Kategoriler

Arşivler


Tarih 4 Ağu 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

KAFİYE DERGİSİ

KAFİYE DERGİSİ

Reklâm tarifemiz:

1- Dergimizde, arka kapak dış kısmı tam sayfa olarak ilan işlemi yapılmaktadır. Sayfanın bölünmesi söz konusu değildir.
2- Arka kapak iç kısmı tam sayfa reklam ya da ikiye bölünerek reklam işlemi yapılabilir.
3- Dergimiz Kültür Edebiyat Sanat Dergisi olduğu için, iç sayfalara derginin tam orta sayfası hariç reklam alınmamaktadır ancak orta sayfaya röportaj niteliğinde reklam yapılmaktadır.
4- Dergimizde alkollü içecekler, sigara, kumar işletmeleri, içkili eğlence yerlerinin reklâmları ile ahlak dışı basılı yayınlarda dergimizde reklâm olarak yayınlanmayacaktır.
5- Dergimizde, Arka veya iç kapak için verilen reklamlar bir defaya mahsustur, anlaşma gereği iki veya üç dergiye çıkabilir.
Dergimizdeki reklâmlar, aynı zamanda kendi kuruluşumuz olan
www.kafiye.net Edebiyat
www.kafiye.net internet radyoculuğunda bir yıllık süre ile reklamkar devam edecektir.Bunlardan ücret alınmamaktadır.
6- İnternet Edebiyat Sayfamızda ve İnternet radyomuzda reklam vermek isteyenler bu
reklamlar karşılığında ücrete tabi olacaktır.
7- Reklamlar kuruluşumuza hazır dosya halinde getirilmesi gerekmektededir.eğer
reklamlar kurumumuzca hazırlanacak olursa onun için ayrıca ücret alınacaktır.

Tarifeler

1- Arka kapak tam sayfa: 2.000 TL
2- Arka iç kapak tam sayfa: 1.000 TL
3- Arka iç kapak yarım sayfa: 500 TL
4- Radyomuzda, sesli ve radyomuzun web sayfasında reklâmlar:
a–12 ay süre ile 1.000 TL
b–6 ay süre ile 500 TL
c- 3 ay süre ile 250 TL
5- İnternet Edebiyat sayfamızda:
a- 12 aylık süre için ana sayfa ve sponsorluklarda: 1.500 TLı
b- 6 aylık süre için ana sayfa ve sponsorluklarda: 1.000 TL
3 aylık süre için süre için ana sayfa ve sponsorluklarda 500 TL

Not: web sayfamızdaki reklâmlar aynı zamanda radyomuzda da yayınlanacaktır.

Kafiye Dergisi
www.kafiye.net


Tarih 31 Tem 2011 Kategori: Onur BİLGE

EŞ ŞEHİD

EŞ ŞEHİD

Beyaz giymeyi sevdiğim halde bazen başka renkler de çekiyor beni. Açık mavi, açık yeşil gibi… Bazen kahverengi, yeşil ve açık sarıyı bir araya getirmeyi tercih ediyorum. Doğada örnekleri olan renk uyumları… Kahverengi gövdeli yeşil ağaçlarda sarı, beyaz, kırmızı, pembe çiçekler… Masmavi denizde bembeyaz köpükler… Gökyüzünü süsleyen muhtelif renklerde bulutlar… Krem, bej, füme… Gri, her rengi dengeliyor.

İlhan, dün yeşil bir takım elbise giymişti. Bugün de aynısını giyer, muhtemelen. Ben de yeşil döpiyes giydim. İçine çok açık sarı bir buluz… Saçlarımı topladım. Ayakkabım ve çantam kahverengi… Şık olduğumu hissediyorum.

Annem uğurluyor. Başımı kaldırsam, onu göreceğim. İlhan mutlaka pencereden bakıyor. Biliyorum. Yani hissediyorum. Bakmak istemiyorum. Görememekten korkuyorum. Perdenin arkasında olmasından… Onu görmek istediğimi anlamasından… Bakışlarıma müsaade etmiyorum. Her ne kadar söz dinlemeyecek gibi kıpır kıpır olsa da gözbebeklerim, göz kapaklarımda her zamanki gurur… Kirpiklerimde hüzün… Ayaklarımda bir telaş… Anlaşılmaz bir acelecilik, nedense… Sanki adımlarım: “Seni seviyorum!” yazacak, kaldırıma… Sanki topuk seslerim: “Seni çok seviyorum!..” diye haykıracak. Ayaklarım birbirime dolaşıyor. Biliyorum, o bir yerlerden bana bakıyor. Hem de dikkatle… Hem de her tavrımdan anlamlar çıkararak…

Başımı kaldırıp baksam da göremem. O görünmez ki! Görür ama… Aramızda hep o olmaz olası perde… Sanki bir milim bile oynamayan, hep aynı açıklıkta, yıkanmak için bile çıkarılmayan, değişmez kıvrımlarıyla onu saklayan, onu bana yasaklayan… Ah o perde… Beyaz patiska, belki ağartılmış kaput bezi… Beyaz engel, paravan, sütre… Nefret ettirecek beni beyazdan…

Birazdan göremez olacak, ne kadar baksa da… Görüş mesafesinden çıkacağım. Sanki arkamda olacak bakışları. Beni izleyip duracak. Ensemde hissedeceğim, nefesini. Sesini ha duydum ha duyacağım… Mesafe artsa da onunla olacağım. Onunla olmakta hoşluk bulacağım. Mutlaka o da benimle…

Evle Virane arası beş altı dakikalık bir mesafe… Hızlı yürünürse, belki üç dört dakika… O kadar yakın! Bir solukta bitiveren… Yokuş aşağı zaten… Meşhur Beşikçiler Yokuşu… Bazen merdivenlerden iniliverilen…

Viranenin sokağında bir kalabalık! Görülmemiş bir kargaşa! Arkadaşlar da dışarıda… Herkes birden konuşmakta… Kimisi yüksek sesle, kimisi fısıltıyla… Merak edilmeyecek gibi değil! Evin birinden ağlama sesleri ve canhıraş feryatlar yükselmekte… Kimisi: “Babacığım…” diye, kimisi: “Muzaffer…” kimisi de: “Oğlum, evladım!..” diye haykırmakta… İlerledikçe kulağıma gelen seslerden bazıları şunlar:

“Savcılık geldi!”

“Şimdi götürdüler.”

“Hayatında başka bir kadın varmış.”

“Ekonomik sıkıntılar içindeydi.”

“Aile geçimsizliği…”

“Belki intihar süsü verildi.”

“Yok canım! Kendisini asmış. Besbelli! Hem düşmanı falan yoktu ki!”

“Alacaklılar vardı.”

“Sakin, sessiz bir adamdı! Allah taksiratını affetsin!”

“Yazık oldu! Neden yaptı acaba?”

“Bunalıma girmiştir.”

Ben de merak ettim. Dedeye sordum. Muzaffer Bey, sabaha karşı kendisini sokaktaki ağaca asmış. Sabah fark edilmiş. Karakola bildirilmiş. Kabaca bir soruşturma yapılmış. Adli tıbba götürülmüş. Kimse işin aslından haberdar değilmiş.

Bir süre sonra kalabalık dağıldı. Biz de içeriye girdik. Define’nin tanımadığı yok. Onunla da tanışmış, konuşmuş. Kimseye bir şey dememiş ama aylar önce Virane’ye gelmiş, içinden çıkamadığı bazı sorunları olduğunu söylemiş. Laf arasında, intihar etmek istediğinden de söz etmiş. Sorunlarının detayına inmemiş. Birkaçına değinmiş ama intihara meyilli olduğu belliymiş. O nedenle dede ona:

“Yarının garantili mi? Değil… İntihar etmek, canını şeytana teslim etmek… Sınavdan kaçma! Sabret! İntiharı aklına bile getirme! Asla!.. Bu, Allah’a itiraz, isyan olur. “Verdiğin derdi çekemiyorum! Atarsan at cehenneme! Benden bu kadar!..” demektir, intihar etmek. Bir daha duymayayım! Sakın ha!..” demiş.

“Aile içinde rahat değilim. Evliliğimizin ilk gününden beri başımızı bekleyenler var. En çok kaynanam… Git, evinde yat be kadın! Hayır, başımızı bekleyecek! Nereye gitsek, bizimle… Borç harç bir taraftan… Birine kefil oldum. Mahvoldum! Çalış çalış ver! Ver ver bitmedi! Şeytan diyor ki al başını git, izini bile bulamasınlar! Nereye gideyim? Oğlum, kızım… Anam babam… Kaç kere intihar etmeyi planladım! Yapamadım! Oğlum kızım geldi gözlerimin önüme… Anam babam…”

“Nedir hayattan beklediklerin? Nelere ulaşamadın? Neden bu itiraz, bu isyan?”

“Bir köy çocuğum ben. Okudum, çalıştım çabaladım, kendi işimi kurdum. Her şey yolundaydı… Kayınbirader batırdı beni! Kaynanam ısrar etti. Kefil oldum. Rezil oldum! Arttıkça arttı borç! Altından kalkamadım! Gündüz başka, gece başka işte çalışıyorum. İnsanlıktan çıktım! Daha yaşım kırk bile değil. Şu halime bak! Ne aile hayatı kaldı, ne yaşama hakkı… Uyku tünek yok! Çalış ha çalış… Dazıra dazır!.. Eve ölüm geliyor! Bıktım usandım! Dayanacak gücüm kalmadı!..”

“Yalnız kefalet mi?”

“Hayır. Ortaklık da var. Bizimkilerin ısrarıyla işi büyütmeye kalktık… Küçük bir işletmem vardı. Helal bir kazancım… İyi kötü yetiyordu. Ne uzuyor ne kısalıyordum. Kandım… Aldandım… Şan şöhret, para…”

“Nedir şan, şöhret, para? Her şey sana yetecek kadar olsun, kâfi. Ailenin cumhurbaşkanı ol, yeter! Nedir, yıllardır koş koş… Ne oldu, bir bak! Ne kadar yol aldın?”

“Ne yol alması? Geri geri gittim! Şimdi, uçurumun kenarındayım. Acaba, diyorum. Bu evliliği yapmamış olsaydım, sevdiğim kızı alsaydım… Ya da… Ya da boşansam… Anasından da kızından da kurtulsam!..”

“Kimse eşin kadar bile olamaz. Yeni ayakkabı güzel görünür ama ayağı yara eder. Eski ayakkabıların rahattır, alışmışsın ona, o da sana… Eşin yani. Teşbihte hata olmaz.”

“Para getirirken iyiydi. Şimdi o da yüzüme bakmaz oldu! Ne desem suç! Ağzımla kuş tutsam, yaranamıyorum!”

“O sana kötü davrandıkça, inadına iyi davran, ezilsin. Bir zaman gelecek, o da sana iyi davranmaya başlayacak. Evinden uzak kalma… Aslan ininden çıkar çıkmaz, çakallar sokulur. Allah korusun! Bana söz ver! Evini terk etmeyeceksin! İntiharı falan aklından bile geçirmeyeceksin! Tamam mı? Söz ver!..”

”Peki! Tamam! İntihar etmeyi düşünmeyeceğim. Telkinin için sağ ol! Zaten ben intiharın ne kadar büyük bir günah olduğunu biliyorum. Kaç kere niyetlendim, yapamadım. Tabanca ile bütünleştiğim zamanlar bile vicdanım gerçekten razı değildi, Allah’ın huzuruna yüzü kara çıkmaya. Sana anlattığım, üçüncü teşebbüsümdü. Daha önce de, yani on iki yıl önce, annem ve kız kardeşimle aynı evi paylaşırken üçünün arasında kalmıştım. Onlara kayınvalidem, dul baldızım bir de ablam eklenince, hiç birinin hakkından gelemedim! Kendimi asacağım ipi, evden çıkarken kapının arkasından almayı unutmuşum. Asacağım ağacın altına vardım, ip yok! Ağlamaya başladım. Sabah ezanı vakti gelmiş. Hıçkırıklar içinde ağlarken, az ilerideki caminden gelen ezan sesi ile kendimi toparladım. Kalktım, Allah’ıma şükrettim. Camiye gittim, sabah namazını kıldım, eve geldim, hiçbir şey olmamış gibi yattım. Diğer teşebbüsümde, veterinerlerin köpek itlafında kullandığı zehri düşündüm. Onunla insan hiç acı çekmez, on beş veya yirmi saniyede işi biter. Bütün sinir sistemini ve kalp kaslarını bloke eder. Yapamadım. Çok şükür! Senden önce Allah’a söz veriyorum, intiharı hiç düşünmeyeceğim!”

“Allah’ın varlığını, olanca gücünle hissetmeye devam et ve sadece O’ndan yardım iste! Sabır dile ve sabretmeye gayret et! Kendini ibadetle ayakta tut, imanınla güçlendir! Her şey düzelecektir. İnan buna! İnsanlar için iki yol vardır. Birisi ibadet, diğeri çile yolu… İbadet yolunu tercih etmeyen, çile yoluna razı olmalı! Çünkü Allah onun için hayır murat ettiyse, o bunu bir şekilde hak etmeli! Bazı musibetler, şefkat tokatları da olabilir. Allah’ın kendisine istedikleri, başka şeylere tamah ederek O’ndan uzaklaşırlarsa, böyle şeylere hazırlıklı olmalılar.”

”İbadet yolunu tavsiye ediyorsun. İbadetlerim, şu anda yarım yamalak gidiyor ama çok özlediğim halde eski günlerime geri dönemiyorum. Rabbim yardım ederse, tez zamanda eski halime döneceğim, İnşallah!”

“Önce harama bakma! Haram lokma yeme! Ondan sonra o yardımı bekle! Sana mutlaka ulaşacaktır!”

“Harama bakmamamı tavsiye ediyorsun. Çok doğru! Zaten mesele orada! Ben, haramın içinde sayılırım. Bu içinde bulunduğum çemberi kırmam gerekiyor ve kıracak güç yine ibadetle teslimiyetten geçiyor. Sohbet, zikir ve hatme çevreme dönmem lazım. Borçların bitmesi için de benim bu iş yerine bir kaç sene daha devam etmem şart! Allah ömür verirse…”

“Ne tür bir iş yapmaktasın?”

“Yaptığım işi merak ediyorsun. Üç katlı bir bina… Restoran… Yani içkili bir mekân… Ayrıca kafeterya… Kurduğumuz şirket bünyesinde faaliyet gösteriyoruz. Nereden nereye… Ne kadar acı! Açıklamakta bile zorluk çekiyorum.”

“Allah affetsin! Ben kimim ki? Sıradan garip bir kul… Aileni ihmal etme!”

”Aslan ininden çıkar, içeriye çakallar dolar. Çok doğru… Allah senden razı olsun! Önemsemediğimiz, güven şemsiyesi altına gizlenmiş, küçük gibi görünen önemli bir ayrıntı… Hiç böyle düşünmemiştim. Hemen, tezi yok, yarın eve erken gideceğim. Geç vakitlere kadar iş yerinde pineklemeyeceğim.”

“Bir mümin, şartlar ne olursa olsun, namazından taviz vermez! Bu sohbetin sana veya bana bir faydası olmalı!”

“Allahın indirdiği ve Resulullah’ın getirdiği dışında hiç bir mutlak hakikat tanımıyorum. Bunun dışındakiler konuşulur, tartışılır, İslam terazisine konularak tartılır. Kutsal bildiğim semboldeki hilal, İslamiyet’i temsil eder, gül ise Peygamber Efendimiz’i… Kaç arkadaşım o uğurda can verdi! Onlar için dualarını eksik etme, lütfen!”

“Dualarımız müşterek…”

“Necmettin Amca! Gerçekten bana manen moral kaynağı oldun. Sen gerçekten bir pınarsın.”

“Sen de öyle olacaksın! Bulunduğun yerde, iyilikten ve güzellikten bahsedecek, daima gerçeğin müdafaasını yapacaksın!”

“Senin taleben olma cesaretini bile kendimde bulamıyorum. Senin gibi olamam! Onun için çok emek gerek! O emeği verecek zaman da tahammül de yok bende.”

“Güneş, ay ve dünya… Birbirlerinden ayrı ve farklı olsalar da birlikte hareket eder, aynı Zata itaat edip, aynı yere hizmet verirler. Müminler de öyledir. Sen, ben, bir başkası… Farklı yerlerde, doğru veya yanlış işlerle meşgul olsak da…”

”Ay, güneş, dünya… Seyyareler ve sabit varlıklar, aynı merhamet ve şefkatten beslenir, feyiz alırlar. Ayrı ayrı görünürler. Aslında birbirinin içindedirler. Bu hissedişimi, bu şekilde görünen ve insanların algılamadaki bakış açılarına bakarak ifade etmeye çalıştım.”

“Biz müminler… Sen, ben veya bir başkası… Şu anda iyi veya kötü işlerle meşgul oluyor olsak da aynı kaynaktan beslendiğimiz sürece aynı yerde birleşiriz. Biraz sabır, biraz zaman… “İnsanlar hüsrandadır. Sadece iman edenler, iyi ameller yapan, birbirlerine hayrı ve sabrı tavsiye edenler müstesna…”

“Bu bir ayet… Öyle değil mi?”

“Evet. Asr Suresi’nden…”

Allah razı olsun! Biraz açıldım. Allah’a emanet ol, amca!”

“Allah zorluklarını kolay etsin!

”Şunu iyi biliyorum, kıymetli vaktini alıp seni meşgul ettim. Hakkını helal et! Benim için de dua et, ne olur!”

Dede bunları, dura dura, düşüne düşüne, zaman zaman uzaklara dalarak anlattı ve ölüm nedenin ne olabileceği hakkındaki soruma:

“Bilmem ki kızım! Allah bilir. Biz bilsek bilsek, gördüğümüzü ve duyduğumuzu biliriz. Allah Şehid’dir. Kullarının her yaptığını görür. Sadece yaptığını ettiğini değil, her düşündüğünü, niyetini, yani içini dışını… Sadece O bilir.”

“Otopsi, tahkikat falan…”

“Hepsi palavra… Onlar tahminden ileriye gidemez!”

“Şimdi bu imanlı adam, canını şeytana mı teslim etti? Cehennemliklerden mi oldu? İntihar, çok büyük bir günah!”

“Bilemeyiz. Kimse bilemez! O anki ruh hali nasıldı, kim bilir? Aklı başında mıydı, değil miydi? Biliyorsun, sadece akıl sahipleri mesuldür.”

“Acaba gerçekten intihar mı etti? Yoksa…”

“Onu da Allah bilir. Olay anında tek şahit Allah imiş… Kimse bir şey görmemiş, duymamış.”

“Sana intihar planlarından falan bahsetmiş ya! Kaç kere niyet ettiğini de söylemiş.”

“Söyledi ama intihar etmeyeceğine dair söz de verdi. Bence ikna oldu.”

“Sonra?”

“Sonra ne olduysa oldu, işte! Bir can gitti. Bir baba, bir koca… Bir yuva yıkıldı. Kendisi de geride bıraktıkları da mahvoldu!”

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 31 Tem 2011 Kategori: Necla ARGÜZ

YÜREĞİnE MİSaFİRİM BU GECE

YÜREĞİnE MİSaFİRİM BU GECE

Sen şimdi benim özlediğim havayı soluyorsun..
Kuvvetli bir rüzgar vardır bu akşam saatlerinde..
Farkındamısın o kapalı kapılar ardında..
Bense, yeni mısralarında dolaşıyorum yıldızların hüküm sürdüğü gecenin

Titreyen parmaklarımla resmine bakarak yazdığım bu şiir senin..
Kaybolan satırlarda kendini bulacaksın..
Bu gece durmadan seni anlatıyorum, sakıncasız..
Sevgiler yağdırıyorum gözlerine, esintisinde bir akşam rüzgarının..
Nerden bileceksin..

Yüreğine misafirim bu gece, sakla beni
Bir hikayemiz olsun bu dünyada..
İkimizin bildiği, köşe bucak kaçtığımız..
Bir kırmızı şarap aç hadi, ev yapımı olsun..
Koyu bir sohbete dalalım,şiirlerden besteler yapalım..
Ellerimi al ellerine, öylece gözlerinde kalayım..
Denizin iyot kokusu döndürsün başımızı..

Kaybolan tüm sözcükleri bulurken dudaklarımızda..
Bir şarkı çal benim için,(bir anda olsun) ..? ..

Kaçırma gözlerini sağa sola..
Bir milyon kere çoğalttığımız hüzünlerimizi..
Bırakalım dalgalar alsın gitsin uzaklara..
Bir çiy damlası gibi yüreklerimizle sabahlara dek..
Uzun uzun okşayalım saçlarını gecenin..
Ruhlarımızdaki suretleri dindirelim durmaksızın..
Kaybedelim ne varsa,bizi kederlere salan ne varsa unutalım

Resmine bakarak,mum ışığında yazdığım bu şiir senin..
Şimdi isyan ezberlerindeyim,kanayan kimsesizliğimin..
Kaybetme satırlarımı,başka gözlerle yüzleşme..!
Gülümse,
Sadece suskunluğun yankılansın,ben anlarım.

Sen yüreği aşk için çarpan adam..
Yüreğine misafirim bu gece…

Necla Argüz
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Nur UYGUN

Dinle…!

Dinle…!

Dinle;
Duyuyormusun?
İkimizin şarkısı çalıyor;
Bak..
Gökyüzünde nazlı nazlı süzülen bulutlara bak;
Dans ediyorum seninle, bulutlar üzerinde.
Sevgi pınarım çağlıyor;
Yüreğim enginlere sığmıyor,
Çünkü sen varsın kollarımda,
Mutluluktan uçuyorum sen olunca yanımda.
Birden bir şimşek gibi yokluğun çakıyor beynimde,
Baktım ki;
Kollarım boşluğu sarıyor, sen yoksun olman gereken yerde..
Her aklıma gelişinde,yüreğim sanki kızgın demirle dağlanıyor;
Sen yanımda olmasanda, bu yürek her geçen gün sana bağlanıyor..
Gözyaşlarım sel oldu çağlıyor;
Yaralı yüreğim gidişine kan ağlıyor.

02-12-2009
Nur UYGUN
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Nur UYGUN

Yâr Demem Senden Gayrıya…!

Yâr Demem Senden Gayrıya…!

Aşkından firar ederken;
Gözlerine mevzilenmişim..
Ayaklarıma prangalar vurulmuş,gidemiyorum;
Yüreğim yüreğine öyle bağlanmış ki,başkasını sevemiyorum.

Bu gönül ne mey ister ne meyhane,
Aşkından oldum deli divane;
Böylesi aşk görülmemiş şahane.
Kim ne derse desin,boş ver sevdiğim hepsi bahane..

Gülen gözlerin aydınlatır sabahımı,
Bizi ayırmak isteyenler alır ahımı;
İste ver de vereyim canımı,
Koyma sensiz sol yanımı..

Aldım elime sazımı,dokundum teline,
Kulak verdim tınılarına..
Vazgeçmem yar’dan,
Gitmem bu diyardan,
Çıksada bu tenden bu can;
Vazgeçmem diyordu yar’dan..

Koydum alnımı secdeye,
Aktı gözyaşlarım seccadeye;
Ayrılık acısı düştü yüreğime,
Dua ettim Tanrı’ya..

Yâr demem senden gayrıya,
Sultan ettim seni gönül sarayıma;
Çekinmeden gir,vurmadan kapıya.

22-08-2009
Nur UYGUN
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Nur UYGUN

Yâr…!

Yâr…!

Yâr…!
Diye başlarım söze;
O söz Öylesine işlemiş ki öze,
Hayali gelir hemen göze
Dönüverir gecem gündüze…

Yâr…!
O hoş edan işledi benliğime;
Her gece dalıyorum senli hayalime
Seninle sevgi katıyorum sevgime
Sensizliğimde yaşıyorum hayalinle…

Yâr…!
Seni öyle çok sevmişim ki;
Sensizliği asla düşünemem ki,
Benim için sensiz an öyle ziyan ki
Dua ediyorum kavuşuruz belki…

Yâr…!
Bu nasıl sevda anlayamadım;
Gözlerine bakmalara doyamadım
Seni yad ellere koyamadım
Aç kapıyı sevdiğim ben geldim
Hasretine daha fazla dayanamadım…

20-01-2009
Sessiz ÇığlıK/Nur UYGUN
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Şule AKAR

KİMBİLİR

KİMBİLİR

Meğer çalışmak, delicesine çalışmak ve aşırı yorulup yorgun düşmek gerekiyormuş… Yalnızlığımı unutmak için…Düşünecek vakti bulamamak, bulduğumda da ödeme planı ve hesapları hayal etmek gerekiyormuş…Hayallerimi yitirdiğimi farketmemek için…

Odamdayım yine. Sabah gidecek bir işim var ya, yarın giyeceğim kıyafeti düşünüyorum. Birazdan duş alır yatarım yine. Zaten öylesine yorgunum ki…Başımı yastığa koyar koymaz gözlerim kapanacak..Rüya bile görmeyeceğim, görsem de hatırlamayacağım..Peki sabaha yine yalnızmı uyanacağım???
Ne kadar nankör şu insanoğlu. daha düne kadar bir işim yok diye hayıflanırken şimdi.!!.. Yok.. Çok şükür halime. Dert etmiyorum asla, edemem zaten.Zor günlerdi onlar ve atlattım çok şükür.. Ama bir eksik kapanınca bariz olan diğer eksik isyan ediyor yine de..
telaş, koşturma, yorgunluk ve çabucak geçen zaman bile unutturamıyor işte..Hep bir yanım boş, hep bir yanım eksik…

Biraz evvel bir dostumdan gelen bir yazıyı okudum.artık mutlu olmak istiyorum diyordu..Okuduğumda kendimle yüzleştim yine. Hayattan keyif almayı öğrenmiştim zor olsada ve yıllar sonra. Çünkü mutlu olmam için o kadar çok şey gerekiyordu ki. Biliyordum hepsini bir arada bulmam çok zordu artık.Ama bu hayattan keyif almaya asla engel değildi…Peki ya şimdi? Artık mutlu olmayı istememin zamanı geldimi?

Zaman su gibi akıyor. Ve her geçen gün biraz daha yaşlanıyorum ama ya yürek?.. Yürek onca acılara, onca sorunlara, kırgınlıklara yılgınlıklara rağmen yaşlanmıyor. Kendini yeniliyor adeta, zamana karşı. Ve hergün demleniyor, tazeleniyor, içindeki boşluğu haykırıyor bana…Ah be gönlüm, artık kolay değilki..Lise çağlarını çoktan geçtik. Mantık bulmadan, aklım yatmadan koyamıyorum gönlüme kimseleri..Bağışla beni..Seni yalnızlığa mahkum etmek değil bu inan..Sadece sana yakışan sevdayı bulamadım..Üstelik aramadımda..Aşk bu..Arandımı bulunmaz ki üstelik tadı da olmaz duygusuda…

Bak gördünmü..Gözlerin kapanıyor yine..Sabah gidecek bir işin var yine. 6 da kalkacaksın..Hadi uyu..Yüreğim sende uyu..Umudun, sevincin, huzurun seninle…Ve hep seninle olacak
Sabah uyanacaksın yine neşe ile..Yüzünden eksik etmediğin tebessümün de çoşkun olacak..belki yarın senin günün olacak..KİM BİLİR?

Şule AKAR
17.08.2006
SAAT : 22.00
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Şule AKAR

YENİDEN MUTLU OLMAK

YENİDEN MUTLU OLMAK

Ne çabuk unutuluyor çekilen sıkıntılar. İnsan yaşamında istediği isteklerden birini bulunca uçup gidiyor bir anda tüm hüzün, tüm keder. Sanki o üzülen insan gidiyor yerine bambaşka biri geliyor. Ne mutlu bu duyguyu yeniden yaşamak. Ne mutlu yeniden hayata sarılmak. Yeniden dimdik ayakta olmak ve ne mutlu yeniden çalışmak.

Evet. Yine bir işim var artık.Çok şükür. Bu günleri çok uzun zamandır bekliyordum.O sıkıntılı zamanlarda günler bir asır gibi geçerken şimdi su gibi akıp gidiyor. Nerdeyse 1 ay oldu bile çalışalı. Ve ben bu satırları yazabilmek için işimin arasında vakit yaratmaktan müthiş bir keyif alıyorum.

İşe başladığım tarihlerde en yakın arkadaşlarımdan biri ile moda sahilinde keyifli bir sabah kahvaltısı yaptık. Denizin kokusunu içimize çekerek, kuşların kanat sesleri, çocukların şen sesleri arasında simit peynir çay üçlüsü ile buluştuk. Meğer ne büyük keyifmiş bu, unutmuşum. Sonra dostumla uzun bir yürüyüş yaptık. Yürüyüşün arasına keyifli bir sohbet katarak. Önünden geçtiğimiz hoş bir çatı katı dikkatimizi çekti. Daha doğrusu arkadaşımın gözü hep ordaymış. Birgün böyle bir evim olsun istiyorum Allahın izniyle dedi. İnsan istedimi Allah mutlaka nasip ediyor insana, umudunu yitirme dedim. Ve ona marmariste oturduğum cumbalı villadan bahsettim. Dostum neden bunu yazmıyorsun dedi. O tarihten bu yana kalemi elime alamadım yorgunluktan. Bu yorgunluğun iş yorgunluğu olması da ayrıca keyfim oldu. Bu keyfin tadını çıkara çıkara zamanı geçirdim.

Ben hiçbir zaman büyük hayaller kurmadım. Şöyle bir evim olsun, yatım olsun, katım olsun düşünceleri hiç beynimde oluşmadı. Ama yüreğimde eski zamanların özlemi vardı hep. Belki de bu yüzden eski arabalar,eski binalar hep dikkatimi çekerdi. Ve gözümü alamazdım her gördüğümde. Yıllar önce babamın 9 tane taksisi vardı. Çocuktum. Hayal meyal hatırlıyorum. Birinin üzerinde çekilmiş bir resmim olmasa unutacağım bile nerdeyse. Chevrole, playmount, impala..Hatta babama hala söylerim. “Tamam hepsi gitmiş, canın sagolsun. Ama keşke biri olsaydı elimizde. Antika değeri var o arabaların “ diye sık sık hayıflanırım.Daha o yaşlarda hafızama yerleşti demekki eskiye merak.Bir yere giderken bile gözlerim hep evlerdedir. Hele eski bir bina gördüğümde gözüm perdelerini arar, dantel perdeler görmek isterim o pencerelerde.

Allah banada nasip etti, geçici de olsa, böyle bir evde yaşamayı. Marmariste yaşadığım 1.yılın sonunda ev ararken çıktı karşıma. 2 katlı hoş bir binaydı.Tuttuğum zaman ilk işim tığı elime alıp camlarına dantel perdeler yapmak oldu. En güzel tarafı ise cumbalı yatak odasıydı. O cumbanın içinde ikili bir kanepe yerleştirmişlerdi. En büyük keyfim o kanepeye oturup önüme sehpayı çekmek ve kahve keyfi yapmaktı. Giriş katı kocaman bir bahçeye açılıyordu. Bahçeden limon ve portakal ağaçlarından mis kokular yayılırdı. Salonumun büyük camlı kapısını açtığımda ise karşımda geniş bir teras, her iki yanında ise yasemin çiçekleri vardı. Terası serinlesin diye yıkadığımda yasemin kokuları buram buram kokardı, gözlerimi kapatır bu güzelliği sindirirdim, akardı içime ılık ılık.

Hayatımın en güzel günleriydi o evde geçirdiğim zamanlar. Onca sıcağa rağmen dip köşe temizlemekten keyif alırdım.Ve bu evin tadı asla yalnız çıkmaz diye dostlarımı çağırırdım. Tatil yapmak için otel aramayın bana gelin derdim. Onlarla terasta yenilen yemeğin keyfi, içilen çayın lezzeti, ve sohbetin tadı hala damağımda, yüreğimde, gözlerimin önünde..

İşte insan hayatını yeniden düzene koyunca güzel anıları hatırlamaktan mutlu oluyor işte. Bu kadar sohbet yeter dostlarım. Ne mutlu ki beni bekleyen bir işim var artık.Mola bitti. Bana ve size iyi çalışmalar dilerim. Sağlıcakla kalın, mutlu kalın

Şule Akar
27.07.2006
Saat: 15,45
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Şule AKAR

MASALLARIMI ÖZLEDİM

MASALLARIMI ÖZLEDİM

Ben masallarımı özledim.Artık kimse masal anlatmıyor bana..Çocukluk anılarımda yaşıyor ve gün geçtikçe unutuyorum..İşte buna çok üzülüyorum.

Birer yıl ara ile kaybettim babanemi ve dedemi.100 yaşını devirmişti her ikiside..Onlar için en acı olan ölene kadar birkaç ay yatalak ve bakıma muhtaç olmaları idi..En çok dedeme ağır geldi bu durum..Evlatları, torunları olarak görevimizdi onlara bakmak.Elimizden geleni de yaptık.Ama dedemle ilgilenirken gözlerindeki yaşları görmek canımızı çok acıtıyordu..Ağır geliyordu ona, bakıma muhtaç olmak.Allaha ilk defa o zaman şöyle dua ettim. “Allahım beni ve ailemi elden ayaktan düşürme, çok yaşatma, sağlıklı yaşat yeter” Ve o tarihten sonra hiç kimseye hapşırdığında çok yaşa demedim. Hep iyi yaşa dedim. Ve kimseninde bana çok yaşa demesine izin vermedim..Çok yaşamanın zorluğunu babanemle dedemde gördüm çünkü.

Çocukluğum onlardan dinlediğim masallarla geçti..En büyük keyfimizdi ablamla yere onların dizleri dibine oturup anlattıklarını dinlemek. Bir varmış bir yokmuş diye başlardı hep masalları..Bazen öyle masallar anlatırlardı ki korkardım. Ama korka korka yinede keyifle dinlerdim.. Ben o masallarımı özlüyorum şimdi..Artık kimse masal anlatmıyor bana…

Bayramlarda babanemle dedemi ziyaret etmeyi çok severdim. Babanem bir mendilin ucuna o zamanın parası ile eski 2,5 lira bağlardı. O düğümü açar mendili katlayıp cebime koyardım. Sonra doğru evlerinin yakınındaki bakkala. 2,5 lira ile bir gazoz alırdım, yanına lolipop şekeri ve birde zambo sakızı..Paranın bereketi mi vardı, yoksa herşey çokmu ucuzdu bilmiyorum..Param artardı, biriktirirdim bende harçlıklarımı.Banka kumbarasında..

Feriköyün arka sokaklarından birindeydi evleri.Giriş katı. Birkaç basamak iner öyle girerdik içerdi.Girmeden önce kapının yanındaki telli camdan içeri bakar onların sevinmelerini görüp neşelenirdik.Saç sobaları vardı babanemlerin, sobanın içinde köz olan kömürleri mangala alırdı. Mangalı ortaya çeker, babama o mangalda kahve pişirirdi bakır cezvede. Biz geleceğiz diye önceden kızarttığı hamurları çıkarırdı. O hamurları keyifle yerken masallar dinlerdik yine onun ağzından..

Ben o masallarımı özlüyorum şimdi..Artık kimse masal anlatmıyor bana…

Belki herşey değişiyor masallar gibi. Teknoloji, yenilikler, kitaplar..Hepsi çok güzel ama, ben yinede o eski masalları özlüyorum.Ve ölene kadar da özlemeye devam edeceğim.

Şule Akar
26.06.2006 Saat: 23.00
www.kafiye.net


Tarih 27 Tem 2011 Kategori: Şule AKAR

KARDELENİN SOFRASI

KARDELENİN SOFRASI

Bir çilingir sofrası kurdum kendime bu akşam. En büyük dostumu aldım karşıma. Benimle yaşamaya öylesine alışmıştı ki, kadeh arkadaşı olarak zaten başkasını düşünemezdim.

– Bana içki koyma dedi. Bir bardak su ver yeter. Benim adım yalnızlık. Ben zaten senin sarhoşluğunum.
– Bu sofra mezesiz olmaz dedi. Herşeyden önce gözümüz doymalı. Getir ne varsa donat işte..Bu gece uzun olacak…

Rengarenk düşlerimi koydum önce pembe bir tabağa. Sonra umutlarımı getirdim kocaman bir kasede. Çocukluğumu paylaştırdım çerez tabaklarına, sofranın dört bir yanına koydum. Bir şey eksikti…Ama bulamıyordum.. Yalnızlığım baktı gözlerime
– Geçmişini unuttun ! Geçmişini unutanın geleceği olmaz. Hadi git getir onu dedi.

Ana yemek olarak koca bir tencere ile koydum sofranın baş köşesine.Başarılarımı tecrübelerimle harmanlayıp koydum yanına. Mis kokulu bembeyaz kardelenleri getirdim. Geleceği zaten tatlı yerine bekletmiştim. Doymadı gözüm, sevinçlerini aldım dolaptan, kederlerimi en alt rafa koyup kapattım. Yüreğimi unuttum sandı yalnızlığım..Gül suyu dolu bir çanağa gül yaprakları arasına koydum sevdalarımı tek tek yaktım. Kadehime kan kırmızı şarabımı aşk ile doldurdum. Korkma dedim yüreğime, ben zaten yalnızlığımla aşk sarhoşuyum.

Huzuru koydum teyibe, tütsüler yaktım

“Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım
Bir haykırsam belki duyulur sesim
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım ”

Soframa şöyle bir göz attım. Çok zengindi..Saatler ilerledikçe, tükettikçe bitmedi. Gece uzun, yıldızlar parlak..Rüzgar süzüldü pencereden, sevdalarım söndü. Kattım geçmişime karıştırdım..

Kadehimdeki aşk yalnızlığımla coştu. Dans ederken ruhum doydu. Gece aydınlığa, tebüssümüm kahkahaya boğuldu….

Güneş tüm sıcaklığı ile kardelenin üzerine doğdu…

Şule Akar
20.06.2006 Saat.20.45
www.kafiye.net