Kategoriler

Arşivler


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Hatice Eğilmez KAYA

Bu Ne Sevgi


Bu Ne Sevgi

Hatice Eğilmez Kaya

Oğul; “Bir düğüne gideriz, bir eğlenceye gideriz; herkes oynayanları seyreder, annem beni,” diye dert yandı bir gün çevresindekilere. Sonra da annesinin her işini bırakıp onu seyre dalmasını taklit etti. Meramı yoğun sevgiyi eleştirmekti. Yine de herkesten çok annesi güldü kendi haline…

“Sevmekten kim usanır?” diyor bir şarkı sözümüz. Sevmekten us(l)anmadığımızın örnekleri ömür serüvenlerimizde sayamayacağımız kadar çok. Sevilmekten ise us(l)andığımız oluyor zaman zaman. Her iki anlamda da sevgi en iyi hayat öğretmenlerimizden biri; Terbiyeye muhtaç gönüllerimizi hem usandırır hem de uslandırır. Varlık ve hiçlik arasındaki bıçak sırtı sınırın, farkındalığına ermiş olan insan nesli için sevilmek; tatlı, bir o kadar da sarhoş edici bir etkiye sahip.

Sevilen gerçekten de sıkılır mı acaba dozu iyi ayarlanamamış sevgi beyanından? Galiba bu sorunun cevabı evet… Sıkılır sıkılmasına ya ilgi azaldığında da bir problem mi var? Diye hayıflanabilir içten içe. Elbette ‘hayıflanma ihtimali’ adından da anlaşılacağı gibi bir tahminden, akıl yürütmeden ibaret.

Ah çekmek başımıza sık sık geliyor dünya sürgünümüzde. Ah, canımızın yandığının resmidir. Bedenimizde bir tahribat olduğunda da ah çekeriz, kalbimiz yaralandığında da… “Bir ah çeksem karşıki dağlar yıkılır, bugün posta günü canım sıkılır,” diyen kişi kimdi bilinmez. Fakat bu içli türkü nicesine etki etti ve kim bilir daha kaç ‘’bağrı yanmışa’’ etki edecek. Ah, en çok da ümitsiz aşk serencamlarında yana yakıla çıkar önce candan, sonra dilden. Tıpkı nefesin ciğerlerde, gırtlağımızda müthiş bir devri daimle dolandığı, bir gün geri dönmemek üzere bizi terk ettiği gibi. Son nefesimiz nereye gider ki hangi ezelden aşinası olduğumuz diyarlara?

Zihnimde ah ile sevgi durup dururken niye yan yana geldiler ki? Oysa ne kadar karşıt kavramlar onlar. Biri zifiri kara, diğeri mahşeri ak… Birinin mutluluk vermesi beklenir, diğerinin hüzün ve dert kaynaklı olduğu malum. Birbirine tezat oluşturduğu sanılabilecek ah ve sevgiyi yan yana ilk getiren ben değilim. “Bu ne sevgi ah,” diye başlayan şarkı; “bu ne ızdırap,” diye söze devam ederek arada bir zıtlık değil uygunluk olduğunu açıklıyor. Demek odur ki sevgi bazen ızdırap verir, ızdırap verdiğinde de ‘ah’a neden olması kaçınılmazdır.

Hangi sevgi keyfi sefadır acaba? Hangi sevgi cevri cefa? Sorunun aklı erenler için, gözü görenler için cevabı çok basit, bir o kadar da karmaşık. ‘Mesafe’ sözcüğü ile kısa ve net bir açıklama yapabiliriz bu konuda. Yakınlığın en azılı düşmanı ‘mesafe’dir. Üstelik ‘mesafe’ dediğimiz zakkum sadece maddeler âleminde değil, soyutluklar ülkesinde de mevcuttur. Bazen yanı başımızdaki insanlar uzağımızda kalır, bazen yüce dağların arkasındaki insanlara hasret çekeriz. ‘Mesafe’nin varlığı bizim isteğimiz dışında gerçekleşiyorsa ızdırabın yalın ve en kolay anlaşılır hali olur.

Bazılarımız kendilerini imkânsız işlerin fatihi, zorlukların cellâdı zannetseler de; imkânsız bir işi olur kılmak her babayiğidin harcı değildir. Her birimiz hayallerimizle varız. Bununla birlikte kafamızda kurguladıklarımızın hepsini gerçekleştirmemiz, kalplerimize diktiğimiz her fidanı yeşertmemiz mümkün değil. Evet, cümle derdi sona erdirir fakat gerçekte başlı başına bir dert, bir ızdıraptır aşkın -sevginin- kendisi. Fuzuli’nin derman istemediğine bakmayın çok can yakıcıdır üstelik. Binlerce ‘ah’a gebedir. Sevginin imkân yoksulu olanı…

Sevilenden ayrı kalmak eğitebilir ruhlarımızı fakat divane de edebilir. Bu divaneliğin genellikle kimseye zararı dokunmaz. Fakat her iki tarafı yorduğu, hırpaladığı da muhakkaktır. Yormak, hırpalamak, üzmek… Akla gelebilecek sayısız ihtimal. Hiç kimse sevdiği birini bu ihtimallerle yüz yüze getirmek istemez. Bıktırmak asla. Kaza da kaderin sonucu buna rağmen. Ölüm de yaşamanın çoğu kez müjdeler saçan yüzü…

Evladını seyre dalan annenin duyduğu sevgide de bir parça ızdırap vardır. Bu ızdırap -ki acının yoğun bir çeşididir- sadece onda değil evladında da tecelli eder, işin hazin yanı. Bütün annelerin ve çocuklarının yaşadığı veya yaşayacağı ayrılıklardır onların ızdıraplarının kaynağı. Küçük bir çocuğun; annesi yanından her ayrıldığında yaygarayı basması, annesini beklerken henüz anlamlandıramadığı bir hüzne kapılışı, perdenin arkasından bakınırken annesinin küçücük adımlarını gördüğünde koşar adımlarla kapıya yönelmesi, buruk tatlar bırakır hem çocuğun hem annenin gönlünde. Bütün ayrı kalmalar, özlemek süreçleri, akla gelen bütün göçler kalplere keder eker ve bazen de endişe… Sonra da birlikte olunan zamanlarda seven sevileni seyre dalar gayri ihtiyari olarak. Hiçbir seyir bitmez elbette, fırsat buldukça devam eder.

Hatice Eğilmez
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Onur BİLGE

El MELİK

0272 – El MELİK

Onur BİLGE

Cuma günü akşamüstü, okuldan grup halinde çıktık. Bu yıl okula başlayanlardan da aramıza katılanlar vardı. Hep beraber Virane’ye gittik. Güneş solgunlaşmış, gün bitmek üzereydi. Bizse, biraz daha uzatmak niyetindeydik. Akşam yemeğini birlikte yemek suretiyle daha çok beraber olmak istiyorduk. O nedenle, aramızda para topladık, Orçun’a verdik. O, alışveriş yapmak üzere ayrıldı. Kıyma falan alacak, İnegöl köfte yiyecektik. Onun ayrı bir lezzeti vardır ama püf noktasını tam öğrenememiştik. İçine, bu yörelerde yetişen bir otun da katıldığı söylentisi var. Fakat aramızda işin aslını bilen yok. Duygu, yaklaşık lezzetini tutturabiliyor. Eksik tadı da arkadaşlıkla, dostlukla kapatmaya çalışıyoruz.

Virane’de ne yenirse yensin, gülüş cümbüş yendiğinden midir, nedir; hoşumuza gidiyor. Azıcık da yesek, doyuyoruz. Dua singini var galiba. Aramızda, garibanlar var ya mutlaka ondandır. Önce Define… Sonra yurttan ayrılarak üst kata yerleşen fakir öğrenciler… Burası imarethane gibi… Herkes lokmasını bir diğeriyle bölüşüyor. Çok kalabalık olduğumuz zamanlarda sandalye de çay da yetmiyor. Bir sandalyeye iki kişi oturuyor, bir bardak çayı iki kişi içiyoruz.

Bazen kendimizi ensara benzettiğim oluyor. Hani Mekke’de Müslmümanlara zulüm edilmeye başlanıldığında, Medine halkı onları davet etmiş, evlerini, topraklarını paylaşmışlardı da muhacirlerin her birine bir ensar sahip çıkmıştı ya… Allah-ü Teâlâ onları ‘Ensar’ yani ‘Kucak Açıcı’ olarak anmıştı… Ne mutlu o paylaşımcı, güzel insanlara! İslamiyet ne güzel bir din! Ne güzel şey, her şeyini bir ihtiyaç sahibiyle paylaşmak! Bundan güzel mutluluk olur mu! Bir kişinin doyduğuyla, iki kişi de doyabiliyor. On kişi kadarız hali vakti yerinde olan. Bazen on bazen de on beş kişiyi aramızda idare edebiliyoruz. Bu bağlamda bir de hadis var. Efendimiz, kendiliğinden konuşmaz ve ne dediyse doğrudur. Mülkiyette egoizm, ortak kullanımda mutluluk vardır. O, her şeyin bilincinde olduğu gibi bunun da bilincindeydi.

Arkadaşlara haber verdik, yemeğe kadar bahçede toplandık. Konular yığılmaya başladığı için bazılarınca, giriş ve üst salon etüt odası olarak kullanılmaya başlamıştı. En çok da Medeni Hukuk’ta zorlandıklarını, Arapça Farsça sözcüklerin çokluğu nedeniyle konuları pek anlayamadıklarını söylüyorlardı. Özellikle Melike… O, Akademi’ye bu yıl başladı. Esmer, oldukça uzun boylu, zayıf, sağlıklı, hafif dalgalı simsiyah upuzun saçlı çok güzel bir kız… Antalyalı olduğu için en çok bana sıcaklık duyuyor, bir ihtiyacı olduğu zaman ilk önce beni buluyor. Sadece ihtiyacı olduğunda değil tabi… En az benim onu sevdiğim kadar beni sevdiğinin farkındayım.

Virane’ye girer girmez, iri kirpikli kocaman kara gözleri ışıldadı. Geniş bir gülümsemeyle el sallayarak yerini belli etti. Fark edilmeyecek gibi değil ki! En uzunları; ay yüzlü, güzel bir kız… Hareketli, kıpır kıpır!

“Semiray Abla! Tam zamanında geldin! Bir dakika yanımıza gelir misin? ” dedi, heyecanla.

“Ne oldu? Ne bu heyecan? Önemli bir şey mi var? ” dedim.

“Ya, Hukuk…” dedi. “Mülkiyet konusu…”

“Ondan kolay ne var? Herkes bir şeylere malik… Melike, kendi adını mı anlayamadın? ” diye yanına gittim.

“Adımla ne alakası var? Benim adım Melike… ‘Kadın hükümdar, hükümdar karısı’ demek…”

“Melîk ne demek? ”

“Melik, hükümdar demek…”

“Melik değil, Melîk…” diye yazarak sordum.

“Bilmem. Ne demek? ” diye dudak büktü, gözlerini anlamsızlık ifade eden bir şekilde kocaman kocaman açarak.

“Melîk, ‘Mal Sahibi’, yani ‘Mâlik’ demek…”

“Ama o Allah’ın sıfatı…”

“Evet, Allah’ın sıfatı… Güzel isimlerindendir.”

“Mülkiyet hakkı ne demek oluyor, o zaman? ”

“Sahibine, eşyayı kullanma, eşyadan faydalanma, tasarruf etme yetkilerini veren hak… Sahip olunan, taşınabilirse menkul kıymet, taşınamazsa gayrimenkul mülkiyet…

Levent, Nazan’a yan yan bakarak:

“Herkes malını mülkünü, istediği gibi kullanabilir. Mülkiyet hakkı, iyi de kullanabilir kötü de…” dedi, yavaşça. Sağ elinin başparmağıyla, sağ tarafındaki Nazan’ı göstererek devam etti: “Sahibince, kullanılamaz hale de getirilebilir. Nazan’ın beni kullandığı gibi…”

“Sen mal mülk müsün? İnsansın.”

“Ha şunu bileydin! Başında çöp kırayım bari de…”

“Asıl senin mallanman mahvediyor her şeyi. Bizim evde bir mal varsa, o da benim. İstediğin gibi tasarruf ediyorsun. İmzayı atıncaya kadar öyle değildi. Evliliğe değil, köleliğe imza attım sanki! ”

“Allah aşkına, yine başlamayın! Şimdi espri tartışmaya dönecek! Ağzımızın tadı bozulmasın! ” diye fısıldadım, Levent’e. Ne kadar olgun bir insan! Hemen sustu. Nazan’’a da fırsat vermedi. Devam ettim:

“Mülkiyet hakkı, başkasına da kullandırılabilir. Ne kadar mutluluk vericidir! Bak, burayı hepimiz kullanıyoruz. Çok eski, harap bir ahşap bina, kaç kişiye fayda sağlıyor! ” İhsan gülerek:

“Halit de Ayşe’ye: “Ya benimsin ya da toprağın! ..” diyor, daha şimdiden. Öyle değil mi oğlum? ” diyerek, sağ avuç içiyle, solunda oturan Halit’in sağ omzunun iç kısmına vurdu. Halit gülümseyerek, Ayşe’ye baktı:

“Öyle mi Ayşe? Ne diyor bu adam? ”

“Ben seninim zaten, Halit. Sorun yok. Biz, birbirimizi seviyoruz. Bir ömür boyunca beraberliğimize imza atarak birbirimize aidiyet belirtiyoruz. Toprağın olma vakti gelinceye kadar beraberiz, İnşallah! Sen bakma ona! Kıskanç şey, ne olacak! ..” diye gülerek cevapladı, gelin adayı.

Ev aramaktan ayakları şişmiş, ikisi de ayakkabılarını çıkarmışlar; ayaklarını, iskemlelerinin altındaki tahta kayıtlara koymuşlar, söylenip duruyorlardı. Ayşe:

“Ev bulmak ne kadar zor! Bizim beğendiklerimiz çok pahalı, ucuz olanlar, içinde yaşanacak gibi değil! Ne yapacağımızı şaşırdık! ” diyordu. “En iyisi, gençken çalışıp biriktirmek, bir ev sahibi olmak! ” Define:

“Mal sahibi, mülk sahibi… Hani bunun ilk sahibi? ” dedi.

“Mal da yalan, mülk de yalan… Var, biraz da sen oyalan! ” dedi Mahir. “Hey gidi Yunus, hey! .. Ne de güzel demiş! ..”

“Yörük oğlu Bektaşi Yunus! .. Koca Yunus! .. Bizim Yunus! ..” dedim ve devam ettim: “Konumuza dönelim, Melike! Mülkiyet hakkı, iktisadi gücün artması için çok büyük bir özendirme unsurudur. Bu şekilde teşvik edilen insanlar, şevkle çalışırlar.” Mahir:

“Mülkiyet meselesi anlaşıldıysa, sırası gelmişken ve millet buradayken, Mülkün Sahibi anlamına gelen güzel isimlerinden Melik’i kısaca anlatıvereyim! Allah, kâinatı ve her şeyi yaratan olduğu gibi onların tek malikidir. Yani yarattığı varlıklara sahiptir, tamamının üzerinde kayıtsız şartsız emretme ve istediği gibi tasarruf etme hakkı O’na mahsustur. Her şeyin hâkimidir. Mülk, O’nundur. Mülkündekilerin tek hükümdarıdır. Kâinatta, sınırsız kuvvet ve kudretiyle, arzu ettiği gibi hükmederken; istediğini zelil, istediğini aziz eder, emreder, sakındırır, cezalandırır. Mülke malik, yani Melik’tir.

“Hak Melik olan Allah pek Yücedir, Ondan başka İlah yoktur, Kerim olan Arşın Rabbidir.”

Melik ismi, sadece Allah için kullanılır. Allahın diğer kemâl sıfatları, bu sıfatla vücut bulur. Kâinattaki her şeye malik olduğu için mülkünde istediği gibi tasarruf eder. İnsan, Allah’ın mülkünü kullanır, sırtına vurup götürmesi mümkün değildir. Yunus, işte bunu dile getirmiş, insanları uyarmıştır.

Her şey emanettir. Kullanmakta olduğumuz bedenlerimiz, canlarımız dahi emaneten verilmiştir. Sadece tanrılık iddiasında olanlarla müşriklerin, Allahın Melik olduğunu kabul etmek işlerine gelmez. Kullanımlarında olan mallarıyla mülkleriyle başları döndüğünden, kendilerini gerçek malik zannederler. Oysa Melik olabilmek için, muhtaç olmamak gerekir ki sadece Allah ihtiyaçtan münezzehtir. Her yaratılan, Allah’a muhtaçtır.”

“Araya girebilir miyim, Mahir? ”

“Rica ederim, dede. Buyur! ”

“Mülkiyetin; şeraite göre, ‘Şu senin, bu benim…’, tarikata göre: ‘Hem senin hem benim…’, marifette göre de: ‘Ne senin ne benim…” olduğu söylenir. ‘Yâ Mâlik!’, ‘Ey Padişah! ’ demektir. Hızır Aleyhisselam’dan şöyle bir söz ve dua nakledilmiş:

“Bir insan, bir hastayı ziyaret eder ve şifa niyetiyle yüz on iki defa: Allahümme entel-melikül-hakkullezi lâ ilâhe illâ ente yâ Allah ve Selâmü ya Kâfi, üç defa da: Yâ Şifael Kulûb derse, hasta, Allahın izniyle sağlığına kavuşur.”

“Tekrar eder misin, dede! Arkadaşlar, yazıverelim bir yere! Gerekirse okuruz.” dedi, Mahir. Dede, isteyenler yazıp bitirinceye kadar tekrarladı. Bu arada Melike:

“Bir de Saba Melikesi Belkıs vardır.” dedi. “O da benim, işte! Habeşistan veya Yemen’de hüküm sürmekteyim. Nigist Saba diyorlar bana. Adım, Habeş kültüründe ‘böyle değil’ anlamına gelen ‘Makeda’, İslam kültüründe ‘Belkıs’, bazı kaynaklarda da Lilith, Nikaule, Nicaula olarak geçiyor.”

“Yok öyle bir şey! ” dedi, Işıl. “O bir efsane… Efsaneye göre Belkıs, güneşin kız kardeşidir. Babası, annesini kurtaran El Hadhad isimli bir cindir ve kocasının adı da Yasir Yanam’dır.”

“Olur mu! Hiç Kur’an okumuyor musun, Işıl Abla? Saba Melikesi’nden, Neml Suresi’nin yirmi ikinci ve kırk dördüncü ayetlerinde bahsedilir. Tabi ki Kur’an’da, Hazreti Meryem’den başka kadın ismi geçmez ama Arap kaynaklarında Belkıs olarak geçer. Öyle değil mi Mahir Ağabey? ”

“Evet, Melike! Öyle! Müsaade et de anlatayım. Işıl, Hadhad değil, Hüdhüd… Yanlış aktarılmış. Kuranda bahsi geçer. Hayvanların dilini bilen, cinlerle ve onlarla konuşabilen Süleyman Aleyhisselam’ın kuşu olan Hüdhüd’ün, Saba Ülke’sine gittiğini, orada güneşe tapıldığını gördüğünü ve bunu ona haber verdiğini, Hazreti Süleyman’ın da bir mektupla melikeyi kendisine tabi olmaya davet ettiğini, melikenin adamlarına danıştığı, onların da savaşçı ve güçlü olduklarını, arzu ederse savaşmaktan kaçınmayacaklarını ama kararı kendisine bıraktıklarını bildirdiklerini; melikenin Hazreti Süleymana hediyeler gönderdiğini, onunsa hediyeleri küçümseyerek, Allahın kendisine çok daha iyi ve değerli nimetler verdiğini söylediğini, cinlerden birinin gidip melikenin tahtını getirebileceğini belirttiğini, gerçekten de adamlarından birinin:

“Gözünü açıp kapamadan ben onun tahtını sana getiririm!” dediğini biliyoruz.

Bunu diyenin, veziri Âsaf bin Berhiyâ veya Hızır olduğu hakkında çeşitli rivayetler var. Kimin getirdiği meçhul… Daha sonra melike gelmiş. Ona, kendi ülkesinin de böyle olup olmadığı sorulmuş. Melike, aynı olduğunu söylemiş ama camdan köşke girince, yerde su olduğunu zannederek eteklerini toplamış. Hazreti Süleyman, zeminin ıslak değil billurdan olduğunu söylemiş.

Bir rivayete göre Süleyman Aleyhisselam, onun ve halkının kendisine tabi olmasını sağlamak amacıyla, bilgili geçinen melikeyi şaşırtmak için camın altından içinde balıklar oynaşan bir su akıtmış. İkna edinceye kadar onunla konuşmuş. Sonunda melike:

“Rabbim! Ben gerçekten kendime zulmetmişim. Süleyman’la beraber Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum!” demiş ve iman etmiş. Daha sonra da tebaası güneşe tapmaktan vazgeçmiş, Allah’ın varlığına, birliğine ve hükümranlığına inanmış.”

*
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 0272
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Belgin Turan SATICI

Özgecan Şiddet Görmedi…


Özgecan Şiddet Görmedi…

04.03.2015

İşte yine bir 8 Mart Kadınlar günü yaklaşıyor. Duygu Asena’nın dillerine sağlık ne güzel de söyledi gitti. Kadının adı yok. Gerçekten de kadının ne adı ne de sanı var. Kadın sadece kullanılıyor. Her konuda bir araç olarak kullanılıyor. Doğuda, Karadeniz’de nice kadınlar tanırım. Duygusal ve ruhsal bakımdan aç kadınlar ama açlıklarının bile farkında değiller… Çünkü tattığın yaşadığın bir duyguyu bilirsin… Saçı okşanmak için değil çekilmek için kullanılanlar, eşinin sadece hayvani birleşmesine maruz kalanlar, kendisinin de bir insan olduğu ve duyguları olduğu hiçe sayılanlar. Hele kadının orgazmı o da ne, yok öyle bir şey… Erkek yapar ve çekilir kadının canı cehenneme… Hani bir cesaret neden böyle yapıyorsun dediğinde cevap hazır. Ben böyle hoşlanıyorum. Güya bir şeylerini kendine saklıyor.

Uzmanlar sarılmanın faydalarını, öpüşmenin yararlarını anlatıp dursunlar. Onları ancak başka kadınlarda deniyorlar. Öncelikle elde etmek için, sonrasında yine içlerindeki canavar ortay çıkıyor. Bunları konuşmak, yazmak tabu… Ben neden yazıyorum… Çünkü ben bir kişisel gelişim uzmanıyım. Bu şikâyetlerle gelen bir sürü danışanım var.

Kadın rahatsız. Hastanelerde sürünüyor. Doktor doktor geziyor. Kimi öyle darbe yemiş, öyle aldatılmış ki, kanser olmuş… Kimi dokunulmamış, sevilmemiş, okşanmamış, dertleri tasayı içine atmış. Beden isyan edip hastalanıyor.

Erkek mutlu mu? Hayır değil. Mutlu olduğunu sanıyor ya da mutlu olmak için her gün arayışına devam ediyor.

Hayatına daha çok kadını aldıkça biriyle geziyor, diğeri ile sevişiyor, birini hayvani ihtiyaçları için kullanıyor. Diğerini iş için kullanıyor. Fakat ruhu kirlendiği ve o ruh bütünlüğü ile birleşeceği birini bulmak istemediğinden yine de tam bir mutluluk bulamıyor. Anlık mutluluklar yüreğinin bir yerlerinde derin yaralar açmaya devam ediyor.

Kadına şiddet diyorlar. Hele de Özgecan, için şiddete hayır diyorlar. Ya iyi misiniz? Kafanız hoş mu? Ne şiddeti… Özgecan katledildi, Özgcecan canavarca canice parçalandı, yakıldı.

Kadına şiddet ila ki, fiziksel güçle olmuyor. Kadına şiddet onu görmezlikten gelerek, Onu aldatarak, onun duyguları ile oynayarak, onu adam yerine koymayarak, ona bağırarak, onu küçümseyerek, ona mevki ve makamları layık görmeyerek, onu kullanarak zaten şiddetin en alası yapılıyor.

Ben feminist değilim. Ben kadınında erkeğin de mutlu olmasından yanayım. Ancak mutlu bireyler olursa sağlıklı toplumlar olur.

Erkeklere bir çift lafım var. Mutlu edilmeyen kadın mutlu edemez. Bunu asla unutmayın. Kadın bir makine değildir. Sizlerde her gelene ruhunuzu kapatıp bedeninizi cömertçe sunduğunuz zaman bu erkeklik değil. Bu tarz ihtiyaçları buna uygun evlerde yine kadının sömürüldüğü satıldığı o evlerde yapabilirsiniz. İşiniz biter ve çıkıp gidersiniz. Arkada ne bir duygu izi, ne de ruh kalır. Andaki zevk başlamış ve orada o kapının arkasında bitmiştir.

Bir kadın aldatıldığını erkeğin her hareketinden, sözünden, gözünden her şeyinden çabucak çözer. Anlar ki, onu dışarda şımartan ve onun şımarttığı birileri var. Çünkü bir kadın azarlanıp sevgi ve şefkatten yoksun bırakılıyorsa adam enerjisini mutlaka başka bir tarafa aktarıyordur.

Sizi gerçekten yürekten seven biri varsa, onun gözlerinin içine bakın, sonra ellerini avuçlarınızın içine alın. Yazık siz erkeklere de, bu duyguyu ancak seven bir kadın size hissettirir.

Belgin Turan SATICI
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Belgin Turan SATICI

Kadın erkek ne diyorlar?


Kadın  erkek ne diyorlar?

Canım ya sen neyin kafasını yaşıyorsun. Şu, kız kıza yapılan erkek muhabbetlerinin ne kadar anlamsız ve gereksiz hatta boşa kürek çekmek olduğunu bir gün anlıyoruz ama anlayınca ne oluyor. Hiç yine devam…

Adam benimle neden yeterince ilgilenmiyor?

Daha önce böyle yapmıyordu?

Ya ne kadar abartıyorsun canım kardeşim. Bak adam eskiden senin en saçma sapan işlerinle uğraşıyordu. Manikür, pedikür, yok saç telin, saç rengin, fındık, fıstık işte ne varsa…

İçinden ne diyordu- seni bir ele geçireyim görürüsün.

Ne oldu artık sen onun elinde avucundasın.

Tamam, anladım şimdi önemli konularınla bile ilgilenmiyor.

Hayatım, onun daha önemli işleri var.

Adam bir kere para kazanacak, mevki yapacak.

Sen artık çantada keklik olduğun içinde başka başka insanlara kucak açacak.

Senin hayallerini mi çaldı?

Ya sen ne diyorsun.

Bak ona göre biri hayallerini çalarlarsa başka başka hayal bulur kendine.

Bu kadar basit mi?

Of sen de amma sıktın.

Bak şimdi tabi istisnaları vardır ama senin dertleşmek için ortaya attığın bir konuya o bağırıp çağırabilir. Neden bakış açısı..

Sen benimle ilgilenmiyorsun dediğinde ve de ağladığında kaçabilir.

Onlar sorunlardan, eleştirilmekten sonra bir korunma mekanizması geliştirir…

Ne mi yapar?

Güzel bir soru.

Kaçar…

Sonra mı ne yapar?

Gene kaçar…

Kadın mantığı ve erkek mantığı ve algısı çok farklıdır anlayacağın…

Sana şunu söyleyeyim. Benimle birlikte olursa ‘o benimdir’ dersin ya işte çuvalladın.

Onun amacı da ‘canım isteyince’ yada bir iki kere bir eğlence olsun diye…

Erkeğin keşfettiği topraklarda kalması için onunla bir duygusal bağ kurması gerekir.

Onun içinde baştan sana söyler. Ne mi söyler? “Bana bağlanma”

Ee sev diyorsun aşık olma?

Yani anlamakta zorlanacağın işler…

Bir de şu var, gerçi bazı erkeklerde çok ayrıntıcıdır fakat genelde kısa, az, öz konuşmayı severler. Hani şu ayrıntıcı erkekler daha fenadır. Allah onlara düşürmesin.

Adam sana ne yapıyorsun? Dedi.

İki satırlık bir şey söylesen yeter.

Donundaki lastiğe kadar anlatmana gerek yok.

Zaten bunlar kendilerini över, övdürürler…

Lakin senin üst üste iki kez kendini övmen göze batar.

Ya adam zaten farkında onun için seninle birlikte. Bak bir gözlerine salaklık var mı?

Neyse sonra yine konuşuruz canım… Bu konu bitmez.

Belgin Turan SATICI
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Punhane Eliyeva

Bir Gün


Bir Gün

Məndən belə asan ayrılıb getmə
Bir gün sıxılarsan ehtiyatlı ol!
Necə göz dikilib qədəmlərinə
Gözlə yıxılarsan,ehtiyatlı ol!

Acı dogru xoşdur şirin yalandan,
Büdrəmə,yapışmaz kimsə qolundan.
Bir gün menə verdiyim soyuq salamdan,
Alışıb yanarsan ehtiyatlı ol!

Demirəm hər şirin mahnıya uyu,
Helə qarşıdadır ömür-gün yolu.
Gözlə,bir sehvini sen ömür boyu,
Yadigar saxlarsan ehtiyatlı ol!

Sızladar qəlbini mənim həsrətim,
Pünhanə hicranın oldu qismətim.
Qayıdıb gelersen,barış Sevdiyim
Barısmaz sınarsan ehtiyatlı ol!

Pünhane Eliyeva
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Nesrin Önem

MASUM KADINLAR


MASUM KADINLAR

Kadınlar öncelikle anne ,düzgün bir eştir,
Ayağı öpülesi cennete eşdeğerdir,
Dünyanın mükemmeli pırlantaya tanedir,
Yinede kıymet görmez, üzgün masum kadınlar.

Yavrusunun uğruna göğsünü siper eder,
Sadece sevilmektir amacı yaşar keder,
Göz yaşı hiç bitmez ki gece gündüz hep heder,
Bir kere güzü gülmez ,üzgün masum kadınlar.

Kadınlar fedakardır sabır taşı gibidir,
Yumuşacık kalbinin içi zindan dibidir,
Nasıl insahsızca el kalkar onlar sabidir,
Dimdik ayakta sünmez , üzgün masum kadınlar

Sokakta darbelere maruz kalır ses çıkmaz,
İhaneti yaşarken bile gıkları çıkmaz,
Yıkılır incinir de sabredip evden çıkmaz,
Kul köle gibi küsmez ,üzgün masum kadınlar

Dünyanın kanunumu bu kadın ezilirmiş
Boynu bükük dolaşıp güçsüzce bezilirmiş,
Güçlüler kazanmışlar ezilen yerilirmiş,
Güzel gözleri süzmez ,üzgün masum kadınlar.

NESRİN ÖNEM DEMİR
08 03 2015
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Ali ANAR

KADINIM SENSİN


KADINIM SENSİN

kadınlar  günü kutlu olsun

Ne güzel , takıldım , senin bendine,
Ben, canımı versem, hazdır kadınım.
Candan sevdin beni, sardın kendine.
Ben canımı versem, azdır kadınım..
—-
Çok , taktir ettim hep , emekle seni.
Ben çok mutlu oldum, sevmekle seni.
Seni , çok çok sevdim, demekle seni.
Ben canımı versem, hazdır kadınım..
—-
Kötü sözün hiç yok, etmedin bir gün.
Sevmek için derde, katlandın her gün.
Her gün, hep çoğaldı, bitmedi sevgin.
Ben canımı versem, azdır kadınım..
—-
Bu yaşam yükümü, sensiz aşamam.
Sen yoksan canımda, inan yaşamam.
Damarda kanımsın, bir an koşamam.
Ben canımı versem, hazdır kadınım..
—-
Bu can sana kurban, kalbi sökerim.
Seni , üzgün görsem, yaşlar dökerim.
Ömrüm, bir kölendir hep diz çökerim.
Ben canımı versem, azdır kadınım..
—-

ALİ ANAR 25.02.2015
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Ülkü DUYSAK

KADIN


KADIN

Hayat senle güzel, yaşamak senle,
Sen benim başımın tacısın kadın.
Zorlu yokuşlarda verdiğin güçle,
Tutunduğum yeşil dalımsın kadın.

Mevsimlerim senle çiçek açmakta,
Güneş her gün senle ışık saçmakta,
Yüreğim sevginle dolup taşmakta,
Renklerin içinde alımsın kadın.

Dilime dolanan en güzel sözüm,
İçimde gül açan alevim, közüm,
Canıma can katan sihirli özüm,
Dudağımdan sızan balımsın kadın.

Ülkü Duysak
7 Mart 2015
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Remziye ÇELİK

Ben “Kadınım”


8 MART Dünya kadınlar gününü Huzur içinde kutlamak için

Cehalet kurbanı zihniyetlerin sen aklına mukayet ol Allahım …

Ben “Kadınım”

Artık hiç bir şey eskisi gibi değil
Bu nasıl kirleniştir ki, özgürce gülemiyorum
Cehalet ölümün kıyısına demir atmış
Saclarımı okşayan baharın ellerinde soluyorum

Ümitlerimi çileden çıkartan eksiklik, içler acıtan!
Gözlerimde gökyüzünü gürleten kirleniş, pınarlarımı kanatan!
Ruhumda şimşekleri çaktıran yarımlık ,yüreğimi susturan!
Kulağımı sağır eden insanlıktan utanıyorum

Her an içimde bir deprem kopuyor,
“Suçlu”, “azmettirici”, “tahrik ”edenmiş gibi
Masumiyetimin yüzüne bir çentik daha atılırken.
Tek katilim,“cehalet”,

Ruhum tekmelenircesine darp ediliyor
Korunmasız bağırışlar ,yapayalnız çırpınışlar
Şiddete, cinsel istismara maruz kalıyorum.
Yorgun, soluksuz, kendimi suçlu hissediyorum

Sahi, kaç kadını daha öldüreceksiniz ?
Umutlarımızı, bir kefene sardınız mı ?
Hiç yaşanmamış, yanılmamış gibi susup,
Bu toplumum omuzlarında uğurlanıyorum’
Oysa,ben ,“anayım”,Ben ,“kadınım”

Remziye ÇELİK
www.kafiye.net


Tarih 8 Mar 2015 Kategori: Berat Bahure ANTEPLİOĞLU

NE OLDU BENİM EŞSİZ MEMLEKETİME ?


NE OLDU BENİM EŞSİZ MEMLEKETİME ?

BAŞTACI KADINLARIMIZIN KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.

Ne oldu diye soruyorum hergün kendi kendime. Gün geçmiyor ki bir vahşet haberi çıkmasın gazetelerde. Söylenmesin televizyonlarda hem de öyle böyle vahşet değil. İnsanın, aklı fikri almıyor. Ne oldu güzelim insanlarımıza ? Neden bu kadar patlama noktasına geldiler ?

Hani nerde kadınlarımıza olan saygımız, eşlerimize annelerimize olan saygı ve sevgimiz. Çocuklarımıza gösterilen şefkatimiz. Ne bozdu bizi böyle ? Birliğimizi dirliğimizi sevgimizi, merhametimizi tek bilek, tek yürek oluşumuzu. Kim yok etti Bu değerlerimizi?

Aslında mantığını kullanan, gündemi takip eden herkes bunların cevabını verebilir. Buradan yani Yurt dışından canım Türkiye’min durumunu daha açıkca görebiliyorum. Görüyorum içim acıyor, duyuyorum kalbim dayanmıyor. Bazen öyle anlar geliyor ki içim daralıyor nefesimin kesildiğini hissediyorum. İnsan duyarsız kalamıyor işte. Aman sende sana ne diyemiyor. Benim insanım onlar, uzakta da olsam seviyorum Canım Memleketimi. İçini dolduran insanlarımızı. Köylüsü ile kentlisi ile çoluğu çocuğu ile.

Ne olur insanlar birbirlerini sevseler, herkes, herkesin yaşam hakkına saygı gösterse. Eksik gedik aramasalar birbirlerinde. Burdaki gibi Devlet durumu iyi olmayanlara baksa. Particilikle değil ama ayrım yapmadan herkese ama herkese. DEVLET BABA desek yine…Herkesin çalışacak iş ortamı olsa… Ahhhh ahhh ne hayaller dimi. Olur mu dersiniz birgün acaba.

Kadınlarımız, ana olan eş olan, CAN olan CANAN olan o güzel kadınlarımız yine baş tacı olsa. Sevgi ile sevilse sayılsa. Kadın olmadan hayat olur mu ? Onun yoldaşı erkek olmadan hayat sürer mi ? Ahh bu denge bu denge bir korunabilse…

Evet, bunlar ancak sosyal devlet anlayışı içerisinde EKONOMİK düzeni oturmuş Kişilerinin refah düzeyi yerinde olan bir memlekette olur. İnsan geçim sıkıntısı çekmese neden eşini öldürsün, neden çocuklarına kıysın akıldan yoksun değilse.

SEVGİ olursa GEÇİMİ DÜZEYİ yerinde olursa insanlarımızın, bu vahşetler biter diye düşünüyorum. PEKİ SUÇ KİM DE? Daha fazla derinlere dalmadan az ve öz yazmaya çalıştım hissettiklerimi AMA ŞUNU BİLİN İÇERİM DOLU ve yazacak daha çok şeyler var !!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Ben böyle diyorum kısaca Ya SİZ ?
BAŞTACI KADINLARIMIZIN KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.

Berat Bahure 08.03.2015 16.20
www.kafiye.net