Kategoriler

Arşivler


Tarih 5 Tem 2015 Kategori: Ülkü DUYSAK

CAN GEREK

CAN GEREK

Geceye düştü yıldız, ışık ışık saçıldı,
Ben karanlık sanmıştım nurlu bir yol açıldı.

Hırçındı susuz kalmış yağmura aç bulutlar,
Durgundu cevherleri dipte saklayan sular.

Mehtabı ağırladı karanlığın elleri,
Kırdı kalpte örülü o dikenli telleri.

Soyundu üzerinden libasını şafaklar,
Aydınlığa gark oldu bilmediğim ufuklar.

Kristal bir kürede birikti gözyaşlarım,
Gördüm ki, her damlada arınmıştı suçlarım.

Uzak mı, nedir uzak, yakın sandığın nedir?
Söyle ey arsız nefsim, sandığındaki nedir?

Sıkıntıya tahammül, acıya sabır gerek.
Yaşamak istiyorsan, tene başka can gerek.

Ülkü Duysak
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2015 Kategori: Nazlı Saraç ORAK

Çocuklar Değil, Silahlar Gömülmeli Toprağa…

Çocuklar Değil, Silahlar Gömülmeli Toprağa…

Ne kadar çocuk kaldık,ne kadar masum şimdi düşlerimiz ve düşüncelerimiz?

Çocukluk işte!..Bu iki kelimeyi söyleten içimdeki çocuğu seviyorum ve sıkıca sarılıyorum ona.

O kadar sıcak,samimi ve riyasız ki kolları,hemen güven duygusuyla doluyorum.İmkansız yok burda.Sınırsız düş kurabiliyorum.Bedenim küçük olsa da onları gerçekleştirecek gücüm çok fazla.Büyüklerin dudaklarında eğreti duran gülümsemeleri bana oldukça tuhaf geliyor.

”Büyüklük işte!..” deyip bir de gülesim geliyor.Ne sanıyorlar kendilerini suratlarını asınca?..Ciddi olup ağırlıklarıyla bulundukları yerde daha söz sahibi olacaklarını mı? Oysa çocuklar hiç sevmez ve sözünü dinlemez böyle yetişkinlerin.Yaşıtları da sadece menfaatleri gereği iyi davranır onlara.

”İçim daraldı şu büyüklerden” diyerek kocaman bir ooof çekiyorum.Ve kızıyorum onlara,hem de çok fazla.Neden mi?

Önce içlerindeki çocuğu, sonra dünyada yaşayan çocukları çıkardıkları savaşlarda öldürdükleri için.

Fazla değil yarım asırdan biraz geriye giderek günümüze gelelim.Hiroşima ve Gazze’de yüzbinlerce çocuk öldürüldü.Şimdi de Kobani’de öldürülmeye devam ediyor.

Bundan 70 yıl önce (1945 yılında) ABD’nin Hiroşima’ya attığı atom bombası ilk anda 70 bin insanın buharlaşarak yok olmasına neden oldu.Daha sonra ölenlerle 350 bin kişi hayatını kaybetti.

On yıl sonra bir kız çocuğunun sesi çığlık olup sözlere döküldü dev bir şaiirin kaleminden…

Hiroşima’da öleli

Oluyor bir on yıl kadar

Yedi yaşında bir kızım

Büyümez ölü çocuklar
 

Saçlarım tutuştu önce

Gözlerim yandı kavruldu

Bir avuç kül oluverdim

Külüm havaya savruldu

(Nazım Hikmet Ran 1955)

1946 yılında İsrail’in Filistin topraklarına yayılmasıyla yüzyıla damgasını vuran kanlı savaş yılları başladı.1948’de bağımsız İsrail Devleti’nin kurulmasına rağmen Filistin topraklarında sınırlarını genişletmeye doymayan İsrail 2008 yılında başlattığı Gazze saldırılarıyla binlerce sivil ve çocuğu öldürdü.

Yıl 2015 ve yine çocuklar öldürülüyor.Yer Suriye Kobani!..

2014 Eylül ayında IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti) isimli terör örgütü tarafından sözde islam devletleri bütünlüğünü sağlamak amaçlı Kobani’de başlayan saldırılarda binlerce sivil ve çocuk öldürülmeye devam ediyor.

Bir kaç gün önce yani 25 Haziran 2015’de Işid Kobani’ye yaptığı canlı bomba saldırısıyla yüzlerce insanın ölümü ve yaralanmasına sebep oldu.

Sokakları cansız minik bedenler ve dehşetle açılmış gözlerle kaçmaya çalışan çaresiz sivil halkla dolu Kobani’yi dünya yine film gibi izliyor ne yazık ki!..

Kan,gözyaşı,acı ve kayıp canlarla dolu bitmek tükenmek bilmeyen toprak savaşları yenilmeli merhamete ve adalete.

Bir gün çocuklardan gülüşü ve barışı öğrenmeli büyükler,bir gün mutlaka…

Silahlar gömülmeli toprağa

Zulüm yakılıp,savrulmalı havaya

Zalimler çocuk olmalı

Minik bedenlerden bakmalı dünyaya

ACİLEN!..

Nazlı Saraç Orak (Naz’ca)
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2015 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

GÜLÜMSEYEN

GÜLÜMSEYEN

 

Gökyüzünün siyaha dönüşmesinde,
Gönlüm içinde gamın görülmesinde,
Gözlerimin kapıda beklemesinde,
Yine gece oldu arayan olmuyor!

 

 Hastane kapılarını beklerken,
Bir tanıdık yüz olsun düşünürken,
Telefonun sesini dikkatle dinlerken,
Yine gece oldu arayan olmuyor!

 

Hani gülümseyen dostlar şimdi nerde?
Hani nasılsın diyen yüz şimdi nerde?
Hani gülen o yarenler şimdi nerde?
Yine gece oldu arayan olmuyor!

 

 Gülümseyen hemşire sorar halimi,
Beklerim dostlardan, sorar mı halimi,
Günler geçti dostlar, kim sorar halimi,
Yine gece oldu arayan olmuyor!

 

 Ben yıldızları seyrederken gecede,
Bana gülümseyecek yüzler nerede?
Hepsi; sahte, yapmacık, güller nerede?
Yine gece oldu arayan olmuyor!

 

                    İzmir. 21.04.2004 
                    Hüseyin  DURMUŞ
                    Şair Yazar
                    www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2015 Kategori: Birgül Sevil TEKİNAY

YAĞMURLU KADINIM

YAĞMURLU KADINIM 

Yağmurlu kadınım sevgiyle, 
Mutlulukla kal yeni günün başladığı
Saatlerin ilk ışıklarında 
Sevgiyle ,güneş ısıtsın seni 
Merhaba, de ..
Yarın doğacak güneşe
Mutlu güzel bir sabahın
Limon kokuları sinen tenine 
Kuşlar kıskansın
Söylediğin şarkıları dilinden
Rüzgar kıskansın yüzünden
Savurduğun gök kuşagı renklerini 
Usulca geçip giden saatlere inat 
Güzel bir güne
Merhaba de… 
Yağmurlu kadınım

ŞİİR B. SEVİL TEKİNAY
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2015 Kategori: Ülkü DUYSAK

BİLEMEDİM

BİLEMEDİM

Hayallerim vardı,
Söyleyemedim.
Ellerim küçücük,
Kollarım güçsüzdü,
Direnemedim.
Yüreğim kocamandı,
Gösteremedim.
O parçacıklarda ekmek ,
O parçacıklarda okul harçlığım,
Anama ilaç saklıydı,
Diyemedim…
Hayat herkese cömert,
Herkese gül bahçesi değil ki,
Gülemedim.

Kırıldım, gücendim…
Ve ben büyüdüm aslında…
Küçük kalan kimdi,
Bilemedim…

Ülkü Duysak
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2015 Kategori: Ülkü DUYSAK

ÇOCUKLUĞUMUZU YELE VERDİK

ÇOCUKLUĞUMUZU YELE VERDİK
Dizilirdi sıra sıra,
Gül dalına kelebekler.
Evcilik oynardık bir ağacın altında.
Ellerimizde naylon bebekler.
Kimimiz anne olurduk,
Kimimiz baba.
Görürdü işimizi,
Bir tencere, bir tava.
Çerden çöpten yapardık aşımızı.

Misafir olurduk birbirimize.
Buğusu üstünde çorbamıza,
Banar banar yerdik ekmeğimizi

Dans ederdi dört bir yanımızda,
Bütün renkler.
Geçerdi çocuk yüreğimizden, 
Oyuncak taşıyan gemiler.

Çocuktuk;
Hayatın en güzel yanıydık…
Hayatın en saf hali…
Çocuktuk; 
Sevgilerle doluyduk.
Çocuktuk;
Nerde olursak olalım,
Yaşardık art niyetsiz.

Büyüdük, 
İyiyi kötüyü öğrendik.
Güzeli çirkini gördük.
Kim haklı, kim haksız bildik.
Kırıldı kelebek kanatlarımız,
Kahır taşıyan gemilere bindik.
Yitirdik çocuk masumluğumuzu.

Bilemedik ,
Bir kelebek kanadında konmayı,
Gül dallarına.
Beceremedik,
Yedi renk olmayı, 
Gökkuşağında.
Bir uçurtmanın kuyruğunda,
Çocukluğumuzu yele verdik…

Ülkü Duysak
www.kafiye.net


Tarih 4 Tem 2015 Kategori: Nesrin Önem

Çok Geç Kalırsın

Çok Geç Kalırsın

Sevdim seni bir kere silemem ki gönlümden,
Aşkı sevgiyi tattım direnmem boşa değil,
Öyle değer verdim ki alamazlar ömrümden,
Ölüm bile ayırmaz .anlayıp versen meyil.

Cümle alem fark etti bakınca gözlerime,
Bir sen anlayamadın sızlayan yüreğimden,
Mısra mısra döşedim şiirli sözlerime,
Toprak gibi döküldü manalar küreğimden.

Talihimin eline oyuncak gibi verdin,
Oynadıkça benimle öyle canımı yaktı,
Sanki uzaktan bakıp zindan perdeyi gerdin,
Emreder gibi kader felek tokadı çaktı.

Yinede ah edemem ,sevdim seni bir kere,
Kaderime razıyım düşürse de yatağa,
Dualar ediyorum Allah’ıma bin kere,
Sevdiğimi görüp de, geçiversen atağa.

Benim gibi seveni inan sen zor bulursun,
Can pahasına olsa korkmayıp da seveni,
Öldüğümü duyunca o gün pişman olursun,
Gökyüzünde ararken dolaşırsın evreni.

Nesrin Önem Demir
04 07 2015
www.kafiye.net


Tarih 3 Tem 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus / Umut – 2

Kovadaki Okyanus / Umut – 2

Gece lambası, kırmızı loş ışığını veriyordu duvarlara. Gözü en yakın arkadaşını aradı duvarda. Oradaydı işte; ördüğü ağın içinde geziniyordu. Ne kadar da sevimliydi… Bugüne kadar tüm dertlerini dinlemiş, susarak dost olmuştu Peri’yle. Kıpırdamaya çabalayıp yeniden tekerlekli sandalyesine oturdu bin bir güçlükle. 

Metalik gıcırtılar başladığında, yeniden harekete geçmişti. Örülmüş ağın önünde durdu. Sırdaşı, arkadaşı, dostuydu örümcek. Belki hoşsohbet değildi, suskundu; ama tüm dertlerini de sessizce dinliyordu. Şefkatle baktı ona. ‘Keşke avucuma gelebilse, keşke örgü danteli bozulmadan okşayabilsem onu’ diye iç geçirdi. 

-Geldim yine yanına benim kara örümceğim. Ne zamandır bana arkadaşsın, dostsun, sırdaşsın; ama neden hiç sarılmadın bana? Neden baharı yaşamadık seninle dışarıda? Çok mu çirkinim ben yoksa? Sana söz veriyorum kara dostum; iyileşeceğim… Ama bak; iyileştiğimde beni terk etmek yok! Tamam mı? 

Cevap yoktu. Hiç kimsenin örümcekten duyamayacaklarını Peri duyabiliyordu. Onu kötürüm odasında örümcek ağı örerken görmüştü. Annesi, pislik yapar diye örümceğin ördüklerini bir sopayla dağıtıp, örümceği de dışarı atacaktı. Peri son anda fark edip engel olmuştu en yakın arkadaşının ölüme gitmesine… O gün bugündür Peri’nin en yakın arkadaşıydı bu kara örümcek. Devam etti konuşmaya… 

-Kara sevdam benim… Sadece sen inanmaktasın ayaklarımın üstüne basacağıma. Annem, babam bile inanmıyor bana. Ağlıyorlar sadece. Onların döktükleri o damlalar nehir olur akardı değil mi? Bir inansalar bana… Bir inansalar yürüyeceğime… Hem biliyor musun yarın bana cep telefonu alacak babam. Umut’la her an konuşabileceğim. Ah örümceğim ah! Öyle güzelmiş ki sevmek, öyle güzelmiş ki aşkı yaşamak. Ona bugün hemen ‘Evet!’ demeyi ne çok isterdim bir bilsen… 

Aynı anda Peri’nin annesi ve babası bu alışılmış konuşmayı tam olarak duymasalar bile, mırıltıları duyuyorlar ve biraz daha üzülüyorlardı. Kızları bir örümceğe derdini dökerdi her gün saatlerce. İnanırdı derdini dinlediğine örümceğin… 

-Uyu artık bey! Örümcekle konuşmaya başladıysa, az sonra o da uyuyacak demektir. 

-Evet hatun… İyi ki varmış örümcek. Kızımızın umut kapısı oldu o… 

Artık kafaları rahata erdiğinden hemen de uyuyuverdiler. Nasıl uyumasınlar ki? O kadar yorgundular, o kadar hayata karşı direniyorlardı. Uyumadan olamazdı ki… 

Peri anlatmaya devam etmek istiyordu aslında. Örümcek birden kaybolmuştu. Duvar arkadaşı değildi Peri’nin. Sadece kara örümcekti her şeyi… Tersine döndü sandalyesiyle. Yatağına kavuşmak istiyordu artık. 

Yine sıkıntılarla, zorluklarla tekerlekli sandalyeden kalktı. Güçlükle uzandı yatağına. Ayaklarıyla çalışmaya başladı. Kıpırdatamasa da bu şekilde yürüyebileceğine yürekten inanmıştı. Topukları yatakta olmak üzere ayak parmaklarını hareket ettirtebilme çalışmasıydı bu. Bıkmıyordu, usanmıyordu… Yürümesi lazımdı ve yürüyecekti… 

Farkına varmadan, manevi gücü bedenine yenik düştü ve uyudu sessizce… Belki de rüyasında cep telefonunu görecekti… 

*** 

Ertesi gün akşam olmuştu. Peri merakla babasını bekliyordu. Hiç bu kadar özlemle beklememişti yaşlı adamı. Tekerlekli sandalyeyi balkona çıkarmış, öylece duruyordu babasını beklerken. Yüreğinin sesini kendisi bile duyabiliyordu. 

Uzaktan göründü yaşlı adam. Kollarını sallayarak geliyordu her zamanki gibi… Daha fazla bakamadı ve attı kendisini içeriye. 

Sessiz ve gözyaşları olmadan ağlıyordu şu an. Yine güçlükle yatağına girmiş ve öylece kalmıştı. 

Babası eve gelir gelmez, her zamanki alışkanlıkla Peri’nin odasını açmıştı. Onu bu saatte yatakta görünce şaşırmıştı iyice. Yanına gitti ve sevgi dolu seslendi… 

-Sevgili kızım benim… 

Ses yoktu… Bir daha seslendi: 

-Benim tatlı prensesim… Biricik kızım… 

Yine ses yoktu. Endişelendi yaşlı adam. Hiç böyle görmemişti. Titredi birden… 

2. Bölüm Sonu 
Devam edecek… 

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 3 Tem 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/Umut – 1

Kovadaki Okyanus/Umut – 1

Odadan gelen, tekerlerin metalik sesine kulak kabarttı yaşlı adam ve karısı. Yatak odalarında yine uyumaya çalıştıkları bir zamandaydılar. Bu saatlerdeki metal sürtünme seslerini duymaya alışmışlardı ve yine bir hüzün kapladı içlerini. Yaşlı kadın, titreyen elini kocasının avucuna bıraktı. Belli ki kendisinde kalmayan gücü almak istiyordu yarım asırlık hayat arkadaşından. 

Yaşlı adam, avucundaki sıcak; ama titreyen avucu alıp şefkatle okşarken, bir yandan da kulağını diğer odadan ayıramıyordu. Yan odanın boşluklarını biliyordu ikisi de. Belli bir mesafede ses devam ediyor, birkaç saniye kesiliyor, sonra başka bir akortta tersi istikamete doğru devam ediyordu. Yıllardır her an duyarlar ve gözyaşlarına hâkim olamazlardı bu sesler karşısında. Yaşlı adam duyulmasından korkara fısıltı halinde mırıldandı biricik karısına: 

-Bu gece de başladı hatun… 

-Bizim ne kaderimiz varmış bey? Bu nasıl bir yazgı? Yürek dayanır mı her an bu sese? Neden yatağından kalkıp böyle yapıyor neden? Yüce Allah’ım ya iyileştirsin ya da benim canımı alsın da artık duymayayım, görmeyeyim şu eziyetli hali. 

-Umudunu yitirme hatun. O çok dirayetli biri. Azmetti; göreceksin bak, aşacak şu durumu. 

Sesler devam ediyordu. Her gıcırtı yaşlı çiftin yüreğine birer çentik atıyordu aslında. Ruhları kanıyordu acıyla. 

-Bey! Kalkıp bir baksak mı dersin? 

-Kalkıp bakalım da; görüp mahcup olmasından, azmini yitirmesinden korkarım hatun. 

Çaresizlik içinde yorganı başlarına çektiler ve birbirlerine sarılıp öylece kaldılar. Uyuyamayacaklarını kendileri de biliyorlardı o ses kesilmeden. 

Aradan ne kadar süre geçtiğini belirleyemiyorlardı. Uyuyamıyorlardı da… Gözlerinden yuvarlanan damlalar birbirlerinin yanaklarını sulamaktaydı. Birden kapının açıldığını duydular. Tekerleğin gıcırtıları koridora gelmişti artık. Koridorda iki tur gidip gelmişti ki; kendi kapılarının kolunun hareket ettiğini hissettiler. Daha da çok sarıldılar birbirlerine. 

Karanlıkta görünmeyen; ama sesi gelen tekerler artık kendi odalarındaydı. Uyumuş gibi yaptılar hissettirmemek için ikisi de. Yataklarına yaklaşıyordu tekerler yavaş yavaş. O metalik sesler iyice yanlarındaydı artık. Uzanan bir el yaşlı adamın yanaklarına ulaşmıştı. Odaya gelen tekerlekli sandalyeye mahkûm kızları siliyordu akan yaşları narin avuçlarıyla. Siliyordu; ama o avuçlar da ıslaktı. Belli ki önce kendi gözlerini silmişti. 

-Kızım… Yavrucuğum… Babasının kıymetlisi prensesim; uyuyamadın mı? 

-Uyumaya çalışmadım baba. İyileşeceğim. Söz verdim kendime. Kurtulacağım bu sandalyeden. O zaman gıcırtıları hiç duymayacaksınız. 

Yaşlı kadın kalkıp ışığı açtı. Aydınlık vurduğunda toplam altı tane sulanmış, kızarmış göz vardı. Elinden geldiğince hızla kızına ulaştı ve sarıldı sevgiyle. Bir yumak olmuşlar ve ağlaşıyorlardı. 

-Anne! Ağlama ne olur. Bunlar umut gözyaşlarımız. Göreceksin bak iyileşeceğim ve size ben yemekler yapacağım. 

-Biliyorum kızım… Hiçbir endişem yok o konuda. Yürüyeceksin ve yüzlerimiz gülecek inşallah. 

Hiç sesini çıkarmadı Peri bu sözler karşısında. Sandalyesini hareket ettirdi ve o metalik seslerle birlikte odadan uzaklaştı. Odasının da kapısı açıldı ve içeriye geçti. Hep o gıcırtılarla takip ediliyordu hareketleri. 

Yaşlı çift artık uyumaya karar verdikleri sırada yeniden kapı açıldı ve Peri’nin sesi duyuldu. 

-Babacığım yarın bana bir cep telefonu alsana. Sorma neden istediğimi; ama ne olur al yarın. Söz mü baba? 

Derin bir nefes çekti yaşlı adam.. Aslında maddi durumu kıt kanaat geçinmeye yeterliydi. Ama bu telefonu isteyen de kötürümlüğe mahkûm sevgili kızıydı. Ne yapıp edecek, yarın mutlaka alacaktı. 

-Söz kızım! Ne istedin de almadım ki sana? 

-Hadi uyuyalım o halde baba… 

Bunu der demez yeniden çıktı odadan ve kendi odasına yöneldi. Güçlükle indi tekerlekli sandalyeden. Kollarıyla baskı yaparak kendini yatağa attı. Zorla da olsa uzandı yastığına ve yatakta düşünmeye çabaladı. 

Çocukluktan beri hiç yürümenin zevkini alamamıştı. Boy boy sandalye geçmişti hayatından. Gittiği doktorlar hep umut vermişlerdi; ama yirmi beş yaşına gelmişti artık. Belli ki verilen umutlar yürütmeyecekti Peri’yi. Ama asıl umut bizzat kendisindeydi. Azimliydi artık. 

Bilgisayarda yeni tanıştığı arkadaşını düşündü sonra. Ona ‘Ben kötürümüm’ diyememişti. Kendisini terk etmesinden korkmuş, gülücüklerle dolu resmini yollamıştı. Resim elbette sadece baş tarafına aitti. Arkadaşlıkları iyice ilerlemişti Umut’la. Umut, kendisine de bir umut olmuştu artık. Bu gece kendisine aşkını da dile getirmişti ve hemen cevap istemişti. Güzel peri zaman kazanmak için ‘Biraz düşüneyim’ demişti. Aslında tamamen nazdı o söz. Umut’un koluna girip yürümesi için neleri feda etmezdi ki? 

Bölüm sonu 
Devam edecek… 

Melek KIRICI
www.kafiye.net


Tarih 3 Tem 2015 Kategori: Melek KIRICI

Kovadaki Okyanus/Vefa

Kovadaki Okyanus/Vefa

Deniz çarşaf gibiydi o gün. Öylesi az ve hafifti ki dalgalar; uzak aralarla sahile vuruyor, ayakları bile ıslatmıyordu. Alabildiğine maviydi her şey; gök mavi, deniz mavi… Mavilerin yarışıydı sanki. 

Böyle maviliklerde dinlenirdi demek ki ruhlar. Mavileri derin soluklarla içe çekip, sonra daha derin bir maviyi solumak üzere bırakmaktı soluğu dışarıya. Şu an deniz ve gökyüzünü solumak, yudum yudum içmek gibiydi mutluluğu. 

Çevredeki insan davranışları görülmez ve duyulmazdı bu anlarda. Efsunlu bir dokunuş gibiydi güzellikler; büyü bitene dek gözün içtiği milyarlarca mavi hücrelerdi hissedilenler. Ruhun doğayla dansıydı ve orkestra bile hiç bitmesin isterdi. 

Akdeniz’in tuzlu suları, oturdukları masada ayaklarını yalasa da, anne kız hiç sesini duymuyordu dalgaların. Gözleri ufuktaydı onların; dinlenirken düşünüyorlardı. Annesinden uzakta yaşıyordu Işıl. Başka diyarlardaydı annesinden ve geleli henüz birkaç saat olmuştu. Baktı şöyle annesine; ‘Ne kadar güzel bir kadın benim annem’ diye düşünüp hafiften gururlandı. Hakkıydı aslında gururlanmakta. O kentte ana ve kızın güzellikleri dillere destandı. 

Annesine bir şey diyemezdi şu an. Öyle güzel seyrediyordu ki denizi ve gökyüzünü… Aslında annesi de aynı şeyleri Işıl için düşünüyordu yan gözlerle ona bakarken. Sonunda sessizliği garsonun getirdiği çaylar bozdu. Ayıktılar o müthiş efsundan. 

Işıl üniversiteyi bitirmiş, mesleğini yapabilmenin şartı olan KPSS sınavını kazanmak amacıyla dershaneye gitmişti. Dershane komşu ildeydi. Işıl o ilde akrabalarının yanında kalıyordu. Tatilden yararlanıp gelmişti annesine. Annesi Gül ise yalnız yaşıyordu bu sahil kasabasında. Hem işi bu kasabadaydı, hem de seviyordu yaşadığı yeri. 

Annesine sordu birden: 

-Sence vefa nedir anne? 

Düşündü Gül Hanım. Zor bir soruydu. Cevap vermek için değildi düşünmesi aslında; kızına doyurucu cevap vermesi zordu. Yine hayallere daldı vefa ile ilgili… 

‘Arnavut taşlarının sanatsal örgüsünde, cilasız parlaklıktaki daracık yollar varmış bir zamanlar. Hala da vardı böyle şehirler… Sıkışık evlerde, dar sokakların şekilsiz taşlarında, güle oynaya koşuşurmuş yıllar önce vefa. Ne kadar da mutluymuş kim bilir…’ 

‘O zamanlar, nefes kokularının yakınlığından değil, yüreklerin yakınlığından duyulurmuş etrafa yardım etme isteği. İçten gelirmiş samimi gülüşler. Çiçekler, su şişelerinin içinde ne harika dururlarmış. Kokuları bile bir başlaymış. Şöyle burukça, derince elinde dursa, tene karışıp çıkmazmış gülün elde yumuşayan teri.’ 

‘Mahallede bir genç yüksek okulu mu kazandı? Hemen tebrikler başlar; zihin açıklığı dilekleri için yemekler, yemişler hazırlanır; sıkı giyinip üşütmesinler diye paltolar, atkılar örülürmüş elbirliğiyle eş, dost, arkadaş tarafından. İmece usulüymüş ve dar aralıklı, boğumlu taşlı sokaklar, sevgi sevgi kokarlarmış.’ 

‘Önce bu sıcacık yuva kokan evleri yıkarak başladılar cinayetlere. Bununla da yetinmediler… Yüksek yüksek, ayrık ayrık yaptılar binaları; ayırdılar insanları ve birlik içinde çarpan acıları.’ 

‘Sonra bölüşülmez oldu acılar, mutluluklar. Merdivenler kondu uzun uzun aralarına. Taştan ve oldukça soğuk…’ 

‘Kısacıktı mesafeler, sıcacıktı ilişkiler eskiden oysa. Ahşaptı girişler, merdivenler. Basıldığında, dost çağrısının gıcırtısını duyardı ev sahibi.’ 

‘Sesler duyulmaz oldu artık… Kavgalar büyüdü duyup yetişen kalmayınca. Yuvalar yıkıldı evlerden büyükler atılınca. Bir özgürlük tutturmuşuz yalnız kalma adına. Alın işte özgürlüğünüzü! Sen sende değilsen; tek yaşamışsın, kalabalık yaşamışsın farkı ne?’ 

‘Ya geçmişimizde boğulduk anılarla ya da hep beklenti içinde olduk gelecekten. Yıllar mı? Herkesin dediği gibi işte; ne de çabuk geçiyor…’ 

‘Büyüdük; ‘Süslü’ demeleri gurur oldu bize. Ütüyü bıraktık, kırışık elbiseye, nice takılara merak sardık. Yüzlerimize maske de taktık en kalınından. Evimizde mutlu olamadık; hep dilimize şikâyeti doladık. ‘Falanca o çirkinliğiyle şunu almış layık bile değilken; bende neden yok?’ deyip hem dostlarımızı horladık, hem gösteriş merakımızı tescilledik. Mutluluk bize uzaktı hep; koşup yakalayamadık. Bilemedik; mutluluk tanımının, insan içinin dışına yansıması olduğunu.’ 

‘Elimizdeydi mutluluğu arttırmak ve bilemedik ki; mutluluk, dağıtıldıkça çoğalacak. Başkaları mutlu oldukça yayılacak, güçlenip asıl eğitim aracı olacak.’ 

Düşündüklerini, kızına bir çırpıda anlattı Gül Hanım. 

-İşte vefa bu kızım… Sahi neden sordun bana? 

-Aslında uzun uzun anlatılmalı annem. İşte o vefa denilen duygu neden kalmadı acaba diye merakımdan sordum sana. 

-Nasıl yani? 

-Unuttuğumuz bu yaklaşımlardan birini yapabilmişti bizlere Mehmet hoca dönemin başından beri. Dershaneye paramı ödedim; ders alıyordum. Sanıyordum ki; paralı ya, ondan bizlere bu kadar ilgili davranıyor ve öğretme çabası içine giriyor. 

-Paralı olduğundan değil miymiş? 

-Biliyorsun ilk kez bu yıl dershaneye gitmeye başladım hayatım boyunca. ‘Eğitimciler özel dershanelerde hep bu şekilde mi davranıyor acaba?’ diyordum içimden. Bir gün, O’nun gibi olmayan bir başka öğretmen geldi yerine. Gerçeği işte o zaman ayırt ettim. Birkaç arkadaş, eski öğretmenimizin yanına teşekkür etmek için toplanıp gittik. Bizi bunca zaman gerçekten eğitmiş, emek vermişti. 

-Sevinmiştir bu vefa duygusuna. 

-Önce minnetlerimizi, teşekkürlerimizi sunduk. Sonra, yerine gelen öğretmenin bizim öğrenip öğrenmediğimize hiç önem vermediğini, hatta umurunda bile olmadığını… Ego ve kaprisleriyle, vereceği eğitimi mahvettiğini anlattık. 

-Mehmet Öğretmen nasıldı ki? 

-Mehmet öğretmen bizlere bir başka yaklaşmıştı. Sevmiştik kendisini ve bu nedenle ağzından çıkan her kelimesini dikkate almıştık. Öğrenmemize büyük etken olmuştu O’nun sevecenliğinin getirdiği otoritesi. Bu nedenle O’nun söylediği her kelimede samimiyeti yakalıyorduk. Hayatta en önemli şeylerden biriydi samimiyet. 

-Açıklama getirmiştir size. 

-Anlattık bunları uzun uzun öğretmenimize. Eliyle yanağına dokundu, başını karşıya dikti birini görmüş gibi. Hepimiz o yöne baktık. Kimseler yoktu. Bize döndü birden ve ‘Ben size ders verebilirim belirli saatlerde. Sanırım bu boşluğu yakaladım çocuklar.’ dedi. 

-Helal olsun! İşte öğretmenlik bu bence de… 

-Çok şaşırmış, iki öğretmeni kıyaslamıştık yüreğimizde… Şimdi hiç para almadan, sadece KPSS sınavında başarıyı yakalamamız için; evinden, dinlenmesinden, özel hayatının rahatlığından fedakârlık ederek hizmet ediyor, uğraşıyor, didiniyor. 

-Kızım, sen de öğretmen olacaksın sınavı kazandığında. Sen de Mehmet Öğretmen gibi yapacak, vefalı olacak mısın? 

-Belki daha da fazlasını yapacağım anne. Öğretmenlik parayla ölçülemeyecek kadar büyük bir meslekmiş. Bunu bana Mehmet Öğretmen’in davranışı anlattı. 

-Söz mü kızım? 

-Söz anneciğim. Ant olsun ki söz… 

Akdeniz’in kumsalı kadar ıslaktı gözleri artık Işıl’ın… 

Melek KIRICI
www.kafiye.net