Safran Sarısında Anı Yaşamak

Beton yığınları arasında, mekanik seslerden uzak, tarihin koynunda, yaşanmışlıkların seni sarıp sarmaladığı, iliklerine kadar ısıtan bir yaz sıcağıdır. Bilinmedik mekanlarda anı yaşamak.

Zamanın ucundan tutmak için güneşin çıkmasını beklemeyen bülbül sesleri ile uyanırsın, ahşabın yaşanmışlıklarla dolu kokusu içinde. Pirinç karyolanda uyanırken tarih öncesinde yaşıyor gibisindir. Yaşadığın masalın içinden çıkacakmış gibi korkarsın. Muşabaklı pencerenin önüne yaklaşırsın, pencereyi yukarı doğru iterken uyanacağım korkusuyla ürperirsin. Ihlamur ve gül kokuları ile birlikte kuş cıvıltıları dolar içeri. Mutfaktan gelen çay ve kahve kokuları sarar benliğini. Fırından yeni çıkmış suböreği, sacda pişen Safranbolu bükmesinin kokusuna karışır, kaygananın kokusu. Hiç bu kadarda acıktığını hissetmemişsindir.

Üç tarafı sedirlerle çevrili, bir süreliğine sahibi olduğun odana bakarken kaç kuşak geçmiştir bu odadan, kaç genç kız ellerinde kınalarıyla ardında gözü yaşlı ailesini bırakarak gelin çıkmıştır. Kaç delikanlı dualarla askere yolcu edilmiştir. Kaç kişi bu dünyadan göç ederken ağıtlar yakılmıştır. Köşe yastıkları kaç defa sevda gözyaşlarını kurutmuştur. Duvarların, eşyaların sesinden dinlersin nakışlı yastığına sıkı sıkı sarılıp seyre dalarsın kenti, bebek masumiyetindeki uykusundan uyanmamışken…

Kanyon üzerindeki kurulu iki katlı beyaz evlerin görüntüsüne kapılırsın. Safran sarısı boyasıyla güne merhaba demeye hazırlanan hükümet konağının siluetine takılmışken, gonk sesiyle irkilirsin. Sesin geldiği yöne çevirirsin bakışlarını, saat kulesi sanki seni yanına çağırıyordur ‘’ gel buradan seyreyle âlemi’’ der gibi…

Zamanı kaçırmamak için alelacele bir şeyler geçirirsin. Ahşap merdivenin tırabzanından kayarak taş avluyu uçarak geçip, iki kanatlı büyük kapıyı aralarsın. Arnavut kaldırımları ile ayakların kucaklaşır. Adımlarında bir dengesizlik, çocukluğundaki seksek oyunu karışımında yürümeye başlarsın. Henüz gecenin mahmurluğunu üzerinden atamamış konakların arasından tepeye doğru tırmanırken…

Devasa bir bahçe kapısından geçerken güneşin sarısı ile safran sarısının hasbıhaline şahit olursun. Konağın hikâyesindeki faili meçhul yangını dinlersin. Cezaevinde kahve molası verip dinlediklerini içine sindirirsin. Güneş Hıdırlık tepesinde yaprakları öperek güne başlamıştır. Havadaki hanımeli kokusunu içine çekersin sanki ilk kez duyuyormuş gibi. Aşağıya doğru inerken tepeyi keşfe çıkma isteği uyanır. Kaz dağlı meydanını geçip arasta çarşısına girersin. Cami avlusundaki güneş saatinde kuşluk vaktinin olduğunu öğrenirsin. Asma dallarının altında Safranbolu bükmesini yerken çayından büyük bir lokma alırsın. Otantik eşyaların arasında seyri âleme dalarsın. Zamanın gerisinde yolculuk eder gibisindir.

Demirciler çarsında bilmediğin bir melodi gelir kulağına. Körüklerin nefesinden çıkan alevler arasında, demir ve keserin namelerine kanyondaki güvercin sesleri karışır. Derinlerden gelen su sesi bu melodiye eşlik edişine şahit olursun…

Etli yaprak sarması, peruhi, cevizli yayım, safranlı pilavı ve zerde seni doyumsuz tatlara ulaştırır öğle yemeğini yerken. Safranın bütün özelliklerini kentin her yerinde hissedersin. Cinci hanı bütün ihtişamıyla çarşının ortasında seni karşılar. Hancının odasının ihtişamına kapılırsın, hana ve kente hâkim olan küçük penceresinden dışarı bakarken. Taş merdivenlerden avluya inersin. Havuzun şırıltısına karışır handaki konukların kahkahaları…

Arnavut kaldırımlarına alışmıştır ayakların. Toprak ve çimen kokusunun yanı sıra bahçelerden yola doğru kollarını uzatan ağaçların eşliğinde Hıdırlık tepesine ulaşırsın. Sanki bitmesin der gibi, yavaş yavaş nefeslenerek, her adımda geriye dönüp kentin farklı görüntüsünü gözlerine hapsedersin…

Hıdırlık tepesine geldiğinde gün vedaya başlamıştır. Bir nargile söylersin efsunlu havayı bozmamak. İçin kenti seyre dalarsın. Vadi ortasındaki tarih ve günümüz sanki bir birinden ayrılmamaya çalışıyor gibidir. Kızıl kiremitler ve beyaz boya, yeşilin bütün tonları, nargilenin verdiği mahmurluğa karışır. Ufukta güneş güne veda busesini kondururken gökyüzü mahcup kızıllığına bürünür masum genç kız edasıyla.’’yeni günde daha görülecek çok yer var’’ der gibi…

13.06.2011
Fatma AVCI
www.kafiye.net