Kategoriler

Arşivler


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Sevgili Zeynep Torunum;


Zeynep Pişkin, biricik torunum.
06.10.2014/Pazartesi- İZMİR
Sevgili Zeynep Torunum;
 
Merhaba Zeynep’im, merhaba canım, merhaba bir tanem. Bugün bayramın üçüncü günü ve senden yine haber alamadım. Seni yine kucaklayamadım. Senin o güzel yüzünü göremedim. Bana “ Dedem, biricik dedem, tontoş dedem, pamuk dedem”. deyişini yine duyamadım bu bayramda. Yine hasretleri mektuplara ekledim, yine özlemleri beyaz sayfalara sığdırmaya çalıştım. Sıcaklığını hissedemedim bu bayram da ve yine gelecek meçhul bayramlara kaldı sıcaklığını hissetmek.
 

 

Zeynep’im; tam dört yıl oldu seni geremedim. Tam dört yıl oldu seninle buluşup kucaklaşamamız. Yıllar ne kadar da çabuk geçiyor değil mi biricik torunum. Senin dünyaya gelişindeki o çığlıkları duyamadım, duyurmadılar. Dünyaya geldikten sonra da yüzünü göremedim, görmek nasip olmadı ve ne yazık ki o güzel yüzünü hala göremedim. İçimde bir acı, bir burukluk, anlatılması o kadar zor duygular var ki, artık isyan edesim geliyor bu adaletsizlikler karşısında. Seni görememek bana cehennem azabından büyük geliyor. Cehennemde yansam inan bu kadar acı hissetmem. Duyguları seller olup dağları yıkacak, ama taş kalpli üç kişinin kalbinde nedense bir yumuşama yok. Seni hala bana göstermemekte inatçılığa devam ediyorlar.

 

 
Biliyor musun Zeynep’im, seni görmem konusun da bana kendi canlarımdan biri; “ Sen kendini toparlan, mali yönden düzel, cebinde biraz paran olsun, o zaman Zeynep Torununu görmeye gidersin, sana da bu konuda engel olmazlar. Rahatlıkla ziyaret edebilirsin.” dedi. İnan bu söz bana öyle ağır geldi ki, Allah o an canımı alsaydı da bu sözü kendi özümden birinden duymamış olsaydım. Sanki fakir olmak suç, sanki paranın olmayışı suç, sanki ben torunumla param olursa konuşabilecekmişim gibi böyle bir ifadeyi kullanması beni öyle bir yıktı ki, zaten yaralanmış olan gönlüm bu sözden sonra sanki bir deprem geçirmiş gibi oldu.

 

 
Sevgili Zeynep Torunum; şuan ekonomik açıdan gerçekten çok zordayım. Mali açıdan sıfır olmuş ve bazen dostlarım, arkadaşlarım bana yardımcı olmazlarsa inan yaşamakta ve ayakta kalmakta da çok zorlanacağım. Allah, dostlarımdan razı olsun. Allah onların yokluğunu ve o güzel kalplerini merhametten hiç ayırmasın. Bana canlarımın uzak kaldığı, bana yardım elini uzatmadıkları şu köhnemiş dünyada, şu fani dünyada değerli dostlarım ve arkadaşlarım kapılarını açtı, yardım ellerini açtı ve bana hastalığımda, kötü günümde can yoldaşı oldular. Fakir soframı bereketlendirerek bereketlerine bereketler katarak benim sağlıklı bir şekilde ayakta kalmama yardımcı oldular.
 

 

Sevgili Zeynep’im; bu durum fazla sürmeyecek. En fazla şurada bir iki yıl gibi bir zorluk devrem kaldı ve bu zorlukları da aşacağım. Bu yaşadığım o acılı kötü günler mutlaka sona erecek. Ben bu güne kadar kimseye kötülük yapmadım. Sadece herkese mali açıdan olmasa da manevi açıdan nasıl yardımcı olabilirim diye sadece iyiliği, yardımcı olmayı, kırık gönülleri biraz olsun güldürmeyi düşündüm ve hala aynı duygularla yaşamaya devam ediyorum. Eğer ben zengin olmuş olsaydım inan senin sesini de, kokunu da, sıcaklığını da mutlaka görürdüm. Beni en çok üzen, senin babana kötülüğüm olmadı, baban ile tanışma imkânım olmadı, benim damadım olmasına karşın hala adını bile bilemiyorum. Babanın ve annenin düğünlerinde yanlarında da yoktum. Bana çok kızmışlar ve düğünlerine davet etmediler. Tabi ki bu düğüne benim annem ve kardeşlerim de davet edilmediler. Yani ben ve benim tarafım düğüne davetli olamadık ve annen ile babanın o mutluluklarını görme durumumuz da olmadı. Hayat çok acımasız olsa da mutlaka devam ediyor. Yaşadıkça bakalım daha neler göreceğim.

 

 
Canım Zeynep’im; bu bayramda senden ayrı, annen ve babandan ayrı geçiyor. Yine gözyaşlarım bütün bedenimi yıkadı. Bu bayram sabahında hüzünler odamın içerisinde benimle beraber dertleşip duruyor. Umarım ki senden olan bu ayrılığım bir gün son bulacak. Beni sen mutlaka tanıyacaksın. Ben biraz daha ihtiyarlamış, sen ise biraz daha büyümüş, o adım adım büyümelerini göremeden birden bire serpilmiş bir genç kızı karşımda görünce çığlıklarım nasıl olur bilemem ama, bu yaşlı kalbim o güzelliğinin karşısında fazla heyecandan, o mutluluktan dolayı inşallah sektelemez beni zor durumda bırakmaz. Sen de ilk defa gördüğün bu yaşlı tontonun, herkesin pamuk dede dedikleri bu yaşlı deden seni üzmez. Seninle karşılaşmayı büyük bir umut, büyük bir tutku ve büyük bir özlemle bekliyorum. Seni yaşlı gözleriyle her an karşılamayı bekleyen biricik Pamuk Deden, Hüseyin Dedenden kucak dolusu selamlar. Yüzün güleç, gönlün hoş, umutların daim olsun canım. Allah’ın koruması ve selameti üzerine olsun canım.
 

Allah’a emanet ol Zeynep’im.

 

 
Hüseyin Deden.

Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net

Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Melek KIRICI

Ay Güneşe Teslimdi 9


Ay Güneşe Teslimdi 9

Bütün hayatımız bizi bir anda bulunduğumuz bu noktaya getirdi. Sürprizlerle doluydu her günümüz. Her an, bana göre bir bilinmeze gizemdi; anı yaşıyordum. Hissediyordum aldığım nefesi, yeşilin yapraktaki hışırtısını. Kütüğün, aslında ona kütük diyenleri büyütüp beslediğini, can verdiğini görüyordum. Görüyordum önün arkadan farklı olmadığını; gülmenin ağlamadan yaşanmadığını. Anlıyordum ki eşit dağılıyordu hayata duygular. Ölçüsü onun elinde; ‘Sen oyna rolünü en iyi haliyle.’ Diyordu. İçindeki şaklabanı oyna; sahne sende…
Yaptığın işte kaybolmaktı mutluluk; severek, zevk alarak yaşamaktı.
Mustafa’m… Derin bakışlım. Yüreğine dalıp dalıp kulaçlarımda sarmaladığım, içime heyecanlar sarıp aklımı başımdan alanım… Kokusunda adam, adamlığında kadınlığımla yandığım. Her dokunuşunda, sıcağın yakmak olduğunun ayrımına vardığım… Yandığım, kavrulduğum, dudak çatlağım. Tabanlarımdan enerjimi evrene yayanım. Öpüşünde öldüğüm, canım sevdiğim… İçimdeki heyecan fırtınam, dünyamda kimsenin görmediği kadar içinde an be an sevdirerek can katanım. Ne iyi etinde kapımdan ayrılmadın ve ne şanslıyım ki seni tanıdım. İyi ki hayatımdasın Mustafa’m.
Kırmızı bir gömleğin siyah bir etekle buluştuğu karşılamaydı, kapıdan Mustafa ve ailesine yansıyan. Mustafa’mı dünyaya getiren bu anne ve babayı öpmek, onlara minnettarlığımı anlatmak, ‘İyi ki dünyaya böyle bir değerli kişiliği kattınız.’ demek istiyordum. ‘Buyrun’ dedim elimle destekleyerek, ayaklarına giymeleri için hazırladığım terlikleri gösterirken. Onlarla beraber tüm meleklerin de beyaz elbiseleriyle evimize yayıldığını, yıldızlı değnekleriyle, hepimizin yüzüne gülücükler bıraktıklarını görüyordum.
Yüreğimin çırpıntılarını tutamıyordum. Yine koşmuşlardı; bakışında boğulduğum, varlığında durulduğum sevdiğime; Mustafa’ma… Mustafa’m siyah takım elbisesi, beyaz gömleği, kravatıyla has adamdı. Oturuşu, duruşu, efendiliğiyle bir onurdu, koltuğumuzu şereflendiren.
Kahveler içildi, sohbetler edildi ve söz yüzüklerimiz, dualar ve meleklerin eşliğinde, masamızda kırmızı güllerin şahitliğiyle takıldı. Tatlılar yendi; yaramaz Mustafa’mın çocukluk yıllarından, bizim bahçemizin güzelliğinden sözlerle, yarınlarda derinleşecek dostluklara ilk konular aranıyor, bizlerin hoş anılarıyla tanışıyordu iki aile aslında.
Düğün hazırlıklarını hızla bitirip, aynı hayatı paylaşmayı özlemle günlerimizi bir birine ekliyor, aşkımızı besliyorduk; gecenin güne teslimiyetlerinden bin bir mutluluk alarak.
Onunla ayrılırken evlerimize; başlıyordu hasretin sızıları içimde. Evimiz aynı olduğunda O’na neler yapacaktım neler… Eve geldiğinde her defa aynı sevgiyle kapıyı açıp, arzuyla öpecektim dudaklarını. Öyle kondurup kaçma değil; aşkla, arzuyla, kalbin durduğu ritimle öpecektim. Sonra elinden tutup, varlığına şükredip, rahat edeceği bir yere oturtacaktım. Konuşarak, isterse kelimeleri uçurarak, bakışarak, isterse gözlerinden içine akarak, susarak, isterse sessizliğin kemanında dans ederek yaşayacaktım Mustafa’mı.
Kiraladığımız evimiz; bahçe içinde, aynı büyüdüğüm baba ocağım gibi iki oda bir mutfaktan ibaretti. Görüntüsü huzur yayan bir evdi. Bahçemizse, annemin ve Hüsniye teyzemin emekleriyle ekilen fidanları umut güneşleriyle besliyordu.
Allah’ım sana şükürler olsun!
Mustafa’m, evimizi kurmaya katkıda bulunmak için, ağaçları oyarak kotralar yapıyordu. Baba mesleğiydi ve eline yakışıyordu. Büyük tekneleri canlı gibiydi. Hatta bir gün, bir metre yetmiş santim uzunluğunda, iki metre eninde gezi teknesi yaptı ve bana dönerek; ‘Sana bir gün bu teknenin canlısını getireceğim ve beni öptüğün, benimle bütünleştiğin mavi sularda, seninle dünya turuna çıkacağız. Seni hep ve aynı aşkla seveceğim güzel gözlüm, iyi huylum, huzurum, kanadım, kolum, biriciğim…’ demişti.
Yaptığı tekneleri, babam daha önce çalıştığı acentenin önünde satarak hepimize destek olurken, evde can sıkıntısıyla durmaktan da kurtuluyordu. Kim bilir; belki de annemin, dışarıdan geldiğinde onu aynı aşk ve özlemle karşılayıp, öpmesini çok seviyordu. Tıpkı benim hayallerimi süsleyen karşılama gibi…
Kibar ve nazik olup, yine de kararlı ve tutarlı olunabileceğini gösteren, insanların değerini düşürmeden, onlara “Hayır” demeyi bilen bir ustaydı Mustafa. Ne zaman doğru olmadığını düşünse, olay ya da durumun iyice analizini yapmadan geçiştirmez, beni ikna ederek bir şekilde gönlümü alırdı. Çocukken de hep cevaplarıyla şaşırtmıyor muydu beni Mustafa’m?
9. bölümün sonu
Devam edecek…
Melek Kırıcı
www.kafiye.net


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Melek KIRICI

AY GÜNEŞE TESLİMDİ 8


AY GÜNEŞE TESLİMDİ 8

-Mustafa ben denize girmek istiyorum.

-Beraber girelim. Alkolün etkisiyle dengeni kaybedebilirsin.

Elimi tuttu ve beraber daldık lacivert efsuna. Su buz gibiydi. İçim alev topu, yüreğim, ruhum serseri düşlerde… Allah’ım bu rüyaysa, gerçek nerede? Ayaklarımı hareket ettirip yukarı doğru çıkıyordum, vücudumu her zaman ki gibi yukarı çıkma pozisyonuna alarak. Bu defa başkaydı… Bendim yüzen; ama beni yüzdüren Mustafa’ydı. Bedenim tamamen onun vücuduna yapışıktı.

Beraber sudan çıktık; kendimi ona sarılmış olarak buldum. İşin kötü tarafı; ne sarılmayı bırakıp normal bir hareket yapmışım gibi yüzmeye devam edebiliyordum, ne de sarıldığım bedende bu andan sonra ne yapmam gerektiğini biliyordum. Sadece boynum Mustafa’nın boynunda bedenim onun bedeninde; duruyordum. Mustafa yavaş hareketlerle tekneye yaklaştı.

-Hadi canım! Yukarı çıkalım…

Suçlu bir çocuk gibi, merdivenin basamaklarına ayak tabanlarımı değdirip, yandaki korumalıkları tuttum. Bir diğer adımı attım, sonra bir diğerini… Tekneye çıktım. Başım dönmüştü. Sanırım rakının etkisiydi bu. Olduğum yere oturdum. Mustafa hemen yanımdaydı. Bana sarıldı, yüzümü avucuyla tutarak kendine çevirdi. Bakıyordu…

“Allah’ım gözlerimi açmama yardım et ne olursun açamıyorum nefesim soluğum kesildi öp beni Mustafa öp…”

-Şimdi seni kaldıracağım ve beraber kamaraya gideceğiz. Hazır mısın?”

-Evet, hazırım! Evet, evet, evet…

Beni havluyla kuruladı. Elleri vücudumda dolaşıyordu. Kalbim almış başını gidiyordu. Tenimden alevler yükseliyordu sanki. Sarıldım; buz gibiydi Mustafa’nın bedeni; üşüdüm mü nedir tir tir titremeye başladım. Çenem bir birine vuruyordu. Daha sıkı sarıldı bana ve üzerimize battaniye attı. Nasıl yani? Battaniyenin altında, ben ve Mustafa yarı çıplak bir haldeydik; ısınmak için birbirimize sımsıkı sarılmıştık. Şimdi ne olacaktı bilmiyordum.

–Sen istersen uzan. Ben buralardayım. Bir duble daha içeceğim ay ışığında.

-Hayır! Gitme; ya da bende geleyim.

Sarıldı bana ve yukarı çıktık. Yumuşak yastıklarda oturduk. Dublesini ağzına yaklaştırdığında, elinden tutup kendi dudaklarıma yaklaştırdım ve bir yudum rakı daha aldım. Anason kokusuyla beraber dudaklarına dokundurdum nefesimi; sonra onun dudaklarına uzattım bardağı. Vücudunu hissetmekten, sesleri dinlemeye terfi etmiştim. Artık kalp atışlarımız birdi. Arzularımız, isteklerimiz de birdi… Aynı ayın ışıkları altında bedenlerimiz de birdi. Yüzümü tuttu iki eliyle; “Ben” dedi… Sonra nasıl olduysa gerisi gelmedi; konuşmasını bekliyordum; ama konuşması gereken dudaklar ve dil dudaklarımdaydı. Ne o konuşabildi, ne de ben… Öpüşmek ne güzel bir şeydi… Bir daha, bir daha öpüşmek…

Beni kamaraya yatırdı ve yanıma uzandı. Hiçbir fikrim yoktu olacaklarla ilgili. Her şey de olabilirdi; hazırdım. Kafamı aldı, göğsüne koydu. Kamaranın camını açarak bana ayı gösterdi ve

-Artık senden vazgeçmem mümkün değil. Benimle evlenir misin?

-Evet! Ama sen benden küçüksün; el alem ne der?

-El alem yok, biz varız ve hayatımız…

Artık beraber yürüyecektik bu yolda. İçten bir duanın kabulü gibiydi bu. Bir tesadüften öte, bir kader çizgisiydi onu bana getiren.

8. BÖLÜMÜN SONU
DEVAM EDECEK…

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Nesrin Önem

YALNIZLIK


YALNIZLIK

Alışır zamanla insan yalnızlığa,
Etrafı duvardır uzanır boşluğa,
Kulağı sestedir kapıya koştuğu,
Arkadaş yoldaşı olur yalnızlığı.

Kafası karışır düşünmek istemez,
Beynini kurcalar hiç bir yere gitmez,
Hayaller kursa da teselli bulamaz,
Avutur kendini dosttur yalnızlığı.

Yalnızlık olmuştur onunla şahane,
Bayramlar,seyranlar sadece bahane,
Ömrünce uğraşmış kuramamış hane,
Kıskanıp ayrılmaz olmuş yalnızlığı.

İçine kapanıp çıkamaz içinden,
Yakınlık kuramaz bırakmaz elinden,
Yapışır yakaya kıskanır kendinden,
Hayatı boyunca kalır yalnızlığı.

Uzaklık ,yakınlık umurunda olmaz,
Kapanır evine hiç dışarı çıkmaz,
Kadere sitemkar tavırlar yapamaz,
Onunla tadacak mecbur yalnızlığı.

NESRİN ÖNEM DEMİR
05 .10 2014
BURSA
www.kafiye.net


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Nesrin Önem

TEK SEVDİĞİM ANLAR


TEK SEVDİĞİM ANLAR

Halimi anlatsam dağlar taşlar ağlar,
Yüreğim içinde karalar bağlar,
Hasretin yandıkça korlar gibi dağlar,
Bilirim sadece tek sevdiğim anlar.

Yalnızlık kaderim ömür boyu sürer,
Sancılar kalbimi yoklar birer birer,
Alnımın yazısını hangi güç siler,
Sadece derdimi tek sevdiğim anlar.

Boynumun borcunu ödedikçe bitmez,
Gözümde yaşlarım yanağımdan gitmez,
Dünyada yaşarım hak yerini bulmaz,
Çaresi ondadır tek sevdiğim anlar.

İmalı sözleri yüreğimi dağlar,
Sitemkar tavırları beynimi zorlar,
Hayali gözümden gitmez hep azarlar,
Olmazsa yaşamam tek sevdiğim anlar.

Kırılmam, gücenmem sözleri haklıdır,
Hatamı af eder herkes den farklıdır,
Söylemem kimseye bana yasaklıdır,
Yemini bozamam tek sevdiğim anlar.

NESRİN ÖNEM DEMİR
06. 10 2014
BURSA
www.kafiye.net


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Gülsüm Hicran ÇAÇUR

BİRGÜN AYRILACAĞIMIZIN FARKINDAYDIM


BİRGÜN AYRILACAĞIMIZIN FARKINDAYDIM

Dışarıdan bakıldığında tebessümün kabul edilir gibi
Ruhun en az benim kadar paramparça
Mutlu olman aslında şaşırttı beni;
Belki de şaşırmak değildi bu
Ürktüm, üzüldüm, serseme döndüm.
Bunlar hislerimi daha iyi anlatıyor.
İçimdeki kuvvet beni kolay kolay yıkılmayan kadınlardan biri yaptı.
Her zaman güçlü, özgür gizli bir kadın oldum
Hayat için mücadele eden biri ve yılmayan
Bugünün geleceğini hep farkındaydım.
Birgün ayrılacağımızın da farkındaydım.
Sadece bu kadar ani olacağını düşünemedim.
Her şey aynı, yeterince zamanımız olduğunu düşündüm.
Hep böyle düşünüyorduk zaten.
Hep böyle idi kayıplarımız.
Meğer; değişmemiş bazı şeyler
Biliyorum köyünü özlüyorsun.
Biliyorum çimen kokularını hasretsin.
Bedenim bitap düşmüş.
Beynim takılı duruma gelmiş
Geçmişe olan özlemlerin bana attığın en ağır taştı.
Kelimeler yüreğinden dökülüyor.
Birebirimize karşı iyi olmak bu kadar zor muydu.
Bir gün ayrılacağımızın farkındaydım.
Sadece bu kadar ani olacağını düşünemedim.

Gülsüm Hicran Çaçur-03/10/2014
www.kafiye.net


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Işın ANDAÇ

AĞA OLSANDA


AĞA OLSANDA

Büyüyünce olursun,aşiretine ağa
Durmadan koşturursun, bakarsın sola sağa
Kanına işlemiştir,mutluluk verir doğa
Sıkılınca atarsın,kendini çamlı dağa

Dediğin dediktir hep, herşeyi alır satar
Yaptığına dikkat et, çok şeyler göze batar
Aşk bu hiç belli olmaz, yüreğini hep yakar
Sakın yanlış yapma sen,o da yüzüne çakar

Ağa olsan da yine, birgün yüreğin yanar
Sende aşık olursun, sevdiğin sana kanar
Sevgini gösterirsen gelir bir yudum banar
Bak iyi davranırsan, kendini mutlu sanar

IşınAndaç 5.10.2014
www.kafiye.net


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Işın ANDAÇ

CV de ne?


CV de ne?

Orta yaşlarda bir kadın değişik işlerde çalışmış,bu aralar işsiz,herzaman gittiği sigorta doktoruna gider rahatsızdır, Muayenesi bittikten sonra, doktoruna işsiz olduğunu,sizin çevreniz vardır, bana iş bulmak için yardımci olurmusunuz der, rica eder.
Doktoru da ona CV ni getir bir bakalım der, kadında o neki diye sorar anlamamıştır.
Doktor da yani özgeçmişini yaz getir der. Kadın teşekkür edip ayrılır,

İki gün sonra doktorun yanına gider, elindeki özgeçmişini doktoruna uzatır.
Doktor şaşkın bu ne der, verdiği kocaman 5- 6 sayfa yazıya bakar. Kadın özgeçmişim dedinizya o der.( Olay 1984 yıllarında geçer.)

Doktor gülümsiyerek alır, şöyle bir göz gezdirir.
Anamın adı Emine Babamın adı Ahmet 1964 yılında Niğde de doğmuşum
ilk okulu bitirmeden ayrılmışım beni 16 yaşında Hüseyinlen everdiler, 2 çocukla dul kaldım adam öldü, ne yapcam, ortada kaldım, sonra beni Abdullahlan evlendirdiler
onlanda çok geçinemedim ayrıldık, orda bura çalıştım, şimdi size sıraylan onlarıda anlatcam, diye yazilar böylece devam ediyor..Oku oku bitmez,doktor gülmekten konuşamıyor. Git hanım böyle CV olmaz bir bilene yazdır da gel diyor.
Ne yapsın zavallı kadın ne olduğunu bilmemişki…

Daha okusaydı kimbilir neler yazıyordu zavallı kadının hayatında diye kadını uğurlarken yinede hem gülüyor, hemde üzülüyordu…..

Işın Andaç 5.10.2014
www.kafiye.net


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Ömer Sabri KURŞUN

Her Eylül


Her Eylül

Her Eylül geçişi bir ayrılıktır.

Rüzgârı başka bir diyardan gelmiş gibidir. Ayrılık vardır esintisinde…
Hüzündür!.. Eylül hüznüdür yaşadığımız…
Yaklaşmakta olan kara bulutlarla, mavisini yavaş yavaş yitirmektedir deniz… Güneşin ışıklarının aksi vururken yüzümüze, gözlerimizi yaşlandıran onun hüznüdür…
Herkesin hüznü yaşı kadardır. Yüzdeki her bir çizginin derinliğine, anlam katar geçen seneler… Bu yüzden her yaşta biraz daha ağırlaşır Eylül hüznü… Ve her yaşta biraz daha anlamlandığı içindir ağırlığı hüznün… Hüzün, ağaran saçlarla, yüzdeki çizgilerle yaşıttır…

Bir yolun bitişi; başka bir yolun başı gibidir… Yolun nereden gelip nereye gittiği önemsizdir. Ve yolun sonu acı da olsa, sevinç de olsa; hep hüzne yoğrulur. Acının ve mutluluğun birleştiği noktadır Eylül… Ayrım gözetmez, eşit dağıtır hüznü…
Sonbaharın ilk nefesidir Eylül… Deniz kenarında bir akşamüstü, sıkıca sarındığınız hırkanın kollarını koynunuza bağlayıp, karşı kıyıya dalarken içinize çektiğiniz; Eylül rüzgârıdır… Ve Eylüldür, o anda gözlerin kederine ortak olan.

Belli ki gelinen yollarda Sonbahar hüznüne hazır bir gam yükü var… Doğa sarı-gri rengine bürünüp; yeni bir ayrılık yaşarken gövdesinde, bir parçası olan bizleri de mutlu mutsuz farketmeden yanında alıp götürüyor, kendiyle beraber hüznünle yoğuruyor…
Ağaçlar, dallarında yeşerttiklerine son kez bakıp hüzne boğulur… Rüzgârın savurganlığına karşı duruştur yaprakların hışırtısındaki çığlık… Artık solmaya yüz tutup, toprağa karışacaklarının habercisidir…
Mutlu da olsak, mutsuz da olsak; bir parçası olduğumuz doğanın hüznüdür bizi saran… Tıpkı İlkbaharda tomurcuklanıp yeniden yeşerip umuduna ortak ettiği gibi; Sonbaharda da, solgun hüznüne ortak ediyor bizi… Bu döngüyü yaşatırken, bir yandan da anlatıyor Doğa, parçası olduğumuz bize; ayrılığın ardındaki kavuşumu, karanlığın ardındaki aydınlığı, yağacak yağmurun ardından çıkacak güneşi, solan umutların yeniden yeşereceğini ve hayatın sonsuz dönüşümünü…

Ve Doğa, yeni bir döngüyle, yeni bir mevsim perdesini aralayıp bizi davet ederken Güz’e, İncesaz’dan huzurlu bir “Eylül” ezgisi değip, tatlı bir tebessüm bıraksın, ömrümüzle yaşıt hüznümüze…

çınar(alt)
Ömer Sabri KURŞUN
www.kafiye.net


Tarih 6 Eki 2014 Kategori: Nezahat KAYA

Eyy Gönül


Eyy Gönül

 

Yine geldi senle sohbet zamanı
İçimden taşanı bil istiyorum
Aklımdan geçeni bölüşüp biraz
Ufkuma uzanmış hisli dumanı
Gönlüme gösterme sil istiyorum
Sabahı güneşli il istiyorum

Kurumuş dalımı yaştan ayırtıp
Çömelmiş dizimi taştan kayırtıp
Destursuz kapımda durmadan ayaz
Nemlenmiş gözümü yaştan sıyırtıp
Hakkıma dualar sal istiyorum
Sabrımın seyrinde kal istiyorum

Geçen gün ömrüme yol verdiğinde
Gündüzüm geceme kol gerdiğinde
Getirip önüme yığmadan araz
Fikrim de zikrime çul serdiğinde
Yanımda her daim ol istiyorum
Güvenle sineme dol istiyorum

 

Terkedip nadanı güldürüp ele
Dostum olmayanla edip velvele
Arama boşuna sırtına sıvaz
Hizmetkâr dilimle verip elele
Aklımı başımdan al istiyorum
Özü bizden olan bal istiyorum

 

Yarına bakarken şaşırsa yönüm
Akıbet çarkında tıkansa önüm
Uzaklara kaçıp saklanma dur az
Aldığım nefeste gelmeden sonum
Yaşama uzanan dal istiyorum
Umudu yüzdüren sal istiyorum

İstiyor bu yürek… Güzel olanı
Bakıştan süzülüp kalbe dolanı
Sükûtda demlenmiş manada mümtaz
Hüzün tezgahında çabuk solanı
Üstümden atmaya hal istiyorum
Hayrın kapısını çal istiyorum.

Nezahat YILDIZ KAYA
www.kafiye.net