Kategoriler

Arşivler


Tarih 25 Eki 2014 Kategori: Ahmet Çelik Ceyhan

EKERİM


EKERİM

Parmağımla yırtarım örtüsünü gecenin
Görürüm umuduyla sokakları ölçerim
Sırrını sorgularım ismindeki hecenin
Yolun her adımına hayalini ekerim.

Sessizlikle konuşur kendimle dost olurum
Fırsat bu fırsat deyip belki seni bulurum
Sahil dalga beklerken seherde durulurum
Hasreti vuslat sayıp kader gibi çekerim.

Taşa adın yazmaktan zaten artık nahoşum
Sen kalbimde yaşarken ben alkolsüz sarhoşum
Uyur gezer misali güzel çehrenle hoşum
Yüreğime serpilen aşk ekini biçerim.

Gözlerim ağlamaktan üç öğün aşım hüzün
Hikâye dinlemekten geçmişle başım hüzün
Kırışan şu yüzümle ihtiyar yaşım hüzün
Bir kez gülerek gelsen bu canımdan geçerim.

Hırçınlığı kayboldu sakinleşti cinlerim
Düşmanla sarmaş dolaş bitti cümle kinlerim
Güneş doğmak üzere neden niçin inlerim?
Karanlık saklasa da aydınlığı seçerim.

22.10.2014
Ahmet Çelik
www.kafiye.net


Tarih 25 Eki 2014 Kategori: Hatice Eğilmez KAYA

Kırmızı Pazartesi’den Sonra


Kırmızı Pazartesi’den Sonra

23 Ekim 2014, 20:03

Hatice Eğilmez Kaya

Her şeyin bir rengi olduğu gibi günlerin de renkleri var. Günlerimiz karası, beyazı, mavisi, laciverdi, yeşili, neftisi ile arzı endam ederler ömürlerimizde. Üstelik her biri tüm albenilerini ya da arazlarını bizim duygularımızdan alır. Gabriel Garcia Marquez bu sebepten bizlere Kırmızı bir Pazartesi’yi anlatma gereği hissetmiş olmalı. Tuhaf bir cinayetle kana bulanan Kırmızı bir Pazartesi’yi…

 

Kırmızı Pazartesi Gabriel Garcia Marquez’in ilk kez 1981’de yayımlanan cinayet romanı. Bu esere cinayet romanı demek onun felsefi, sosyolojik, psikolojik, ideolojik ya da teolojik alt yapısını yabana atmak olsun istemesek de bu terimi kullanmak zorundayız.

 

Yazar bütün dünyada çok sevilen Kırmızı Pazartesi’de bölgesel olandan evrensel olanı yakalamış. Eser Kolombiya’nın küçük bir liman kasabasında işlenen aleni bir cinayetin işlenişindeki müphemliği yansıtıyor. Görünende gizlenmiş sırların, sırlarda açıkça ifade edilen haberlerin olabileceği hakikati hem tüm zamanı hem tüm mekanı kapsar. Romanın ana teması da bu tezat olsa gerek.

 

Kırmızı Pazartesi, maktulün rüyasıyla başlar: “Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30’da kalkmıştı. Rüyasında kendini koca koca incir ağaçlarından bir ormanın içinden geçerken görmüştü, incecik bir yağmur çiseliyordu, bir an için mutluluk duymuş, ama uyandığında üstü başı kuş pislikleri içindeymiş duygusuna kapılmıştı.”

 

Santiago Nasar annesi “kuşlarla ilgili hiçbir rüyayı kötüye yorma” dediğinden içindeki tuhaf hissi dikkate almaz, anlaşılmaz bir duyarsızlıkla herkesin ve kendisinin bildiği sona doğru ilerler. Oysa yarım saat içinde evden çıkacak, keyifli ve tatlı bir uyku mahmurluğu içinde başlayan son gününden sadece bir saat yaşayabilecektir. Kitaptan edinebileceğimiz ilk izlenimlerden biri onun -ve elbette bütün kasabanın- umursamazlığında gizli:  Aslında hayat bize daima birtakım ipuçları verir, bu ipuçlarına karşı duyarsız olmak ise bizim için kaderin biçtiği soyut bir gömlektir – ki bizi felaket endişesinden en çok o korur…

 

Santiago Nasar’ın öldürülüşünü yirmi yedi yıl sonra belki herkes unutmuştu, belki de hiç kimse onun hazin sonunu hafızasından silemiyordu. Bütün kasabada bir kuşak böylesine karmaşık bir vahşetin gölgesinde doğmuş ve büyümüştü.  Gabriel Garcia Marquez’in ruhunda ise derin izler bırakan bir olay olmalı bu cinayet. Her dehşetin akla ve hayale sığmayacak büyüklükte izdüşümleri mevcuttur. Özellikle insanı, her yönüyle seyre talip zihinler için. Kırmızı Pazartesi, kurmaca ile gerçeğin ortasında bir yerlerde duran konumuyla yazarın bütün kasaba ve kendisi ile iç hesaplaşmasını ele verir nitelikte bir eser.

 

Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi’de kahraman anlatıcı tekniğini kullansa da birçok kişiyle yaptığı görüşmeleri bir araştırmacı titizliğinde işler. Böylelikle bir olaya bakan onlarca çift gözün ve bu onlarca çift gözün gördüğünü algılayan onlarca aklın bakış açısını aktarır. Araştırmaları sırasında Santiago Nasar’ın son günü olan o pazartesi gününü kiminin yağmurlu ve kapalı, kiminin aydınlık bir gün olarak değerlendirmesi oldukça önemli bir ayrıntı. Yazar Arap asıllı bir Kolombiyalının ülkenin yerlilerinden birileri tarafından namus uğruna (?) öldürülüşünü birçok görgü tanığının ağzından aktararak doğrunun insandan insana göreceliği hakikatini hatırlatmaktadır.

 

Yazar, Santiago Nasar’ı öldüren ikiz kardeşlerin cinayetten sonraki durumlarını şöyle tasvir eder: “İşledikleri bu vahşi cinayet nedeniyle bitkin bir durumdaydılar, üstleri başları ve kollarıyla suratları terden sırılsıklam olmuş, taptaze kana bulanmıştı, ama rahip gelip böyle teslim olmalarını son derece onurlu bir davranış olarak hatırlıyordu. “Onu bilinçli olarak öldürdük,” demişti Pedro Vicario, “ama biz masumuz.”  “Belki Tanrı katında öylesinizdir,” demişti Peder Amador. “Tanrı katında da, insanların gözünde de,” demişti Pablo Vicario da. “Bu bir namus sorunuydu.”

 

Kırmızı Pazartesi’deki cinayet neredeyse bütün kasaba sakinleri, hatta kasabanın rahibi tarafından bile haklı bulunuyordu.  Öldürülen genç adamın suçsuz olması ihtimalini, gençliğini, annesinin çektiği acıları biliyor ya da tahmin ediyor olmaları onların önyargılarının değişmesini sağlayamaz.  Davanın yargıcının verdiği kararın yanına “bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.” yazması, bu karamsar yorumun altına da, kan rengindeki aynı mürekkeple içinden ok geçen bir kalp resmi çizmesi kendi içindeki kesif önyargıyı da ele verir. Santiago Nasar’ın ölümü onun da pek umurunda değildi.  Oysa yazar asla onlar gibi düşünmüyordu. Eser boyunca Santiago Nasar’ın masumiyetini ima eder.  Anlaşılan o ki, bu talihsiz gençten yana olan sadece annesi ve yazardı.

 

Angela Vicario evlendiğinde bakire çıkmayınca bunun suçlusu olarak Santiago Nasar’ı neden gösterdi? Eğer bu bir iftira ise neden başkasına değil de ona böyle bir iftirada bulunmuştu. Okur olarak bizler bunun genç adamın üç kuşak önceden de olsa farklı bir ülkeden gelişine, ülkenin gerçek sahipleri olarak onların orta halli bir hayat sürerken Santiago ve ailesinin daha konforlu bir hayat sürmesine içerleyişine bağlı olduğunu düşünebiliriz. Yazar katiller ve maktul arasındaki etnik ve ekonomik farktan sık sık söz ederek bu fikrmizi kuvvetlendirir. İkiz kardeşler Pedro ve Pablo günlerce her yerde cinayet planlarından söz ederlerken dinleyenler o yaşlarına kadar çizdikleri iyi insan portrelerinin yanı sıra onların zengin bir adamı öldüreceklerine ihtimal vermezler. Santiago Nasar’ın öldürülüşü böylece kamuya ifşa edile edile gerçekleştirilir.

 

Kırmızı Pazartesi’nin gerçeği ele alış tarzında kendine özgü bir yapı bulunmakta. Gabriel Garcia Marquez küçük ve yoksul bir sahil kasabasında geçen olay örgüsünü öyle yalın, öyle sakin dile getirir ki okur inanılmaz, aynı zamanda dehşet verici bir cinayeti, ilk cümleden itibaren kanıksamış hale gelir. Oysa her ölümün hele ki her cinayetin olağanüstü bir yanı mevcuttur. Sıradan bir ölüm dahi hikayesini dinleyende ya da okuyanda hayret hissi uyandırır. En ince ayrıntısına kadar anlatılan bu cinayet öyküsünü okunurken ölüm alışıldık bir hale getirilmekte.

 

Yazar Kırmızı Pazartesi’de zamanda ileri ve geri gidişlerle eseri durağanlıktan kurtarmış. Okur birkaç satır farkla cinayetin işlendiği sabahtan yirmi yedi yıl sonrasına, birkaç hafta öncesine, Santiago Nasar’ın atalarının Kolombiya’ya yerleştiği yıllara, Angela Vicario’nun düğün gecesine, damadın (Bayardo San Român ) kasabaya geldiği ilk günlere, Angela Vicario’nun evine geri döndükten sonraki yıllarına, ikiz kardeşlerin hapishane günlerine, Santiago Nasar’ın cenazesinin otopsi edilişine, genç adamın ölmeden önce annesinin gözlerinin önünden bir hayalet gibi geçiş anına, cinayetin işleneceği dedikodularının yapıldığı günlere şahitlik ediyor. Böylece yazar okurun geçmiş, gelecek ve bugün algısı üzerinde oynamalarda bulunarak esere hareketli bir zaman boyutu kazandırıyor.

 

Cinayet işlemek insan nesline Kabil’den kalan kötü bir miras. Çoğunlukla kimin, ne zaman ve neden cinayet işleyeceğine kişiler karar vermiyorlar. Santiago Nasar’ın öldürülüşü bu türden bir cinayet, adeta toplu karar verilip işlenen bir suçtur. Kasabaya adım atmak istemeyen piskoposun, suya sabuna karışmayan rahibin, albaylıktan emekli belediye reisinin, Santiago Nasar’ın hizmetçisinin, onu yeterince romantik bulmadığı için “keşke seni öldürseler” diyen nişanlısının, Angela Vicario’yu bakire çıkmadığı için reddeden eşinin, kızına “aşk da öğrenilir”  diyerek Bayardo San Român’la evlenmesine sebep olan annesinin ve daha birçok kişinin cinayette parmağı vardır. Gabriel Garcia Marquez toplumun birey üzerindeki katı tahakkümünü sorgular kolektif bir cinayet öyküsünün safha safha aktarılması ile.

 

Dinin ve din adamlarının özellikle gelişmemiş topluluklar üzerindeki etkileri tartışma kabul etmez bir gerçekliktir. İster batıl ister hak dinlerde olsun durum bundan ibarettir. Kırmızı Pazartesi’de yazar din adamları ve halk ilişkisini irdelemeden geçemez. Romanda kızı iffetsizliğinden dolayı evine dönen baba  “kim bilir piskopos ne düşünecek?” diye irkilmektedir. Oysa belki de piskoposun hayatta, horozibikleriyle pişirilmiş şahane çorbadan daha fazla umursadığı bir şey yoktur. Safiyane hislere sahip halk kitleleri ile onların din duygularından faydalanan kişiler Asya’da, Afrika’da, Güney Amerika’da yaşasalar bile önemli farklılıklar oluşturmazlar. Eserin düşünsel temellerinden birisini de bu acı gerçek oluşturmaktadır.

 

Yazar romanın bir yerinde, kasaplık mesleğinin insanın ruhunda adam öldürmeye yatkınlık olduğunu gösterip göstermediğini sorar kasaplara. Fakat onlar yazarın tezine karşı çıkarlar “Biz bir hayvan kestiğimizde gözlerinin içine bakmaya cesaret edemeyiz,” derler.  İçlerinden biri,  daha önceden bildiği, hele hele sütünü içtiği bir ineği kesemeyeceğini söyler yazara. Yazar onlara Vicario kardeşlerin kendi yetiştirdikleri, adlarıyla çağıracak kadar yakından bildikleri aynı hayvanları kestiklerini hatırlatır.  “Doğru,” diye karşılık verir bir tanesi, “ama dikkat ederseniz onlara insan adları değil, çiçek adları koyuyorlardı.”  Eserde yer alan bu konuşma, yazarın kafasındaki kasapların cinayete yatkınlığı fikrini irdeler niteliktedir.  Meslekleri kasaplık olan ikiz kardeşler mutfak bezlerine sardıkları kasap bıçakları ile gözlerini dahi kırpmadan cinayet işlerler. Görgü tanıklarından birisinin onlardan söz ederken “Tıpkı iki çocuğa benziyorlardı,” demesi ve bu düşüncenin onu ancak çocuklar her şeyi yapabilirler yargısından dolayı korkutması da yazar tarafından aktarılan bilgilerden birisidir. Yazar psikolojik çözümlemelerle olayı analiz ederek okurun algı eşiğini yükseltir.

 

Anneler ve oğulları arasında tarifi pek güç bir bağ bulunur. Santiago Nasar’ın annesi onu incecik kalp titreyişleri ile seviyordu. Oğlunun acımasızca katledilişi anlatılırken birkaç satırın dışında adının ve hislerinin anılmayışı eserdeki dikkat çeken unsurlar arasında yer alıyor. Yazar, Santiago Nasar’ın annesiyle görüşse de, bu görüşmeye ve içeriğine romanda geniş yer vermez. Evladını korkunç bir şekilde kaybetmiş olan bir annenin hislerini fazlasıyla kurcalamayışında yazarın acılı anneye duyduğu saygının etkin olduğu ihtimali akla geliyor. Oğlu son bir kez gözlerinin önünden belli belirsiz bir siluet halinde geçen, bir daha onu dünya gözüyle göremeyen bu annenin rüyaları, uykuları, duyguları o kırmızı pazartesiden sonra ne haldeydi acaba?

 

Dünya üzerinde en çok sıkıntıyı herhangi bir ülkede azınlık olarak yaşayan insanlar veya topluluklar çekmiş olmalılar. Sen ben basamağından biz basamağına yükselemeyen insanlık, azınlıklara karşı zulüm uygulamaktan vazgeçmemiş durumda. Araplar yazarın deyimiyle “en ücra, en yoksul Karayip köylerine 20. yüzyılın başlarında yerleşmiş barışçı göçmenlerden oluşan bir topluluktu, hayatlarını oralarda kalıp panayırlarda renk renk kumaşlarla incik boncuk satarak sürdürmüşlerdi. Birbirlerine bağlıydılar, çalışkandılar, Katolik olmuşlardı. Kendi aralarında evleniyorlardı, buğdaylarını dışarıdan getirtiyor, avlularında koyun besliyorlar, mercanköşk ve patlıcan yetiştiriyorlardı, en büyük tutkuları kâğıt oyunlarıydı”  Gabriel Garcia Marcuez  Kırmızı Pazartesi’de yabancı düşmanlığına karşı geliştirdiği duruşu sergiler.  Vicdanı hasar görmemiş, kalp aynalarının sırı bozulmamış insanlar bilirler ki iyi ya da kötü insan olmanın dini, dili, cinsi, milliyeti yoktur.  Üstelik azınlıkların / göçmenlerin de çoğunluk / yerli nüfus kadar yerleştikleri topraklarda yaşama hakları vardır. Yazar meseleye dair sözlerini şöyle sonlandırır: “Dahası vardı. Pablo Vicario’nun ishalini kesen, aynı zamanda ikiz kardeşinin iyileşmesini sağlayan mucizevi çarkıfelek ve pelin çayını salık veren de Suseme Abdala adındaki yüz yaşında bir Arap kadın olmuştu.”

 

Kırmızı Pazartesi sezgisel öğelerin ağır bastığı bir roman. Yazar yoğun imgelerle oluşturduğu üslubunda söylemek istediklerini açık seçik beyan etmektense okura sezdirmeyi tercih ediyor. Roman kahramanları da ortak bir hal ile henüz yaşanmadan olacaklardan haberdar gibidir. Hayata ve hayatın akışına karşı duyarlı olmak insanların beş duyu organlarıyla yetinmeyip çok daha fazla hisse sahip olmalarını sağlar. Buna rağmen kasaba sakinleri kendi -insan olmalarından kaynaklı- vasıflarından o kadar habersizlerdir ki sağır, kör ve lal olurlar adeta. Santiago Nasar için “daha o zamandan bir hayaleti andırıyordu” diyebilen bir kadın genç adamı “onu öldürmek için” aradıklarını söyleyen Vicerio kardeşlerin işleyecekleri cinayete ihtimal dahi vermeyebilir. Oysa yazar Kırmızı Pazartesi’de rüyaların gücünü dahi hatırlatarak onların farkında olmadıkları yeteneklerinin aynısının bizde de var olduğunu vurgular.

 

İçsel yolculukları derinlere olan insanların kalpleri zamanla daha bir hassas olur. Başkalarının üzerinde fazlaca iz bırakmayan olaylar onların ruh hallerini alt üst edebilir. Hatta bu alt üst ediş bazen uzun yıllara yayılır. Sanatla ilgili kimselerin takıntılı ruh hallerini anlayabilmekte onların hassas iç dengelerinin de hesaba katılması gerekir. Gabrel Garcia Marguez’in gençlik dönemlerinde şahit olduğu, aslında şahit olmayıp vaveylasıyla sarsıldığı bir cinayet onun mahkeme arşivlerinde, kasabanın eski sokaklarında, unutulmuş insan adlarında, dolaşmasına yol açar. Kırmızı Pazartesi’de okur, yazarın detaylara sığınan, inceliklerle avunan iç dünyasına da şahitlik ediyor.

 

Küçük dünyaların dar atmosferinde nefes almaya çalışan insanlar, dışarıdan yalın bir gerçeklikle iç içe yaşıyormuş gibi gözükseler de her birinin içsel bahçelerinde gizli kalmış iyi ya da kötü sayısız farklılıkları mevcuttur. Kırmızı Pazartesi küçük bir liman kasabasında yaşanan dehşetli bir olayı en ince detayına kadar anlatarak okurda felaket hissini ve şaşkınlık hissini aynı anda uyandırır. Hiçbir şeyin görünen yüzüyle yetinmemek mecburiyetini aşılar.

 

Okunan her kitap gibi Kırmızı Pazartesi de bitti hem de kalbe sayısız keder ve iç burkulması ekerek: “Halam Wenefrida Mârquez, ırmağın öte yanındaki evinin avlusunda bir tirsi balığının pullarınıtemizlemekle uğraşıyordu, Santiago Nasar’ın eski rıhtımın merdivenlerini inip kendinden emin adımlarla evine doğru yürüdüğünü görmüştü. “Santiago, yavrum!” diye bağırmıştı. “Neyin var?” aSantiago Nasar,onu tanımıştı. “Beni Oldürdüler, Wene Hala,” demişti. Son basamakta tökezlemiş, ama kendini hemen toparlamıştı. “Hatta bağırsaklarına bulaşan toprağı eliyle silkelemek titizliğini bile gösterdi,” dedi bana Wene Halam. Sonra saat altıdan beri açık olan arka kapıdan evine girmiş, mutfağın içine yüzükoyun yığılıp kalmıştı.”

Hatice Eğilmez Kaya
www.kafiye.net


Tarih 23 Eki 2014 Kategori: Sema SEZER

KIRIK UMUTLAR


KIRIK UMUTLAR

Hazan düştü yeşil yaprak toprağa
Dökülür yapraklar kırık umutlar
Yağmurda beyazlı hayallerim var
Kırdığın kalbime çiçek gibi yar

Bitmeyen şarkısın kızıl gecede
Titrektir ellerim üşür düşlerim
Solgundur karşımda duran resmin
Gözümde yaşlarla koydun beni yar

Şiirlere anlattım senli düşleri
Uyku diye sana yumalı gözü
Kondur buseni çi misali saf
Cemrem oluver benim gönlüm ısıtan.

SEMA SEZER
22/10/2014
www.kafiye.net


Tarih 23 Eki 2014 Kategori: Ali Bilecen

BAŞKASI OLMAM


BAŞKASI OLMAM

Karşılıksız sevda çeken yüreğin
Kalbine oturan sızısı olmam.
Nefsi emareye vermem kamçıyı
Gaflete düşerek yazısı olmam.

Vuslatta kabarıp seherde dindim
Arifler virdine sohbetle indim
Özgür yaşamayı ilke edindim
Emrinde kurbanlık kuzusu olmam.

Edepsize parlar, sevgide coşar
Bakiye ömrünü onurlu yaşar
Azim ve kudretin ardında koşar
Meyvesiz ağacın kozası olmam.

Taşlaşmış yüreği sokmam yâdıma
Okyanus değilse yakmam oduma
OZANMERDAN denmiş bir kez adıma
Dikenli goncanın vazosu olmam.

ALİ BİLECEN/OZANMERDAN/23/10/2014
www.kafiye.net


Tarih 23 Eki 2014 Kategori: Binali YILDIZ

MUHTERİS


MUHTERİS

Yollarımda bekler durur kem gözler
Sabah gölgemle söyleşir, akşam telefonda.
Zevk yapmış kendine köşelerde izler
Kaş yapayım derken, göz çıkarır muhteris.
Sana derin sana, ey insan, ey Müslüman
Var mıdır kitabımızda yeri , sözlerin hepsi yalan !..

Şereften, namustan dem vurur şahsın
Güneşten tiksinir, gölgelenir bakışın
Yalanı balçık yapar durmaz sıvarsın
Bunlar seni yüceltmez, alçaltır muhteris.
Sana derin sana, ey insan, ey Müslüman
Var mıdır kitabımızda yeri, sözlerin hepsi yalan !..

Sevgiymiş, aşkmış,ne gezer, yazmaz lügatin
Yıllardır insanlığı beş pula sattın
Bir görsen, üstüne onları, yüzleri kattın
Lafla bezirgânlık yapılmaz muhteris.
Sana derin sana, ey insan, ey Müslüman
Var mıdır kitabımızda yeri, sözlerin hepsi yalan !..

İlk değil bu, güneşe gölgeyi salman
Yıktın pek çok masumu, yuvası talan
Yeter uzattın, ellerini çek ulan
Göklerde dolaşan can alıcı melek misin.
Sana derin sana, ey insan, ey Müslüman
Var mıdır kitabımızda yeri , sözlerin hepsi yalan !..

Yoluna taş koysan da, durmaz bu kervan
Hasetten çatladı şeytan, uyan be uyan
Seni can düşmanı, din düşmanı, salya akıtan
Bu kaçıncı ihanettin, kaçıncı muhteris.
Sana derin sana, ey insan, ey Müslüman
Var mıdır kitabımızda yeri , sözlerin hepsi yalan !..

Binali Yıldız
www.kafiye.net


Tarih 23 Eki 2014 Kategori: Nesrin Önem

GEL DE BANA SOR


GEL DE BANA SOR

Derdi kederi bunca yıl çileyi çekmeyi
Fedakar olup gururu ayakta ezmeyi
Çaresiz yaşayıp kendinden ödün vermeyi
Yıllara sitemler etmeyi, gel de bana sor

Düşmeden ayakta durdum ,yinede yetmedi
Çektikçe çileler gözü üstümden çekmedi
Elden ayaktan düşürdü, usanmak bilmedi
İçine gamları atmayı,gel de bana sor

Hayata kinin ,nefretin tükenip biter mi ?
Ömrünce bıkmadan dirensen zaman yeter mi ?
Mutluluk arasan sonu bulan hep keder mi ?
Engebeli yollar aşmayı ,gel de bana sor

İsyana gücüm yetmez ,hep dururum yerimde
Boğazıma düğümlenir suskunluk biçimde
Kaybettim umudumu sonu yok bu seçimde
Hayatı bomboş yaşamayı, gel de bana sor

NESRİN ÖNEM DEMİR
22 .10 2014
BURSA
www.kafiye.net


Tarih 23 Eki 2014 Kategori: Nesrin Önem

ACIMASIZ HAYAT


ACIMASIZ HAYAT

Nedenler kalkmadan ortadan huzurun olmaz
Bağlanır elin kolun
Eziyet olur yaşadığın sürece hayat
TırmandIğın yokuşlar bir karşılığı bulmaz
Kapalı durur yolun
Sadece güvendir aramış olduğun maksat

Karanlık içinde kaybolup giden yalnızlık
Ve soğuk ıssız gece
Kadere mahkum bıraktığın yürek çaresiz
Fedakar ömründe tek yaşadığın haksızlık
Ağzında hep o hece
Acımasız hayatta kalmış sındır kimsesiz

Fırtına eser allak bullak beynin içinde
Hayat zalim acımaz
Elinde sigaran dalıp gidersin geriye
Bedeni yaralı kurumuş ağaç biçimde
Hayal kurmakta olmaz
Sitemkar tavırlar içindesindir maziye

NESRİN ÖNEM DEMİR
23 .10 2014
BURSA
www.kafiye.net


Tarih 23 Eki 2014 Kategori: Nesrin Önem

GEÇER BEYHUDE ÖMÜR


GEÇER BEYHUDE ÖMÜR

Bir huzurlu gün yaşamadan hayatın geçer
Sanki gelir dertliler içinden seni seçer
Sormadan belirler geleceğine yön biçer
Zamanı durdurmaz ki , geçer beyhude ömür

Bir bakmışsın yıllar saçına aklar düşürmüş
Geriye döner bakarsın ömrünü götürmüş
Harcadığın zamanı fedakarlık çürütmüş
Ömrünü ezdirmekle geçer beyhude ömür

Yalan dünyala kandırır gözlere mil çeker
Fakirden alarak zenginin önüne döker
Acımaz gariban aşığın boynunu büker
Yaşları döktürmek le , geçer beyhude ömür

Zorlukla ömrü alır elinle yine doymaz
Derbeder duruma düşürür kavline koymaz
Yıllar geçip gitmiş aklına gelip de sormaz
Ömrü geri vermez ki ,geçer beyhude ömür

NESRİN ÖNEM DEMİR
23 .10 2014
BURSA
www.kafiye.net


Tarih 23 Eki 2014 Kategori: Nezahat KAYA

Gördüm


Gördüm

Devir eski devir değil diyorlar
Dumanı gam tüten bacalar gördüm
İlimin önünde eğil diyorlar
Ameli çok başka hocalar gördüm

Kimi ağır ayak kimi süratlı
Zengin çalımlanıp geçti kıratlı
Kiminin derdi az kiminin katlı
Yetimin karnında acılar gördüm

Sevgisiz eliyle taze yarayı
Dostuyla gitgide açan arayı
Bucaktan çıkınca sırma sarayı
Kümese çeviren bacılar gördüm

Nefsi tımar etmek gelince ağır
Ölüsü sırtında taşındı ağır
Felaket tellalı beklerken sağır
Zulmü fırsat bilen niceler gördüm

Hakikat önünde gözü boyama
Gönül perdesine tutmazken yama
İbretlik âlemde neler var ama
Mihnetsiz devleşen cüceler gördüm

Güzellik denilen ani taşımlık
Dıştan içe doğru bil ki coşumluk
En fazla sürdüğü üç gün koşumluk
Hörgücü sırtında eceler gördüm

Tevazu ilinde kendine yetip
Kemiksiz dilini aleyhe edip
İki bildiğiyle ayak diretip
Kirini gezdiren paçalar gördüm

Gördüm ki içimde yağmur yağışlı
Ömür gelip geçmiş çok karakışlı
Bi-vefa dünyaya üzgün bakışlı
Yabana yol veren hancılar gördüm.

Nezahat YILDIZ KAYA
www.kafiye.net


Tarih 21 Eki 2014 Kategori: Nigar AGIR

ÇOCUKLUĞUM


ÇOCUKLUĞUM

Çocukluğum başlardı sabah erken,
Okul bahçesinde, koşup oynarken,
Ne güzeldi o günler,
Arkadaşlıklar bir başkaydı o günlerde,
Hasret kaldık okulun atmosferine,
Bazen neşeli kahkahalar atardık sınıfın içinde,
Bazen de muziplikler peşi sıra komiklikler,
Sabahları en çok ekmek kokusu sarar ya etrafı,
Okulda da tebeşir, kalem kokusu,
İlim irfan yuvası, yuvaların hasıdır okul,
Ne güzeldi çocukluğum,
Bilgide yarışırdık, düşmanlık yoktu içimiz de,
Bana deseler ki ömrünün sonu na adar okula git,
Giderdim hiç düşünmeden,
Öğretmenimin o güzel sesi yankılanırdı,
Günaydın çocuklar derken,
Bütün gücümüzle günaydın öğretmenim demek ne güzeldi,
Parfüm kokusu gibiydi kitapların kokusu,
Sarardı ruhumuzu büyülerdi adeta,
Teneffüsleri can kulağıyla beklerdik,
Kovalambaç saklambaç oynamak için
Ey çocukluğum sen ne güzelmişsin,
Dön gel yine bana desem gelir misin?,
İmkansız gelemezsin,
Ama ben hep o günlerdeyim,
Sen gelmesen de ben sana her gün gelirim.

NİGAR AĞIR
21/10/2014
www.kafiye.net