Kategoriler

Arşivler


Tarih 21 Haz 2013 Kategori: Emine ÖZTÜRK

Hayata Dair

Hayata Dair

Bazen o kadar sinirleniyorum ki diyorum ki, ben niye yaşıyorum ama bir taraftan da oğlum var ben kocamın ikinci eşiyim ve ikimizde aynı evin içinde yaşıyoruz.

Beni ayır diyorum bana kızıyor. Bir gece benim yanımda yatıyor, bir gecede onun yanında. Sabah benim gözümün önünde banyo yaptıkları zaman ölüyorum, bitiyorum, kahroluyorum, sevdiğimi başkasıyla paylaşamıyorum. Ona bakmaya, dokunmaya kıyamazken, o başkasıyla beraber oluyor. Kaldıramıyorum, bu çok ağır bir yük, taşıyamıyorum. Ben daha 20 yaşındayım, bu kadar derdi kaldıramıyorum.

Ailem bu evliliğe karşı çıktı ama ben dinlemedim, sevdiğimi seçtim, 1 yıldır ailemi görmüyorum. Annemin sesini bile duyamadım, onu çok özledim, eğer onu görmeden ona bir şey olursa yaşayamam, sizlere bunları göz yaşımı akıtarak yazıyorum. Kimse beni anlamıyor derdimi kimseye söyleyemiyorum.

Yüreğim çok kabarmış, kalbim sıkışıyor nefes alamıyorum, yüksek bir yere çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum !.

Ev onların, ben sonradan geldim o eve, eşi diyor bu benim evimdir!..

Kocan olmasaydı seni çoktan kapı dışarı ederdim. Kocam benimle tartıştığı zaman seviniyor; ohh diyor, aramız bozulduğu zaman çok seviniyor. Bana çok kütü laflar ediyor, her şeyi yüzüme vuruyor, benim hiç bir yaşama sevincim yok, hayattan hiç bir beklentim yok artık. Hayal bile kuramıyorum, çünkü hepsi suya düşüyor. Sadece sabah oluyor, akşam oluyor ve bende hep düşünceler deyim acaba benim sonum ne olacak? Yine hüzün mü, yoksa mutluluk mu bilemiyorum. Hiç bir zaman mutlu olamayacağım. Hep başkalarına özeniyorum. Bir evin içinde eşimle iki yabancı gibiyiz. Çünkü diğer eşi de yanımızda, dokunmak istiyorum öpmek, sarılmak istiyorum ama yapamıyorum, engeller var. Yolda iki yabancıyız, elimi bile tutamıyor, ayrı ayrı yürüyoruz.

Güzel yerler olunca fotoğraf çekmek istiyorum, yan yana çekemiyorum, özel günlerde bana hediye alamıyor!..

Geçen gün evlilik yıl dönümümüzdü. Bana hiç bir şey almadı. Bir söz bile diyemedi, neden diye sordum? Öbürü kavga çıkarır dedi.

Yaşamak istiyorum, ilgi istiyorum, ağlamaktan gözlerimde yaş kalmadı. Bir evim bile yok, bir eşyam bile yok, bu evde sığıntı gibiyim, sesimi çıkartamıyorum. Herkes gibi benim de bir evim olsun istiyorum. Eşyalarım olsun istiyorum, güzel elbiseler giymek istiyorum, benimde bir yatak odam olsun, benimde bir dolabım olsun, bir kendime ait eşyalarım olsun. İstediğim hiç bir şeyi alamıyorum, bazen canım güzel şeyler istiyor alamıyorum. Canım her gün dondurma çekiyor ama alamıyorum.

Bakımlı olmak istiyorum imkanım yok, güzel bir şey gördüğümde alamıyorum sadece uzaktan bakıyorum. Bu adalet mi, bu yaşamak mı ?

Daha çok gencim ama kendimi 30 yaşında hissediyorum. Sizde annesiniz, sizin kızınız bu halde olsaydı sizin yüreğin buna dayanır mıydı? Ben ne zaman yaşayacağım sadece yaşayan bir ölüyüm, kusura bakmayın, başınızı ağrıttım ama ne kadar yazsam da bitmez benim derdim, derdime kimse ortak olmasın yoksa içinde boğulur sabaha kadar yazsam da bitmez. Belki de yazmam iyi geldi?

Çok ağladım zaten ben hiç gülemiyorum ki unuttum gülmeyi sadece bir köşeye çekilip başımı eğerek usul usul sessizce ağlıyorum ve kimsenin umurun da bile değil herkes hayatını yaşıyor!..

Emine Öztürk
www.kafiye.net


Tarih 19 Haz 2013 Kategori: Ayşen OKTAY

Duygularımı Astım Dar Ağacına

Duygularımı Astım Dar Ağacına

Ben, deli dolu hayatı gelişine göre yaşayan, 14 yaşında daha yeni yeni genç kız edasına bürünmeye çalışan, neşesini ne olursa olsun hiç kaybetmeyen, kimseye eyvallahı olmayan, hiç bir şeyden korkmayan ve yılmayan ‘’ Şeyda ’’. Rüzgarda savrulan yapraklar misali, oradan oraya, hayat beni ne tarafa savurursa o tarafa doğru koşuyordum. Taki birisi karşıma çıkıp, dur diyene kadar.

Çekirdek bir ailenin en büyük çocuğu idim. Dedem, babaannem, annem, babam ve iki erkek kardeşim olmak üzere, yedi kişilik bir aileydik. Babam serbest meslek sahibi, annem ise babamın açtığı bir markette vaktini geçirmekteydi.

Evimiz, gittiğim lisenin hemen arka tarafında içerisinde hemen hemen her türlü meyvenin yetiştiği, büyük bahçeli bir evdi.  İçinde cıvıl cıvıl gülüşlerin saçıldığı, gülücükler saçıldıkça güneşin adeta yeniden canlanışını izlediğim ve ömrümün en güzel günlerinin o bahçede geçtiğini anlıyordum.  Nerden bile bilirdim ki o yılın hayatımı bu kadar değiştirebileceğini.

Liseye yeni başlamıştım. Okulun zili çaldığı an apar topar kalkıp, uyku mahmuru halinde okul gömleğimin düğmelerini yolda ilikleyerek okula koşardım. Hiç bir şeyi umursamadan okula gidip geliyordum. Hem okula gelip gidiyor hem de benden on iki yaş küçük olan kardeşim Kerim’e bakıyor ve tüm evin işini bir çocuğun becerebildiği kadar ben yapıyordum.

Bir gün okul zilini duymamış olmalıyım ki annemim;

_ Şeyda, kızım kalk, geç kaldın okula, sesiyle uyandım. Hemen toparlandım, kravatımı elime aldım ve koşa koşa okul kapısının yolunu tuttum. Okul kapısının önünde, saçları dalgalı on sekiz veya on dokuz
yaşlarında bir erkek, kolunda nöbetçi örgenci armasıyla;

_ Koş Koş! ‘ diye bağırdı kapıdan içeri girerken. Arkasındanda, sanki yıllardır samimiyetimiz varmış gibi;

_ Nerdesin kızım, bu saatte okula mı gelinir’ diyerek söylendi.

Hangi cesaretle bana böyle hitap edebiliyordu anlam veremiyordum. Benim ise sert bir mizacım vardı. Babamın beni yetiştiriş tarzından olsa gerek ki erkek çocuğu gibi idim. En ufak bir kıvılcımda patlamaya hazır bir volkan gibiydim. Aslında bir o kadarda yumuşacık bir kalbim vardı. Kimseye kıyamaz, kimseyi üzmemek için elimden geleni yapardım. Kaşlarımı çatarak;

_ Sen neyin hesabını soruyorsun bana !!

Benim bu cevabıma şaşırarak ve diyecekte hiçbir söz bulamayınca gayet sakin bir şekilde;

_ Koş hadi koş. Hocalar derse girdi, bana cevap yetiştirmeyi bırak’ diye cevap verdi.

Bir an için göz göze gelmiştik ve ben sonrasında koşa koşa kravatımı boynuma takıp, düzelttiğim gibi sınıfa girmiştim. Sınıfta kimya hocamız Hasan Kollu  vardı. Yine her zaman ki gibi kendi halinde bir şeyler anlatıyordu. Söylediklerine kimse kulak asmıyor, kimse umursamıyordu. Adeta, derin bir kuyudan geliyormuş gibi bir uğultu vardı sınıfın içinde. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Ben ise hala kapının önündeki o esmer çocuğa bakıyor ve onun kim olduğunu düşünüyordum.

Oysa hayatımın iki buçuk senesini, en güzel yıllarımı onunla geçirecektim. Onun yumuk gözlerinde boğulacak, o nefes aldıkça ben cehennemimi hazırlayacaktım.

Günler hızla gelip geçiyordu. Her sabah onu görüyor, göremezsem de görmek için elimden gelen çabayı sarf ediyordum. Farkında olmadan, yemek yerken, konuşurken, yatarken, gezerken bile aklıma geliyordu. Bu akla gelişlerin sebebini bir türlü çözemiyordum.,

Yağmurlu bir kış gününde, öğle yemeği için arkadaşlarım Sevil, Fatma, Gülcan ve Sevgi ile eve gitmeyip kantinde yemek yemeye karar verdik. Kantine indiğimizde, kantinin müzik bölümünden gelen şarkı kulağıma çarpıyordu. O zamanın popüler şarkılarından biri çalıyordu fakat okul için çokta uygun olamayan bir parçaydı. Müzikleri paylaşan ise yine o esmerdi. Sırf onunla konuşa bilmek için, şarkıyı bahane edip o bölümün kapısına doğru yöneldim. Kapıya doğru giderken kalbimin hızını ölçemiyor, nefesimi kontrol edemiyordum yalnız bu durumu ona hissettirmemek için elimden gelen çabayı gösteriyordum. Ellerim titreye titre ye kapıyı araladım ve gayet kendimden emin bir şekilde;

_ Şu müziği değiştirir misin, bu ne böyle? Burası okul, meyhanede değiliz….

Aslında şarkı her ne kadar ağır olsa da güzel bir parçaydı. Fakat ona ulaşmak için bana bahane olmuştu.

Gayet sakin ve olgun bir şekilde, sanki yetişkin bir adamın edasıyla kafasını kaldırıp, gözlerimin içine hafif bir şekilde gülümseyerek baktı ve:

_ Sen ne istersen söyle onu çalayım’ dedi.

O nasıl bir gülümsemeydi, nasıl bir ses tonu vardı, nasıl bir varlıktı ve nasıl bu kadar yakışıklıydı. Cevap verecek gücüm kalmamıştı, gülümsemesiyle adeta rüyalar aleminde yolculuğa çıkmıştım. İşte o an bu akla gelişlerin cevabını bulmuştum. O esmere aşık olmuştum ve onunda bana karşı hislerinin olduğunu biliyordum. O sıcacık bakışıyla hayatımın anlamsızlığı yerini, çiçek bahçelerinde yeni yeni adım atmaya başlamış bir çocuğun sevincine bırakmıştı.

Kor oldum gözlerine batkımda sevgili
Yandım tutuştum gülüşünde sevgili……. (Şeyda)

Artık okula gelmemin bir anlamı vardı. Uğur’um Esmerim vardı. Hayat, yeni yeni ifade kazanıyordu benim için, her şey öyle güzel gözüküyordu ki gözüme adeta uçuyor, kanatlarım yere doğru hiç eğilmiyordu. Gökyüzünün en uç noktalarında dolaşıyordum sanki.

Okulda günler ilerlerken ondan etkilendiğim, hatta hızla ona doğru koştuğum arkadaşlarım tarafından öğrenilmişti. Her onu gördüğümüzde, artık arkadaşlarımdan kim varsa yanımda ;

_ Seninki geliyor Ayşen, sana bakıyor kızım baksana’’ diye söylenmeleri bile bana o kadar tatlı geliyordu ki. Aynı şekilde onun çevresinde de ben, aynı onun bende ünlü olduğu gibi ünlüydüm. Birbirimizden etkilendiğimiz okuldaki her kez tarafından biliniyordu. Fakat ne o nede ben birbirimize olan duygularımızı dile getiremiyorduk.

Bir iki hafta sonra en sonunda beklediğim o an gelmişti. Yusuf’um benimle konuşmak istediğini söylemişti. Aslında utanıyor,korkuyor ve yanına gitmeye cesaretimi toplayamıyordum. O ise gayet rahat tavırlarıyla dikkatimi çekiyordu. Ya benim kadar sevmiyordu ya da erkelerin tavrı ve dünyası bu şekildeydi. Bunu o zamanki çocukluğumla çözemiyor anlayamıyordum. En sonunda cesaretimi toplayıp, okulun ön bahçesinde, gayet kendinden emin bir şekilde, kantinin demir parmaklı camlarına yaslanmış beni bekleyen esmerimin yanına gittim. Öylesine utangaç öylesine tuhaf bir halim vardı ki, yüzüne bile bakamıyordum. Yüzünde hafif hafif gülümsemelerle ve oldukça çapkın tavırlarıyla aniden;

_ Benim kız arkadaşım olur musun ?

Olduğum yerde donmuş kalmıştım. Aslında içimde fırtınalar kopuyor, gözlerine bakamıyor ve kendimi boynuna sarılmamak için zor tutuyordum. Yüzümde daha önce hiç ama hiç hissetmediğim bir yangın, ellerimde titremeler ve neden olduğunu çözemediğim heyecanıma karışmış bir korkunun içerisinde buldum kendimi. Oysa günlerce onu beklemiştim, bana gelmesi için. Neydi tüm bu olanların sebebi. Adına aşk dedikleri şey bumuydu yoksa….. Bin bir güçlükle yüzümü hafiften kaldırarak;

_ Evet’ dedim.

O evet kelimesi ağzım dan öyle zor çıkmış, öyle komik bir halim vardı. Hala şimdi bile hatırlayınca, yüzümde hafif bir tebessüm oluşur.

Öyle çok seviyordum ki onu, her anım dolu dolu geçiyordu onun yanında. Okulun tozlu topraklı bahçesi, eskimiş duvarları bile onun yanında cennet kapılarından içeri girer gibiydi. Rüyalarımın en güzel kelebeğiydi Uğur’um. Yumuk yumuk gözlü, yuvarlak çehreli, dolgun dudaklı Esmerim. Sanki güneş’in altında kalmış, kurumuş bir buğday tanesiydi.

Sonbahar aylarına doğru okulun bahçesinde yine yakın arkadaşlarımdan olan Belma ile söğüt ağacının altında hem sohbet ediyor, hem de ben söğüt ağacının üzerine Uğur’umun ismini farkında olmadan kazıyordum. Nerden geldiğini anlamadığım bir mobilet sesiyle, Uğur yanımızda belirmiş yine o çapkın tavırlarıyla bir şeyler soruyor ve gülümsüyordu.

Ben ise son baharın getirdiği hafif esintili havanın altında, bir elimle sağa sola uçuşan eteğimi, bir elimle ise ağaca kazıdığım ismini kapatmaya çalışıyordum. Utanıyordum. Küçüktüm. Sevginin utanılmayacak, aksine gurur duyulacak bir şey olduğunu bilmiyordum.

Sevgisiz insan neye yarar ki dünyada, bom boş, hissiz ve acımasız. Sevmeyi bilmeyenlerin utanması gerekirken ben neden utanıyordum anlamıyordum. Yinede her şey mükemmeldi. Seviyor ve seviliyordum, en azından bunun farkındaydım. Ağaca yazdığım ismini kapattığımı gören Esmerim;

_ Çiçeğim ne oldu’ diyerek seslendi.

Ben onun çiçeğiydim. Evet çiçeği, öyle söylemişti. İçimden bir daha söylesin diye Allaha yalvarıyordum. Çiçeğim… Bu söz kimsenin ağzında bu kadar tatlı olamaz ve bu kadar kulağa hoş gelemezdi. Yada bana öyle geliyordu. O anda hiçbir şekilde sorusunu cevaplayacak gücüm yoktu. Dizlerimin bir anda bedenimi taşıyamayacağını hissettim ve saniyelik gözlerinin içine baktım. İşte o an artık onsuz olamayacağım, nefes alamayacağım ve dünyanın onsuz dönmeyeceğini anladım.

Dakikalar sonra benden telefon numaramı istedi. Telefonuma onu, babamın verdiği korkuyla kız arkadaşımın ismiyle kaydetmiştim. Evet ne kadar komik ki öyle kaydetmek zorundaydım. Çünkü biliyordum ki babam asla bu duruma müsaade etmeyecekti. Biraz sohbet ettikten sonra okulun çıkış zili çaldı ve dağılmak zorunda kaldık.

Akşamüzeri eve gidip tüm evin işini bitirdikten sonra odamı toplamak üzere odama girdiğimde yastığımın altında saklı olan telefonumun çaldığını fark ettim. Arayan oydu. Elim ayağım karışmış ve nasıl konuşmam gerektiğini bilmeden telefonumu açmıştım. Aşk böyle bir şey olsa gerek. Biranda karşına biri çıkar ve hayat hem tatlı, bir o kadarda karmaşık bir hal alarak geri cevap verir. Telefonu açtığımda ses tonum tedirgin bir şekilde;

_ Efendim’ dedim

_ Nasılsın çiçeğim…..

Kısık sesiyle konuşuyordu oda benim gibi. Aslında benden başkası duyuyordu onun sesini fakat oda benim gibi her şeyden tedirgin ve korkuyordu. Babamın neler yapabileceğini oda az çok tahmin edebiliyordu.

_ İyiyim tatlım ya sen?

_ Evdeyim birtanem, seni özledim….

Konuşmanın en güzel anında birden bir ses Şeyda, Şeyda……… Biranda elim ayağım karışmış ve kapatıyorum diyerek telefonu kapatmıştım. Seslenen ortanca kardeşim Mustafa’ydı. O telefonu kapatmak öyle zor gelmişti ki o anda, sanki biri bana zorla bir şeyler yaptırıyordu. Herhalde hayatta hiç kızmadığım kadar kızmıştım kardeşime. Aslında öyle komikti ki durumum, yani yedi, sekiz yaşlarında bir çocuk gibiydim. Aslındada bir nevi öyleydim.

Ben birinci sınıfa giderken, esmerim ikinci sınıf muhasebe okuyordu. Birbirimizi sadece teneffüs aralarında görebiliyorduk. Fakat tüm imkansızlıklara rağmen her şey çok güzeldi ve tertemizdi.

İzmir/10.06.2013
Ayşen  OKTAY
www.Kafiye.net


Tarih 18 Haz 2013 Kategori: Öyküler

Her Gece Aynı Hüzün

Her Gece Aynı Hüzün

Bir sevda deryasında senle geçtim kendimden
Yüreğinde dinlensem yorulduğum her gece
Sığamadım kabıma taşar oldum bendimden
Sen dolu düşlerime sarıldığım her gece

Yıldızlarla söyleşir geceye karışırım
Umutlar büyüterek zamanla yarışırım
Sana kırgın olamam mazimle barışırım
Can ver gülüşlerime, vurulduğum her gece

Eğer canın acırsa , gel birlik ağlayalım
Olmaz sanılanları kolayca sağlayalım
Bir çağlayan misali delice çağlayalım
Bir set çek yaşlarıma, durulduğum her gece

Damla damla yaş olur gözlerimden düşersin
Senin de canın yanar, çünkü sen de beşersin
Haydi arın hüzünden, umutlarım yeşersin
Bahar ol kışlarıma, sarıldığım her gece

Ben ki senle var oldum, şu koskoca cihanda
Yudum yudum eridim olmadığın zamanda
Senin gönül tahtına çıkabildiğim anda
Yoldaş ol hoşlarıma, kırıldığım her gece

Bir deli ırmak idim, akıştıkça duruldum
Yolum hep sana çıktı, sanmayasın yoruldum
BİR BALIMSULTAN iken can evimden vuruldum
Senin gönül tahtına kurulduğum her gece

Emine Öztürk
www.kafiye.net


Tarih 18 Haz 2013 Kategori: Aysel AL

MUTLULUĞU TANIMAK İSTEDİM

Mutluluğu Tanımak istedim

Ben seni tanımak istedim
Tanıyışım ayrı bir tattı
Dudaklarından dökülen
Sevgi sözleri canıma can kattı

Bakışını tanımak istedim
Yüreğine dokundum gizlice
Gelip oturdu can evime
Bakışın kırçiçeği gibi doğaldı

Ben senin mutluluğunu tanımak istedim
Bana doğru koştun
Ayrı gecen yılları sorgularcasına
Kolunu omzuma nasıl da sıkıca koydun

Ben beni tanımak istedim
Sana sordum
Anlatırken sen beni
Kendimde seni buldum

Aysel AL
www.kafiye.net


Tarih 18 Haz 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

MENÜ – YER MİSİN, YEMEZ MİSİN?

MENÜ – YER MİSİN, YEMEZ MİSİN?

Başlığa bakınca aklınıza bir ziyafet için hazırlanmış yemek listesi geldi, değil mi? Çorba, ana yemek, salata, içecek, tatlı ve nihayetinde meyve… Oysa benim bahsedeceğim konunun yemekle bir alâkası yok. Gizli, açık ama nihayetinde art niyetli mihrakların emrine girmiş toplum mühendislerinin gözetiminde, insanları düşünmekten uzaklaştırıp, kendi uyduları yapmak isteyenlerin bizlere sundukları ve her gün yüzlercesini zihnimize bombardıman ettikleri “hazır fikir menüleri” konumuz.

Fikir menüleri hazırlamak ve muhteviyatını insanlara, muhakeme etmelerine fırsat vermeden bir hamlede yutturacak kıvama getirmek, sanıldığı kadar basit değildir. Uzmanlık gerektirir. Bir kere, genelgeçer bir obje bulunur. Dikkatler bu objeye çekilirken, asıl verilmek istenen mesaj kadrajın altında zihinlerimize yerleştirilir.

Genelde, toplumun hassaslaştırıldığı konulara ait güncel fotoğraflar çarpıcı manşetler altında fon olarak kullanılır. Çok acıdır ki, duygu sömürüsü ön plandadır. İnsan ruhunu yıpratan manzaralarla ya da tam tersi herkesin hayallerini süsleyen ve onları mutlu kılan bugüne veya geleceğe dair umutlara sürükleyen tablolarla zihin meşgul edildikten sonra, dikte ettirilmek istenen fikir onaylanmaya açılır.

Kaos ve getirdiği kaygılar, insanları ucu kestirilemeyen uçurumların eşiğine getirir. Malayani, hiçbir getirisi olmayan, geriye insanlık adına tortu dahi bırakmayan alışkanlıklara dadanmak duygusal çöküntüye sebep olur. İnanç boşluğuna düşmüş kişiler çıkmaz sokaklarda devinip dururlar. Bu atmosferlerin etkisindekileri yönetmek ve yönlendirmek; düşünen, analiz eden, yorumlayan, ahlâk, vicdan ve mantık çerçevesinde sonuca varıp kişisel tercihini diğer bireylerin hak ve
hukukunu gözeterek adaletli bir şekilde kullanmayı ilke ve alışkanlık edinmiş, nitelikli dingin zihinleri yönetmekten çok daha kolaydır. O halde, fikirler şırınga edilmek isteniyorsa, önce muhtelif yöntemlerle imal edilmiş narkozlarla beyinler uyuşturulmalıdır.

İlköğretim çağından itibaren “Atarım, belki tutar.” esasına dayalı test usulü kolaycılığına alıştırılmış çocuklar, büyüdüklerinde başıboş bırakılacak değildirler. Görsel ve yazılı medya yoluyla, çekişme unsuru taşıyan, sonucunda zihinde berraklık oluşturma yerine, bilgi edinmeden uzaklaştırılmış “tükürük yarışı” nevinden, görgü ve
geleneklerimize uymayan, esas yapıyı bozan, kaba projelerle gerçek hayatlarında atıllaştırılırlar. Bedeni lağvedilen boş kafalar, her zaman hazır fikir menülerini, kendi üretimlerine tercih ederler. Ancak durumun farkında olmadıkları için, şırınga edilen fikirleri, kendi fikirleri sanırlar. Ele geçirilmiş, fethedilmiş, gasp edilmiş, çaresiz insanlar artık her türlü kullanıma açıktır. Üstelik kukla olanlar, kimlerin emrinde olduklarını da kestiremezler. Çünkü erk liderleri, sinsi planlarının gereği, her zaman gizlive gizemlidir.

Bir gün güdümlenmiş zihinlerin, kendilerini çok büyük tehlikeye atacak toplumsal harekâtlara yönlendirilmesi olasılığının da uzak olmadığı öngörüsünde olduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Bir parmak şaklatmasıyla, uçurumlara gönüllü koşmaları işten bile
değildir.

Durumun vahameti apaçık ortadadır. Kendimizi koruyacak kalkanı nasıl sağlayacağız? İşte bütün mesele buradadır.

Mücella PAKDEMİR
www.kafiye.net


Tarih 18 Haz 2013 Kategori: Remziye ÇELİK

BİR RÜYA MIYDI SADECE?

BİR RÜYA MIYDI SADECE?

Hatırlamıyorum sanırım bir sonbahar akşamıydı. Hüzünlü bir gecenin sessizliğin de, rüzğarın uğultusu sarıyordu etrafı, geceye sessizlik hâkim sürmüş Sıkıntıdan cam kenarında dışarıyı seyre dalmış, Siğaramın ateşi bir fener gibi yanıp sönüyor gözlerim ordan, oraya uçuşan yarasalar takılmış çirkin mahlûkta olsalar bile özgürçe hareket ediyorlardı.  Kendi kendime neden ben özgür değilim diye ağlıyorum Sokağın başında beliren bir kartı bana doğru ilerliyordu.

O da ne bu olamaz. Bir tesadüf müydü? Allahım aylardır sesini duyamadığım rüyalarımda adını sayıkladığım düşlerimde arabasanlar musallat olurken  kan ter içinde kaldığım, tuzlu gözyaşlarımı süzülürken yanaklarıma herkesten sakladığım adına şiirler yazdığım sevdiğim karşımda. Ellerim titriyor iliklerime kadar ateş basıyordu. Sukunetimi korumaya çalışıyorum. Oysa içimde depremler kaynıyor, yerimden fırladım kapıya doğru ilerliyorum. Giden sevdiğim geri dönmüş, ayaklarım yürümüyor heyecandan bayılacak gibiyim korkuyorum. Aniden giderse.

O kadar çok özelmişim ki. Kapıyı açıp dışarı doğru yalınayak hızlı, hızlı hareket ediyorum karşımda sevdiğim insan bir den haykırdım aşkım diyerek o ise karşımda sessizce durmuş ben boynuna sarılıp neden, neden yoksun hiç mi özlemedin neden aramadın neden telefonlarıma bakmadın neden sessiz kaldın gece benimle ağlıyor nemli gözyaşlarını üzerimizi damlatıyordu. Sonunda sevdiğim insan bende seni çok seviyorum.

Aramak istedim arayamadım umutlarını yıkmak istemiyorum. Biliyorsun kalbi dolu yaralı biriyim. Biliyorum sevgine layık değilim. Ama meç burum Seni unutmalıyım Seviyorum ama mecburum. Gitmeliyim bir tanem gitmeliyim diyordu. Haykırdım hayır seni bırakamam kollarım çelikten kafes oluyor sımsıkı sarmalıyorum asla bırakmam. Neden geldin peki? Beni yeniden yıkmak için mi yoksa? Öldürmek için mi? Neden sokağımdasın Seni özledim Sadece görmek için geldim tesadüfen gördün beni. Ellerim ellerini kenetlemiş kopamıyordu. Sevdiğim insan elveda aşkım bende seni çok seviyorum gitmeliyim. Bil ki seni asla unutmayacağım. Kendine iyi bak sevdiğim diyordu ki birden yok oldu. Kendimden geçmiş hıçkırıklarım suskun. Suskun ortalığı yıkıyordu. Kulağımı tırmalan bir ses uyan, uyan diyordu. O ses sevdiğim adamın sesiydi. Kan ter içinde uyandım yastığım acılarımla beraber sırıl sık lam olmuş gördüğüm sadece rüyadan ibaretmiş ortada ne sevdiğim adam neden sevilen bir insan vardı. Rüyalarım bile bana oyun oynamıştı Yıkılan umutlarım kaybolan yıllarım çalan bir vefasız yüzünden ölmeden ölümü tadıyordu. Biliyorum yaralı ama hükümsüz artık kalbim.

Yazan Remziye Çelik
www.kafiye.net


Tarih 18 Haz 2013 Kategori: Sevim Çiçek KARADENİZ

HAYAT SEVİNCE ve PAYLAŞINCA GÜZEL

HAYAT SEVİNCE ve PAYLAŞINCA GÜZEL

Şu yalan dünyada bir sevgi, bir de ölüm olgusu var ki bir
çoklarının yüreğini titretir ölüm.. Rahmân’a ait olan sevgi kavramı ne kadar güçlü ve gerçekse, diğeri yani ölüm olgusu yokluk ya da hiçlik ya da kayboluşluktan çıkıp, ebediyyete intikal, ya da sonsuz ve ölümsüz olan Lâ Yemût’e hasret ve iştiyâkla kavuşmak haline dönüşüyor. Yani kısacası sevgi olgusu, ölüm kavramını korkulu bir düş, zehirli bir içecek olmaktan çıkarıp, sevimli bir mübâşir, mu’nis bir mihmân-dâr suretine çeviriyor.

Sevmek ne güzel ne hoş bir duygu. Sevgi ne kadar gerçek ve ne yüce bir kavram… Ve hele Kuddûs olanın sevgisinde kutsallaşmışsa, ölüm Rahmân’ın şefkatli beşiğinde, sevgi dolu ninnilerle uyuttuğu tatlı bir uyku haline geliyor.Şu yalan dünya, gönül dolusu sevgiler ve dualar üzerine kurulu….

Bunlarda cimrilik had safhaya ulaşmayagörsün hele.. İşte o zaman kainatın kıyameti kopuyor.

Dünya, sevgide ve duada cömert kulların üzerinde ve onların yüzü suyu hürmetine döndürülüyor.

Hayat sevince ve paylaşınca güzel.. Yüreğimi rahatlatan muhabbetleri hissetmek yaşamak ne güzel..:)

Gönülden gönüle kurduğumuz sevgi köprülerinin muhteşem mimarları olabilmekse ne yüce, ne hoş…

O bilen ki, bilir her hâlim,
Bana benden yakın bir âlim.
Sevgi bilmez yoz kişiler ne zâlim,
Sevgi kutsal, seven yüce her dâim..

Sevgi bilmezler ne anlar ki bizi.
Sevgiyi yaratan anlar halimizi.
Manevi yakıtıdır kalbimizin sevgimiz.
Birimiz hepimizdir, hepimizse birimiz..

(Sevim’in kırık incileri:)

Sevim Çiçek KARADENİZ
www.kafiye.net


Tarih 18 Haz 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

YALNIZLIĞIM

 

YALNIZLIĞIM

Yalçın kayalıklarda dalgaların sesinden
Hüzün nağmelerini dinletir yalnızlığım
Ölümü hatırlatan o soğuk nefesinden
Yaralı yüreğimi inletir yalnızlığım

Rüzgâr kendi halinde, yıldızlarsa âvare
Ay ışığı hayalbaz, efsunlar hâre hâre
Hıçkırıklarla coşar, bana sormaz. Ne çare?
Uyandırıp geceyi ünletir yalnızlığım

Ayaklarıma değen köpüklerde ne yazar?
Adres kısmında hangi taze kazılmış mezar?
Karanlığıma birden yakamozlaşıp sızar
Acı bir tebessümle şenletir yalnızlığım

Ha düştüm, düşeceğim; belime sarılan kim?
Belki de içimdeki yok ettiğim ötekim
Gölgeleri getirmiş, oysaki ben hep tekim
Fısıldar, kulağımı çınlatır yalnızlığım

Bugün değilse yarın, kapanınca perdeler
Salımdan tutacaklar acep şimdi nerdeler?
O ince kalburundan hâtıraları eler
Garipliğimi suya anlatır yalnızlığım

Sürüncemede kalan kararım netleşince
Süzülür gözlerimden yaşlarım ince ince
Ecelin şefkat eli saçlarıma değince
Derdime nokta koyar, sonlatır yalnızlığım

Mücella Pakdemir
www.kafiye.net


Tarih 17 Haz 2013 Kategori: Aysel AL

Göklerin Fırtınası

Göklerin Fırtınası

Sen göklerin fırtınası
Yerlerin yağmurusun
Fırtınalar gelir geçer
Yağmurlar akar nehir olur gider

Sonsuzluk içinden gelen
Güzel bir
haber
Ver kendi yüreğine
Ne olursun
Gelsin içine yeni bir bahar
Gül ne olursun

Sen sevdanın anahtarı
Buzların sıcaklığı
Denizlerin dalgası
İçimde dalgalanan fırtına
Kaybol yüreğimden
Gelsin içime yeni bir bahar
Gül ne olursun

Aysel AL
ww.kafiye.net


Tarih 17 Haz 2013 Kategori: Öyküler

Pamuklu Şeker

Pamuklu Şeker

Bir gün fasulyeden sarmaşığa çıktım
Az gittim uz gittim
Dere tepe düz gittim
Bir de baktım ki
Gök yüzünde bulutlara misafir olmuşum
Ve şaşırdığım an
Yakışıklı mı yakışıklı bir dev adam

Şiir bu ya
Sevgiyle bakan gözleri, sımsıcak yüreğiyle
O koskocaman cüssesinin içinde
Bir çocuk adam vardı

Şiir bu ya
Bahçe içinde cüssesinden de küçük
Minik bir evi
Pespembe buluttan mis kokulu gülleri vardı

Şiir bu ya
Lüks arabası yoktu ama
Bulutlardan güzel bir faytonu vardı
Birlikte uçtuk
Yıldızları ayı güneşi tuttuk

Şiir bu ya
Dev adamın çocuk kalbi
Kalbimde daha da devleşti
Başımı omuzuna yasladım
Kendimden geçtim

Şiir bu ya
Dev adam ikramda bulundu
Seç dedi pamuktan şekerleri
Ben dev adamın kalbi gibi bembeyaz buluttan
Pamuklu şeker seçtim

Şiir bu ya
Masal bu ya…

Emine Öztürk
www.kafiye.net