Kategoriler

Arşivler


Tarih 30 Ağu 2011 Kategori: Hatice HANTAL

İmam Abdestsiz…

İmam Abdestsiz…

Selim Bey, emekli olduktan sonra günde beş vakit namazını camide kılmaya özen gösteriyordu.
Namazdan sonra, açık havada cami avlusunda oturup kendi gibi emekli arkadaşlarıyla tatlı tatlı sohbet etmek çok hoşuna gidiyordu.
Birgün öğlen namazı vakti ezandan önce, abdest tazelemek için lavaboya yöneldi.
Abdesthanede caminin imamı Enver Hoca ile karşılaştı.
Enver Hoca, tuvaletten çıkıp, sadece ellerini yıkadıktan sonra hemen camiye girmişti…Ezan okuyordu.
Selim Bey, İmam efendi´nin arkasından bakakalmış, bu işe bir anlam veremiyordu.
Içinden: Hasbiyallah,İmam efendi tuvaletten çıktı abdest almadan camiye girdi,şimdi ezan okuyor ve bizde arkasında namaz kılacağız…Bu gördüğüm doğru mu Allah´ım?
Diye söylendi.
Kalbine giren bu şüphe ile abdestini alıp, cemaatle birlikte namaz için safa durdu.
Kendini namaza veremiyor, aykırı düşünceler zihnini sürekli meşgul ediyordu.
Abdestsiz bir İmam´ın arkasında namaz kıldığına inanamıyor,Enver Hoca´nın bu hareketine bir anlam veremiyordu.
Nihayet namaz bitmişti.Cemaat camiden ayrıldıktan sonra,o cami içinde kalıp bir köşede düşüncelere daldı.
Ne yapmalıydı bilmiyordu.
Namaz çıkışında,aynı mahallede oturan komşusu ve arkadaşı Nurullah Bey´in gözleri, cami avlusunda Selim Bey´i arıyordu…
Selim Bey´in dışarı çıkmadığını fark edip tekrar camiye girdi.
Arkadaşını bir köşede oturmuş, derin derin düşünürken buldu.Usulca yanına diz çöküp oturdu:
-Hayırdır Selim, ne oldu, rahatsız mısın?
Namazdan sonra dışarı çıkmadın da merak ettim.Neden burda oturup kaldın?
Selim Bey, kafasını Nurulllah Bey´e doğru çevirdi:
-Bugün birşey gördüm ama…
Sonra yutkundu, sözler adeta boğazında düğümlenmişti…Belkide kimseye birşey söylememesi gerekiyordu.
Nurullah Bey merakla sordu:
– Ee ne gördün söylesene! Hayır mı, şer mi? Konuşsana yahu!
Selim Bey gözlerini yere indirdi:
– Yok, birşey yok…Kafam biraz karışık, hadi eve gidelim.
Nurullah Bey,fazla üsteleyip arkadaşını yormak istemedi.
Iki arkadaş evlerine doğru suskunca yol aldılar.
………………..
Nurullah Bey, o gün ikindi namazı için evinden erken çıkmış sokağın başında Selim Bey´in gelmesini beklimişti.
İki arkadaş karşılaşıp selamlaştıktan sonra yine suskun bir sekilde camiye doğru yürüdüler.
Ezan okunana kadar caminin bahçesinde oturdular.Vaktin girmesine ezan okunmasına çok az bir zaman kalmıştı ki; Selim Bey´in gözleri Enver Hoca´ya takıldı kaldı.
Zira, Hoca efendi koşar adımlarla tuvalete doğru yürüyordu.
Selim Bey, bir hışımla yerinden kalkıp Hoca efendi´nin arkasından yürümeye başladı.
Nurullah Bey seslendi:
– Nereye gidiyorsun?
Selim Bey, gözlerini Hoca efendi´den ayırmadan cevap verdi:
– Abdeste gidiyorum.
Enver Hoca tuvalete girmişti, Selim Bey´de var olan abdestinin üzerine abdest alıyor,Hoca efendi´nin içerden çıkmasını bekliyordu.
Enver Hoca, tuvaletten çıkıp, sedece ellerini yıkayıp,Selim Bey´e de kafası ile selam verip yine koşar adımlarla camiye girmişti.
Selim Bey´in duyguları birden karma karışık olmuştu… şaşkınlık, hayret ve öfkeyi aynı anda yaşıyordu.
Yürümeye hali kalmamış gibi mecalsiz, isteksiz ve asık bir suratla camiye girip ikindi namazı için safa durdu.
Kalbindeki kuşku, zihnindeki İmam abdestsiz düşüncesi onu rahat bırakmıyor,namazını huşu icinde kılamıyordu.
Bu ne cür´et, nasıl olurdu da bir imam cemaate abdestsiz namaz kıldırırdı.
Cemaat camiden dağılırken, o yine düşünceler içinde oturup kalmış,zihnini meşgul eden sorulara cevap arıyordu.
Ne yapmalı,kime söylemeli bunun önüne nasıl geçmeliydi…Bilmiyordu.
Zira, bugün iki kere gözleri ile görmüştü işte! İmam efendi tuvaletten çıkıp camiye giriyordu.
Nurullah Bey, Selim Bey´in dışarı çıkmadığını görünce,tekrar içeri girdi.Yerde bağdaş kurmuş, düşüncelere dalmış oturan arkadaşının yanına sokuldu:
-Selim, senin halini hiç beğenmiyorum.Ben senin arkadaşınım,bana güvenebilirsin.
Ne olduğunu söyle, neyin var? Bütün gün böyle dalgın ve hüzün içinde gördüm seni… Ben sana yardım etmek, derdini paylaşmak istiyorum.
Selim Bey´in gözleri dolmuştu…Nerden başlayacağını, ne diyeceğini bilemiyordu.
Yanında oturmuş merak ve endişe ile bekleyen arkadaşına:
-Ben ne yapacağımı bilmiyorum diyebildi.
Nurullah Bey tekrar sordu:
-Ne oldu, neyi bilmiyorsun? Yoksa Allah korusun kötü bir hastalığa mı yakalandın?
Selim Bey kafasını salladı:
-Yok, öyle değil…Benimle ilgili değil…Bizim Hoca…
Yine susmuştu,söylemeye dili varmıyordu.
Nurullah Bey ısrar etti:
-Hangi Hoca? Bizim Enver Hoca mı? Turp gibi sağlam maaşallah.
Selim Bey, cesaretini toplayıp gördüklerini arkadaşına anlattı.
Nurullah Bey duyduklarıyla şoke olmustu:
– Vay vay vay… Dedi. Bizim Hocamız haa…Ben televizyonda böyle birşey duymuştum.
Bir yerde imam ölüyor,üzerini soyup yıkayacakları vakit boynunda haç işareti olan kolyesini görüyorlar sonra bakıyorlar ki, adam sünnetsiz! …Meğerse senelerdir imam sanıp arkasında durdukları adam papaz imiş.
Selim Bey arkadaşının gözlerine baktı:
-Bizim imam da evli değil! Buraya geldiği vakit bizlere; Benim eşim vefat etti, oralarda kalamadım… tayinimi buraya aldırdım. Demişti ya; yalan söylemiş olmasın?
Yoksa, buda mı öyle biri aman Allah´ım! Ne yapacağız, kime baş vuracağız?
Nurullah Bey arkadaşını sükunete davet etti:
-Hele bi dur,telaş etme! Ben bugün burada kalacağım…Akşam namazı için nasılsa abdesthaneye girecek değil mi? O zaman içerde onu yakalar, yakasına yapışır hesap sorarım…
……………..
Nurullah Bey, eline bir kitap alıp akşam ezanına kadar caminin bahçesinde oturdu…Enver Hoca,olup bitenden habersiz, bir kaç defa tuvalete gidip geldi, bir defasında abdest almış gibi her tarafından sular damlayarak lavabodan dışarı çıkmıştı.
Akşam ezanına yakın,caminin duvarına ekli kücük ve tek göz odasından çıkıp, tekrar tuvalete doğru yöneldi.
Nurullah Bey, Hoca efendi´yi göz hapsine almıştı, her hareketini izliyordu.
İmam efendi´nin peşinden o da abdesthaneye girdi. Hem abdest tazeliyor hemde imam efendi´nin tuvaletten çıkmasını bekliyordu.
Enver Hoca´nın tuvalete girmesiyle çıkması bir olmuştu.
Tam ellerini yıkayıp lavabodan ayrılacakken,Nurullah Bey seslendi:
– Hocam, abdest almadınız!
Enver Hoca gülümsedi:
– Benim abdestim var efendim,on dakka önce almıştım.
Nurullah Bey üsteledi:
– Hocam, nasıl abdestmiş bu hiç bozulmuyor? Demin tuvalete girdiniz?
Enver Hoca mahcup bir ifade ile kafasını öne doğru eğdi:
-Ben abdestsiz dolaşmam, adetim değil.Tuvalete ihtiyacım olduğu için girmedim.
Bir rahatsızlığım varda…O yüzden.
Bu açıklama Nurullah Bey´e hiç inandırıcı gelmemişti:
-Size inanmıyorum, hem başka arkadaşlarda bu hareketinize şahit oldular.
Tuvaletten çıkıp, abdest almadan camiye giriyor, birde namaz kıldırıyorsunuz.
Bu olacak iş mi? Neden?
Enver Hoca, gözlerini Nurullah Bey´in gözlerinin içine dikti:
-Ne diyorsunuz siz! iftiralardan ve hakkımda yaptığınız su-i zan´dan Rabbim´e sığınıyorum.
Utanarak kemerini açtı ve göbeğini gösterdi:
– Bakın! Göbeğimin altında bir yara, bir çıban meydana geldi.Sürekli kaşınıyor,acıyor bazende kanıyor.
Namaza yakın abdest alıyorum ama ezan okumadan evvel tekrar buraya gelip acaba kanamışmı diye kontrol ediyorum.
Tuvalete girip çıkmam bu yüzden.
Yaram kanamıyorsa abdest almaya lüzum görmüyorum.
Hemen ezanı okuyup namazı kıldırıyorum.
Hoca efendi, sözlerini bitirip akşam ezanını okumak için camiye doğru yöneldiğinde, Nurullah Bey´in kafası önüne eğilmişti.Mahcup olmuştu.
-Affedin Hocam, bilmiyorduk,geçmiş olsun!

Nurullah Bey,cami avlusunda kendisini bekleyen arkadaşı Selim Bey´e yaklaştı:
– Dua edelimde Allah bizi affetsin.
On senedir tanıdığımız hizmet ehli, gönül ehli bir insandan şüphelendik.
Hakkında su-i zan´a düştük.
Lanet olsun! Bu şeytan gerçektende çok kötü bir varlık.

Hatice HANTAL
www.kafiye.net


Tarih 30 Ağu 2011 Kategori: Hatice HANTAL

Bilmem Ne Edem

Bilmem Ne Edem

Bilemedim gençliğin kıymetini
Beyhude geçirdim günlerimi ben
Yaşımda kırk oldu uslanmaz hala
Bu nefsin elinden bilmem ne edem..

Ecel vardır derim dinlemez sözüm
Ölümdende korkmaz kara der gözüm
Onun için gülmez bu masum yüzüm
Bu nefsin elinden bilmem ne edem..

Verdikçe de ister doyuramam ben
Iyilik söylerim duyuramam ben
Yaban it´i gibi,havlıyor her dem
Bu nefsin elinden bilmem ne edem..

Nasıl baş ederim ben bilmedim
Hak´tan ıslah olmuş bir nefs diledim
Zikir kılıcıyla daim biledim
Bu nefsin elinden bilmem ne edem..

Yasak, günah, derim,saldırır bana
Aslan olur pençe kaldırır bana
Kendimi bileli düşmandır bana
Bu nefsin elinden bilmem ne edem..

Hatice HANTAL
www.kafiye.net


Tarih 30 Ağu 2011 Kategori: Hatice HANTAL

Darıldım

Darıldım

Bugün tüm dünyaya küstüm dargınım
Ruhen çöktüm beden hasta yorgunum
Paramparça kalbim gönlü kırgınım
Laleye sümbüle güle darıldım.

Sormayın dostlarım, depreşti derdim
Gönül güneşimi geceye verdim
Bahtımı kapkara kasvete sardım
Düştüğüm çaresiz hale darıldım.

Fasl-ı bahar artık uğramaz bana
Ayrılık ateşi kâr dır bu câna
Kavruldum kül oldum ben yana yana
Külümü savuran yele darıldım.

Gam kasavet gitmez fakir haneden
Hatır gönül bilmez insanlar neden?
Vafasız dostlardır beni kahreden
Kem sözlü dudağa dile darıldım.

Bayrama dek küstüm, daha konuşmam
Naçar kalsam dahi akıl danışmam
Bundan sonra kimselere yanaşmam
Kadir kıymet bilmez kula darıldım.

Hatice HANTAL
www.kafiye.net


Tarih 30 Ağu 2011 Kategori: Nuran ÜÇER

1..Şimdi Sıra Sende

1..Şimdi Sıra Sende

Hadi sorsana, ne yapıyorsun desene
Uğur diye verdiğin buse hala dudaklarımda
Hadi sorsana saklıyor musun yüreğimi yüreğinde desene
Bıçakla kanırtsan kalbimi yine sen çıkacaksın her hücresinde
Hadi sorsana neredesin diye
Eskilerden bir sevda bohçası açsan ortaya
Ucunda adımızın işli olduğu mendil çıksa
Ya da kumsalda yürüsen dolaştığımız yerlerde
Balıkçı ağlarından kırık duygular dökülecek beklide
Hadi sorsana, neredesin, neredeyim, ne yapıyorsun desene
O Eylül gününden sonra yarım kaldık seninle
Senden giden bir şeyler var gözlerimde
Yağmur sonrası kokuyorsun hala bende
Ne düşündüğünü bilmesem de yüreğin yüreğimde..
Bedenin bedenimde
Sen benimle
Sevgin içimde..
Kendini yalnız hissettiğinde
Dön de bir bak yüzüme
Şimdi sıra sende. !
Ben senin nerendeyim söylesene? ..

15/08/2011 21. 58
Nuran ÜÇER
www.kafiye.net


Tarih 30 Ağu 2011 Kategori: Nuran ÜÇER

1. Sarıl Bana

1. Sarıl Bana

Gecenin zifiri karanlığında sarılıyorum hatıralarıma
Hasretin ışıldıyor bedenimde
Gözyaşlarım imza atıyor yastıklarda
‘’ABRAZAME’’(sarıl bana) çalıyor radyoda
Yine sen varsın gözlerimin daldığı noktada
Hadi rüyalarıma gir,
Ellerimi tut, hiçbir şey düşünme
Dudaklarını hissettir bana
Sarılışlarında kaybolayım
İsyan etsin bedenlerimiz
Saçlarımda gezinirken parmakların
Kuyruklu yıldızlarla dans etsin aşkımız
Ilgıt ılgıt esen rüzgarın gelincikleri okşadığı gibi okşa beni
Fırtınalı denizde sarsılan gemi gibi
Savrulalım şaşkın martılar misali
Sonbahar serinliğini gezdirelim duygularımızda
Ya da kavrulalım en sıcak Ağustos günündeymişçesine
Kır şu şeytanın bacağını bir kere hatırla
İstersen sonra küfür et, lanet oku ama
Bir daha, son defa ol hayatımda
Gene, gene sinsice terket beni
Ne olur bir daha, bir daha sarıl hissettir kendini.
Yine de zindanında bırakma yüreğimi
Sözlerimiz tutuklu kalsın, satırlara kitleme özlemleri
Vuslatı yokuşa sürme
Vedalarla düşlere daldırma
Ayrılıkları sevmeyi öğretme bana
Mor düşlerimi karartma
Sözler sükut etsin adeta

Su ol içimin yangınına
Gel ve gitme, sarıl, sıkı sıkı sarıl ve bırakma..
Gitme ihtimalin olmasın asla…..

09/08/2011
Nuran ÜÇER
www.kafiye.net


Tarih 27 Ağu 2011 Kategori: Nuran ÜÇER

Yemin Ettirir

Yemin Ettirir

Varlığına ihtiyaç duyduğum her anımda
Rüzgar olup seni saramadığımda
Bu yürek seni bulamadığında
Bir daha sevmemeye yemin ettirir..

Unutkanlık zincirine beni de ekleyeceksen
Her bakışımda gözlerini görmeyeceksem
Ellerimle ellerine değmeyeceksem
Bir daha sevmemeye yemin ettirir…

İsimler kalbe aşkla yazılır,
Ayrılık olunca da rüya sanılır,
Vedalar hep iç acıtır,
Bir daha sevmemeye yemin ettirir….

12.07.2009 23.30
Nuran ÜÇER
www.kafiye.net


Tarih 27 Ağu 2011 Kategori: Nuran ÜÇER

Yoruldum Özlemekten

Yoruldum Özlemekten

Damarımda kansın vazgeçemediğim
Gel demeyi isterdim, söyleyemedim
Durakta bekleyen yalnız yolcu gibiyim
Seni düşleyerek sevmeyi öğrendim

Boşalan şişenin son yudumundaki tadı
Gecenin sonundaki sarhoşluğumu
İstemsiz gülüşümdeki kahkahamı
Sana kadeh kaldırmayı özledim

Dalgaların sesindeki sevgini
Akşamın matemindeki ışığımı
Zamansızlığımın haykırışını
Derin bakışlarını özledim

Sözlerinle verdiğin mutluluğu
Solgun baharlarımdaki yağmuru
Hüzünlerimin amber kokusunu
Sana seslenmeyi özledim

Yorgunum hayalini özlemekten
Usandım yeşermemiş bahçeden
Usandım bir umut beklemekten
Usandım martıların seslerinden
Usandım bu yürekten, kendimden
Usandım seni özlemekten

Yinede özledim, yağmurun güneşi özlediği gibi
Her günümün sonuna ekliyorum seni
Ayrılığın hasretin hepsinin ayrı tadı var.
Seni özlemekte güzel sevmek kadar.

Ama yoruldum, çok yoruldum inan
Sevmekten..
Beklemekten..
Hasretten..
Özlemekten…

20/04/2009 21.04
Nuran ÜÇER
www.kafiye.net


Tarih 27 Ağu 2011 Kategori: Nuran ÜÇER

Bilir misin İstanbul

Bilir misin İstanbul

Haykırışlarımı savurdum rüzgarında
Bir çift yeşil göz aradım sokaklarında
Ayrılık şarkılarını unuturdum kollarında
Uykuya dalmış sevdam omuzlarında…

Ey İstanbul. Sol yanımda bir ismin imzası var bilir misin?

Yine karanlık ve kasvetli bugün
Yağmur hala yağıyor, gökyüzü üzgün
Bir sen yoksun var olan
Birde aşk; umutlarımda kaybolan

Ey İstanbul. Sol yanımda bir ismin imzası var bilir misin?

Bulutlarında yine yalnızım onunla
Mutluluk sözü verdiğin yollarında
Mutsuz kelimeleri gezdiriyorum dudaklarımda
Kim bilir nerede? Hangi ışık, hangi rüyada..

Ey İstanbul. Sol yanımda bir ismin imzası var bilir misin?

Özlemiyle yorgun düştü bedenim
Onun için aralandı sende gözlerim
Yazamıyorum, kırılıyor kelimelerim
Gözyaşımla ıslanıyor cümlelerim

Ey İstanbul. Sol yanımda bir ismin imzası var bilir misin?

16/10/2011 16.42
Nuran Üçer
www.kafiye.net


Tarih 25 Ağu 2011 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Eski Bayramlar

Eski Bayramlar

Hep sorarlar bizlere eski bayramları,
Kimse vermez bayram harçlıklarını!
Akide şekeri, lokumu, hani var mı?
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Gödeği, akıtması, bayram hazırlığında
Kaba şekeri, nohut, kuru üzüm var yanında!
Arada olur ikibuçuk kuruşu komşuda,
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Baklavanın hasını, kadayıfın burmasını
Göçmen böreği, ye yoğurtlu mantısını
Tavada krep, bilir gönül almasını
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Komşular tatil bilmez, duygu selinde olur
Kapılar açık, komşular yarışmada olur,
Saf duygularla birer birer hal hatır sorulur,
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Bayram hazırlığının mis gibi kokusu,
Gurbetten gelenlerin başkadır duygusu,
Kavuşmanın bir başkadır sorgusu,
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Zaman tünelinde oldu bir çöküntü
Yozlaşmalar bayramları öldürdü,
Kapılar kapalı, ziller söküldü
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Komşu kapıları olmuş şimdi bir duvar,
Herkesin mutluluktan kaçacak yazlık var,
Adalara, yabancı ülkeler şimdi kaçmak var,
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Biz duyguları zaman tünelinde benlik oldu,
Bayramlar, birlik duyguları yokluk oldu,
Güzellikler terk edilmişliklerle çöplük oldu,
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Der Hüseyin zaman tünelinde kaybolma sakın,
Bak geldi bayram, kapın sakın kapanmasın,
Çocuklar bekler kapıda, onlarla bayramlaşasın,
Eski bayramlar neden özlenmesin?

Hüseyin DURMUŞ
İzmir/24.08.2011
www.kafiye.net


Tarih 15 Ağu 2011 Kategori: Fatma AVCI

ZAMAN ZEMHERİDE DOĞAN GÜNEŞ

ZAMAN ZEMHERİDE DOĞAN GÜNEŞ

Korunmasız ve savunmasızca sevmek gözlerin derinliğinde kaybolurken ruhumun, bedenimin eriyip akmasıydı seninle olmak.

Yitik zamanın ardından koşarken ağustos geceleri iner üzerime. Dört bir yanımı hüzün sarar. Önce sayısız harfler susar, sonra sayılı sözcüklerle konuşmaya başlarım. Zamanın çarkları arasında ezilirken dilim, ağzımın içinde cümleler üretmeye çalışırım.

Keman tenlinde ağlayan yay gibi yüreğimin telleri üzerinde dolanır zaman. Zamanı dondurup, yalnızlık rotasını değiştirir, geçmişin dehlizlerine demir atar yalnız kalmış duygular.

Zaman mıydı beni azaltan, yoksa ben miydim zamanı yutan? Ne kadar geriye sardıysam da, geriye baktığımda hepsini eyleme dönüştürdüğümü gördüm. Çevremde bana benzeyen gölge kahramanlara ne kadar hoşça kal dediysem, o kadar geri döndüm. Kapattığım gözlerimden hayata dönüşümle düştüğüm yerden aldığım nefesi iliklerime kadar çektim.

Karanlıklar içinde beni gölgeler karşıladı. Geriye dönüp baktığımda, artık duvara düşen gölgelerden biriydim. Arkamda hatıralar önümde hayat vardı. Giderek örselenen bir yüreğin taşımakta zorlanacağı kadar hayat…

Küçük sebepler için alınan büyük kararların kılavuzluğunda, koparılan büyük fırtınalar. Her biten şeyin ardından geriye kalan hüzünlerin Leylasıda, son çığlık, son sancı oda son sessizliğine bürünüyordu.

Refakatle ihanet arasında kalıp alınan ilk ölümcül yaranın içinden geçerken zamanın girdabına dolanıyordum. Zaman zemheride doğan güneş, kalbimde bir ürperdi, sürekli ilerleyen ve akan. Üzerinden bir kez geçildiğinde bir daha geri gelmeyen bir olgu. Saçıma konan yıldız, gözaltlarımda keskinleşen derin çizginin adıdır zaman. O zaman ben zamanım.

Yaşanmışlarımın ötesinde yaşatmaya çalışan. Zaman içinde yitirmenin, bulmanın bedeli olduğunu anlatan.

Gözlerimin nemine gizleniyorum. Turuncu siz lambalarının şemsiyesinde toprağa dökülen sağanağın ortasında iliklerime kadar ıslanarak yürüyorum. Yitirdiğim zamanlara inat. Kulakları tırmalasa bile şimdiki zamanla çekeceğim tümcelerimi. Sunak kalıntıları üzerinde mermere düşen inci tanelerinin yankılarında kendimi arıyorum.Ertelenmiş bir ağrı, iki üşüme arasındaki ateşleniş gibi yanan bedenimi kirpiklerimin örtüsüne gizliyorum.

Bana ait evin kapısında kalıyorum. Ne anahtarlarımla açıp girebiliyorum, ne de bana ait evi gezebiliyorum. Kapı, benimle evin arasında gardiyan. Hüzünlerim ise içeri aldığım refakatçim oluyor. Kendi kapımın önünde zamanın acımasızlığını yaşarken mevsimlerin en ayazında kalıyorum. Hiçbir yerden gelip, hiçbir yere giden bakışların topluluğunda yaşıyorum.

Boşlukta yuvarlanıyorum. Kaçacak, sığınacak bir yer ararken bütün yollarım sana çıkıyor. Umarsız bir tutsaklıkla çöl ortasında sanal bir vahaya koşuyorum. Işık haleleri gibi başımın üzerinden eksilmiyor acılar. Gözlerin gölgeler arasından bembeyaz bir elbiseye sarılmış ölümün yüzü gibi bakıyor. Gözbebeğim titrerken gözyaşlarım içime akıyor. Yitirilmiş zamanların yaşanmamış duyguların acımasızlığıyla.

Artık zaman kavramını derinlere gömüyorum. Beni nasıl ağırlayacağını bilmediğim yeni yaşamın kapısını aralıyorum. Acıların, hüzünlerin üzerini ölü toprağı ile örterek. Sağır bir karanlığa gömülüyorum. Batan günün son ışıkları gökyüzü ile kucaklaşırken zamanın acımasızlığına bırakıyorum kendimi. Bana hayallerimi ne yaptığım sorulduğunda ise onları israf ettiğimi söylemek mecburiyetinde kalıyorum.

Akrep ile yelkovan arasına sıkışmış zamana geçmişimi gömüyorum. Ne ilerleyip, ne de geri kalıyor, kururmuş yaprakların hışırtılarına karışıyor umutlarım, hayallerim. Göçmen kuşun kanadında yolcu ediyorum vefasızlıkları. Kaç şafakta kaç gün gömüp, kaybolmuşluklar içinde ben bu dünyaya ait değilim diyorum. Yol ayrımında durup bekliyorum. Kendim ile cebelleşirken beynimden sorular sağanak gibi geçiyor. Zamanın ortasında ruhsuz ceset gibi dolaşıyorum.

Ceplerime koyduğum yalnızlığımla, ne gidebiliyor, ne de kalabiliyorum.

10.03.2011
Fatma AVCI
www.kafiye.net