Kategoriler

Arşivler


Tarih 15 Ağu 2011 Kategori: Fatma AVCI

Safran Sarısında Anı Yaşamak

Safran Sarısında Anı Yaşamak

Beton yığınları arasında, mekanik seslerden uzak, tarihin koynunda, yaşanmışlıkların seni sarıp sarmaladığı, iliklerine kadar ısıtan bir yaz sıcağıdır. Bilinmedik mekanlarda anı yaşamak.

Zamanın ucundan tutmak için güneşin çıkmasını beklemeyen bülbül sesleri ile uyanırsın, ahşabın yaşanmışlıklarla dolu kokusu içinde. Pirinç karyolanda uyanırken tarih öncesinde yaşıyor gibisindir. Yaşadığın masalın içinden çıkacakmış gibi korkarsın. Muşabaklı pencerenin önüne yaklaşırsın, pencereyi yukarı doğru iterken uyanacağım korkusuyla ürperirsin. Ihlamur ve gül kokuları ile birlikte kuş cıvıltıları dolar içeri. Mutfaktan gelen çay ve kahve kokuları sarar benliğini. Fırından yeni çıkmış suböreği, sacda pişen Safranbolu bükmesinin kokusuna karışır, kaygananın kokusu. Hiç bu kadarda acıktığını hissetmemişsindir.

Üç tarafı sedirlerle çevrili, bir süreliğine sahibi olduğun odana bakarken kaç kuşak geçmiştir bu odadan, kaç genç kız ellerinde kınalarıyla ardında gözü yaşlı ailesini bırakarak gelin çıkmıştır. Kaç delikanlı dualarla askere yolcu edilmiştir. Kaç kişi bu dünyadan göç ederken ağıtlar yakılmıştır. Köşe yastıkları kaç defa sevda gözyaşlarını kurutmuştur. Duvarların, eşyaların sesinden dinlersin nakışlı yastığına sıkı sıkı sarılıp seyre dalarsın kenti, bebek masumiyetindeki uykusundan uyanmamışken…

Kanyon üzerindeki kurulu iki katlı beyaz evlerin görüntüsüne kapılırsın. Safran sarısı boyasıyla güne merhaba demeye hazırlanan hükümet konağının siluetine takılmışken, gonk sesiyle irkilirsin. Sesin geldiği yöne çevirirsin bakışlarını, saat kulesi sanki seni yanına çağırıyordur ‘’ gel buradan seyreyle âlemi’’ der gibi…

Zamanı kaçırmamak için alelacele bir şeyler geçirirsin. Ahşap merdivenin tırabzanından kayarak taş avluyu uçarak geçip, iki kanatlı büyük kapıyı aralarsın. Arnavut kaldırımları ile ayakların kucaklaşır. Adımlarında bir dengesizlik, çocukluğundaki seksek oyunu karışımında yürümeye başlarsın. Henüz gecenin mahmurluğunu üzerinden atamamış konakların arasından tepeye doğru tırmanırken…

Devasa bir bahçe kapısından geçerken güneşin sarısı ile safran sarısının hasbıhaline şahit olursun. Konağın hikâyesindeki faili meçhul yangını dinlersin. Cezaevinde kahve molası verip dinlediklerini içine sindirirsin. Güneş Hıdırlık tepesinde yaprakları öperek güne başlamıştır. Havadaki hanımeli kokusunu içine çekersin sanki ilk kez duyuyormuş gibi. Aşağıya doğru inerken tepeyi keşfe çıkma isteği uyanır. Kaz dağlı meydanını geçip arasta çarşısına girersin. Cami avlusundaki güneş saatinde kuşluk vaktinin olduğunu öğrenirsin. Asma dallarının altında Safranbolu bükmesini yerken çayından büyük bir lokma alırsın. Otantik eşyaların arasında seyri âleme dalarsın. Zamanın gerisinde yolculuk eder gibisindir.

Demirciler çarsında bilmediğin bir melodi gelir kulağına. Körüklerin nefesinden çıkan alevler arasında, demir ve keserin namelerine kanyondaki güvercin sesleri karışır. Derinlerden gelen su sesi bu melodiye eşlik edişine şahit olursun…

Etli yaprak sarması, peruhi, cevizli yayım, safranlı pilavı ve zerde seni doyumsuz tatlara ulaştırır öğle yemeğini yerken. Safranın bütün özelliklerini kentin her yerinde hissedersin. Cinci hanı bütün ihtişamıyla çarşının ortasında seni karşılar. Hancının odasının ihtişamına kapılırsın, hana ve kente hâkim olan küçük penceresinden dışarı bakarken. Taş merdivenlerden avluya inersin. Havuzun şırıltısına karışır handaki konukların kahkahaları…

Arnavut kaldırımlarına alışmıştır ayakların. Toprak ve çimen kokusunun yanı sıra bahçelerden yola doğru kollarını uzatan ağaçların eşliğinde Hıdırlık tepesine ulaşırsın. Sanki bitmesin der gibi, yavaş yavaş nefeslenerek, her adımda geriye dönüp kentin farklı görüntüsünü gözlerine hapsedersin…

Hıdırlık tepesine geldiğinde gün vedaya başlamıştır. Bir nargile söylersin efsunlu havayı bozmamak. İçin kenti seyre dalarsın. Vadi ortasındaki tarih ve günümüz sanki bir birinden ayrılmamaya çalışıyor gibidir. Kızıl kiremitler ve beyaz boya, yeşilin bütün tonları, nargilenin verdiği mahmurluğa karışır. Ufukta güneş güne veda busesini kondururken gökyüzü mahcup kızıllığına bürünür masum genç kız edasıyla.’’yeni günde daha görülecek çok yer var’’ der gibi…

13.06.2011
Fatma AVCI
www.kafiye.net


Tarih 14 Ağu 2011 Kategori: Sedef ESKİT

EDEBİ MEKTUP ÖRNEĞİ

EDEBİ MEKTUP ÖRNEĞİ

Saygıdeğer okuruma;
Bana yaklaşık iki buçuk hafta önce bir mektup yollamıştınız. Dergideki işlerimin yoğunluğundan ötürü mektubunuza ancak cevap verebiliyorum.

Dergimizin temmuz sayısına bir şiir yollanmıştınız ve şiiriniz amatör şairlerimiz köşesinde yayınlanmıştı. Bildiğiniz üzere yayınlanan şiirler amatör olduğu için yazarlarına eksik yönlerini belirleyip gönderiyoruz. Böylece genç yeteneklerimizin kendilerini geliştirme imkânı sağlıyoruz. Siz benden ayrıntılı bir analiz yapmamı istemişsiniz. Mektubunuzda, mektubun başından da dediğim gibi yoğunluk nedeniyle analizi geç tamamlayabildim.

Şiiriniz lirik tarzda yazılmış bir şiirdir. Bu anlamda biraz eksiklikleri vardı. Bu tarz şiirlerde akıldan çok duygular ön planda olmalıdır. İçten gelen heyecanlar coşkulu bir dille anlatılır. Şiirinizde coşkulu anlatımı tam anlamıyla yakalayamamışsınız. Duygularınızı coşkulu bir anlatımla dile getirmelisiniz.

Bir diğer konuda şu ki; şiiri şiir yapan en önemli özellik imgelerdir. İmge kullanma beceriniz iyi ve daha da gelişebilir. Bu bağlamda daha yaratıcı, daha estetik imgeler kullanmaya gayret ediniz. Ayrıca şiirlerinizde söz sanatlarını da yer verebilirsiniz.

Söz sanatlarıyla şiiriniz anlamca zenginleşir ve daha ahenkli bir hal alır. Ahenk demişken şiirlerinizde kullandığınız ahenk unsurları da şiiriniz daha estetik hale getirecektir. Unutmayınız ki yapılan her sanat eserinde mutlaka estetik kaygı güdülmüştür. Siz de şiirlerinizde bu kaygıyı taşıyarak yazmalısınız.

Lirik şiir alanında başarılı olabilmeniz açısından bu tarzda şiir yazan şairlerimizi okumanızı tavsiye ederim. Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, Atilla İlhan lirik tarzda şiir yazan şairlerimiz arasındadır.

Bu konuda size söyleyebileceklerim şimdilik bu kadar. Şiir alanında yeteneğiniz olduğunu ve geliştirebilecek güçte olduğunuza inanıyorum. Şiirlerinizi dergimize yollamaya devam edin. Bu yolda size başarılar, kaleminize güç diliyorum.
Sedef ESKİT
www.kafiye.net


Tarih 14 Ağu 2011 Kategori: Sedef ESKİT

AYDINLIK KARANLIKTAN SONRA KENDİNİ GÖSTERİR..

AYDINLIK KARANLIKTAN SONRA KENDİNİ GÖSTERİR..

Yağmur bulutları gökyüzünde yerini almıştı. Hava iyice boğulmuş, yağmur ha yağdı ha yağacak. Karanlık çökmek üzereydi. Leyla ise cebindeki son parayı da harcamıştı. Eve yürüyerek gitmek zorundaydı. Ve yolu uzundu. Dar bir ana sokaktan geçerken yağmur tüm haşmetiyle bastırdı. Şimşekler tüm parlaklığıyla gökyüzünde kendini gösteriyor, gök ise sesini herkese duyurmak istermişçesine gürlüyordu. Karanlık ve gökyüzündeki bu hareketlenme Leyla’yı korkutmuştu. Zaten Leyla yağmurlardan hep korkardı. Yağmurlar en değerli varlıklarını kaybettiği günü hatırlatırdı. Yere düşen her yağmur damlasında kaybettiklerinin izlerine rastlardı. Bu durum Leyla’nın kalbinde derin yaralar açardı.

Yağmur şiddetinden hiçbir şey kaybetmemiş yağmaya devam ediyordu. Leyla kendisine çarpan her yağmur damlasında irkiliyor, ıslanmış bedeni soğuktan tir tir titriyordu. Elindeki kitaplar kâğıt yumağına dönmüştü. İçlerinden bir tanesi onun için çok önemliydi. Kitabını korumak için ceketinin altına sıkıştırmıştı. Ama yağmur damlaları ceketinden de kitabı ıslatmayı başarıyordu. Nihayet caddeye çıkmış ve eve yaklaşmıştı. Biraz daha yola devam etti ve evine girebildi. İçerisi harika kokuyordu. Leyla’nın o korkunç geceden sonra özlemediği tek şey işte bu kokuydu. Bu koku insanın duyularını sakinleştiriyor kendini son derece huzurlu hissetmesini sağlıyordu. Leyla bu kokuyu derin derin içine çekerek odasına girdi. Kıyafetleri öyle bir ıslanmıştı ki sıktığı zaman suyu damlıyordu. Kalın kıyafetlerini üzerine geçirdi ve oturma odasına gitti. Çok üşümüştü. Bu odanın sıcaklığı ve kokusu onun hem bedenini hem de ruhunu ısıtıyordu. Bu arada anneannesi ile yemek yiyordu.

Anneannesi Sultan Hanım o korkunç geceden sonra ailesinden geride kalan tek kişiyi, Leyla’yı canından çok seviyordu Leyla ona kızından kalan tek canlı bir varlıktı. Sultan hanım Leyla’ya her dokunduğunda kızına da dokunmuş gibi oluyordu. Leyle annesine çok benziyordu. Bu durum sultan hanım için hem hüzün verici hem de teselli verici bir durumdu. Aradan biraz zaman geçti ikisi de oyalanacak bir şeyler yapmışlar, artık uyumak istiyorlardı. Öpücüklerin ve iyi geceler dileklerinin ardından kendilerini yumuşak yastıklarına koydular, kendilerini derin bir uykuda buldular.

Annesi ve babası mışıl mışıl uyuyordu. Kardeşinin yatağı annesinin yanı başındaydı. Küçük çocuk öyle masum uyuyordu ki, sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi. Uykusu hafif olan annesinin gözleri içerideki odalardan gelen seslerle aralanıyordu. Bu sesler ne diye odaya giren annesinin çığlığı duydular. Babası kalkıyor ve ne oluyor diye etrafına bakınıyordu. Canavar annesini çoktan öldürmüş ve yatak odasındaki babasını ve kardeşini öldürmeye geliyordu. Canavar gözünü kırpmadan babasını ve o masum mışıl mışıl uyuyan kardeşini de öldürüyordu hem de hiç acımadan..

Leyla çığlık çığlığa uyanmıştı. Yine aynı rüya ve aynı ağırlık duygusu. O bu kâbusa neden olan olayı görmemişti. Bunlar olurken o anneannesindeydi. Polislerin anlattığı kadarıyla biliyordu olanları. Bu anlatılanlarda rüyasına giriyor hemen her gece acımasız bir katil gibi. Uykusu kaçmıştı. Yapacağı bir şeyler olmalıydı. Henüz yeni başladığı kitabına devam etmeye karar verdi. Yağmurun ıslattığı bu sayfalar her çevirişinde ona ilham verdi yazdıkça yazası geldi. Şu anda güneş doğuyordu ve Leyla bugün doğumundandı ilham aldı. Etrafındaki her şey ona ilham verebilecek güçteydi. Duyguları içine sığmıyordu artık. Hissettiklerini içine sığmayanları kaleminden beyaz sayfalara aktarıyordu.

O gün okula gittiğine öğretmenine kitap yazmaya başladığını söyledi. Bu konuda öğretmeni onun başarılı olacağına inanıyordu ona moral ve destek verdi.

Günler geçip gidiyordu. Aynı canavar aynı kâbus ve aynı yazma heyecanı, tutkusu. Leyla bu heyecan ve tutkusu ile kısa sürede bitirdi kitabını. Okuldaki edebiyat öğretmenleri Leyla’nın kitabını incelediler ve beğendiler. Onlara göre kitap güzeldi ve herkes okumalıydı. Bu konuda çalışmalar başladı. Leyla’da yerinde duramıyordu. Uzun uğraşlar sonunda kitap basıldı ve okul öğrencilerine de cüzi bir miktar karşılığında satıldı. Kitabı okuyanların çoğu olumlu tepkiler veriyordu. Tabii Leyla kitabı Sultan Hanım’a da okuyordu. Sultan Hanım’ın göz problemi olduğu için kitabı torununun sesinden dinliyordu buda ayrı bir heyecan vericiydi, her şey yolundaydı.

O gün anneannesine kitabının son bölümünü okudu. Sultan Hanım gözyaşlarına engel olamamıştı. Gözyaşları sicim gibi akıyordu. Bu yaşların sebebi; Leyla’nın yazdığı kitapta kendi hayatını anlatıyor olmasıydı. Leyla kitabını sanki başka birini anlatıyormuş gibi yazmıştı ama kitaptaki başkahraman Leyla’dan başkası değildi. Sultan Hanım torunuyla gurur duyuyordu. İşte Leyla onun kızıydı. Kızı ölmeden önce Sultan Hanım’a emanet etmişti. Sultan Hanım Leyla’yı bağrına bastı. Gözyaşları Leyla’nın saçlarından aşağıya doğru akıyordu.

Leyla anneannesine sarılırken aklından şu düşünceler geçiyordu; artık yağmurdan korkmuyordu. Biliyordu ki her yağmurdan sonra o kocaman kara bulutların ardından güneş tam içtenliğiyle kendini gösterecekti. Artık biliyordu ki; aydınlık, karanlıktan sonra kendini gösterirdi.

SEDEF ESKİT
11 MAT/C 869
www.kafiye.net


Tarih 14 Ağu 2011 Kategori: Zeynep EROĞLU

Dünyamı Aşkınla Aydınlattın

Dünyamı Aşkınla Aydınlattın

Hiç hayalimde yokken sen
Nasılda girdin rüyalarıma
Gözlerimi her kapattığımda
Ne de çok dolaşıyordun damarlarımda

Yerleşmişsin, izinsiz gönül tahtıma
Damla, damla sevginle akmışsın
Öyle bir tat katmışsın ki hüzünlü hayatıma
Kapıldım işte bak aşkın rüzgarlarına

Yudum, yudum içiyorum aşkını
İşlemişsin bedenime canıma
Meğer her nefes alışımda
Nasıl da eklemişim sevgini kendi ruhuma
Seni yaşarken rüyalarımda
Korkuyordum gözlerimi açmaya
Rüyalarımdan çıkıp geldin ya gerçek dünyama
Seni seninle yaşamak istiyorum
Bu canım var oldukça

Aşkını yazdım ben kalbimin duvarlarına
Bir hayal değilsin
Gerçeğimsin şu an karşımda
Varım, inan bu aşkı seninle paylaşmaya
Ömrümüz boyunca birlikte yaşlanmaya
Güneş doğmayıp gündüzden kaçsa da
Ay geceyi aydınlatmasa da
Karlar yüreğimi soğutsa da
Ben ısınırım senin sıcak aşkınla

Yeniden doğdum seninle şu hayata
Beni yaşatıyorsun aşkın baharlarında
Bil ki, yüreğimi yakan aşkın olmasa
Bomboş olurum ben bu yalan dünyada
Yalnızlığıma bırakmanı istemem gecenin koyusunda
Salma beni sensiz hasret akşamlarına

Sensizliği yazdırma ne olur alın yazıma
Aşkın, sevgin, her şeyin yüreğimdedir anla
Çünkü mutluluğu sen kattın yaşantıma
Beni döndürme asla
Bir daha rüyalarıma

Zeynep Eroğlu
19 03 2010
www.kafiye.net


Tarih 14 Ağu 2011 Kategori: Zeynep EROĞLU

Yıktın Mavi Hayallerimi

Yıktın Mavi Hayallerimi

Ben senin aşkın divanesi olmuşken
Nasılda anlayamadım sahte sevgini
Bir kum taneciği kadarda olsa
Sende sevseydin ya beni
Isıtsaydın ne olurdu, şu donan yüreğimi
Oysa oldun hep gözlerimde yağmur misali
Aşkın hasretlerini yağdırdın dünyama,
Kurşunlar gibi

Sevgi penceremi de kapattın sen,
Açık bıraksaydın keşke bir köşesini
Dünyamı da karartın, söndürdün güneşimi,
Ekledikçe ekledin yüreğime ayaz gecelerini
Söyle hadi söyle nereye aksın,
Sana olan bu büyük sevdamın seli
Ne gözümün nuru kaldı, ne de aşkımın dili!
Kuruttun işte kuruttun,
Senin için yeşeren sevda bahçemi
Niye esirgedin niye, bir yudum gerçek sevgini?

Ey vicdansız hiç mi acımadın,
Bana haykırırken sahte sevgini
Artık koparıyorum ben de
Damarlarımda dolaşan aşkın zincirlerini
Ne yazık ki!
Şu yüreğim deki gülleri söküp de,
Yerine ektin dikenleri
Git artık git! gez diyar, diyar
Hiç bulamazsın inan,
Bende ki sana olan derin sevgiyi
Hani aşkımız sevdamız ömürlüktü yalancı seni
Yıktın artık yıktın sen ah beni
Umutla beslediğim mavi hayallerimi
Bak işte topluyorum, demet, demet sahte sevgilerini
Al avuçlarına al durma!
Al git artık hepsini

Zeynep Eroğlu
12 03 2010
www.kafiye.net


Tarih 14 Ağu 2011 Kategori: Zeynep EROĞLU

Yalnızlık Çemberi Ruhumu Sardı

Yalnızlık Çemberi Ruhumu Sardı

Yine kahrolası hüzün dolu gecemdeyim
Darmadağın olan yüreğimi
Avuç avuç topluyorum yavaşça
Yarım kalan hayallerim, umutlarım
Kayıp giden günlerim, gecelerim
Sanki kördüğüm olmuş yarınlarım
Yüreğimi azar, azar eriten sensizliğim
Sol yanıma bıraktığın acı sızım
Beni içten içe vuruyor, çırpınıyorum

Dindiremiyorum acılarımı, ve sızılarımı
İsyanlardayım anlıyormusun?
Şimdi her şeye isyan eden yüreğime soruyorum
Ben kimim?
Ben neyim?
Ey vicdansız!
Sahte sevgine esir düşen biriyim
Sen benim tek sevdiğim
Bitmesini istemediğim sevdamdın!
Senin yüreğindi benim mekanım
Ne yazık ki o mekanın içinde yarım nefesle kaldım
Dilimin ucunda, bir tatlı sözcük bırakmadan
Çıkıp gittin, arkana bakmadan
İşte şimdi sensizim
Tıpkı yere düşen, hazan yaprağı gibi
Solgun suskun
Yorgun ve bitkin
Nerdemiyim?
Çisil, çisil yağan yağmurların
Kaldırımları ıslattığı yerdeyim

Bir o yana bir bu yana sürükleniyorum
Öylece bıraktım kendimi, yağmurlara
Arada bir savruluyorum derinlere
Bazen takılıyorum bir kenara
Artık durmak yok çıktım yola
Daha, daha derin sulara
Denizlere boğulmak istercesine
Belki de sular nereye götürürse

Durdum düşünüyorum kendi kendime…
Bir anda dönüyorum geriye
Yaşamak varken ölmek niye
Bir ışık bir sevgi ışığı doğsa yeniden
Ruhuma neşe saçacak bir tutam ışık
Bir yudum sevgi bekliyorum aniden
Bir korku kaplıyor içimi
Ne yazık ki yalnızlık çemberine sarılıyor bedenim
Korkuyorum çok korkuyorum
Bir bulutun yorgun ve sızlanmasından sonra
Göz yaşlarını döktüğü gibi.
İşte ben de içimdeki sızılarla
Ağlıyorum, ağlıyorum
Yalnızlığıma ve aldanmışlığıma

Zeynep Eroğlu
01 02 2010
www.kafiye.net


Tarih 14 Ağu 2011 Kategori: Zeynep EROĞLU

Kayboldun Dudaklarımda ki Gülüşlerimde

Kayboldun Dudaklarımda ki Gülüşlerimde

Yarına kadar beklemeyen sevdam
Kaldı bu günde
Aşkınla, çarpan kalbime
Bastın, soğuk mühürle
Aşkımı, anlatamadım yüreğine
Seni ne çok sevdiğimi, anlatabilseydim keşke
Sen benim, canımda can
Gözümde nur
Kara sevdamın yoluydun

Ne yazık ki, sevginle çağlayan yüreğim
Şimdi çaresizliğin içinde
Kırık sevdamla, yetim kaldım kendimle
Kayboldun, dudaklarımda ki gülüşlerimde
Üşüyen kalbimi, ısıtan sevgin hani nerede?
İşte!
Boğuluyorum, bıraktığın aşkın nehrinde
Yalnızlığımla üşüyorum, sensizliğin eşiğinde

Yine, seni düşünüyorum
Bir güneş gibi, doğmanı hayal ediyorum
Gelmeyeceksin
Ama ben yine de bekliyorum
Şu sensiz kalan kalbimi
Nasıl avutabilirim ki kendimi?
İçimde kopan fırtınalarım susar mı sence?
Aklım hep sendeyken
Sevdan yüreğimdeyken
Hiç susar mı, bu feryatlarım?
Söyle!

Nereye gidersen git
Ne kadar uzak olursan ol
Sevdan hep benimle
Daha şimdiden özledim o gülüşlerini
Bana hayat veren, yüreğini
Unutamam hiç bir şeyini
İster yok et!
İster tüket!
İstersen yak beni!
Avuç, avuç savur rüzgarlara küllerimi
Bırak sahte sevgileri, gör gerçekleri!
Anla aşkımı artık,anla sevgimi
Ne olur,ne olur dön geri!

Zeynep Eroğlu
02 02 2010
www.kafiye.net


Tarih 14 Ağu 2011 Kategori: Zeynep EROĞLU

İşte Bu Benim Hikayem

İşte Bu Benim Hikayem

Yine ruhum sıkılıyor aldım kalemi elime
Bu dünyaya niye geldim niye
Yaşadığım her günü tercih ettim ölüme
Çocukluğumda çektiğim acılarım hep içimde

Silemedim kafamdan senelerce
Daha iki yaşındaydım babamı kaybettiğimde
Yokluk sefalet derken hasret kaldık ekmeğe
Zavallı anam çalıştı hep el alemin işinde
Bir lokma ekmek gelecek diye beklerdik ağabeyimle
Üçümüz şükrederdik hiç değilse evimiz var diye
Sonra zalim halam göz koydu evimize
Halam hep dövdü bizi, evden çıkın diye
Tutunacak dal da yoktu
Ne amca ne teyze
Sülale çoktu ama kimse sahip çıkmadı bize
Çok sevdiğim evimizden taşındık günün birinde
Anam ev temizliğinde abim sattığı simitle
İlk okula başladım el alemin eskisiyle
Benim masum duruşum dikkat çekti öğretmenimde
Öğretmenim, müdürüm ortak oldu derdime
Okul masraflarım giderildi onların sayesinde
Elbise aldılar,bayram da giyerim diye
Beni sanki boğmuştu büyük bir sevince

İlk okulu bitirdim hep onların sayesinde
Anam kahrolurdu bu düştüğümüz sefilliğe
Hep dayak yer olmuştum annemden sebepsiz yere
Haddi hesabı olmayan dayak ve işkence
Yinede saygım vardı dövse de öldürse de
Canım abim gitti, çok uzak bir şehre
Orda akraba yanında oldu bir amele
Komşunun ısrarıyla düştüm üvey baba eline
İnsan sanmıştık meğer düşmüştük bir zalime
Acılarımız yetmezmiş gibi onu da gördüm kaderimde
Neyse ucuz kurtuldum şansım varmış yine
Liseyi bitirdim ağabeyimin sayesinde
Sonra göç ettik abimin olduğu şehre
Dertler zincirim başladı küçük yaşta evlenince

15 09 2009
Zeynep Eroğlu
www.kafiye.net


Tarih 14 Ağu 2011 Kategori: Zeynep EROĞLU

Göz Yaşlarımda Saklıydın

Göz Yaşlarımda Saklıydın

Sen gözyaşlarımda saklıydın
Ne olursun beni ağlatma!
Ağlatırsan kaybederim seni
Damla,damla yok olursun gözlerimden
Yudum,yudum eriyip gidersin yüreğimden
Yıkarsın beni gönül direğimden
Ağlattın işte ağlattın!
Aktın kayboldun gözlerimden
Adını altın harflerle yazdığım
Kalbimin her köşesinden
Aktın gittin!
Beni hiç düşünmeden

Gözlerimdeki parıltıydın
Yüreğimdeki sönmeyen yangın
Hiç mi hiç, küllenmeyen
Duman, duman tüten, tükenmeyen alevdin!
Bütün benliğimi yakan aşk ateşimdin
Gözlerimden akan damlalarla yeşeren
Her gün tazelenen filizimdin
O filizleri de kuruttun sen
Sana ait ne varsa
Hepsini aldın gittin

Artık, her şeyden nefret ediyorum
Aynalara bile küstüm
Sevinçlerim de seninle gitti
Hüzünlerimi topluyorum şimdiden
Seni beklediğim penceremde

Adını her gün sayıklar oldum
Dinlediğim şarkıların içinde
Ve
Nereye baksam sen!
Sen varsın
her attığım adımların gölgesinde
Yüzümde acı bir gülümseme
Sensizim bir tanem
Hep hüzün var gözlerimde
Yazık oldu yazık
Hiç acımadın bu Sevgiye

Saf ve temiz duygularla yaşattığım sevgim
Şimdi hala duruyor, içimde
Bir gün beni özleyip ararsan eğer
Unutma ki yine kalbindeyim
Perişan halimi merak edersen
Sensizliğin derdindeyim
Görmek istersen beni
Bıraktığın yerdeyim

Zeynep Eroğlu 24 03 2010
www.kafiye.net


Tarih 8 Ağu 2011 Kategori: Fatma AVCI

Bir Çöl Yangını İndi Kalbimin Ortasına Ruhumun Sılasına.

Bir Çöl Yangını İndi Kalbimin Ortasına Ruhumun Sılasına.

Bir çöl yangını indi kalbimin ortasına ruhumun sılasına. Sürgünden yurduna dönmesi için kurban gerekliydi. Gözlerime yasak koydum, senin için yaş akmasın diye. Geceleyin arz, gündüzleri de sema tanıklık etti bu yakarışa. Yüzüne bakmadan, sırrı kaybolmuş aynalarda siluetine konuştum. Sessizliği dinledim tüm duygularımın yalnızlığında…

Önce sözcüklerimi verimdim sana, sonra rüyalarımı. Benim sözcüklerimle konuşmaya, benim rüyalarımı görmeye başladın sonra kalbimi verdim, benim kalbimle sevmeye başladın. Kendine ait hiçbir şeyin yoktu. Sevmek için başkasının sözcüklerine, yaşamak için başkasının kalbine muhtaçtın. Benim sözcüklerimle konuştun, benim kalbimle sevdin…

İçimde yanan ateş, gök kubbede yankılanarak dökülürken kalbim ne çok acı çekiyordu. Kanatlarımı boşluğa her açışımda muhabbet ehlinin kalbine düştü yolum. Bu kalpte doğarken ben gözlerinin aydınlığında şelale gibi döküldüm. Bir yanım gökyüzünde sevdan ile dolanırken diğer yarım yerin altında azap çekiyordu…

Zaman öyle değişti ki ben sarı güller mevsiminde takılı kaldım. Kalbe dolan ilhamın aydınlığı ile leblerimden döküldü duygularım, bir neyin namelerinde havaya karıştı. Sesten açılmış kandiller halinde sözcüklere dökülürken kâğıdın üzerine, kalem kan kırmızı, sayfa yeşil ile sarı arasında değişiyordu.

Ben ise hala kalbe düştüğüm yerde debelenmekteyim. Anı sessiz yankılarla bozmaya çalışırken ben tek parça kalma çabası sarf ediyordum. Hüzün, gam, iç sıkıntısı içinde yazgıma boyun eğerken sen yaşamın neş’e renginde yaşıyordun.

Yazgıma boyun eğiyordum. Kalbi oyulan ney gibi her notanın hüzün, her notam gam verirken ruhum sesiyle huzura kavuşturuyordum. Bütün yasaklara susturulmalara rağmen şikayet etmiyordum. Gülizar’dan derlenmiş lale gibi dururken duygularımın yoğunluğunu da burguyla oyulur gibi ruhum oyulmaya başladı. Her şey bir gölge gibi gelip geçerken düşüncelerim eylemsizleşiyordu.

Alıştım aslında yanı başımda sesinden çok çehrenle avunmaya. Sesimi toparladım önce, ruhumun derinliklerine hapsettim, her sesimde senden bir nefes diyerek. Hem tehlikeydim, hem tehlikeye düşendim. Var olduğunu bildiğim halde bir türlü bulup çıkaramadığım varlığının esiri olmuştum. Bir yanımla hep uzak, hep eksik, hep yabancıydım. Kendime özne, kendime eylemdim. Kendi derinliğinde boğulan ırmaklar, kendi kuraklığında kavrulan çöller gibiydim.

Hayatın Arnavut kaldırımlarında yürürken arada tökezleyip düşünce kalkmaya derman bulamıyorum. Kızıl kuleli atın dizginlerinde yorgunluğumu atmak istiyordum. Korkularımızda vardı, tebessümlerimizde, gülüşlerimiz de ümitlerimizde vardı ümitsizliklerimizde. Keşkelerin girdabında yuvarlanıyorum şimdi, elimin altında olup ta dokunamadığım sanki tutunca patlayacak sabun köpüğü gibiydin. Dokunmaya kıyamadığım nazenin çiçeğimdin.

Gökyüzünde bir kez parladıktan sonra sonsuza kadar kaybolan yıldız gibi kaybolduk hayatın fotoğrafları arasında. Savrulduk sonbaharın sert rüzgarlarıyla.

Aslolan gelmek mi, gitmek mi, yoksa kalmak mı…

03.08.2011
Fatma AVCI
www.kafiye.net