Kategoriler

Arşivler


Tarih 23 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

U Y A N M A K

U Y A N M A K

Hani terslikler olunca kahrolur ya insan; ben de şu an kahrolmuş, sinirden kendinden başkasına sebep ve sonuç ilişkisini soramamak nedeniyle inanın ben de kahroluyorum. Yaşamın zorlukları,yalnızlık,yalnız kalmak…. Hele en çok sevdiklerim, en çok güvendiklerim bile beni yalnızlığa ittiği için kahroluyorum. Nasıl kahrolmayayım ki, yıllarımı harcadığım, gençliğimi yıprattığım o güzelim yıllar, nasıl kahrolunmaz ki….

Yıllardır tek düşüncem; sıcacık bir yuva ve o yuva içerisinde dünyanın en iyi çocuklarını yetiştirmekti. Başarıdan başarıya koşmak için didinen, yuvasını düşünen; eşim, çocuklarımı ve çevremin mutluluk bakışları arasında uzun bir ömür geçirip öyle yaşamak. Bu mutlu yaşamın sonunda yokluk ülkesine, sonsuza dek kalacağımız o mahşere huzurlu bir yaşam içerisinde gidebilmek ne kadar güzel olurdu. Hele mutluluktan gülen yüzle oraya gidebilmek….

Evet… Mutlulukların en güzeliyle yaşamak; doyasıya mutluluğu tadarak yaşamak…. Anlatılması zor, ifadesi zor gerçeklerle yüz yüze kalmak ise çok zor. Uyanmak; uykudan uyanmak ile uyanmak arasında dağlar kadar fark var. Uykudan uyanmak sadece hayal dünyasından uyanmaktır. Uyandığınızda görmüş olduğunuz korkulu rüya nedeniyle sevinirsiniz. Ancak duygusal ve mutlu bir rüya görüyorsanız uyandığınızda bu rüyadan hiç uyanmak istemezsiniz. Ya uyanmak?

Yaşantımızda evimize davet edilmeden gelen misafirler olur. Buna biz davetsiz misafir deriz. Çünkü size haber vermemiştir, sizi uyarmamıştır. Bu nedenle ev darama dağınık, her şey her yerdedir. Kısacası siz her şeye hazırlıksızsınızdır. Bazen böyle bir durum karşısında sinirlenirsiniz, hele hiç sevmediğiniz kişiler ise bahane bile ararsınız.Dostlardan biri gelmişse özür dilersiniz olur biter. Ya evinize sizin hiç beklemediğiniz bir misafir gelirse ve bunun adı “UYANMAK” ise. Bu uyanmak kavramını hiç beklemediğiniz bir anda sizin evinize girerse ne yaparsınız acaba? O zaman uyanmanız mümkün müdür?

Uyanmak… Uyanmanın; her şeye hazır olmak kavramı olduğunu anladım. Anladım ama çok geç kaldığımı da o zaman anladım. Uyanmanın ne demek olduğunu evliliğimin yirmi birinci yılında anladım. Hiç düşünmediğim, başkalarında gördüğümde üzüldüğüm o olayı benim de yaşayacağımı nereden bilebilirdim.? İnsanların her güne uyanık olarak, uyanık bir biçimde; hani biraz da bencil olarak girmesi gerektiğini hatırlatıyor insana. Ben ki bencilliğin, bana neciliğin karşısında yıllarca mücadele etmiş biriyim. Öğrencilerime ve çevreme daima; ben değil biz, bana değil hepimize düşüncesini vermek için yıllarımı verdim. Ama böyle bir düşünceyi en yakınımda göreceğimi hiç düşünememiştim.

Evliliğim süresince; doğruluk, dürüstlük ve sadakattan ayrılmadım ve halen daha da ayrılmıyorum. Evine ve çocuklarına sunulması gereken hizmetin en iyisini verebilmek olduğunu düşünürken; bir gün evime davetsiz misafir gibi giriveren “ BOŞANMAK” sözcüğünü hiç görememiş ve düşünememiştim. Uyanamamıştım, ya da uyandırmak istediler de ben uyanamadım. Nasıl uyanayım ki; sabahtan akşama kadar okul, ders yapıp evine hizmeti amaçlayan biri olarak eşinin okulda olduğu dönemlerde çocukları ile ilgilenen, mutfağa girip yemek yapan biriydim. Her şey mutlu bir şekilde gidiyor derken, satın alınan evin noksanlarını, çocukların ihtiyaçlarını ortak olarak karşılamayı amaçlarken, bunun yanı sıra yaz tatillerinde deniz kıyısında ev tutup dinlenmeyi düşünürken boşanmak sözcüğü hiç düşünülecek bir düşünce midir? Ben de böyle bir düşünceyi beklemezken karşıma çıkıverdi davetsiz bir misafir olarak.

Evet…. Davetsiz misafir gibi evin içine çöküverdi “BOŞANMAK” sözcüğü ve ne yazık ki ben uyanamadım. Uyanamadım, çünkü böyle misafiri hiç düşünememiştim. Uyanamadım, çünkü yaşamın bir uğraş, bir saygı, bir mücadele olduğunu, birlik, beraberlik, dayanışma,ortak paylaşım olduğunu düşünüyordum. Uyanamadım; çünkü evlilikte keder, acı,mutluluk, varlık ve yokluk ortak paylaşılır. Evlilik ortaklıktır…. Tüm acı ve mutluluklar ortak şekilde paylaşılır ve duyulur. Bir taraf duyarken diğer taraf duymuyorsa bunun adı ortaklık değil bencillik olur, menfaatçilik olur, kişi çıkarcılığı olur.

Evet … Uyanamadım; çocuklarımın bana yaptıkları o acımasızca yalnızlığa itişlerinden.! Uyanamadım; boş bir çuval gibi kıyıya sertçe bırakışlarından uyanamadım. Uyanamadım; yıllarımı onlar için harcarken, onlara yokluk göstermemek için mesleğimin dışında inşaat işlerinde, özel öğrencilere özel ders verip onlara mutlu bir yaşam vermek için uğraşırken onların ihanetini göremedim. İnsana ; babası , anası, kardeşleri, dostları kazık ata bilirdi. Eşi kazık atamazdı, atmamalıydı. Hadi o da kazık attı diyelim.Ya kendi çocukları, kendi öz kızlarınız bunu atarlarsa ne düşünürsünüz bilmem ama ben bu olaylar karşısında bile uyanamadım.Uyandığım da ise her şey için geç kaldığımı da gördüm. Çocuklarımın bile bana “ boşanın; sizin, boşanmanızı istiyoruz, bundan sonra beraberliğiniz mümkün değil, bir an önce boşanın” sesleri şimdi kulağımda çınlarken, neden uyanamadım diye düşünüyorum. Evet bütün bu olumsuzlukların oluşumunun başlangıcında uyanamamış ve “görünen köy kılavuz istemez” dedikleri durum karşısında bile uyanamamıştım.

Evet, uyanmak… uyanmak… uyanmak… Uyanmak; gerçekleri görmek, gerçeklerle yüz yüze kalmak demekmiş, henüz yeni anladım. Geçte olsa uyanmak…. Gerçeklerle yüz yüze kalmak…. Uyanmak….

Seviniyorum, zararın neresinden dönülürse kar olduğunu bildiğim hatalardan uyanmaktan… Seviniyorum, henüz gerçeklerin en ince detayına kadar açığa çıkmasından. Evet gerçeklerle yüz yüze kalıp uyandım. Şimdi sadece çocuklarımın bir babası olarak onlara karşı maddi bir baba olarak görevimi yapıyorum. Büyük kızımın Fakülte masrafları, küçük kızımın üniversite hazırlık masrafları, ayrıca onlara aldığım kıyafetler, ayakkabılar için ise sadece bir baba olarak yerine getirdiğim görev için seviniyorum. Her ne kadar onlar bana bayramlarda, özel günlerde zaman ayırıp yanımda çok kısa da kalsalar sadece maddi bir baba olmanın mutluluğu ile yetiniyorum. Ne hastalandığım da, ne ameliyatım da yapılması gereken evlatlık görevlerini yapmışlar, ne de bana karşı evlatlık görevlerini yerine getirdiler. Evimde yatacak yatak, boş odalarım olduğu halde ne bir bayramda ne bir hafta sonunda evimde misafir olarak yatmamış ve bu bizim babamız diyerek sıcak bir kucaklamadan beni yoksun bırakarak uzakta kalmalarından ve bu gerçeklerin de ortaya çıkmasından dolayı şimdi çok seviniyorum. Evet, uyanmanın ne demek olduğunu da böylece anlamış oldum. Henüz uykusundan yeni uyanmış biri gibiyim şu an. Evet uyanmanın ne demek olduğunu da böylece anlamış oldum.

Ben uyandım, sevinçliyim. Benim gibi olup ta zorda kalanların da uyanmasını isterim. Ancak hiçbir zaman benim evime davetsiz misafir gibi giren “BOŞANMAK” sözcüğünün düşmanımın dahi semtine uğramasını istemem. Tüm mutlulukların, ömür boyu mutlu yaşamın sizlerin olmasını dilerim. Evet, ben uyandım, ama geç uyandım. Geç uyandığım için üzgünüm, geç uyandığım için hayata kırgınım. Tüm insanları seviyor ve mutlulukla kucaklamak istiyorum. Sizleri çok seviyorum. Mutluluklar ey insanoğlu……

İzmir.09.03.2004
Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
www.kafiye.net


Tarih 23 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Menteş Dağları

Menteş Dağları

Değerli dostlarım merhabalar. Umarım; sağlıklı, zinde ve duygu yüklü günleri başarılarla süsleyerek geçiriyorsunuzdur. Gerçi herkesin mutlu ve başarılı olması mümkün değil ama yine de benim dileğim herkesin başarılı olması, mutlu ve geleceğinden emin olduklarını görmek. İnanın sizleri mutlu görmek beni de sevindirir dostlarım.

Bana gelince dostlarım. Şuan akşamın yavaş yavaş oluşmasını izliyorum. Balkondan Urla, Çeşme altı’nın arka kısmında kalan Menteş Dağları üzerinde henüz batmamış olan güneşin izlerini izliyorum. Harika bir görünüm. İnsanın içini titretiyor. Hele bir de en çok değer verdiğiniz kişi ye olduğunuz yerde hissederek böyle bir grup vaktini izliyorsanız sormayın gitsin dostlarım. Önce bir sararma, kavuniçi bir renk, ardından yavaş yavaş koyulaşan kırmızılık, morarmaya dönüşürken çok hızlı geçen zaman dilimi içerisinde grilik kaplıyor ortalığı ve derken ortalık kararmaya başlamış ve bir de bakmışsınız sokak lambaları yanmaya başlamış ve siz kendinizi gecenin koynuna bırakmışsınız sevgilinizin omuzlarında dinlenir gibi gece içerisinde hafif nemlenen ıslak yanaklarla gözleriniz ufuktaki çoban yıldızını izlemeye başlamıştır bile. Deniz kıyısında olsaydım, ay ışığında kayıkların gidişinde küreklerin çıkardığı hışırtı ile birlikte yakamozu hissetmiş olacaktım. Denizden uzak bir tepeden gün batımını izlemekte ayrı bir mir mutluluk dostlarım. Her ne kadar sevgilinizin omzuna koyamadığınız başınız boynu bükük te kalsa, güneşin batışını seyretmek, izlemek ayrı bir mutluluk doğrusu, ancak boynu bükük bir mutluluk.

Bir kaç gündür yazmak istedim. Ama inanın dostlarım yazamadım. Dövülmüş bir vücuttan daha beter bir durumdayım. İnanın beni dövseler bu vücudum bu kadar yorgun olmaz ve kesinlikle ayağa kalkacaktır mutlaka. Ruh yorgunluğu var ya dostlarım, ahhhh o ruh yorgunluğu? Ruh yorgun olunca, ruh yılgınlığa, yılgınlık ise çaresizliğe dönüşüyor. Üstelik yattığınız yerde duvarlar üstünüze gelecek gibi olur, tavana da bol bol ya yazı yazarsınız ya da kurşun delikleri sıralarsınız tavanlara. Bütün vücudum haşat olmuş gibi. Ruhumun yorgunluğu; yılgınlığa, yılgınlık yorgun sözcüklere ve ben yorulan sözcüklere hükmedemiyorum ne yazık ki… Sadece sözcüklere hakimiyet mi sevgili dostlarım? Neredeeee? Sözcüklere rast gele dökülürken ruhumun derinliklerinden dilimden kaleme, yorgun ruhumun derinliklerinden kopan bir fırtına beni hallaç pamuğu gibi attı ve darma dağınık ederek vücudumdaki titremeler, göz kapaklarına hakim olamayan duygular ve baraj kapaklarını kontrol edemeyen iradem! Bitti dostlarım bitti, biliyor musunuz?

Değerli dostlarım. İnsan madden çökünce ister istemez manen de çöküyorsunuz. Hani derler ya batan gemiyi ilk önce fareler terk edermiş benim de öyle oldu. Kahpelerin, şerefsizlerin, düzenbazların, yüzünüze gülüp evet diyenler biraz sonra; “Özür dilerim, ben var sandım ama bende de kalmamış arkadaşım. İnan çok üzgünüm, senin isteğini yerine getiremeyeceğim.” sizi elinizi boş, böğrünüzü dövmeye ve ayrı duaların ve başka dostlarınızın kapısını çaldırmaya yöneltecektir. Yalnız şu bir gerçek ki dostlarım; sizde para varsa başkalarında da var. Eğer sizde para yoksa bu körolası para hiç kimsede yok. Kardeşiniz, yeğenleriniz, amcalarınız, dayılarınız gerçekten sizin telefonlarınıza bile çıkmazlar. Size param yok diyen amcanız iki gün sonra istediğiniz paranın on katına bir tarla satın alır. Allah insanı ilk önce imandan sonra da gerçek dost ve akrabalarından ayırmasın.

Evet dostlarım. Emekliler sürünüyor diye basında duyuyoruz ve her gün hatırlatmalar yapılıyor. Dostlarım benim sürünmem inanın daha beter, ben alçak sürünmede günümü gün ediyor ve bu nedenle başım bir türlü yukarıya kalkmıyor. Tabiî ki bu durumda da kimin dost, kimin düşman olduğun u göremiyor. Hani dost başa düşman ayağa bakarmış. Ben şimdi o durumdayım. Yukarısını göremediğim için dostlarım bana yardım elini uzatacak dostları göremiyorum. Hani nerede o canım arkadaşım diyen yalakalar! Bir zamanlar kartal olduk misali, şimdi akbabaların ölse de şunun leşini ağız tadıyla yiyeyim diyenler çoğaldı dostlarım. Yalnız hesapları tutmayacak. Ben bu alçak sürünmeden mutlaka kurtulacağım. Hevesleri kursaklarında kalacak. Hep böyle alçak sürünmede talime devam edecek değiliz her halde. Adalet bir gün terazisini benden yana mutlaka çevirecek. İşte o zaman bende olmayan başkasında da olur mu olmaz mı bilmem?

Çok zor dostlarım yalnızlık ve bir yaprak kımıldasa da şu rüzgarın etkisiyle bana da bir yaprak düşüp bereketimin artmasını beklemek te çok zor. Aslında şu sıralar bir de sanıyorum artık yolun sonuna geldim. Artık benim için yaşam bitti deme durumuna geliyorum dostlarım. Elimde değil, insan bir defa umutlarını yavaş yavaş bitirmeye başlarsa…. “İnsanın ürkmesi, hayvanın ürkmesine benzemez.” demiş eskiler. Doğruymuş dostlarım, inanın çok doğru. İnsan bir defa korkmaya başlamasın; evin duvarları üzerinize gelir, belalar da ne yazık ki sizi sanki özel olarak takip ediyormuş gibi olur. İnanın yaşamak ile yaşamamak arasında seçimli bir soruyu bile artık kabul edemeyecek kadar yoruldum ve artık böyle bir sorunun cevabını da düşünebilecek güce sahip değilim sanırım.

Şu dünyada son iki yılda yemin ederim dostlarım cehennemin en korkuncunu yaşıyorum. Çok değerli iki dostum, biricik sevdiğim ve yardım yapamayacak durumda olup bana manevi desteklerini esirgemeyen dostlarım var ya işte onların sayesinde yaşamın ipine sımsıkı sarılmaya devam ediyorum. Bayramda, kandillerde, bazen sesimi duymak istediklerinde arayan ger çekten birkaç can dostum kalmış bir elimin parmaklarını geçmeyecek kadar. Biliyor musunuz dostlarım, çevremde bulunan, samimiyetlerine inandığım birkaç dostum, sevdiğim olmamış olsa ayakta kalamayacağım. Alçak sürünmemde benim ayaklarıma bakmayan, isteyerek bana elini uzatıp ayakta kalmamı sağlayan can dostları var benim. Hala terk edilmedim. Sağ olun can dostlarım, biricik sevdiğim esmerim, benden kilometrelerce uzakta kalıp manevi desteğini esirgemeyen canlarım… İyiki varsınız ve iyiki benimle barabersiniz. Sizleri çok seviyorum.

Bugünlük de bu kadar can dostlarım. Bugün biraz karamsardım. Arada bu kadarcık olsun, hoş görün olmaz mı? Sizlerin sevgisine ve hoş gürüsüne sığınıyorum. Yüzünüz güleç, umutlarınız daim, geleceğiniz güvenli, dostlarınızla, ailenizle birlikte; başarılı, sevgi dolu mutluluklar dilerim.

Kalın sağlıcakla.

İzmir / 14.09.2009
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 23 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Dostluklarımız

Dostluklarımız

Merhabalar sevgili dostlarım. Nasılsınız bakalım? İlk bahar kendini iyiden iyiye gösterdi, denize girmeler başaldı. Her nekadar denize karpuz kabuğu düşmese de insanlar birer birer denize düşüyorlar. Hemen denizden uzak olanlar bana kızmasınlar, ama doğanın kanunu bu. Kimimiz denizdeki nimetlerden yararlanırken, bazılarımızda denizin hışırtısı içerisinde kendine cilt güzelliği sağlamaya çalışıyor. Sonuçta insanoğlu yaşamına devam edip duruyor. Bazen gülerek, bazen üzülerek, bazen şaşkın, bazen de hala bir takım soruların cevabını hala aramaya çalışmaktadır. Sonuçta bir şeylerin uğraşısını veriyoruz hep.

Büyük şehirlerdeki yaşam ile küçük şehir ve beldelerdeki yaşamda inanın hiç fark yok. Sadece fark mekanda ve yerleşimde meydana gelmiş. İnsan yine insan, yine aynı davranışları sergileyen tam bir bencil, egoist, rabbena hep bana diyen kişilerle dolu. İnanın bunda kadın erkek ayrımı bile yapamıyorum. Otobüste, yürürken yaya kaldırımında, metroda, lokantada, resmi kurum ve dairelerde, hastanelerde hep aynı davranış biçimleri. Bu davranış bozuklukları inanın her tarafta aynı. Bir şey var insanların farkına varamadığı ama farkına vardıklarında ise çok geç kaldıklarını analyacakları davranışa hazırlık dediğim ölümün farkına varamadıkları. Her günü güllük gülistanlık sanıyorlar. Bu gün ne çarptıysam, ne yi kurtardıysam, kimi kandırdıysam, köşeyi en kısa zamanda nasıl dönebilirim düşüncesi ile azrail ile olan tanışma anını bir türlü akıllarına getiremiyorlar. Bu hırslar yüzünden değil mi ki bu kadar kargaşa ortalıkta cirit atıyor.

Televizyonlarda aile kavgaları özel program oluyor. Özel gece kulüpleri eğlenceleri bu memleketin çok lüks bir ülke ve ekonomik düzeyinin çok yüksekmiş gibi gösterilme çabalarını sanırım iğrenerek ve tiksinerek izliyoruz. Sarrafların yıllık verdiği verginin 300 ytl olması, otellerin vergi veren iş kolları içerisinde görülmemesi, defterini doğru tutan esnaf ile hem devlete, hem halka kazık attığını sanan sözüm ona vergi ve devlete kazancından para vermeye gelince zarar beyan eden ve arka sıralarda yer alan ticaret adamlarını düşünüyorum da dostlarım, nerede bir protokol olayı olacaksa hemen ön plana çıkarlar. Siyaset ile iç içelerdir de hatta bazen hükümeti yıkma çalışmalarında onlarda bir lobi oluşturarak veryasın ederler. Evli erkeklerin bazıları eşlerini aldatır, ama onların eşleri bir erkeğe yan baksa inanın bir şarjör değil iki şarjörü eşlerine boşaltırlar. Neymiş, namus uğruna. Hadi canım sende git sen onu benim rahmetlik olmuş olan dedemin sakalına mezarda anlatabiliyorsan, bunu da anlatabilirsin.

Evet can dostlarım bugün içim çok dolu aslında biliyor musunuz. 26 mart 2007 sabahı uyanık bir durumda radyonun başında yayını denetliyordum. Bir taraftan gök gürültüsü bir taraftan şimşek derken ne olduysa bir anda bir şimşek çakması ve gök gürültüsü oldu ki, can dostlarım inanın oturduğum bina çökecek sandım. O arada yıldırım çok yakınımıza düşmüş olacak ki ben ayakta olduğum sırada vücudumdan bir şeyler aktı sandım ve vücudumda çıtırtılar duydum. O an aklıma neler gelmediki. Ben bazen yaşamdan bir anda yok olmayı hep aklıma getiririm ama bu getirişim bir başkaydı. Çünkü çok sevdiğim birinden, aşık olduğum birinden uzak kalmak, ona doyamadan yokluğa adım atmak. İnanın o kadar zor geldiki o an, o yaşadığım duyguları asla anlatamam ve mümkün de değil. İnanın dostlarım, yaşamımız bir pamuk ipliğine bağlı

Değerli dostlartım fazla uzatmak istemiyorum. Gelin şu kavgaları unutalım artık. Dostluklarımızı kişisel çıkarlarımız için bozmayalım. Sevgiye, mutluluğa hasret gitmeyelim. Gelin ilk önce kendimizin bir insan olduğunu kabul edelim. Karşımızdaki kişileri de bir insan olarak görelim. İnsana saygı göstermek gerekir biliyoruz bunu. Bu nedenle kaşımızdaki kişileri bir insan olarak görelim ve davranışlarımızı, saygımızı da ona göre gösterelim olmaz mı? O zaman sanırım bu dünya yaşamaya değer olur, sevdiklerimiz ile birlikte. Ne dersiniz dostlarım!!!!!

Kalın sağlıcakla.
Akbük 05.04.2007
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net

Merhabalar sevgili dostlarım. Nasılsınız bakalım? İlk bahar kendini iyiden iyiye gösterdi, denize girmeler başaldı. Her nekadar denize karpuz kabuğu düşmese de insanlar birer birer denize düşüyorlar. Hemen denizden uzak olanlar bana kızmasınlar, ama doğanın kanunu bu. Kimimiz denizdeki nimetlerden yararlanırken, bazılarımızda denizin hışırtısı içerisinde kendine cilt güzelliği sağlamaya çalışıyor. Sonuçta insanoğlu yaşamına devam edip duruyor. Bazen gülerek, bazen üzülerek, bazen şaşkın, bazen de hala bir takım soruların cevabını hala aramaya çalışmaktadır. Sonuçta bir şeylerin uğraşısını veriyoruz hep.

Büyük şehirlerdeki yaşam ile küçük şehir ve beldelerdeki yaşamda inanın hiç fark yok. Sadece fark mekanda ve yerleşimde meydana gelmiş. İnsan yine insan, yine aynı davranışları sergileyen tam bir bencil, egoist, rabbena hep bana diyen kişilerle dolu. İnanın bunda kadın erkek ayrımı bile yapamıyorum. Otobüste, yürürken yaya kaldırımında, metroda, lokantada, resmi kurum ve dairelerde, hastanelerde hep aynı davranış biçimleri. Bu davranış bozuklukları inanın her tarafta aynı. Bir şey var insanların farkına varamadığı ama farkına vardıklarında ise çok geç kaldıklarını analyacakları davranışa hazırlık dediğim ölümün farkına varamadıkları. Her günü güllük gülistanlık sanıyorlar. Bu gün ne çarptıysam, ne yi kurtardıysam, kimi kandırdıysam, köşeyi en kısa zamanda nasıl dönebilirim düşüncesi ile azrail ile olan tanışma anını bir türlü akıllarına getiremiyorlar. Bu hırslar yüzünden değil mi ki bu kadar kargaşa ortalıkta cirit atıyor.

Televizyonlarda aile kavgaları özel program oluyor. Özel gece kulüpleri eğlenceleri bu memleketin çok lüks bir ülke ve ekonomik düzeyinin çok yüksekmiş gibi gösterilme çabalarını sanırım iğrenerek ve tiksinerek izliyoruz. Sarrafların yıllık verdiği verginin 300 ytl olması, otellerin vergi veren iş kolları içerisinde görülmemesi, defterini doğru tutan esnaf ile hem devlete, hem halka kazık attığını sanan sözüm ona vergi ve devlete kazancından para vermeye gelince zarar beyan eden ve arka sıralarda yer alan ticaret adamlarını düşünüyorum da dostlarım, nerede bir protokol olayı olacaksa hemen ön plana çıkarlar. Siyaset ile iç içelerdir de hatta bazen hükümeti yıkma çalışmalarında onlarda bir lobi oluşturarak veryasın ederler. Evli erkeklerin bazıları eşlerini aldatır, ama onların eşleri bir erkeğe yan baksa inanın bir şarjör değil iki şarjörü eşlerine boşaltırlar. Neymiş, namus uğruna. Hadi canım sende git sen onu benim rahmetlik olmuş olan dedemin sakalına mezarda anlatabiliyorsan, bunu da anlatabilirsin.

Evet can dostlarım bugün içim çok dolu aslında biliyor musunuz. 26 mart 2007 sabahı uyanık bir durumda radyonun başında yayını denetliyordum. Bir taraftan gök gürültüsü bir taraftan şimşek derken ne olduysa bir anda bir şimşek çakması ve gök gürültüsü oldu ki, can dostlarım inanın oturduğum bina çökecek sandım. O arada yıldırım çok yakınımıza düşmüş olacak ki ben ayakta olduğum sırada vücudumdan bir şeyler aktı sandım ve vücudumda çıtırtılar duydum. O an aklıma neler gelmediki. Ben bazen yaşamdan bir anda yok olmayı hep aklıma getiririm ama bu getirişim bir başkaydı. Çünkü çok sevdiğim birinden, aşık olduğum birinden uzak kalmak, ona doyamadan yokluğa adım atmak. İnanın o kadar zor geldiki o an, o yaşadığım duyguları asla anlatamam ve mümkün de değil. İnanın dostlarım, yaşamımız bir pamuk ipliğine bağlı

Değerli dostlartım fazla uzatmak istemiyorum. Gelin şu kavgaları unutalım artık. Dostluklarımızı kişisel çıkarlarımız için bozmayalım. Sevgiye, mutluluğa hasret gitmeyelim. Gelin ilk önce kendimizin bir insan olduğunu kabul edelim. Karşımızdaki kişileri de bir insan olarak görelim. İnsana saygı göstermek gerekir biliyoruz bunu. Bu nedenle kaşımızdaki kişileri bir insan olarak görelim ve davranışlarımızı, saygımızı da ona göre gösterelim olmaz mı? O zaman sanırım bu dünya yaşamaya değer olur, sevdiklerimiz ile birlikte. Ne dersiniz dostlarım!!!!!

Kalın sağlıcakla.
Akbük 05.04.2007
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 23 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Neresinden Bakarsak!

Neresinden Bakarsak!

Değerli dostlarım. Uzun zaman oldu sizlerle görüşmeyeli. Nasılsınız bakalım? Şimdiden bir çoğunuzun iyiyiz demesine karşın, bir kısmınız ne sen sor ne de biz söyleyelim der gibi sesler gelmeye başladı bile kulağıma. Benim durumum emeklinin ahvali diye belirteyim dostlarım.

Son zamanlarda Türkiye’mizde çok hızlı gelişmeler olmakta. Bunu sağır sultan bile anlar hani. Müneccim olmaya da gerek yok dostlarım. Çevremizdeki gelişmelerin bu hızı umarım bizi aysberge götürüp çarptırmaz inşallah. Değerli dostlarım. Bu sayfada siyaset yok dedik. Ancak günümüz koşullarında siyasi gibi görünen ama siyasete dokunmadan ben de ele almaya çalışacağım. Ben sanırım arka bahçesi denilen kısma bakacağım. Çünkü asıl görülmesi ve bakılması gereken nokta da burası olsa gerek.

Bu hafta Cumhuriyetimizin ilanı nedeniyle “Cumhuriyet Haftası” olarak geçip gidiyor. Evlerimizin balkonları, camları Türk Bayrakları ile süslendi. Sevgimiz, saygımız, laikliğe bağlılığımız ve bu devletin kurulmasında şehit olan ecdadımıza layık olmak, onların kanının yerde kalmadığını göstermek için severek bayrağımızı asıyoruz. Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarının canhıraş çalışmaları sonucunda 29.Ekim.1923 yılında ilan edilen “ CUMHURİYET ” coşkusu ne yazık ki bugün o coşkularla yaşanamıyor. Yaşanamıyor, çünkü; dış güçler, içeriden sadece kendi çıkarlarını düşünenlerin özel çıkarlarını düşünme nedeniyle ortalık toz duman olmuş durumda. Televizyonlar, gazeteler, dergiler, radyolar bu sevgiyi, bu cumhuriyet aşkını değil ele almak, cumhuriyeti anlatmak şöyle dursun yayın genel yönetmenleri bu konuyu sadece geçiştirmek istercesine davranış gösteriyorlar.

Evet değerli dostlarım. Ekonomik sorunlar alabildiğine vatandaşın boğazını sıkıyor. İşsizlik ekonomik sorunlara bağlı olarak alabildiğine artıyor. İşçi, memur, küçük esnaf sadece günü kurtarmaya çalışıyor. Bakalım daha ne kadar dayanacaklar. Emekliler ise bana kızmayın “alçak sürünmeye” büyük bir itina ile devam ediyorlar. Başka çareleri yok, ne yapsınlar! Benim en çok şaşırdığım nokta ise televizyonlarımızda ekonomik sıkıntının izleri bile yok. Beş ulusal kanalımızda evlendirme programları, on ulusal kanalımızda zengin olabilmek için yapılan ödüllü yarışmalar, şuan son duruma göre yedi ulusal kanalımızda da küçük çocukların daha çok ön planda bulunduğu ve kullanılan ses yarışmaları. Bu durumlara ne RTÜK, ne de yasa uygulayıcıları müdahale ediyor. Dört ulusal kanalımızda ise kayıplar ve cinayetlerden oluşan sanki savcı, yargıç, hakim ve avukat olmuşlar durumlarda. Mahkemeye intikal eden olaylar üzerinde konuşmak yasak. Ancak kanalın reyting problemleri nedeniyle yasayı dinleyen yok. Birde inanın dostlarım kayıplar ve cinayetler konusunda öyle olaylar yaşanıyor ki, ben bir erkek olarak nefret ediyorum dinlemekten ama yayına çıkan ne bayanlar ne de erkekler suratları kızarmadan hiçbir şey yokmuş gibi anlatmaya devam ediyorlar. Ne diyebilirim ki, Allah bu programları yapanları ıslah etsin.

Bir “Demokratik Açılım” dır aldı başını gidiyor. Muhalefeti ayrı, iktidarı ayrı, yazarları, hukukçuları karma karışık durumda ortalığı bulandırdılar. Televizyonlarda reyting uğruna bu açılım olayı alabildiğine saatlerce konuşuluyor. Bu vatanın kurtarılmasında gözünü kırpmadan şehit olan ecdadımıza nasıl zaman geçtikçe değer verilmiyor ve unutturulmak isteniyorsa, vatanı bölmek için dışarıdan batı devletleri, vatan topraklarını bölerek ayrı bir devlet kurmak isteyen pkk’lı teröristlerin şehit ettiği MEHMETÇİK’in sanki hiçbir değeri yokmuş gibi sözüm ona “Demokratik Açılım” adı altında sınırlarımızın güney kısmında büyük kahraman gibi karşılanmasının doğal bir hareket gibi kabul edilmesi istemeleri. Bu durum mümkün mü değerli dostlarım, ne dersiniz?. Bu teröristler suçlu ve hem devlete karşı, hem de Türk halkına karşı suç işlemişlerdir. Bu teröristler suçludur, suçlu olduklarını kabul etmeleri gerekmektedir. Suçlusunuz pkk lı teröristler. Suçluysan ki suçlusunuz, Türk adaletine güveniyorsanız ki güvenmek zorundasınız, cezanızı çekmeniz gerekiyor. Gelirsiniz, sessizce adalete teslim olursunuz. Şehitleri incitecek bir davranışla yapamazsınız bu gelmelerinizi.

Televizyon programlarında hergün yüzlerini görmekten artık neredeyse nefret etmeye başlayacağımız sözüm ona o siyasetçileri, bilirkişi görünen kişileri, taraflı olan yazarları görmek istemiyorum artık. Cumhuriyet aşkına bir hafta boyunca şu “ Demokratik Açılımı” na ara verin de biraz olsun sağlıklı düşünmeye çalışalım. Biraz olsun susun ki, aldığı maaşı ile geçinmeye sağlayan memur, işçi, emekli, çiftçi, küçük esnaf kendine gelmeye çalışsın. Biraz susun ki, şehitlerin kemiklerini sızlatmayın. Şuan enflasyonun %15-30 larda seyrettiği yiyecekteki enflasyonun hala %1 lerde göstermeye çalışan istatistikçiler de kendilerine çeki düzen vererek gerçekten namuslu kişilerse gerçekleri söylesin bu halka, vatandaşa.

Ey Ankara! Bu devleti yöneten; hükümeti, muhalefeti, bürokratları. Ey televizyon patronları. Ey bu memlekette fakirin tüm kanını emmeye çalışan borsa ve borsacıları. Ben emekli bir insanım. Benim gibi emekli insanlar çok. Yapılan istatistiklerde açlık sınırının 2.478.00TL çıktığı şu sıralarda ki açlık sınırı istatistikleri ise 1.300.tl olarak açıkça söyleniyor. Peki bu sınırın altındaki işçi, memur ve biz emekliler şimdi ne olacağız, söyler misiniz? Siyasetçiler bir biri ile koltuk kavgası yaparken biz zavallılara oluyor olan. Bu vatanın kurtarılmasında şehit olan ecdadımızın, Kore’de, Kıbrıs’ta, otuz yıldır pkk teröristlerine karşı şehit olan “Mehmetçik”lerin kanları sizi biraz titretsin, titretsin ve vatandaşın durumunu, vatanın durumunu biraz daha iyi görmeye çalışın. Televizyonlarda hakaretten utanmayan siyasiler, düğün salonlarında, özel yemeklerde aynı masada onca hakaretlerden sonra hala nasıl gülerek davranış gösteriyorsunuz, bunu açıklar mısınız lütfen?

Değerli dostlarım. İşte olayların neresinden bakarsak bakalım gerçekten iki ucu … değnek. “ Koyun can derdinde, kasap et derdinde” dedikleri gibi Türkiye’mizde üst düzey bürokratlar, siyasiler, borsacılar ve patronların daha rahat yaşamış olduğu bu ülkede refah bir Türkiye görmeye devam edeceğiz efendim. 29. Ekim cumhuriyet bayramınızın 86 yılında; sağlıklı, bol kazançlı, savaşı olmayan, barışın kazanıldığı ve saygının ön plana çıktığı günlerin sizinle olmasını dilerim. Ailelerinizle sağlıklı ve mutlu yıllara gitmeniz dileğiyle hoşça kalınız.

Kalın sağlıcakla.

27.10.2009 / İzmir
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 23 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Dostlar Olmasa!!!

Dostlar Olmasa!!!

Değerli dostlarım merhabalar. Umarım; sağlıklı, zinde ve duygu yüklü günleri başarılarla süsleyerek geçiriyorsunuzdur. Gerçi herkesin mutlu ve başarılı olması mümkün değil ama yine de benim dileğim herkesin başarılı olması, mutlu ve geleceğinden emin olduklarını görmek. İnanın sizleri mutlu görmek beni de sevindirir dostlarım.

Bana gelince dostlarım. Şuan akşamın yavaş yavaş oluşmasını izliyorum. Balkondan Urla, Çeşmealtı’nın arka kısmında kalan Menteş Dağları üzerinde henüz batmamış olan güneşin izlerini izliyorum. Harika bir görünüm. İnsanın içini titretiyor. Hele bir de en çok değer verdiğiniz kişi ye olduğunuz yerde hissederek böyle bir grup vaktini izliyorsanız sormayın gitsin dostlarım. Önce bir sararma, kavuniçi bir renk, ardından yavaş yavaş koyulaşan kırmızılık, morarmaya dönüşürken çok hızlı geçen zaman dilimi içerisinde grilik kaplıyor ortalığı ve derken ortalık kararmaya başlamış ve bir de bakmışsınız sokak lambaları yanmaya başlamış ve siz kendinizi gecenin koynuna bırakmışsınız sevgilinizin omuzlarında dinlenir gibi gece içerisinde hafif nemlenen ıslak yanaklarla gözleriniz ufuktaki çoban yıldızını izlemeye başlamıştır bile. Deniz kıyısında olsaydım, ay ışığında kayıkların gidişinde küreklerin çıkardığı hışırtı ile birlikte yakamozu hissetmiş olacaktım. Denizden uzak bir tepeden gün batımını izlemekte ayrı bir mir mutluluk dostlarım. Her ne kadar sevgilinizin omzuna koyamadığınız başınız boynu bükük de kalsa, güneşin batışını seyretmek, izlemek ayrı bir mutluluk doğrusu, ancak boynu bükük bir mutluluk.

Bir kaç gündür yazmak istedim. Ama inanın dostlarım yazamadım. Dövülmüş bir vücuttan daha beter bir durumdayım. İnanın beni dövseler bu vücudum bu kadar yorgun olmaz ve kesinlikle ayağa kalkacaktır mutlaka. Ruh yorgunluğu var ya dostlarım, ahhhh o ruh yorgunluğu? Ruh yorgun olunca, ruh yılgınlığa, yılgınlık ise çaresizliğe dönüşüyor. Üstelik yattığınız yerde duvarlar üstünüze gelecek gibi olur, tavana da bol bol ya yazı yazarsınız ya da kurşun delikleri sıralarsınız tavanlara. Bütün vücudum haşat olmuş gibi. Ruhumun yorgunluğu; yılgınlığa, yılgınlık yorgun sözcüklere ve ben yorulan sözcüklere hükmedemiyorum ne yazık ki… Sadece sözcüklere hakimiyet mi sevgili dostlarım? Neredeeee? Sözcüklere rast gele dökülürken ruhumun derinliklerinden dilimden kaleme, yorgun ruhumun derinliklerinden kopan bir fırtına beni hallaç pamuğu gibi attı ve darma dağınık ederek vücudumdaki titremeler, göz kapaklarına hakim olamayan duygular ve baraj kapaklarını kontrol edemeyen iradem! Bitti dostlarım bitti, biliyor musunuz?

Değerli dostlarım. İnsan madden çökünce ister istemez manen de çöküyorsunuz. Hani derler ya batan gemiyi ilk önce fareler terk edermiş benim de öyle oldu. Kahpelerin, şerefsizlerin, düzenbazların, yüzünüze gülüp evet diyenler biraz sonra; “Özür dilerim, ben var sandım ama bende de kalmamış arkadaşım. İnan çok üzgünüm, senin isteğini yerine getiremeyeceğim.” sizi elinizi boş, böğrünüzü dövmeye ve ayrı duaların ve başka dostlarınızın kapısını çaldırmaya yöneltecektir. Yalnız şu bir gerçek ki dostlarım; sizde para varsa başkalarında da var. Eğer sizde para yoksa bu körolası para hiç kimsede yok. Kardeşiniz, yeğenleriniz, amcalarınız, dayılarınız gerçekten sizin telefonlarınıza bile çıkmazlar. Size param yok diyen amcanız iki gün sonra istediğiniz paranın on katına bir tarla satın alır. Allah insanı ilk önce imandan sonra da gerçek dost ve akrabalarından ayırmasın.

Evet dostlarım. Emekliler sürünüyor diye basında duyuyoruz ve her gün hatırlatmalar yapılıyor. Dostlarım benim sürünmem inanın daha beter, ben alçak sürünmede günümü gün ediyor ve bu nedenle başım bir türlü yukarıya kalkmıyor. Tabiî ki bu durumda da kimin dost, kimin düşman olduğun u göremiyor. Hani dost başa düşman ayağa bakarmış. Ben şimdi o durumdayım. Yukarısını göremediğim için dostlarım bana yardım elini uzatacak dostları göremiyorum. Hani nerede o canım arkadaşım diyen yalakalar! Bir zamanlar kartal olduk misali, şimdi akbabaların ölse de şunun leşini ağız tadıyla yiyeyim diyenler çoğaldı dostlarım. Yalnız hesapları tutmayacak. Ben bu alçak sürünmeden mutlaka kurtulacağım. Hevesleri kursaklarında kalacak. Hep böyle alçak sürünmede talime devam edecek değiliz her halde. Adalet bir gün terazisini benden yana mutlaka çevirecek. İşte o zaman bende olmayan başkasında da olur mu olmaz mı bilmem?

Çok zor dostlarım yalnızlık ve bir yaprak kımıldasa da şu rüzgarın etkisiyle bana da bir yaprak düşüp bereketimin artmasını beklemek te çok zor. Aslında şu sıralar bir de sanıyorum artık yolun sonuna geldim. Artık benim için yaşam bitti deme durumuna geliyorum dostlarım. Elimde değil, insan bir defa umutlarını yavaş yavaş bitirmeye başlarsa…. “İnsanın ürkmesi, hayvanın ürkmesine benzemez.” demiş eskiler. Doğruymuş dostlarım, inanın çok doğru. İnsan bir defa korkmaya başlamasın; evin duvarları üzerinize gelir, belalar da ne yazık ki sizi sanki özel olarak takip ediyormuş gibi olur. İnanın yaşamak ile yaşamamak arasında seçimli bir soruyu bile artık kabul edemeyecek kadar yoruldum ve artık böyle bir sorunun cevabını da düşünebilecek güce sahip değilim sanırım.

Şu dünyada son iki yılda yemin ederim dostlarım cehennemin en korkuncunu yaşıyorum. Çok değerli iki dostum, biricik sevdiğim ve yardım yapamayacak durumda olup bana manevi desteklerini esirgemeyen dostlarım var ya işte onların sayesinde yaşamın ipine sımsıkı sarılmaya devam ediyorum. Bayramda, kandillerde, bazen sesimi duymak istediklerinde arayan ger çekten birkaç can dostum kalmış bir elimin parmaklarını geçmeyecek kadar. Biliyor musunuz dostlarım, çevremde bulunan, samimiyetlerine inandığım birkaç dostum, sevdiğim olmamış olsa ayakta kalamayacağım. Alçak sürünmemde benim ayaklarıma bakmayan, isteyerek bana elini uzatıp ayakta kalmamı sağlayan can dostları var benim. Hala terk edilmedim. Sağ olun can dostlarım, biricik sevdiğim esmerim, benden kilometrelerce uzakta kalıp manevi desteğini esirgemeyen canlarım… İyiki varsınız ve iyiki benimle barabersiniz. Sizleri çok seviyorum.

Bugünlük de bu kadar can dostlarım. Bugün biraz karamsardım. Arada bu kadarcık olsun, hoş görünüz olmaz mı? Sizlerin sevgisine ve hoş görüsüne sığınıyorum. Yüzünüz güleç, umutlarınız daim, geleceğiniz güvenli, dostlarınızla, ailenizle birlikte; başarılı, sevgi dolu mutluluklar dilerim.

Kalın sağlıcakla.

İzmir / 14.09.2009
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 23 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Eğitimde Sorunlar Yumağı

Eğitimde Sorunlar Yumağı

Bir ulus düşünün; ekonomisi kontrol dışı, siyaseti kontrol dışı, ne yazık ki eğitimi de kontrol dışı. Her yönüyle kendiniz karar veremiyorsunuz. Verseniz de yaptığınız tüm atılımlar dışarıdan onaylanırsa başarmış olacaksınız. Dilinizde yabancı sözcükler ve tamamen dışa bağımlı olduğunuz ülkelerin taklidini aynen uyguluyorsanız, siz başarılısınız demektir. Hele bir de gelecekte sizden sonra ülkeyi yönetmek üzere yetişmesi gereken gençlerin eğitimlerinde büyük bir keşmekeş oluşmuşsa, işte o zaman; “ Yandı canım güzelim keten helva.” der, başlarsınız çırpınmaya ama o da sizin için geç kalınmış bir işlemdir artık. Siz sadece verilen emirleri uyguladığınız için; vergide, adalette, özellikle eğitimde sık sık karşılaştığımız; “ Bu seneye mahsus olmak üzere…” diye başlayan genelgelerle eğitimde bir sürü yapboz işlemlerini ortaya atarsınız. Sonuç fiyaskodur ve ne yazık ki olumlu sonuç yerine tamamen olumsuzlukları büyük boyutlara taşıyan sorunlarla baş başa kalırsınız.

Eğitimde nereye gidiyoruz? Ne dersiniz, eğitimdeki durumumuz nedir? 2009- 2010 eğitim öğretim yılının sonuna yaklaştığımız şu günlerde eğitimde neler yaptık? Şu sıralar hava sıcakları da arttı ve okullardaki eğitimde de iyice laçkalıklar başladı. Hem öğrencilerde hem öğretmenler büyük bir gevşeme ve rehavet var. Artık okullarda son yazılı sınavları, son kurtarma sözlüleri, son ödev ve proje çalışmaları var. Hani deyim yerinde; “ Ortalık toz duman olmuş, kimse arkasına bakamıyor.” diyerek herkes saklanacak yer aramaya başlamış. Okullar yaz tatili moduna girmiş resmi olmasa da. Olanakları olan öğretmenler yaz tatili programlarını yapıyorlar. Öğrencilerdeki tatil planları çoğunda uygulmaya geçmiş ve tatil beldelerine gitmişler denizin keyfini çıkarıyorlar. Öğrenciler son güler denilerek okul bahçelerinde etkinlik, yarışma ve spor faaliyetleri adı altında bahçede tutulmakta. Eve vardıklarında ailelerine bugün yine bahçedeydik, yarın okula gitmeyeceğim der öğrenci.

Lise son sınıf öğrencilerinin durumu ise bambaşka. İnanın ben bu işin içinden çıkamadım. Lise son sınıf öğrencilerinin 10.nisan.2010 tarihinde girmiş oldukları YGS sınavı öncesinde M.E.B. Sn. Nimet ÇUBUKÇU Hanımdan almış oldukları 20 günlük okul açık olduğu günler için geçerli olan bu izin yetmemiş olacak ki, şimdi raporlarla, veli izinleri ile ve bir de isteğe bağlı 19 günlük devamsızlık haklarını kullanıyorlar. Kısacası lise son sınıf öğrencileri okullarına dönmek istemiyorlar. Bu uygulama bana göre yanlış ve diğer lise öğrencileri arasında eşitlik uygulamasına uymayan bir olumsuzluk oluşturmaktadır. Şöyleki; okullar birinci dönem ve ikinci dönemde açık olması sorunlu gün sayısı vardır. Yıllık planlar ve müfredatlar bu devam zorunluluğu olan gün sayısı ve haftalara göre ayarlanır. Bu da 170 iş gününe denk gelir. Bir öğrenci bu devam zorunluluğu olan üçte bir devamsızlığı ise; rapor, görevli izin, mazeretsiz olmak üzere 55 gün yapabilir. Şimdi ikinci dönemde bu sene lise son sınıf öğrencilerine sn Bakanımız 20 iş günü izin verdi. Öğrencilerimiz 19 iş gününü kendileri kullanacak. 20 gün rapor alacak. 5 gün de izinli. Alın size lise son sınıf öğrencilerine sunulan ayrıcalıklı devamsızlık durumu. Mart ayının ilk haftasından bu yana öğrencilerimiz okula gitmiyor. Gerçi arada sadece sınav için gittiler.

Şimdi benim aklımı karıştıran konu şu değerli okurlarım. Öğrenciler okula devam etmiyor. Peki yıllık planlar bu seneki lise son sınıflarda işlendi mi? Müfredat aynen yetiştirildi mi? Sene sonunda öğretmenler eğitim öğretim yılı değerlendirmesinde son sınıfların raporlarını hazırlarken “ Yetiştirilemeyen konu kalmamıştır.” derken vicdanen rahat ve sayın M.E.B.nımız gönül rahatlığıyla bu raporlara evet diyebilecek mi? Şimdiden kulaklarım çınlamaya başladı; “EVET”… işlenmeyen, yapılmayan derslerin işlenmiş gibi gösterilmesine mi yanarsınız, okula devam etmeyen lise son sınıf öğrencilerinin olumsuz davranışlarına mı, yoksa bu izin ve devamsızlık nedeniyle liseye devam eden diğer öğrenciler arasında oluşmuş olan haksızlıklara mı yanarsınız, ne dersiniz? Bu arada Sn Bakanımızın, velilerimizin ve öğrencilerin hep bir ağızdan şu sözü söylediklerini duyar gibi oluyorum; “ Efendim, bu öğrencilerimizin geleceği söz konusu. Bu öğrencilerimiz bu sene YGS sınavına girecekler. Biraz olsun öğrencilerimize kolaylık gösterelim. Bunu da onlara hoş görelim.” diyorlar san ki doğal hakmış gibi. Lise son sınıf öğrencilerinin durunu mutlaka çözüme ulaştırılmalıdır. Bu öğrencilerimize ikinci dönem okula devam etmelerine gerek yok deyip onların mezun edilmesi sanırım en uygunu olacaktır.

Eğitimdeki keşmekeşlik sadece lise son sınıf öğrencileri için oluşmuyor. Tüm öğrencilerimizde bir vurdum duymazlık, bir sorumsuzluk, bir başıboşluk diz boyu gidiyor. Öğrenciler sık sık çıkan aflar nedeniyle ders çalışmadan sınıf geçmenin yollarını arıyor. Her meslek dalının içinde olduğu gibi öğretmenlerimizin içinde de bazılarının para karşılığı öğrenci geçirdiğini artık sağır sultan bile duyuyor, ancak yetkililerimiz nasıl duymuyor onu anlamadım. Lise öğrencileri ders çalışmak istemiyor. Öğretmenine karşı geliyor. Öğretmenine hakaret ediyor. Öğretmen de bu hakarete cevap vermeye kalkıveriyor bazen, hani dayanacak gücü ve sabrı kalmamıştır. Bu nedenle öğretmenimiz öğrencisine cevap verir. Aman Allahım sen misin öğrenciye cevap veren. Veli okula koşar, basın okula koşar, veliler okulun öününde toplanır; “ İstemezükkk, istemezükkk, böyle cani, böyle vahşi öğretmeni istemezükkk…” basın öğretmeni yerden yere vurur. Öğrenci artık masumdur, o günahsızdır, o bir hata yapmıştır sadece. Peki sık sık bu hatayı yapıyorsa bu öğrenciye yaptırım ne olacaktır. Yaptırımınız olamaz. Geride kalın efendim. Sene sonunda öğrenci sınıfını sıfır olan derslerine karşı geçer, çünkü bir şekilde öğrenci affı çıkmıştır. Bu durumda ders çalışan öğrenci cezalandırılmış, ders çalışmayan öğrenci ise ödüllendirilmiş olur. Okullarımızda % 80 veli okula gitmez. Her şeyi okuldan ve okul yönetiminden bekler. Ancak % 20 öğrenci velisi vardır ki; “En büyük yatırım insana yapılır. Bu nedenle benim çocuğum bir insan. O halde ben çocuğum için yatırım yapmak zorundayım. Ben yatırımımı çocuğuma yapıyorum. Çocuğumun geleceğini, en iyi şekilde yetişmesini, sorumluluk duygusu almasını sağlamak zorundayım.” diyen velilerimizin çırpınmaktan çok yorulduklarını ve mecalsiz kaldıklarını söylersem inanın abartmamış olurum.

Eğitimde nereye gidiyoruz sorusunun mutlak cevabının aranması gerekmektedir. Bu kadar keşmekeş bir eğitim olmaz. Geleceğimizin emanetleri gençleri büyük bir tehlike bekliyor. Bu cevapları aramaktan ben yorulmadım. Benim en çok dikkatimi çeken konulardan biri YGS sınavı değerli okurlarım. 10 Nisan’da yapılan bu sınavda 20 bin öğrenci sıfır çekti. Eğer bir soru iptal olması bu rakam 35 bin kişiye çıkacaktı. Bu rakam sınava girenlerin % 2-5 ni oluşturuyor. Bana göre çok önemli ve çok büyük bir sorun. Liseden mezun ettiğimiz, hani özel izinlerle, sen gelme dediğimiz öğrenciler bunlar. Bir de sınava girmeyen öğrencilerimiz var. Eğer onların da tamamı girmiş olsalardı % 5-7 arasında olacaktı. Ekonomideki enflasyondan daha beter değil mi? Gençlik elden gidiyor, fidanlarımız elden gidiyor, geleceğimizin güvenceleri yok oluyor!!!Yazıklar olsun bu gençliği bu hale getirenler. Basın bu konular üzerinde durmuyor. Varsa yoksa siyaset. Sanki karnımı doyuruyorlar da?

Değerli okurlarım. Eğitim konusunda istatiki başarısızlıklara yönelik bir yazı daha hazırlıyorum. Eğitimdeki başarısızlıkları ve eğitimde yapılan yanlışları içeren bir yazımı sizlere sunacağım. ancak sizler de bu konu düşüncelerinizi belirtmek ve anlatmak istedikleriniz, söylemek istedikleriniz varsa web sayfamın serbest kürsü köşesinde yazabilirsiniz. Bu çocuklar bizim çocuklarımız. Bu gençliğin geleceğine sahip çıkalım. Sesimizi duyuralım lütfen.

Geleceğin fidanlarını korumak ve eğitimde nereye gidiyoruzun cevaplarını bulmak üzere el ele verelim. Saygılarımla.

İzmir / 27.05.2010

Hüseyin DURMUŞ

www.kafiye.net


Tarih 22 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

SARMAŞIK GÜLÜ

SARMAŞIK GÜLÜ

İşte yine o yıllar öncesi
Fırtınalar kopan köşkün
Önünden geçiyorum…
Yıllar önce kapısına kilit vurduğum
O odanın penceresinde,
Sarmaşık gülünü arıyordu gözüm.

Ama, ama yoksun şimdi,
Hani nerdesin , nerdesin sarmaşık gülü…

Hep o odanın penceresinden
Seyrederdin gün ışığını
Yüzündeki gülümsemeyle…
Kapının üzerindeki kilit paslanmıştı.
Cebimi şöyle bir yokladım;
Ama hiçbir şey hissedemedim,
Pantolonumun altına doğru
Uzandığını farkettim elimin.

Anahtarın üzerindeki yılların yükünü
Taşıyamayıp, delinmişti cebim anlaşılan.
Büyük bir gıcırdamayla açıldı kapı,
Ardına dek…
Panjurun arasından sızan gün ışığı
Bastırıyordu odadaki karanlığı.
Yarım kalmış mektubumun üzerine
Vuruyordu o cılız, kızıl ışık…

Masanın başına oturdum,
Mektubun yanıbaşındaki kalemi
Mürekkebe batırdım ve
Mektubun son satırlarının üzerine
Kondurdum, kondurdum ama…

O anda elim ilerlemedi kağıdın üzerinde,
Zorladım kendimi ama…
Siyah bir noktadan başka,
Bir de bir damla gözyaşı…

Odanın içine çöken hüzün,
Duvarlardaki renkleri bile soldurmuştu,
Sarmaşık gülünü soldurduğu gibi.

Karanlık çöktü köşkün üstüne,
Vakit geldi.
Arkamdan kısık bir ses
”Elveda” diyordu, elveda…

Sarmaşık gülü, Sarmaşık gülü!
Sen, sen yine ordasın sarmaşık gülü,
O odanın penceresinde.
Ay ışığını seyrediyorsun
Yüzündeki kan gözyaşlarıyla, ”Elveda”…

Güneş KAYACAN
www.kafiye.net


Tarih 22 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

SENSİZLİĞİMİN SÜRGÜNÜNDE

SENSİZLİĞİMİN SÜRGÜNÜNDE

Sensizliğimin sürgününde sancılar
Ve ateşler içinde dolaşıyorum…
Sanma ki yalnızım;
Sensizliğim koynumda yatıyorum her gece.
Öyle çekilmez oluyor ki bilemezsin…
Doğmak isteyen; ama bir türlü doğamayan
Bir duygunun, sancısı içinde kıvranmasına
Sensizliğim refakatçi…

Her gece buluştuğumuz sarp kayalıklar yosun tutmuş,
Hasret dalgaları, sensizliğimin duvarına naçar yaslanmış,
Paramparça yüreğime vuruyor hiddetle.
Ayrılık rüzgarı, hazin çığlıklarıma karışıp,
İçimdeki hapishanenin duvarlarına esiyor.
Yokluğunun hayaletleri uçuşuyor
İçimdeki gecenin iliklere işleyen soğuğunda.

İçimdeki eksikliği sensizliğim dolduruyor,
Sensizliğimi çok mu övdüm sana?
Kıskandın mı yoksa beni sensizliğimden?
Seni sensizliğinle yaşamak;
Kendi kendine konuşmaktır ıssız bir diyarda…

Sensizliğimin içine hapsolmuşum
”Dön” desen de dönemem,
İhanet edemem seni sensizliğimle yaşadığım sensizliğime…

Güneş KAYACAN
www.kafiye.net


Tarih 22 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

AMANSIZ HASTALIK

AMANSIZ HASTALIK

Her gece kabusum olurdun,
İçime bir ateş topu atardın,
Yakardı içimi verdiği büyük bir acıyla.
Çığlık çığlığa çekerdim o acıyı.

Sanki kızgın bir demiri bedenime değdirirlerdi
Bedenimde yaralar açardı kızgın demir,
Sonra da bir kırbaçla hırpalardın bedenimi,
Kanatırdın yaralarımı attığın her kırbaçla.

Ölüm günümü iple çekerdin;
Hiç yorulmaz, isyan etmez, sabrını yitirmezdin.
İpi sımsıkı kavramıştın bir kere,
Durmaksızın, yavaş yavaş çekerdin.

Sonra da tuz basardın yaralarıma,
İşte en çok o zaman çekerdim
Izdırapların en büyüğünü.
Dedim ya; kabusum olurdun geceleri…

Aldığım darbelerle yere yığılırdım.
Zevk alırdın beni böyle gördükçe,
Hani attığın o kırbaçlar var ya;
Bedenime değdiğinde acıyla kıvranırdım,
O zaman da zevk alırdın.

Cansız bedenimin karşısına geçip
Kahkahalar atardın, o günü bayram günü
İlan ederdin kendince.
Kaşık kaşık verdin hayatı önce,
Yudum yudum içtim ben de verdiğin hayatı su gibi.
Günden güne soldurdun beni, günden güne…

Ne istedin benden, ne istedin zalim hastalık
Boğdun girdabında ,yaktın bakışlarınla…
Her gün acı çekerek öleceğimi bilsem;
Dayardım tabancayı, vururdum kendimi.
Senden de, çektirdiğin ızdıraplardan da kurtulurdum
Onlarla karşı karşıya gelmeden.

Ya da kendimi boşluğa bırakırdım
Öleceğimi bile bile; Sonsuz boşluğa…
Ama sanma ki bu hayattan kurtulurdum,
Severdim hayatı çünkü,
İsterdim bu hayatı doya doya yaşamayı.

Sürülecek merhem var mıydı yaralarıma,
Var mıydı unutturacak bir şey çektirdiklerini?
Sürülse bile merhem yaralarıma,
Kalmaz mıydı yaralarımın izi
Unutsam bile çektirdiğin ızdırapları,
Kalmaz mıydı acı hatırası,
Kalmaz mıydı?… kalmaz mıydı …

GÜNEŞ KAYACAN
www.kafiye.net


Tarih 22 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

GÜNDÜZÜN YILDIZLARI

GÜNDÜZÜN YILDIZLARI

Sınıfta yırtılan sesiniz
Kulaklarımda yankılanır şimdi.
Ayrılık günü ise hala gözümün önünde

Düşündükçe üzüntü veren,
Göz pınarlarınızı dolduran bir damla yaşın
Taşma noktası geldiğinde,
Gerisin geri bir gücün onu ittiği,
Onun yerine
Yüzünüze tatlı bir gülümseme yerleştirdiği
Bir ayrılık dündünüz mü hiç?

Ben düşünmeliydim, çünkü siz öyle isterdiniz.

Siz kendinden başka hiçbir şeyi
Düşünmeyen bir bencil değildiniz
Aksine paylaştınız, hep paylaştınız…
Kalbinizin kapıları, tüm kapılarınız
Bize açıktı hep, ardına dek

Belleğimize ardı arkası kesilmez,
Uçsuz bucaksız bilgilerinizi,
Kalbimize o yüce, candan sevginizi kazımıştınız.

Siz severdiniz, her şeyi severdiniz
Ve sevgi tohumları ekerdiniz
Her birimizin gönlüne.
Dallanıp budaklanıp, yeşerirdi
Atılan her tohum
Öylesine karanlık, öylesine isyanlar
Umutsuzlukla kapanmış yüreklerimizde

Biz kaçardık çoğu zaman her şeyden;
Sıkıcı bulduğumuz derslerden,
Üstümüze gelen zorlu sınavlardan,
Üzerimize yürüyen hayatın zorluklarından,
Bazen okuldan da.

Ama siz kaçmaz, aksine
Üzerine giderdiniz her şeyin.
Hiçbir tutkudan, hiçbir yaşamdan,
Hiçbir zorluktan kaçmazdınız.

Üzerine gittiğiniz zorluklar,
Sizin üzerinize yürüyemezdi.
Siz onların sizden uzaklaşırken bile
Attıkları çığlıkları,
Büyük bir azimle bastırırdınız.

Bazılarına cam bile ardı gülmezken,
Zifiri karanlığın ardındaki,
Kapılara vurulan kilitleri
İçten sevginizin ve üstün bilginizin,
Usta ellerinize verdiği güçle açardınız.

Adeta bir çömlek ustasıydınız.
Usta elleriniz, hünerli ve sabırlı
Parmaklarınız, ruhunuzun derinliklerinden
Gelen bir tutkuya kaptırırdı sizi.

Kapıldığınız tutku, siz üretirken
Yaptığınız işle sizin aranızda
Bir sevgi bağı kurardı.
Evet, siz de geceyi yaşardınız.
Sizin geceniz, ayın güneşten
Aldığı cılız ışığıyla
Aydınlatmaya çalıştığı karanlık değildi!

Sizin yıldızlarınız gece çıkıp,
Gündüz kaybolmazdı.
Gece gökyüzünü saran yıldızlarınız,
Gündüz her birimizin yüreğine dökülürdü.
Hepimizin yıldızlarıydı sizin yıldızlarınız!

Sevgiyle yüzüne bakarken gülümseyen,
Geceleri hiç kapanmayın
Tutkuyla, hırsla ışıldayan gözleriniz
İzler şimdi gökteki
Binlerce parlayan yıldızlarınızı!

Güneş KAYACAN
9/B 23110
Söke Hilmi Fırat Anadolu Lisesi
www.kafiyet