Kategoriler

Arşivler


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Dr. Sait Güngör ELGİN

MECLİS ANAYASA YAPABİLİR Mİ?

EĞİTİMCİ GÖZÜYLE

Dr. Sait Güngör ELGİN
Eğitim Bilim Uzmanı,
BELDE EĞİTİM DANIŞMANI
SMS:0532-516 09 28

MECLİS ANAYASA YAPABİLİR Mİ?

12 Eylül 2007 Çarşamba gecesi KANALTÜRK’te 5.BOYUT programında yukarıdaki başlık üzerine bir tartışma vardı. Programın misafiri Amerika’da bulunan bir Türk İş Adamı aynı zamanda Uluslarası Anayasaların nasıl yapıldığı konusunda uzman olan Dr. Ali Rıza Bozkurt’tu. Konu ve anlatılanlar ilgimi çekti. Okuyucularımla paylaşmak istedim. Çünkü geç saatlere kadar devam eden bu tür programlar maalesef pek çok yurttaşımız tarafından izlenemiyor.

Şu günlerde gündemde olan yeni bir “Sivil Anayasa” yapılması ve kısa zamanda halkın onayına sunulması ile ilgili tartışmaların başlangıcı olması sebebiyle de önemli idi.

Dr. Bozkurt gayet güzel grafiklerle, konuyu herkesin kolayca anlayacağı bir şekilde sundu. Ne bu Meclisi, ne de mevcut Hükümet’i taraf almadan tamamen sistem açısından ve yapılış tekniği bakımından konuyu açıkladı.

Parlamenter Demokratik Sistemi, yasama-yürütme-yargı ayaklarından oluşan üç ayaklı bir masaya benzeterek açıkladı. Bu üç ayağın birleşerek bir ayağa dönüşmesi sebebiyle Türkiye’de demokrasinin sık sık akamete uğradığını, bundan altı sene önce yazdığı makalelerde dile getirdiğini, maalesef bu yüzden Türkiye’de demokrasinin bir türlü rayına oturamadığını, anlattı.

Meclislerin anayasa yapamayacaklarını, çünkü anayasaların toplumsal bir sözleşme olması sebebiyle toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği başka bir meclisin, üyeleri siyasi olmayan ve ileride de siyasete atılmayacak, hatta muhtarlığa bile aday olmayacak kişilerden oluşacak, görevi yalnız anayasa yapmak olan bir meclis kurularak, anayasayı hazırlarken izlenecek tüm yöntemleri uygulayarak, zaman zaman halkın oyuna da başvurarak çalışacak bu anayasa hazırlama meclisi ile anayasalarını yapan ülkelere örnekler verdi. Fransa’nın dünyada ilk kez insan hakları ve demokrasiyi yayan bir ülke olmasına rağmen anayasalarını siyasal meclislerinin hazırlaması sebebiyle cumhuriyetin sürekli olarak diktatörlüklere, darbelere sahne olduğunu, beşinci cumhuriyetin de sallantıda olduğunu ifade ettikten sonra Amerika Birleşik Devletleri anayasası hakkında bilgiler verdi. ABD’de bir anayasa değişikliğinin 15-20 yıl sürdüğünü anlattı. Parti Başkanlarının iki sene için seçildiklerini, başkanlıkları sırasında milletvekili veya senatör vesair gibi görevlere geçemediklerini ifade etti.

82 Anayasasına asker anayasası demenin doğru olmadığını, çünkü o anayasanın Kurucu Meclis tarafından yapıldığını ve halkın %97’sinin onayını aldığını, şimdi yapılmak istenen anayasadan daha tarafsız olduğunu, çünkü şimdi yapılacak anayasa Meclis’te temsil edilen siyasi partilerin politik eğilimlerine uygun bir anayasa olacağı için 82 anayasasından daha çok halk mutabakatının olamayacağını savundu.

Gönül ister ki, bu konuşma aynen birçok kere değişik kanallarda bizzat konuşmacının kendi ağzından tekrarlansın.


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

HÜZÜN ÇİÇEĞİ

HÜZÜN ÇİÇEĞİ

Kasvetli gecelerimin melikesine nidalarım;
Hayatımın kafiyesi sensin,
Senden sonra redif serpildi gönlümün viranesine.
Vuslattır her gece düşlerimi süsleyen…

Elbet bir gün çözeceğim
Melun gözlerine atılan muammanın düğümünü.
İşte o zaman, gözlerindeki melunluk,
Yerini baharın yeşilliklerine bırakacak…

Güneş KAYACAN
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

HAYAT PINARI

HAYAT PINARI

Ölümüne sevdim seni derler ya; Ölmek bu kadar zor mu?
Her zaman demez miyiz; bu hayat çekilmez,
Ölsem de kurtulsam diye.
Ölmek zor değilmiş demek…
Düştüğümüzde, ölümü kurtulmak için en iyi yol seçeriz.

İnsanlar ne tuhaf, değil mi?
Sevdikleri uğruna bir çılgınlık bile yapabileceklerini,
Birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini
Birbirleri için ölebileceklerini söyleyerek ifade ederler.
Oysa sevgi bu değildir ki; sevdiği uğruna ölmek…
Onun için yaşamayı göze almaktır sevmek;
Tabi eğer seviyorsan.

Hayata emin ellerle tutunmak,
Bu gizemi; hayatın gizemini
Beraber çözebileceklerini göstermek,
Hayatın kapılarını umutla, korkusuzca aralamak,
Riskler göze almak sevgisine hayat vermek için,
Sevgisine bağlı olduğu kadar hayata bağlanmak,
Amaçlarından caymamak,
Hayat yolunda; sevgiye giden yolda isyan etmeden,
Zorluklara göğüs gererek yaşamayı seçmek
Ve bilmek hayatın sevgiye güç verdiğini…

Biliyor musun; ben yaşamayı göze almışım senin için,
Ölmeyi değil; yaşamayı…
Zor olan, ölmek değil; yaşamak bence…
Öyleyse söyle bana şimdi;
Ölümü mü; yoksa yaşamı mı göze alırsın benim için…

Güneş KAYACAN
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK

FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK

Terkettin…
Kapıyı yarı açık bırakıp gitmişşin..
Geri döneceğine bir işaret mi bu yoksa?
Oysa o sabah , lunaparka gideceğimizi
Haber vermek için geldiğini sanıyordum…
Yalvarırım söyle, dilinin ucunda sıraya
Dizilmiş onca sözcüğü dök artık içinden!
Sabırsızlıkla o kapının açılmasını bekleyen
Yorgun onca yolcudan bahsediyorum!
Odadan bir kaç dakikalığına ayrılmamı fırsat bilip,
Beni terkedeceğini nereden bilebilirdim ki..
Sahil kenarında geçirdiğimiz iki saati hatırlıyor musun?
O fırtınalı geceyi;
Gitme derken yüzümü ıslatan o kan damlasını,
Boğazıma düğümlenen iki kelimeyi,
Hep sustun!

Üzerime usulca bıraktığın ceketine,
Elinden oyuncağı alınan, sonra da
Annesinin mis kokan eteğine tutunup ağlayan,
Bir çocuk misali,
Sığınmıstım…
Çaresizlik yine yaşasın kötülük naralarını
Kulağıma fısıldıyordu!
Keşke sağır olsaydım da duymasaydım!
Gecenin usulca üzerimize çektiği
Siyah tül ,
Sessizliğin hakim olduğu yeşil ormanın
Ardında gizlenen göz pınarlarının taştığını,
Her ne kadar gizlemeye çalıştıysa da nafile..
Sen de titriyorsun demiştim
Al hadi ceketini…
Sense üzerimizdeki siyah tülü unutuyorsun
Demiştin..
O gece ağzından çıkan ilk ve son cümle…

Boğazında düğümlenen sözcüklerinin
İsyan çığlıkları,
Mahkumların ardında tutsak olduğu duvara
Çarpıp bedenimde yankılanıyordu,
Titriyordum..
Ama soğuktan değil,
Bedenime çarpan, özgürlüğe susamış çığlıklarından…
Neden özgürlüğe koşmalarına izin vermedin?

Neden bastırdın isyanlarını?
Bunun bir son olduğunu bile bile
Sol yanındaki hapishaneye gömdün onları…
Sonsuza dek mahkum oldular ..
Sen de gardiyan…
O matem gecesi son ziyaret gecesiydi!
Haykırmak isterdim hüznümü
Gözyaşları içinde boğularak!
Yalvarmak isterdim gitme diye
Hıçkırıklarımı tutamayarak!
Ama yapamadım…

Olmadı..
Oysa sessizlik cesaretinin sınırlarını zorluyordu o gece..
Bir şiir yazmıştım bir zamanlar
Suskunluğum çığlık çığlığa diye
Bir defa gitme diyebildim,
Artık yorgundum,
Gücüm bu kadarına yetebildi,
Sonrası
Yine suskunluğum çığlık çığlığa…

Güneş KAYACAN
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

GECENİN BÜYÜSÜ

GECENİN BÜYÜSÜ

Serinliği iliklerime işleyen gecenin,
Huzurun gerdanından kopardığı
İnciler gökyüzüne saçılmış,
Akbük’ün sahte cenneti andıran
Göz alıcı ışıkları, biz de burdayız dercesine
Semaya dikili gözlerle,
Cezbedici incileri seyrediyordu.

Yeryüzüne hayranlık damlıyordu Ay’ın bakışlarından.
Gecenin güzelliğine güzellik katıyordu
Akbük’ün sahte cennetine düşen inciler de.
Ya beklenmedik bir anda kayıp ta
Gözden kaybolan inciler?
Anlaşılan gecenin karanlığında dağılan
İncilerini topluyordu huzur birer birer…

Edalı bir şekilde dalgalanan denize
Çevirmişti Ay bakışlarını.
Rüzgar denizin saçlarını okşuyor olsa gerek,
Rüzgarda saçları hafif hafif dalgalanan
Güzel bir kızdı deniz adeta.

Kızın büyüleyici mavi gözlerine dalıp giden Ay,
Kızın parlak gözlerinde beliren yansımasını farkedince,
Gecenin büyüsüne kaptırmış kendini;
Bir aynaymışçasına bakıyordu kızın gözlerine.
Ayna ayna söyle bana ,var mı bu gecede benden güzeli?
Bu sözler dökülüverdi Ay’ın ağzından…

Gülümseyerek, ”yakamozlar gecenin yeryüzündeki incileri,
Lakin bir de gökyüzüne saçılan incilere bir bak”
Dedim kendi kendime…

02 Eylül 2005
Cuma Sabahı/ 11:02:00
Güneş KAYACAN
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Güneş KAYACAN

AĞIT ÇANLARI

AĞIT ÇANLARI

Hırçın dalgaların sahile vuran
Anlamsız kızgınlığı, öfkesi, nefreti
Hala kulaklarımda…
İmrendiği sahildeki altın parçalarına
Attığı her tokat,
Beni ürkütüyor deniziyse güldürüyor.
Rüzgar da şimdi naçar ninni söylüyor
Söylediği ninninin her tümcesinde,
Altın parçaları etrafa savruluyor.

Bir taraftan çalan ağıt çanları,
Bana onu anımsatıyor.
Unuturum sanmıştım, unutamamışım…
Enyakın dostlarım bile bıraktılar
Şimdi başka diyardalar.
Dönemem geri artık çok geç
Yalnızım, yapayalnız…

Keder bulutlarıyla gölgelenen
Yağmurlu havanın altında,
Nereye gittiğimi bilmeden koşuyorum
Belki de üzerime gelen herşeyden
Kaçıyorum…
Nemli gözlerle, içimden gelen sözlerle
Kapıyı çalıyorum ama açan yok.
Önümde aşk kapısı da artık kapanmıştı…

Ardıma baktığımdaysa,
Yine o içimi ürperten karanlık.
Dönemem geri artık çok geç
Yalnızım, yapayalnız…

GÜNEŞ KAYACAN
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Gurbetin Kahrı

Gurbetin Kahrı

Gök gürültüsü sanki kulakları sağır edecek gibi. Rüzgar karma karışık, ağaçlar yıkılmamak için fırtına ile savaşa girmişti. Ahmet Bey, bu doğa olayını salonun camından seyrediyordu. Elinde sıcaccık çay bardağı ve camdan çok uzaklara bakarak oturduğu koltukta düşüncelere dalmış ve kendi kendine konuşuyordu.

Gurbetteydim anam, sesiz ve kimsesiz bir gurbetteydim. Yıllar boyu kar, yağmur, çamur demeden kasabaların, büyük şehirlerin bazen asfaltlarında, bazen kaldırım taşlarında, bazen de çamurlu yollarında yürüdüm. Üstelik çoğu zaman acıları, sızıları, kahırları duyarak ama başkalarına belli etmeden yürüdüm. Şu bir gerçek ki annem; yaşamım süresince üzülmeme rağmen azcık da olsa mutlu olmasını bildim. Başarılarımdan dolayı alkışlandım. Bazen mutluluğu paylaşacak eşim, çocuklarım var dedim ama ancak kendim kendimle sessizce akan ve kimsenin görmediği biçimde acılarla birlikte mutluluğu yaşadım.

Bazen sevdalandım, bazen sevdam nedeniyle kahırlandım, bazen sevdim, bazen sevildiğimi hissettim. Ama sevilmediğimi anladım. Canım, canlarım dediğim yavrularımdan da onlara olan babalık sevdama karşılık bulamadım ve acıları mutluluklarla at başı tadarak yine dört duvar arasında yaşadım.

Gurbet zormuş. Gurbet kahır yuvası, gurbet yalnızların acımasızca horlandığı, yere düşsün de bir tekmede ben yapıştırayım diye bakanların, çirkefliklerin, iftiraların, acımasızların konakladığı kanlı gözyaşlarının yıkamaya, temizlemeye çalıştığı bir bataklıkmış. Sıladan uzak kalınınca bir de biraz düştüğünde herkesin seni terk edip yalnızlığa itilen bir yer olduğunu gördüm gurbetin anam.

Gurbetin iyi yanları da var. Yalnız kaldığını hissettiğinde seni iyi kalpli insanların maddi manevi desteğini görüyorsun. Çok uzaklar da bile olsan sevenlerin sevdiklerine manevi yönden büyük bir destek olduklarını görmek, duymak, hissetmek var ya annem; inan anlatılması, söylenmesi mümkün değil. Onu ancak yaşayanlar bilir ve anlar.

Gurbete kahredenler çok benim gibi. İnsanın elinde olmayan bazı olumsuzluklar gurbette başına gelince ve hele bir de yalnız kalmışsan annem; işte o zaman işin zor. Ne açlığını, ne tokluğunuz, ne yuvanda yanmayan bir sobanın olduğunu, ayakkabıların su alırmış, evde aygazda sıcak bir çorbanın bile zor kaynadığını kimse bilmez, bildirmezsin ve en güzeli annem, evinden sokağa çıkınca her kes seni gülen bir yüzle gördüğünde; “ Maşallah arkadaş. Hep gülüyor, gülümsüyorsun. Ne mutlu sana…” sözlerini de duyunca ondan dolayı duyulan mutluluğun anlamı bir başka oluyor. Bütün acıları, kahırları unutuveriyorsun. Belki biraz Polyannacılık olacak ama, gerçek bu annem.

Evet annem. Sen de çok çekmiştin. Sonunda yorgun vücudun 79 yaşında acılara, kahırlara yenildin. Allah’a can borcunu teslim ederek mezarında kıyameti beklemeye başladın. Acıları, kahırları, mutluluk gözyaşlarınla yıkayıp tüm insanlara mutluluğu dağıtmak istedin. Ben yine gurbette biri olarak senin yanında son nefesinde beraber olamadım. Olamadım annem, olamadım. Gurbet bir daha boynumu büktü ve bir daha beni kahırlar içerisinde acılarla baş başa bıraktı.

Yaşam acıların yanında mutluluğu da aynı anda verdi bana. Evet acılarla yoğrulmuş, pişmişim annem. Bu acıların içerisinde sevmeyi ve sevilmeyi tekrar tattım. Ama yaşamımın artık son demlerine doğru gerçekten büyük bir aşka kalbimi açtım ve bu sevdanın ölümüme dek sürmesini de Allah’tan istiyorum. Yeni bir mutluluk yoluna girdim annem. Sen de biliyorsun bu sevdamı ve sen yaşarken görmeyi çok istedin. Olmadı annem, nasip olmadı ve göremedin. Ben büyük bir sevdanın içerisinde şimdi sevdalıma kavuşacağım günü iple çekiyorum annem Bu sevdam öyle bir sevda ki, ölümün dışında başka bitecek durumu yoktur. Seviyorum, seviliyorum, sevildiğime büyük bir aşkla inanıyorum. Bugün sevdalılar günü. Ben gerçekten aşığım ve seviyorum. Tüm sevenlerin sevgililer günü daim olsun dostlarım.

Saygılarımla.

Hüseyin DURMUŞ
13.02.2009 / İzmir
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Çatalca’da Topal Çoban

Çatalca’da Topal Çoban

“Çatalca’da Topal çoban çatal yapar. Çatalca’da Topal çoban çatal satar.”

Hayret dostlarım. Şaşırdınız değil mi bu cümleye. Hadi bakalım şimdi bu cümleyi hızlı bir şekilde tekrar etmeye çalışın bakalım. Söyleyebilecek misiniz? Hani bir zamanlar “ Bu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da mı saklasak.” Bunun gibi ünlü tv sunucularımız genellikle yarışmalarda yarışmacılara söyletir ve sanki cehennem azabı çektirir gibi kişilerle hem eğlenir, hem alay ederlerdi belli etmeden. Sonuçta söyleyenlerin sayısı parmakla sayılacak kadar az olurdu.

Biliyor musunuz, bugün çok yoruldum iş peşinde koşturmaktan. Beklide yaşlanmaya başlayan vücudumun yüksek tansiyonun da verdiği sıkıntıyla otobüse kendimi zor attım. Aranın orta kısmında aradaki boşlukta dikilmeye başladım. İzmir Atatürk Anadolu Lisesi öğrencilerinin enerjisi hala bitmemişti. Dersler onları yormamış, öğretmenleri ile günlük uğraşıları, derslerin zorlukları, gün içerisindeki arkadaş ilişkilerindeki olumsuzluklar ise hiç umurlarında değil. Yazımın başındaki cümleyi kendi aralarında çevreye rahatsızlık vermeyi istemeyen düşünceleri içerisinde, ancak “Zaman nakittir. O halde zamanımızın her anını öğrenmeye yönelik değerlendirelim. Okuyup yazamıyorsak en azından bir takım beceri ve söyleme yeteneğimizi zor kurulan cümlelerle deneyelim.” dercesine yine de hafif sesli bir biçimde tekrarlamaya çalışıyorlardı.

Bu uğraşıları dikkatimi çekti. Kendilerini imrendim. Cümleyi bir kağıda yazmalarını istedim. İnanın hiç itiraz etmeden ve çok samimi bir yaklaşımla içlerinden bir kızımız yolculuk anında yazıverdi bir çırpıda. Çağımız çok değişti. Eğitimde kesinlikle bilgisayar çağına yönelik değişimleri çocuklarımız çok çabuk kabul ediyorlar. Yalnız her eğitimde teknolojinin ilerlemesiyle birlikte çocuklarımızın söyleyecekleri tekerlemeler de yerini çağa ayak uydurarak devam ediyor. Çocuklarımız da bunu hayıflanmadan, “Ben mutlaka bunu söylemeliyim. Hatasız olarak okumalıyım. Bunu başarırsam diğerlerini de başarırım. Hani öss sınavında bir birinin aynı olan, sadece sözcüklerin yerleri ve şıkları değişmiş olarak kendilerine sunulunca bazen şaşıran öğrenciler başarısızlığı hemen kabullenir.” bu tekerlemeleri devam ettiriyordu.

İki kız ve bir erkek öğrenciden oluşan bu öğrenci grubuna kulak misafiri oldum. Okuldaki yaşamdan, arkadaş gruplarından bahsettiler. Ben onların arkadaşları arasındaki dedikodularını anlatacak değilim. Bu her zaman olan bir durum. Benim asıl dikkatimi çeken, beni bir yerde mutlu eden bu üç gencin yorgunluğu yenmenin ve zamanı çok iyi değerlendirme düşüncelerinin nasıl yapılacağının uygulamalarıydı. Bu durumları inanın beni umutlandırdılar.

Aslında sözü daha fazla uzatarak sizleri sıkmak istemem. Zaten sizler de yorgunsunuz. Bugün kısa bir zaman dilimi içerisinde hala enerjileri tükenmeyen; genç, dinamik, fırsatları değerlendirmesini bilen öğrencileri görmek beni mutlu etti. Bütün terslikler, olumsuzluklar, neredeyse hayata küsecek zorluklar karşısında bıkmadan başarmak için çalışmaya devam ediyorsam. Bu öğrencileri gördükten sonra daha da enerjik olduğumu söyleyebilirim. Bana sanki gençlik aşısı yaptılar kısa zaman içerisinde.

Teşekkürler sevgili çocuklar. Çok sağ olun. Bana harika anlar yaşattığınız için teşekkürler. Zamanın en iyi şekilde değerlendirilmesi konusundaki başarınızdan dolayı teşekkürler. Bu öğrencilerimiz gibi uğraşı veren tüm öğrencilerimizi de kutluyor ve yaşamlarında başarılar diliyorum. Sizleri gözlerinizden öperim.

Kalın sağlıcakla sevgili dostlarım.

Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Siz Hala Gülemiyor Musunuz?

Siz Hala Gülemiyor Musunuz?

Selam dostlarım. Uzun zaman oldu sizlere seslenmeyeli. Aslında çok seslenmek istedim. Sizlere söylemek istediğim o kadar çok durumlar oldu ki, inanın haylazlık mı desem, sağlık sorunum mu desem, cepte oluşan ekonomik kriz mi desem bilemiyorum. Aslında bunların birer bahane olması mümkün değil ama sizler yine de benim de kültürel bir krize girmeden yavaş yavaş ta olsa sizlere bir şeyler söylemek istiyorum.

Son zamanlarda ülkemiz her yönüyle büyük bir sıçrama gösteriyor. Aslında amacım siyaset yapmak değil. Asla siyasete girmeyeceğim. Ancak değerli dostlarım nefes almamız bile ne yazık ki siyasete bağlı. Nasıl bağlı olmasın ki, zaten yönetim biçimimiz demokrasi. Demokrasinin anası siyaset. Ne yazık ki siyasetin bizdeki anlayış biçimi ise doğru söylediğini sanan sözüm ona siyasetçilerimiz.

Siyaset deyipte geçmeyin. Yönetimde siyaset, ekonomide siyaset, devlet yönetiminde siyaset, öğrenimde siyaset, yürürken siyaset. Televizyonun düğmesini açarsınız hemen siyaset kirlenmesinin tamamı karşınıza çıkıyor. O nedenle bol bol gülün. Yoksa siz hala gülemiyor musunuz? Yapmayın dostlarım. Hava bedava, su bedava, ekmek bedava… Kahkaha atmanıza engel ne var?

Bir alış veriş yapıyorsunuz. Kişiler o kadar gülümsüyor ve o kadar nazik kişiler ki, aslında da öyle. Kibar ve müşterisini memnun etmek için en harika davranışları görüyorsunuz. Size inanın yardım etmek için bütün seferberliklerini yapıyorlar. Sonunda insan olarak size değer verdikleri için üretimden kalkan bir fayansın 19 kutusundan biri sizin için gerçekten bütün bir öz veri ile iki gün içerisinde size teslim ediliyor. Gerçekten takdire şayan bir durum ve Uşak Seramik temsilcisine teşekkür ediyorum. Yalnız bir durum vardı o da hani kadı kızı kusuru diyelim. Oluversin olmaz mı? Bundan sonra sanırım yetkililer gelen kolileri en azından ya siparişin verildiği yerde ya da kişiyi bizzat ilgili depoya bir kişi eşliğinde götürürler. Bu benim acizane önerim. Ama haklarını vereyim. başka zamanlarda, başka bir firma ile böyle bir işlem yaptım ama bu şekilde çözüm bulamamıştım. Bu nedenle Uşak Seramik temsilcisine ve çalışanlarına teşekkür ederiyorum.

Bu arada değerli dostlarım havalar da ısındı. Yollarda araba yıkayanlar, balkon yıkayanlar çok ama çok keyif alıyorlar. Neden almasınlar ki, araba tertemiz oluyor. Balkon tozdan kurtuluyor ve yemekler, sabah kahvaltıları balkonda yapılacak artık. Bütün Türkiye genelinde en iyi çözmüş olduğumuz, beklide Avrupada bizimle yarışacak ülke bile kalmadı diyeceğim kanalizasyon ve pis su atıklarının çözümünü bitirdik (!!!!) o nedenle her tarafta rahat rahat dolaşırız. Araba yıkayan vatandaşın köpüklü suyu asfalta, yola, hele biraz da rampa ise olduğu yer sen düşün artık. Su metrelerce aşağıya akar. Rampa çıkan araç birden sağa sola yalpa. Vatandaş arabasını yıkadı ve araba temiz ya, gerisinin ne olacağı önemli değil. Birde yolda biriken suların içine bir araba girer. Bembeyaz kıyafet giymiş olan bir hanım birikinti suları ile yıkanır. Hanım üzülsün mü, kızsın mı, isyan mı etsin? Üst baş perişan, ıslanan vücudu neredeyse bütün hatlarıyla ortaya çıkar. O arada arabasını yıkayan vatandaş da kıs kıs güler. Oh oh oh….Köralısa elim kırılsaydı da şu arabayı yıkamasaydım demez de, kişiliksizliğinin, terbiyesizliğinin ortaya çıktığına değil; bir de hırsız yavuz misali suyu sıçratan şoföre o da hanım gibi kalayı basar. Hiç suçu yokmuş gibi. Bu arada balkon yıkayan hanım teyzeler. Sizler de suları o kadar hızlı dolaştırıyorsunuz ki balkonda. Balkonun altından geçen yayalar: “ Allahım, şükür, bu sıcak havada bu bölgede yağmur haaaa!!!!” dercesine dua mı yaptığını sanıyorsunuz.?

Değerli dostlarım. Kısacası bugün bir iyi bir kötü oluşumdan bahsettim. Kısa zamanda diğer söyleşilerimde buluşmak üzere.

Gününüz hoş, işlerinizin bereketli, yüzünüzün güleç olmasını dilerim.

Kalın sağlıcakla dostlarım.

29.05.2009/İzmir
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 26 Tem 2011 Kategori: Nur UYGUN

TEŞEKKÜR

Değerli Kafiye Dergisi okurları;

01. Haziran. 2011 Çarşamba günü yayın hayatına başlayan Kafiye Dergimiz, siz okurlarımızdan Türkiye genelinde olumlu eleştiriler almış ve bizleri mesajlarıyla, telefon açarak kutlayan tüm okurlarımıza çok teşekkür deriz. Hedefimiz ilk sayımızda gerçekten sizlere en kaliteli, içerikli ve geniş kapsamlı bir dergi sunabilmekti. Bunu da şuan yaptığımıza inanıyoruz.

Kafiye Dergimiz, bundan böyle de kaliteli yayına ve herkesi kucaklayan yazıların olduğu bir dergi olarak siz okurlarının yanında olacaktır. İlk sayımızda da fark ettiğiniz gibi biz biraz farklı olalım dedik. Sessiz yığınların sesi olmayı hedeflediğimizi söylemiş ve bu şekilde de olduğumuza inanıyoruz. Bilhassa çok önem verdiğimiz Genç Nesil olgusunu da siz okurlarımıza anlatmaya, onların çalışmalarını sizlere sunmaya da büyük bir gayret göstermiş bulunmaktayız.

Kafiye dergimizde Türkiye genelinde öğrenim gören tüm öğrencilerin; şiir, öykü, makale, deneme, mektup, masallarına özellikle yer vereceğiz. Sesini duyuramayan öğrencilerimizin, genç nesilin sesi olarak bu dergimiz hizmet sunacaktır. Bütün öğrencilerimiz bize yazılarını yollayabilirler. Kesinlikle yayınlanmaya değer bulduğumuz yazıların tamamı dergimizde yayına alınacaktır. Yazılarınızı bize msn adresinden mail yoluyla yollayabilirsiniz.

Kafiye dergimizde sadece genç nesile değil, yazılarını yazdıkları halde herhangi bir yerde yayınlatma imkanı bulamayan sessiz yığınların da sesi olmayı amaçladık. Çok değerli şair ve yazarlarımızla birlikte sizlerin yazmış oldukları; şiir, makale, öykü, denemelerinize de yer verilecektir. Bu bizim dergimizin yayın ilkeleri içerisinde yer almaktadır.

Kafiye dergimize göstermiş olduğunuz büyük ilgiye teşekkürü borç biliriz. Bundan sonrada her sayımızı büyük bir heyecan, istek ve arzuyla yayınlayacağımız ve sizlerin sesi olmaya da devam edeceğimizi ayrıca belirtmek isteriz.

Saygılarımızla.

Nur UYGUN
Kafiye Dergisi
Genel koordinatörü