Kategoriler

Arşivler


Tarih 29 Haz 2013 Kategori: Remziye ÇELİK

Muhtaç Etme

Muhtaç Etme

Zamansız girerken penceremden
Kalbini bir serçeye emanet bırak ta gel
Ayaklarına kapanıp ağlarsa bulutlar
Cebine bir parça gözyaşlarından koyda gel

Kapat kapıları
Değirmen taşında yüreğimi öğütüyorum
Gözyaşlarımda harmanladığım kırıklarımı
Şehrin orta yerinde yakıyorum

Az değil kırgınlığım
Sandıklar doldu taştı biriktirirken
Paslı kilitler vursam da
Anılarıma sarılıyorum

Kırıyorum zincirleri
Yokluğuna firarım bu gece
Tel örgülerin kesiği canımı yaksada
Aşkına yasaklı sokaklardayım sessizce

Aşk, yaramaz bir çocukmuş
Mızmızlanıp ağlamayı bırak artık
Güneş ufuklar da, el olur
Mutlaka bitecek bu hasret biliyorum

Sus sus artık gönlüm
Yedi verenlere verdim vasiyetimi
Yokluğuna yenik düşürme
Alev kırmızısı geceye muhtaç etme !!!

Sevemediğim,
Dokunamadığım,
Öldüremediğim,
Aşka susuyorum

Remziye ÇELİK
29.06.2013
www.kafiye.net


Tarih 29 Haz 2013 Kategori: Saffet ÇAKIR

BEN SENİ BİR BAHARDA SEVMİŞTİM

BEN SENİ BİR BAHARDA SEVMİŞTİM

Sevmekte kaderdir, bil ki ben seni
Bir ucu yanık yollarda sevmiştim.
Ah sevda çiçeğim, mehlikam seni!
Köy kokulu bir baharda sevmiştim.

Hatırla ki gece yağmur yağarken
Hasretin cellâdım, beni boğarken
Saat yedi tamda güneş doğarken
Yadellerde kışta karda sevmiştim.

Bozbulanık gençliğimden parçaydın
Karanlık ömrüme doğan bir aydın
Yazgıma ayrılan, sevdama paydın
Çaresizdim, uzaklarda sevmiştim.

Semadan damlayan öyle bir şeydin
İçimde inleyen, ağlayan ney’din.
Önümde titreyen gizli gölgeydin
En gizemli tuzaklarda sevmiştim.

Bil ki bendesin, gözlerimin içinde
Bu ne kadar sevmek neden niçin de?
Ay ve güneş, bütün yıllar içinde
O ölümsüz şafaklarda sevmiştim.

Gözlerin varken batmaz güneşim
Ah gönül nikâhlım, sevdalım eşim!
Zamana serdiğim hayalim düşüm,
Seni zümrüt umutlarda sevmiştim
Ucu yanık ufuklarda sevmiştim…

SAFFET ÇAKIR
www.kafiye.net


Tarih 29 Haz 2013 Kategori: Saffet ÇAKIR

TÜRKİYEM!

TÜRKİYEM!

Kimin aklına düşsen bir özlem diye
Aşk aşk diye seni ağlar Türkiye’m
Tarihin gözlerinde bir ışık yanar
Anar ilelebet seni çağlar Türkiye’m.

Hasretimde saklımsın, yürekte ağrı
Ey tarihin ruhundan süzülen çağrı!
Fatih gibi şahlan göklere doğru
Önünde diz çöker dağlar Türkiye’m.

Adını ki sevdalı bülbüller ansın
Damarda ki kanım batında cansın
Sen yürü ki kızıl ufuklar yansın
Artık seni kim tutar, bağlar Türkiye’m.

İstikbâl senindir, aydınlık yarın
Bahara belensin ak umutların
Pusuda olsa da tüm düşmanların
Parçalanır önünde ağlar Türkiye’m.

Çok çileler çektin, gözlerim doldu
İstiklâl harbi ki bir kutlu yoldu
Bir ecdat uğruna hep şehit oldu
Artık kıymetini bilsin sağlar Türkiye’m.

SAFFET ÇAKIR
www.kafiye.net


Tarih 27 Haz 2013 Kategori: Mehmet ALUÇ

HANGİ RÜZGAR GELİP BAĞRIMIZDA ESECEK

HANGİ RÜZGAR GELİP BAĞRIMIZDA ESECEK

Hangi rüzgar gelip bağrımızda esecek huşu ile
Hangi melekler yüzlerimize huşu nazarı ile bakacak
Tene yapışıp kalan günah ne zaman yıkanacak
Kalbin merhameti , imanın hissi ile akan gözyaşı ile ne zaman yıkanacak
Ayağımı vursam yere kalplerde gözyaşı akar mı damla, damla
Bilin ölüm nerede  ise ocaklarda mezarlarda od
Varsa  ise kalbinde merhamet, tövbe iman ile
Ve kalpteki merhametle akan iki damla yaş
Damlası  ile var  elinde söndür, mezarda


Yanan ateşi,cehennem ateşini
Hani nerde adalet
Dilde
Hani nerde namazımız
Karanlık dehlizlerde, bayramlarda
Hani nerde orucumuz, söylemde
Hani nerde Kuranımız?
Kılıfında duvarda, mezarda okunan.
Hani nerde imanımız?
Kör kalplerde.
Hani nerde o Resul?
Lal olan dillerde.
Hani nerde zekat?
Kilitli kasalarda alev, alev bekleyen sahibini
Bunlar kalpte olsa idi
Adalet olurdu,iman olurdu
Merhamet olurdu
Yoksulluk olmazdı
Başbakan sekiz milyar alırken
Vatandaş dokuz yüz almazdı
Çıkaralım Müslümanlık maskesini
Elimizden, suratımızdan, kalbimizden
Bekliyor bizi cehennem ateşi
Varsa kalpte merhametle akan iki damla yaş
O söndürür o cehennem ateşini, imanlı akan ise

Mehmet ALUÇ
www.kafiye.net


Tarih 27 Haz 2013 Kategori: Onur BİLGE

NE KADAR ÖZLEDİM NE KADAR BİLSEN

NE KADAR ÖZLEDİM NE KADAR BİLSEN

Ne kadar özledim, ne kadar, bilsen!..
Sık sık derinlere dalışımdasın.
Yolları eritsen, hasreti silsen!
Aşkımla baş başa kalışımdasın.

Küçücük bir ümit olsa içimde
Yine avunurum ben bir biçimde.

Yaşamak zorunda olduğum hayat
Bazen: “Pes et!” diyor bazen de: “Dayat!..
Ömür çabuk geçer, gez toz, yan gel yat!”
Yine de her nefes alışımdasın.

Nasılsa gelecek ya er ya da geç
Diyerek beklesem, geç ey gençlik geç!

Hasret sarmış, içim dışım sarmaşık
Saç baş darmadağın, çılgın bir âşık!
Onun için içsel dünyam karışık
Kendimi akışa salışımdasın.

Tahammül kalmadı, sabır ya sabır!..
Bilmem ki bu hayat nasıl yaşanır!

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 27 Haz 2013 Kategori: Hatice HANTAL

TEHASSÜR

TEHASSÜR

Kim demiş kurak çölde muhtaç olmuşum suya
Elbet ben de kanarım yüreğe buz değince
Güzel yüze doyulur doyulmaz güzel huya
Ebed sizde yanarım ocağa köz değince

Şakısa börtü böcek hep gülseler bebekler
Yeşil çimde çiçekler uçsa kuş kelebekler
Yorgun kalbimde ümit bitmez sabırla bekler
Güneş sizden sanarım bahara yaz değince

Biçare geçer ömrüm ilden ile savurur
Sevilen hep özlenir hasret yakar kavurur
Duvarı nem yıkar da insanı dert devirir
Sanmayın siz onarım yaraya tuz değince

Ya birgün isyan edip tatlı canıma kıysam?
Neşe beni terk etse yas tutup kara giysem
Başım öne eğilir ‘yar’ diyen bir ses duysam
Mutlak sizi anarım dudağa söz değince

Tabiat ne güzelse o kadar acı hayat
Nasip te yoksa saadet istersen iste dayat
Mutlu geçen an için ödenir büyük diyet
Yönüm size dönerim resime poz değince

Hatice Hantal
www.kafiye.net


Tarih 27 Haz 2013 Kategori: Sevim Çiçek KARADENİZ

NÂYIN İNİLTİLERİ

NÂYIN İNİLTİLERİ

Âlemleri kuşatan, gönülleri nûş eden büyük sırrın sesisin sen ey âşık ney. İnlersin, aşk nefesiyle üfleyen nefeslerle .. Nerede üflenirsen coşarsın, Hakk’a âşık gönüllerle ..Ki bulunulan ortamın nâhôşluğuna inat, kendi aşkının yanık, buğulu nağmelerini, ıpıl ıpıl yağan rahmet damlaları misali düşürürsün, düşmüş yüreklere… Kaldırırsın onları şefkatle göklere, alırsın kanatlarına… Uçurursun dinginleştiren hû sedânın yücelerindeki dalga boyutlarında buut buut .. Ey aşkın yanık sesi ney.. Sen “hû” nefesinle azgın bir at gibi şâha kalkmış nefeslerimizi tatlı nağmelerinle ne de şefkatle yatıştırır, terbiye edersin.. Çal ney, içli içli yanık yanık inle firkatinin âteşiyle..  Aşkı anlat Hakka hasret gönüllere ..

Ney ile ilgili rivâyetlerden biri şöyle … Efendimiz (s.a.v) Hazretleri mi’râcda İlâhî güzellikleri temâşâ ettikten sonra, içine düşen aşk âteşinin şiddetine dayanamayarak sırrı damadı Hz Ali’ye nakleder.  Bu kez aynı aşk âteşinin şiddetiyle O’da yanmaya başlar için için…Ve sonunda tahammül edemez hale gelir ve kızgın çöllerde âh u figân dolaşır iken yolu kör bir kuyuya düşer.. Yüreğini yakan, kavuran İlâhi sırrı ifşâ etmek istemez ama öyle bir aşkla “hû” çeker ki aşkın sırlı, yanık hû sesinden kör kuyu dirilir ve âb-ı hayat gibi sular fışkırmaya başlar. Öyle ki kızgın çöl bu dirilişten, uyanıştan ve aşkın Hû ve Hayy nefesinden nasîbini alır.  Üzerinde ağaçların kamışların cömertçe boy gösterdiği bir vahâ haline gelir.  Ve erbâbının elinde o içi boş kamışlar koparılır, işlenir, şekil alır ve dile gelir nây, aşkın nefesinin “hû” sırrını ifşâ etmeğe başlarlar ehliyle birlikte..

Aşkın hû sesi olan nây ile ilgili Hazreti Dâvut için de rivâyetler vardır.. Şöyle ki..Hazret-i Dâvut bir gün sazlıktan geçerken hafif bir rüzgar eser.  Birden kamışlar da dile gelir ve yanık yanık hû sesleri çıkarmaya başlarlar.. Ama ne İlâhî bir ses, ne yanık bir terennümdür bu.. Hayrân olmuştur Hazret-i Dâvut aşkın hû sesine.. Dinler,  bu sesi içine çekercesine.. Kilitlenmiştir kamışların büyülü nefesine.. Ve dayanamaz gider hemen kamışlardan birini keser, başlar üflemeye.. Öyle bir aşkla üfler ki, içi boş kamış O’nun hikmetli ellerinde dirilir ve birlikte İlâhi aşkın muhabbetini terennüm ederler. Yana yana, birlikte aşkın hû sesini dağlarda, ormanlarda salıverirler sadâlarıyla.. Kurtlara, kuşlara, ağaçlara aşkı söylerler, .. Ölü toprağa aşkın hû nefesini üfler de dirilir aşkla toprak.. Uyanır, uyandırır tabiatı, güzelim, rengarenk çiçekleri, böcekleri, kurtları, kuşları doğurur ölü bedeninden… Aşkın enva-i çeşit renkleriyle aşkı anlatır ve aşkı terennüm eder ân be ân..

Mevlânâ’ya göre ise, insanı göklere doğru yükselten, onu meleklerle arkadaş eden ve âlemlerin Rabbinin huzurunda sevinç içinde bulunduran işte bu aşktır. Çünkü insan aslı i’tibarıyla o yücelere âittir; onun aslî vatanı ve şehri bu fânî dünya değil, ötelerdeki o bâkî ve gerçek olan âhiret âlemidir. Bu yüzden Mevlânâ şöyle demektedir:

“Göklerdeydik biz, meleklerdi yârimiz.
Yine gideriz hepimiz, orasıdır asıl diyârımız”

Bu ilahî aşkın sesi, her nefeste sağdan, soldan kâinâta aksetmiş olduğu halde, herkes onun sesini duymaya güç yetiremez. Âşıklardır aşkın hû sesine mazhar.. Dinlerler gönülleri titreyerek kendilerinden geçercesine..

Âh aşk..Âh aşkdan..
Ne kitablara sığan, ne kalemle yazılan.
Sınırsız uçsuz, bucaksız bir ummân.
Âh ney âh neyzen,
Yanık bir feryat ki âşıkların sarhoşluğunda,
Âhlarının, hû nefeslerinde duyulan..
(Sevim’in kırık incilerinden)

İşte şu beyittedir Mevlânâ’nın gönül kulağına akseden aşkın hû sesi :

“ Her solukta aşkın sesi gelmede sağdan soldan ;
Göklere ağıyoruz biz, yok mu seyredecek olan”  sözleri aşk boyasında boyanmış bir terenümle âşıkların gönül kulaklarına fısıldanıveriyor coşkuyla… Ve devam ediyor aşkla, aşkı fısıldamaya, İlâhî aşka susamış Hakk âşıklarının gönül kulaklarına…Ve ekliyor aşıkların bülbülü Mevlânâ Hazretleri:

“Ey aşk sözünü sadece duymuş olan, bir de aşkı gör. Duyanın hali nerede, görenin hali nerede? ”  “Aşk geldiği zaman, aklın bütün soru ve cevapları, aşkın mihengi karşısında anlamını yitirir.

“Aşkla döner felekler, aşksız batar gider yıldızlar. Aşk yüzünden “dal” “elif”e döner, aşksız elif”ler dal”lara benzer.”

Ve aşkın rengi al’dır. Öyle bir al ki“Kan perdeleri altında sümbüllenen aşkın kıpkırmızı gülistândır bedeli…  Buna en güzel önek de abdestini, aşkın al kanıyla alan, al kefeni, ma’şûkuna vuslat elbisesi olan ve şehit tahtında meleklerce kına gecesi kutlanan Hallacı Mansûr’dur ki gönüllerde apayrı bir yeri olan gerçek aşk şehididir O… Türkler tarafından sevilip benimsenmiş bir büyük gönül ve aşk adamıdır. O, dost yoluna postunu cömertçe seren ve can bedeliyle canana erme sırrına eren bir bezm-i elest sarhoşudur! ..

İşte böyle… Evrende ne varsa zerreden kürreye herşey, aşkla vucût bulmakta, aşkla dönüp durmakta ve aşkla can pahasına vuslat bulmaktadır..

Âh AŞK… Üç harf bir kelime… Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki her şeye koyduğu muhabbet kânunu karşısında ezen, yoğuran, âh minel aşk….  Artık o Hallâcın “enel hak” dediği sözün özü, sözlerin közü, o Nesimi’nin cübbemin altında  “Allah’tan gayrisi yoktur”  dediği noktadır. Bedel olarak gerek can başı verirsiniz, gerek gözyaşı… Ve Sırları ifşa etmek noktasında da aşk malolur avâma…

“Senin aşkın tesbîhimi kaptı elimden, beyit verdi, gazel verdi.
Nice lâ havle çektim, tövbe ettim, gönül dinlemedi.
Aşk yüzünden gazel söyleyip el çırpmaya başladım,
Senin aşkın ar, namus bırakmadı, yaktı her şeyimi .”…

İşte âşık neyzenin nefesiyle dile gelen yanık sedâlı ney de Sevim’in dilinden bakın neler söylüyor..

Ben hasretten yüreği delik deşik bir neyim
Kamışlıktan koparılalı ah u figân eylerim.
( Sevim’in kırık incilerinden)

Ney’in üzerindeki dokuz boğum insanın sadece misafir olduğu dünyaya dokuz ayda yolculuk ettiğini,  üzerinde yedi nokta perdesi insanın kemale erme yolunda yedi nefis kademesini belirler ki bunlar:

** nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülhime, nefs-i mutmaîn, nefs-i râzıyye, nefs-i marzıyye, nefs-i sâfiye’dir.** Dolayısıyla ney de insân-ı kâmilin yekdiğeri bir temsilcisidir. Çünkü ney kamışlıktan kesilip koparılmış, göğsüne ateşle yedi delik açılmış, başına ayağına, hattâ boğumları arasına mâdenî teller ve halkalar takılmış, koparıldığı rutûbetli vatanından ve sevgilisinden mahrum kalmış, bundan dolayı sararıp, solmuş ve neyzenin nefesinde aşkın “hû” sesiyle hayat bulmuştur.

“Nâyı dinle ki bak neler neler der.
İlâhî aşk sırlarını tekellüm eder.
Yüzü sararmış vatan hasretiyle,
Neyzenin nefesinde Hudâ Hudâ der..(Mevlânâ kuddise sırrûh)

ÂH NÊY ÂH NÊYZEN

Sen söyle sırdaşım ney, ben dinleyeyim.
Hüzzamla dolaş, ruhumun sokaklarında.
Yanık sedân semâlarda kanat çırparken,
Uçur beni de hüznünün kanatlarında.

Ey sırdaşım ney, niye yanık yanık inilersin
Hıçkırığın göğe vardı, gök kubbeyi mâtem sardı
Ben yârinden uzaklarda, sen gurbette garipsin.
Gel, hû çekelim senle, âhımızı gökler dinlesin.

Çal nêy uğrun uğrun , çal da dinleyeyim.
Dertlerimi sökün eyle, ah u zâri inleyeyim.
El ne bilir halden, derdim gizli derinlerde.
Çal da, bir tek hallerimi yanız sana diyeyim..

Yedi yerden dağladı, beni de yaktı kader
Deşti, kanattı yâremi, gönlümü etti heder.
Beni o nazlı yâr, seni neyzen meşkeder.
Götür beni de götür, yârin sokaklarına..

Aklımı meczûb eyledi, inleyen nağmelerin.
Sanki sevda çerağı, o hüzünlü didelerin.
Şerha şerha tutuşturdun, emân ver, yaram derin.
Üfle neyzen üfle nêyi yansın tutuşsun cihân

Dindir nêy hicrânımı rûhum sükûna ersin.
Aşk meyinden içenler, postu yoluna sersin.
İnleyen nağmelerin vuslata ruhsat versin.
Döndür nây döndür de varayım sultanıma

Âh nêy, âh neyzen, çâre ol figânıma,
Hasrete yaktın ağıt, od tıkadın cânıma.
Gözyaşının ummânı aktı aşk u kânıma
Kandır nêy kandır nêyzen ah u piryânlarımı.

“O yaralı bir ney ki her fasılda ayrı şiir, ayrı sedâ
Ne âşıktır ki O, her notada ayrı cilve ayrı edâ “
Âh aşk..Âh aşkdan..!
Ne kitablara sığan, ne kalemle yazılan.
Sınırsız, uçsuz, bucaksız bir ummân.
Âh ney, âh neyzen!
Bir feryat ki âşıkların sarhoşluğunda,
Âhlarının, hû nefeslerinde duyulan.

( Şiir: Sevim’in kırık incileri)

Sevim Çiçek KARADENİZ
www.kafiye.net


Tarih 26 Haz 2013 Kategori: Emine ÖZTÜRK

Ben Bu Oyunu Oynamıyorum Anne

Ben Bu Oyunu Oynamıyorum Anne

Kadın bunalım için de, küçük kızıyla konuştuktan sonra,valizini toplar ve çalışmak için evden gider. Arkasına bakmadan sessizliğine gömülerek aklı küçük kızında kalmış olsa da için için ağlayarak. Biraz huzur diler tanrısından Tanrı onunda yaratıcısıdır ve koruyucu melekleri nerededir ki şu an yanında yok?

İsyan eder gelmişine geçmişine varlıklı bir kadın nasıl olurda evini terk edip, başka bir ailenin evinde yardımcılığı kabul eder? Bu kadar mı çaresizlik boynunu bükmüş bu kadar mı aciz kalmıştı? Geçmişini değiştiremezdi ama geleceğini değiştirebilirim diye düşündü kadın ve yeni yaşayacağı evin yoluna doğru Hay bu benim kötü kaderimin içine edeyim ben diyerek baş kaldırmıştı bir kere geri dönüşü olmamalıydı bu kararının. Ve çocukluğunun ilk geçtiği yere götürmüştü kaderi kadını ilk defa çalışacağı içinbiraz içinde burukluk yaşıyordu. Gerçi yapacağı işi 28 yıldır yaptığı halde kimse kıymetini bilmemişti Tek istediği takdir görmek ve kıymetinin bilinmesiydi.

Yolculuk yormuştu kadını ve ona gösterilen odaya girdi karanlık ve çok soğuktu odası odada bir kanepe birde masa vardı kanepenin üzerin de ise üzerine örtüneceği battaniye vardı. Zoruna gidiyordu maddi durumu iyi olduğu halde ne işi vardı bu tanımadığı insanların evinde? Bunalıma girmiş ve kendi kendini tedavi ediyordu aklınca kızı gelmişti aklına gözyaşlarını tutamamış ağlıyordu kendini hiç bu kadar sahipsiz yalnız  hissetmemişti. Artık beni benden başka anlayan ve beni benden başka seven yok ne çocuklarım nede ailem anlamadı, ne de yanım da oldular deyip usulca kanepeye uzandı battaniyesini üzerine örtüp uyumaya ve her şeyi biranda unutmaya karar vermişti. Dişlerinin titremesiyle birden irkildi soğuktan donuyordu tıpkı yüreğinin üşüdüğü gibi vücudu da üşümüştü. Sabah erken uyanmam gerek kahvaltı hazırlanacak yediğim ekmeğin karşılığını çok iyi çalışarak vermeliyim deyip üşüyerek uyudu kadın.

Kadın güçlü olmaya kendi ayaklarının üstünde durmaya karar vermişti bir kere. Hayat ona hep çelme atmıştı ve gülmemişti kaderi ona ne evliliğinde nede dost bildikleri güldürememişti kadını. Hayatı film şeridi gibi geçmişti bir anda gözlerinin önünde.

Tek avuntusu yüce rahmanın ona bahşettiği çocuklarının varlığıydı başkaları ise üzüntü sıkıntı vermişti kadıncağıza her ne olursa olsun güçlü olacağım inadına diyerek ant içti. İstanbul’un soğuk sabahında uyanmıştı ve kaldığı evi bir güzel temizlemişti, kaldığı evin sahibi ünlü bir medyumdu sanatçılar ve iş adamlarının medyumluğunu yapıyordu, eşi ise medyuma yardımcı oluyordu. Sıcacık bir aile ortamları vardı, iki oğlu ve bir kızları eşlik ediyordu bu sıcaklığa. Tesadüf bu olsa gerek? Kızının ismiydi kaldığı evin küçük hanımefendinin ismi. Kadın kızını çok özlemişti şimdiden ve ailenin kızını bağrına basmıştı gözyaşlarını gizleyerek kızı öpüp kokluyordu.

Kadın yemek yiyemiyor bütün yemeklerden nefret ediyor ve kahve çay sigaraya vermişti kendini derken bir gün annesi aramıştı telefonunu annesi sitemler etmeye başlamıştı her zamanki gibi,neden ayrıldın evinden ocağından senin ihtiyacın mı vardı da ayrıldın çabuk evine geri dön.! Kadın annesini üzmemek için başından geçenleri hiçbir zaman anlatmamıştı sıkıntılarını, sadece kısık bir ses tonuyla tamam anneciğim döneceğim evime, sen üzülme diyebildi ve telefonda o kadar çok şeyler varken hiç bir şey demeden
kapatıverdi telefonunu.

Küçük kızını aradı ve yavrum ben eve geliyorum bir şey istiyor musun gelirken getireyim? Küçük kızı ise annesine hayır anneciğim benim en büyük arzum senin yanımda olman dedi. Kadın valizini topladı ve evinde kaldığı aileye veda etti, bir taksi çağırdılar kadına yeni kapı iskelesine geldiğinde ise derinden bir iç çekti canlı mezarevime gidiyorum, Mutsuzluklarımın dolup taştığı eve. Yavaş adımları sanki biraz daha geciktirecekmiş gibi? Bilet gişesinden bir bilet aldı feribot saatini beklerken telefonu çaldı açtığında ise çok değer verdiği dostunun sesini duydu biraz rahatlamıştı sanki?

Kimsesizliği bir nebze dinmişti ve dostunu davet etti birer çay içmek sohbet etmek için. Dostu bir saat sonra gelmiş tokalaşıp masaya oturdular dertleştilerve feribotun kalkış saati geldiğinde ise kadın ayağa kalktı dostuna geldiğiiçin teşekkür etti. Dostu valizini taşımasına yardımcı oldu. Bu kadar mıydı ki hayat hikayesi kadının elbette ki değildi?

Kadın ömrü boyunca kendini çocuklarına ve diğer sevdiklerine adamış onları mutlu etmek için uğraş sarf etmişti. Peki, bu sevdikleri kadını ne kadar mutlu edebilmişlerdi? Evlenmek zorunda kaldığı eski eşimi?

Veya onu para uğruna harcayan kardeşlerimi çocuklarımı? Şu dünyada para kadın için bir nesneden ibaretti. Rest çekmişti artık onu para için seven akrabalarına hatta kimseyi gözü görmüyor, küsmüştü, sevdiklerine çok kırılmış bir set örmüştü artık onu sadece kendi emellerinde kullananlara. Ne olmuştu bu insanlara aman tanrım!

Hayat sadece paradan ibaret değildi ki! Kadın güçlü olduğunun farkındaydı hiçbir kötülük yıkmamalı beni ben kendimi biliyor, kendime güveniyorum. Tanrım güç ver bana diye dualar ediyordu!Ne kadar anlamsız çıkmaz bir durumdaydı onu anlayacak kimsesi yoktu keşke okumuş bir meslek edinmiş olsaydı da bu insancıklara muhtaç olmasaydım erkenden evlenecek ne vardı ki sanki madalyamı takmışlardı veya kıymetimi bilinmişti? Kadın kendini sorgulayıp duruyor bir çıkar yol arıyordu hayat denilen inişli çıkışlı merdivenlerde. Aslında kendisiyle hayat ile barışıktı kadın kendini şiir yazmaya öylesine kaptırmıştı ki tek arzusu bir şiir kitabının çıkartılmasıydı.

Kendince yazdığı çocuk öyküleri de vardı çocukları ve hayvanları çok seviyordu. Mektepli olmadığı için bazı hatalar yapıyor imla hataları çok önemliydi çünkü yazının karakteri bozulunca anlam ve tümcedağarcığı değişebiliyordu. Kitaplar dolusu kitaplığa sahipti ve her birini birkaç kez okumuşluğu vardı.

Tek mutluluğu yazdığı şiirleri ve dost bildikleri kitaplarıydı. Şiir yazarken ve kitap okurken ruhunun derinliklerinde kayboluyor birazda olsa huzur buluyordu kadın. Geçmişinin üzerini karalamış asla açmamak üzere kapatmıştı çünkü üzüntüden başka bir işe yaramıyordu.

Emine ÖZTÜRK
www.kafiye.net


Tarih 26 Haz 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

TÜRK’ÜM BEN

TÜRK’ÜM BEN

Medeniyet götürmeye atalarım çıktı yola
Ufku deldi kartal gözüm, eğilmedi yüzüm benim
Yaradan rahmet eyledi, yayıldılar dört bir kola
Ferman oldu sağa sola, al mühürlü yazım benim

Ak tolgalı beylerimin üç kıtada rüzgârı var
Set çekmedi bu inanca ne yağmur, ne ayaz, ne kar
Kılıç, kalkan, bozdoğanla, cenge koştu her şahsüvar
Fethedildi nice diyar, silinmedi izim benim

Râm olmadı küheylanım, ne dik yokuş ne yarlarda
Şaha kalktı, nal parlattı, gedik açtı hisarlarda
Kızıl, siyah yeleleri kıvılcım saçtı narlarda
Altaylar’da, bozkırlarda havalandı tozum benim

Gönüller yapmaya geldim, önemsemedim biçimi
Talancılık nedir bilmem, hatta ezmem tek bir çimi
Çözemeyen düşman olur, yârenler okur içimi
Kimi coştu aşkla, kimi inildedi sazım benim

Seciyem dürüstlük, mertlik; budur Türk’ün eri, kızı
Kılıcım haine keskin, kurtulamaz olsa tazı
Alın yazım ta ezelden, hele gel, kolaysa kazı
Ölen şehit, kalan gâzi, yeminimdir sözüm benim
Kutuplardan okyanusa bayrak çekti özüm benim

ZEMBEREK KAÇKINI SAATLER – şiir kitabımdan

Mücella Pakdemir
www.kafiye.net


Tarih 26 Haz 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

KENDİNİ BİL KARDEŞİM

KENDİNİ BİL KARDEŞİM

Orta Asya’dan koptun, gazan kutluydu senin
Vakarlıydı duruşun, şeref gömleği yenin
Cihanı aydınlattın, doğdu adalet şemin
İmparatorluk oldun boylarından kardeşim

İkbal ufkunu açtı müjdesi Muhammed’in
Çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmed’in
Kutlu askerleriydin, Türk’e geçti zimmetin
İstanbul’u yar ettin surlarından kardeşim

Medeniyet götürdün ayak bastığın yere
Kanuni’yle şahlandın, sormadın ufuk nere
Zincir vuramadılar alnı açık bu sere
And içip fethe çıktın koylarından kardeşim

Aşkını motif yaptın, kilimlere dokudun
Sevdanın nağmesini yazmalarda okudun
Sedefi nakışladın, suya ebru döküldün
Kız alıp civan verdin toylarından kardeşim

Akşemseddin, Uluğ Bey, Çelebi, Ömer Hayyam
İbni Sina, Harezmi, Lokman Hekim ve Sinan
Piri Reis, Biruni, Kuşçu, Cabir bin Hayyan
Alim ettin aleme sırlarından kardeşim

Yunus Emre, Mevlana, yanık gönül erlerin
Mehmet Akif ve Nef’i şairden neferlerin
Yesevi hikmetinde dağılır kederlerin
Nice güller büyüttün korlarından kardeşim

Kürdü, Lazı, Çerkezi, asırlarca bir bildin
Mayası kardeşlikti, pek yumruktun, tek eldin
Harama bakmayan göz, hakkı söyleyen dildin
Kalleşler türemesin soylarından kardeşim

Atamızın emrinde bir güneş gibi doğdun
Maraş’ta kahramandın, Çanakkale’de öldün
Yemen’den yola çıktın, Sarıkamış’ta dondun
Vazgeçtin seve seve canlarından kardeşim

Al yıldızlı bayrağın dalgalansın huzurla
Ecdadını örnek al, işin olmaz muzurla
Göğsünü kabartacak nesilleri hazırla
İkiler çıkartmadan birlerinden kardeşim

Ne doğu ne batıya, önce kendine güven
Pirlerinin izinde daim doğruyu öven
Mazlumu sever aslın, bizden değildir söven
Sök ayrık otlarını yollarından kardeşim

Mücella Pakdemir
www.kafiye.net