neşe saçardın çocuk.
Eskiden olsa, eteğimi çekiştirip beni kandırırdın çocuk. Uçurtmalarım, misketlerim, sokak aralarındaki yaramazlıklarım, topum, lolipopum, sevinçlerim, düştüğümde kanayan dizlerim… Hepsi hepsi seni çok özledi çocuk.

NEREDESİN ÇOCUK, NERDESİN…?

Mimoza Sarışın
www.kafiye.net


Tarih 13 Oca 2011 Kategori: Mine POLAT

GÜLÜN HAYATIN CİLVELERİNE İNAT

GÜLÜN HAYATIN CİLVELERİNE İNAT

Geceler bitsin diye haykırırım her zaman dünyaya ama gecelerin dostum olduğunu ne de çabuk unuturum oysaki. Geceler olmasaydı eğer kim nasıl içini dökerdi duvarlara. Zifiri karanlık sökerken içe saplanan huzuru ağlamaklı geçirmek ne de büyük bir kayıp. Hâlbuki her şeyden mutluluk duymak yakışmaz mıydı bizlere. Acı çekmenin durumu hoşumuza gittiği içindir belki uzun zaman süren bu hüsranlar. Kimse tam olarak itiraf edemese de kendine, bilinçaltı bu gerçekle kaplıdır. Mutlu olmak bize bağlıdır ve üzüntülü anlarımızdan bile bir pay çıkarabiliriz her şeye rağmen. Herkes kendi filminin başrolünde, acısında, sevincinde. Ama eminiz ki acı anlarımızda dâhil her an gülmek hakkımızdır ve ölüme giden yolda durana kadar gülmeliyiz ne olup bitse dâhil. Gülmek haram değil, gerçek olan şu ki; gülmenin içe verdiği sonsuz huzur herkesi yeteri kadar tatmin etmekte ve o anı tükenmez kalemle beyne işlemektedir. Biz insanlar acıyı gülmekten daha üstte tutarız. Sebep; onu her şeyden çok severiz. Gülmeyi tam tamına yaşasaydık eğer eminim ki acıdan nefret eder gülmeyi dilerdik hep. Ne yazık ki insanoğluna gülmek yakıştırılmaz ve bir saniyelik gülmenin ardından kötü bir haber yapıştırılır. Hayat imtihanlarla doludur ve bu sınavda başarılı olmak çok büyük bir lütuftur.

Dünyanın güzelliklerine sevgiyle yaklaşırsak onlarda güzelliklerine daha da güzellik katarak bize hünerlerini gösterirler. İnsana da aynı sevgi ve gülen bir yüzle karşılık verirsen eğer dünyanın güzellikleri gibi sana içini açar ve güler. Gülmenin yeri ve zamanı yoktur; mutlu olmanın da. Bir insanın gülen yüzü diğerine mutluluk verir ve hayata daha bir emin adımlarla adım atar. Birbirlerine düşman olan iki insan bile asla birbirleri olmadan hayat mücadelesi veremezler. Acı, hayatın küçük bir cilvesi ve hayatımızın küçücük payından vazgeçmek bile kötü bir değer. Acı duymak gülmek kadar olmasa da, hayat onsuz da sürmez. Hayatın her haline gülünmeli, her şeye, görebildiklerimiz ve göremediklerimize, kötülere ve iyilere, acıya ve mutluluğa… Tabiatın bu asilliği düzenli derecede kurulmuş ve çok güzel işlenmektedir. Kimsenin bunu sorgulamaya küçücük bile olsa hakkı yok ve asla sorgulayamaz. Şüphesiz sorgulayanlarda cezasını çekiyorlardır.

Gülün hayatın cilvelerine inat.
Dünyanın yüce kutsallığına ve asilliğine sür bedenini.
Vermiş olduğun mücadelede dâhil dik tut omuzlarını.
Dökme ve döktürme ardında bakan gözyaşlarını.
Sen sensin ve kendi dünyanın başrolünde oynamaktasın.
Başkası sen olamaz ve sen de başkası olamazsın.
Kuşkusuz benliğin gülmekle sürüyor yaşam.
Er geç itiraf edeceksin kendine lakin çok geç olmadan dene.

Benliğin gülüyor sen de gül…

MİNE POLAT
www.kafiye.net


Tarih 13 Oca 2011 Kategori: Mine POLAT

Düşün, Yaşa ve Hisset

Düşün, Yaşa ve Hisset

Boş… Bana gelen ve benden dışarıya akan hisler bomboş… Gözkapaklarım nedensiz çaba sarf ediyor. Ne duvarın ne de karşımda dikilen insanın değeri var. Ayna kırıkları acıtıyor ayağımı ansızın; az da olsa çıkarıyorum sanal âlemden zihnimi… Ayna karşımda gurur verici bir cesaretle bana bakıyor. Bense aynaya karşı boynu eğik. Kafamı kaldıramıyorum fakat bakmam için zorluyor. ‘’NE ÖNEMİ OLABİLİR Kİ BUNDAN SONRA?’’ diye feryat ediyorum. İstifini bozmadan bana sadece bakıyor. Ayaklarımın altına batan cam kırıkları sızlatmıyor artık. Bedenim tümüyle uyuşma aşamasına geçiyor. Ve ben gene boynu bükük… Gözler yere kaymış şekilde, omuzlar düşük… ‘’ZAMANI GELDİ…’’ diyen ses kulağımın zarını patlatacak şekilde haykırıyor. Nefesini boynumda hissediyorum, ancak göremiyorum. Etrafıma bakınmak yeteri derecede yoruyor beni ve yavaş yavaş çöküyorum… Ruhum bedenimi terk ediyormuş hissine kapılıyorum… Gözlerim ferini kaybediyor ve ben ÖLÜYORUM…

‘’ZAMANI GELDİ!’’ diye kulağımı zedeleyen ses, enseme doğru üflüyor ve ben titriyorum. ‘’AYAĞI KALKMANIN ZAMANI GELDİ…’’ diyor bambaşka ve huzur veren bir ses. Onun nefesini sağ yanımda hissediyorum. Tebessüm etmek, bedenime emir vermek imkânsız… Felçli ruhum bedenime insafsız… Cesaretim ve gücüm tükendiği gibi bir de güvenimin cenazesini kaldırıyorum. Tüm hislerimin işe yaramadığına kanaat getirmek zor olmuyor. Sağımla solumla kavga edip penceremin önünden geçen telaşlı insanları seyretmek istiyorum; eskisi gibi… Ne yazık ki hareket edemiyorum…

Yavaşça kafamı kaldırıyorum ve aynaya son bir kez bile olsa bakmak istiyorum. Gülmek ya da gülmemek arasında gidip geliyor gibi gözüküyor. Sanırım halime acıyor. Sadece bakışlarını izliyorum. ‘’SEN’’ diyorum bağırarak ‘’BIRAK BENİ!’’ Tebessüm ediyor kalleşçe. Gururunu takdir ettiğim aynadan pişkince bir bakış cevabını alıyorum. ‘’HEPINIZ AYNISINIZ!’’ diye fısıldıyorum yorulduğumu fark ederek… Bana sadece ‘’SENİ TUTAN YOK…’’ diyor ayna ve kırıklarını geri çekiyor… Son kez gülüp gidiyor ve ben yalnızlığımla başbaşa kaldım derken sesinin tüm ihtişamıyla beni büyüleyen o ses fısıldıyor kulağıma bir şeyler; ‘’DÜŞÜN YAŞA VE HİSSET!’’ Ve kayboluyor…

İşte şimdi yalnızım, diye düşünüyorum. Kendi kendimle başbaşa, davetsiz misafirler olsa da… ‘’DÜŞÜN YAŞA VE HİSSET’’ sözleri yankılanıyor kulağımda. Oysaki düşünemiyorum, yaşayamıyorum ve hissedemiyorum. Bedenimden arta kalanlarla geçinirken, tüm kırıntılarımı toplamamı istiyorlar. Gücüm olsa ne ala. Gizli bölmelerde kaybediyorum kendimi. Kendimle hesaplaşma anına kadar boş, Hesaplaşmadan kaçmak beynime hoş. Kaçmak faydasız yalnız odam yeteri kadar loş… Benliğimse durmamakçasına koş…

Ne kaçmak ne de buralardan gitmek mümkün. Tıkılıp kalmışım sahne arkasına… Yüreğimin kırıkları dökülüyor ayaklarıma… SEYRETMEK BOŞ, BAKSANA…

MİNE POLAT
www.kafiye.net


Tarih 12 Oca 2011 Kategori: Sibel USTAEL

Sevgili Anne- Babalar ;

Sevgili Anne- Babalar ;

Okul,etüt,öğretmen,ders,ödev,sınav,not derken bir dönemi bitirdik.Bugün çocuklarımız yarı yıl karnelerini aldılar. Peki bu karne ne ifade ediyor ? Karne çoğu zaman çocuğun belli bilgileri, ne kadar iyi ‘ezberlediğinden’ başka bir şey göstermemektedir. Karnede ne çocuğun zekası ( IQ), ne kişisel nitelikleri, ne de yetenekleri ölçülmektedir. Karne çocuğun kapasitesini tümüyle yansıtan bir değerlendirme aracı değildir. Karneler yalnızca öğrencilere değil ,anne babalara da verilmiş bir belgedir. Çocuğunuzu ne kadar desteklediğinize, teşvik ettiğinize yönelik bir belge.

Her çocuğun bir kapasitesi vardır. Bazı çocuklar bu kapasitelerini sonuna kadar kullanır. Bu çocuklar kendine güvenen, benlik saygısı yüksek çocuklardır. Yani aileleri tarafından oldukları gibi kabul edilen, yetenekleri doğrultusunda desteklenen,teşvik edilen çocuklar. En önemlisi bu çocuklar mutlu çocuklardır. Karnelerindeki tüm notlar 5 olmayabilir, mutlu ve kendine güvenen bir öğrenci olmak için. Tüm notları 5 olup, çok mutsuz olan, başarısızlık korkusu nedeniyle hayattan hiç keyif alamayan, oynamayı unutan çocuklarla çalışıyoruz.Başarı not değildir, karne değildir. Başarı, mutlu olmaktır. Başaracağına inanmak, öğrenme heyecanını kaybetmemektir.

Karne günleri çocuklarımızın kabusu haline dönüşmesin. Artılarıyla, eksileriyle bir dönemi değerlendirme şansı tanıyan bir belgedir karne. Tüm öğrenciler için ödül olan tatilde çocuğun başarısızlık nedenleri araştırılıp, bu nedenlerin ortadan kaldırılmasına yönelik kararlar alınmalı.
Anne-babalar çocukları ile işbirliği yaparak, çözümler geliştirmeye çalışmalıdır. Neden, düzensiz çalışma alışkanlığı ise anne babanın yapabileceği düzenli çalışma alışkanlığının geliştirilmesinde çocuğu yönlendirmek, motivasyonunu attırmak, çalışma ortamını düzenlemek çocuğun dikkatini sorumluluklarına çekmektir.

Çocuklar asla başka çocuklarla kıyaslanmamalı , “tembel, sorumsuz, beceriksiz” gibi etiketlemeler yapılmamalıdır. Sevginizi başarıya endekslemeyin. Çocuklarda “başarısız olursa ailem beni sevmez” inancı vardır. Karnesi nasıl olursa olsun onun sizin için ne kadar değerli olduğunu mutlaka vurgulayın. Çocuk okul başarısızlığı nedeni ile sevilmediğini, istenmediğini düşünmemeli. “Sana güveniyorum, başaracağına inanıyorum, ne yaparsak sana yardımcı olur, birlikte plan yapalım” gibi teşvik cümleleri kurun. Başardığı dersleri, konuları gösterin. Başaracağına inanan çocuk mutlaka ilerleme kaydedecektir. Kendine olan inancını kaybederse, başarısızlık kehaneti gerçek olur. Bu nedenle hep başarılarını ona göstermeli , çözüm yolları üretilmelidir. Hedeflerimiz çocuğumuza yönelik gerçekçi hedefler olmalıdır.
Lütfen unutmayın; o sizin çocuğunuz ve bu yüzden sizin için çok değerli. Bir kağıt parçasının ilişkinizi zedelemesine , sizi ve çocuğunuzu mutsuz etmesine izin vermeyin.

Sibel USTAEL
www.kafiye.net


Tarih 12 Oca 2011 Kategori: Şule AKAR

Ne Varsa Onu…

Ne Varsa Onu…

Haliyle panik halindesiniz…
“Nasıl anlarız?
Genetiği değiştirilmiş organizma yemekten nasıl kurtuluruz?” filan.
Şöyle…
Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya… Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya… İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.

*
Ne verirlerse…
Onu yiyeceksiniz.

*
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz… Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Bilmeli… Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran… İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm maalesef… Torunlarınız da.

*
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için…
İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan! Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu. Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında yarımdünya, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.

*
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak? İstanbul’un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir’de, Antalya’da, Adana’da evde salça yapmak? Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye… İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak? Bütün ailen kabız… Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?

*
Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun… Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun… Ne işe yaradı senin pazara gitmen?

*
Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi… Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!

*
Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok; gazetelerin tiraj almak için uydurduğu uzmanlardan??? fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun… Brüksel lahanası yiyerek mi AB’ye gireceğini sanıyorsun?

*
Çin’den bal getiriyorlar mesela… Taaa Arjantin’den, Meksika’dan bal getiriyorlar. Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan… İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin! Ben iddia ediyorum… Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla, Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz,
sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli’de, Pervari’de terör bile azalır, terör bile.

*
Uzatmayayım.
Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.

*
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA’sını değiştirdi!

*
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.

*
Dolayısıyla ,
ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz…
Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz….
Alıntıdır.


www.solpro-tr.com
www.hostingbizde.com
www.densan.com.tr
www.kafiye.net
www.gundembizde.com

Hayat iki sonsuz karanlık ortasında yanan bir kibrit Şule’sidir…


Tarih 12 Oca 2011 Kategori: Şule AKAR

Bayram Mektubu…

Bayram Mektubu…

Önce liste yapmıştım kendime.. Bugün çarşıdan alacaklarımın listesi.. Baktım liste çok kısa.Ne mutlu ki fazla bir eksiğim yokmuş. Çok şükür evimde erzağımda varmış, bayram çukulatam ve kahvemde.. Çalışıp kazanınca evin bereketi içinde oluyor, mutfağın zenginliği de.. Sadece bayramın duygusu satın alınmıyor.. Tüm çarşıyı dolaştım..İnsanların coşkusunu seyredip mutlu oldum.

Sonra bayram sabahında giyeceğim kıyafet düşündüm.Gardrobumu açtığımda tercih yapabileceğim pek çok elbise arasında kararsız kaldım. Anamın dikiş makinası başında geç vakitlere kadar bizlere kıyafet diktiği günler gözümün önüne geldi. Bir kez daha şükrettim halime.. Allah bu günleri bana nasip etti diye.

Sırf çocukluğumdaki duyguyu özlediğim için yatağımın baş ucuna astım kıyafetimi, yanına ayakkabımı, çorabımı yerleştirdim… Ve konsolumun üzerine kumaş bir mendil koydum kokulu ve ütülü. Sabah çantama koyacağım özenle..S onra bakkala gidip kendime lolipop ve sakız alacağım.. Bulursam birde çatapat.. Sokaktaki çocuklarla patlatmak için.. Çocukluk geri gelmiyor, bende çocuklaşıp mutlu olurum..

Şekerliğimi kapıya yakın yere getirdim. Çocuklar zili çaldığında ikram edeyim diye. Oysa daha düne kadar ben şeker topluyordum, renk, renk..

Artık şeker yemiyorum..Bana harçlık verende yok. Büyüdüm diye… Ruhum hala çocuk oysa.. Kimbilir belki bende kapı kapı dolaşır şeker toplarım, bayram çocukları gibi.. Sonra onları bir poşete koyar yanıma alırım.. Sana gelince dağıtmak için…

Bugün tüm iş arkadaşlarımla bayramlaşıp kucaklaştım. Koca bir ailem olduğu için ne kadar şanslıyım.. Kapıdan çıkarken patronumun eline sarıldım öpmek için.. Oda öptürmedi senin gibi.. yanaklarımdan öptü. Bayram yarın değil benim için pazartesi. Çıktığım kapıdan tekrar girebilecek olmak.. Asıl bir işe sahip olmak bayram benim için.

Sabah anamın elini öpmeye gideceğim ..Ondan isteyeceğim bayram harçlığı.. Belki babaanem gibi kumaş mendile 2,5 demir para bağlar verir sonra lokum ikram eder… Anamla kardeşimi alıp sonra yanına geleceğim bayram ziyaretine.. Belki o zaman bayramdır benim için kimbilir…

Bayram sensizde yaşanıyor babam.. Sadece sensizlik zor yaşanıyor..

Sevdiklerinizle nice bayramlar.

Sevgilerimle

Şule Akar
08 09 2010 23:00

www.hostingbizde.com
www.densan.com.tr
www.kafiye.net
www.gundembizde.com

Hayat iki sonsuz karanlık ortasında yanan bir kibrit Şule’sidir…