Kategoriler

Arşivler


Tarih 13 Ağu 2013 Kategori: Safiye SAMYELİ

GARDİYAN

GARDİYAN

Aç artık kapıları inat etme ne olur,
Vallahi ben suçsuzum inan bana gardiyan.
Öldürür bu gam beni ta can evimden vurur..
Tükenmeyen dertlere atma beni gardiyan.

Tutma beni burada salıver de gideyim.
Sevdiklerim iyi mi, gözlerimle göreyim.
Meraktadırlar şimdi bari haber vereyim.
Kurban olayım sana yakma beni gardiyan.

Şafak söktü sökecek bak hala uykusuzum
Ceplerim zaten bomboş parasızım pulsuzum.
Üstüm başım pek veran urbamda yok çulsuzum.
Koğuş ağalarına satma beni gardiyan.

Felek ağını ördü düştüm senin eline.
Kaldır artık başını mühür vurma diline.
Ne Vatana küfrettim ne Devlete ne Dine.
Ecnebiler içine katma beni gardiyan.

Anlaşılan çare yok biz burda kalacağız
Koğuşda ki dostlarla cana can olacağız.
Söylesene gardiyan ne zaman yatacağız?
Uyku yok sana deyip yorma beni gardiyan

Sen bilmezsin halimi sana arz edemem ki.
Yavrularım aç kaldı uykum mu gelir sanki?
Çok tutma ne olursun ben suçsuzum inan ki.
İnsaf eyle burada koyma beni gardiyan…

Safiye Samyeli
www.kafiye.net


Tarih 13 Ağu 2013 Kategori: Mücella PAKDEMİR

SENDEN KAYBOLUYORUM

SENDEN KAYBOLUYORUM

Kaldır gözüm görmesin aşkının enkazını
Çekmeye niyetim yok ne acı ne sızını
Tükenmeyen hırsını, hiç bitmeyen nazını
Şimdi başka gönülde kendimi buluyorum
Veda bile etmeden senden kayboluyorum

O yalancı kalbini kimler çalarsa çalsın
Her gün birazcık daha küçülerek alçalsın
Uzak dur benden yeter, bu sevda yarım kalsın
Tertemiz duygularla sil baştan doluyorum
Veda bile etmeden senden kayboluyorum

Döktüğüm gözyaşımın her bir damlası haram
Kapanmaya yüz tuttu çok şükür artık yaram
Kalmasın hafızamda, adın geçen hatıram
Verdiğim emeklere bin pişman oluyorum
Veda bile etmeden senden kayboluyorum

Düşme peşime, unut, sakın gelme yanıma
Acıyorum seninle kaybolan zamanıma
Gölgen dahi doğmasın, zinhar asumanıma
Adım adım silinip, ufkunda soluyorum
Veda bile etmeden senden kayboluyorum

Mücella Pakdemir
3. kitap şiirlerimden
www.kafiye.net


Tarih 13 Ağu 2013 Kategori: Saffet ÇAKIR

PAPATYA

PAPATYA

En ıssız dağlarda çiselenen papatya!
Yağmur vursun ıslansın gül zemin
Her sevdanın bir efkârı olur ya!
Şarabıdır dudağından düşen şebnemin.

Gönül vurgundur sana hülyalar şaşkın
Şimdi bir tütsüdür içimde özlemin
Sarhoş olmuş sevdasına, bir aşkın
Vuslatıdır, kadehimde her demin.

Ruhuma süzülen bir ten misali;
O kokulu güftesi, sevda bestemin
Leyla’dan yadigâr bir sen misali
Bir şarkısın dilinde gönül serçemin.

Bir buse sana mecnunun çırağından
Bercesteme değsin ıslak merhemin
Kopup geldin mor menekşe diyarından
Bırak sarksın gözlerine sarı perçemin.

Güneş serpiştir aklımın dehlizlerine
Ruhu değişsin pusudaki gölgemin
Beyaz kanatlarını tak gelinlik yerine
Bahara dönsün teni gönül bahçemin.

Saffet Çakır
www.kafiye.net


Tarih 12 Ağu 2013 Kategori: Elvan USUL

TÜRKÜM DİLİM TÜRKÇE

TÜRKÜM DİLİM TÜRKÇE

Mazide çıktım bu yola, dönüş mü olur yurdumdan,
Sular durulsa gökte, sultanlık damlar damarımdan.
Ben ki ülkemin kanlı, şanlı al bayrağıyım şimdi,
Düşse de beyazım, ay yıldız dikerim göz akımdan.

Adım Türk, Türklüğüm atalarımdan mirastır bana
Kim satar beyliğimi dilimden olmayandan başka,
Ki keseler dilimi, Türkçe fışkırır da kanımdan.
Yüreğimin dua kılıcı olur dilim düşmana.

Dağda, bayırda, inde, ovada söylerim doğruyu,
Bükülmem menderes gibi akarım boyuma doğru,
Ben ki Türk evladıyım zincir bilmez bu bileklerim,
Türkçeden başka bir dille çiğnetmem şanlı yolumu.

Adım Elvin olmuş olmamış farkı yoktur özünde,
Soyum Oğuza dayanır dedemin silsilesinde,
Damarlarımda dolaşan her kan gururla haykırır,
Haykırır bütün dünyaya Türküm Dilim Türkçe diye.

Elvin ELVİNCE
Mart 2008
www.kafiye.net


Tarih 12 Ağu 2013 Kategori: Elvan USUL

KONUŞ

KONUŞ

Seher vakti uyanmak vardır;
Sezmek sessizliğin sesini,
Guguk kuşlarını hissetmek
Yüreğinin pençesinde…
Günün ilklerini yaşamak vardır;
Sönerken bir bir yıldızlar.
Tutarcasına akan zamanı,
Derin bir nefes alıp dağlara karşı,
Serin rüzgara kapılmak vardır,
Hayallerle, ümitlerle.
İşte o vakit;
Bir nida yükselir karanlığa,
Bir türkü çığırırsın yıldızlara.
“Zannettim Zühre yıldızı,
Şavkı beni yaktı geçti.”
Hangi kalp dayansın,
Hangi taş eriyip akmasın.
Ucuz değil hayaller
Eder eder ümitler.
Gönül ister zaman getirir,
Kölen olur seneler.
Coş, şahlan, bağır
Ya da dinle, sus,
Hisset, duy ve pus.
Yaprak söyler, ağaç dinler,
Yıldız söyler, güneş dinler.
Vakit öyleyi de bulacak!
Ya o an;
Kim söyleyip kim duyacak?

Elvin ELVİNCE  ( E. U. )
Ağustos 2003
www.kafiye.net


Tarih 12 Ağu 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

YILLARA SİTEM

YILLARA SİTEM

İlkbahar mevsiminin bitimi yaklaşmış, sıcaklar bastırmış, İzmir cayır cayır yanıyordu. Ahmet Bey, evinin balkonuna oturmuş, çayından yudumluyordu. Hani biraz da sıcaktan olsa gerek uykusu da gelmişti. Birden hayale daldı ve derin düşünceler içerisinde neredeyse gözleri kapanıyordu. Kendi kendine:
–   Hey gidi günler hey! Zaman ne de çabuk geçiyordu. Çocukluk yıllarıma bak, bir de şimdiki zamana. Hey güzel Allah’ım! Ne kadar zor geçti o çocukluk yıllarım.
Ahmet Bey iyice dalmıştı. Bir ara gözlerinden yanaklarını ıslatan bir iki damla göz yaşı yanaklarından yavaşça aşağıya doğru süzülmüştü. Çocukluğundaki o yılları düşünmüştü. Onun gözlerinin yaşarmasına neden o yıllar. Ah o yıllar, ah o çocukluk yılları.
–  Oldum olası fırtınalı günlerden hep korkarım. Çünkü bütün çocukluğumu alıp götürmüştür fırtınalı geceler. Yağmur, kar benim için bir daha unutulmamak üzere toprağa gömülmüştü. Hem de asla hatırlanmamak için di ama, ne yazık ki bir türlü unutamıyorum. Nedense fırtınalı günlere ve gecelere bir türlü alışamadım. Ne zaman bir fırtına çıksa, yaşamımdaki, bilhassa o çocukluğumdaki fırtınalı geceler aklıma gelir bilir misiniz? Hani o korkunun, üzüntünün, acıklı günlerin yaşandığı o çocukluğum. Mutluluk ile acıyı bir anda yaşadığım yıllarım. Mutluluğu beklerken acılarla geçirdiğim yıllar.
–  Bilir misiniz, çocukluğum ve gençliğim fırtınalı günlerle dolu. Sizin düşündüğünüz gibi mutluluktan, zevk ve sefadan kaynaklanan hızlı bir çocukluk ve son sürat geçen gençlik olarak sakın ele almayın ve düşünmeyin. Çocukluğumda aile kavgalarından; anne baba, ailenin akrabaları arasında ki kavgalardan nefret ediyorum. Bayram ve yakın akraba düğünleri bile bu kavgaların çıkmasını, olmasını ne yazık ki bir türlü önleyemezdi. İnanın çocukluğumda bayramın gelmesini hiç istemezdim. Çünkü her bayram babamın annemin kardeşleri, babaları ile mutlaka kavga yapar, bayramın tadı kursağımızda kalırdı. Ne yazık ki ben her ne kadar bayramları istemesem de gelir ve bizim evimizi hep teğet geçerdi. Başka çocukların bayramını yapar, benim bayramımı ise kutlayamadan üzgün gözlerle beni süzer, bana doğru; “ Bir aksilik olmazsa diğer bayramda sana mutluluk getireceğim, sakın üzülme, hiç gözyaşlarını dökme. Gelecek bayram sevinçten o gözyaşlarını akıtacaksın, tamamı.” derdi her seferinde. Ben her ne kadar bayramın gelmesini istemesem de o gelirdi. Fakat öyle bir geçerdi ki, ne oluyorsa bayramın ikinci günü oluyordu. Her geçen bayram, bir sonra gelecek olan acılarla geleceğini çok açık biçimde gösterirdi ve ben bu nedenle bayram gelmesin isterdim. Bayramlar; içimde fırtınalar kopararak geçerdi. Her bayramda el öpmeden biraz sonra ve yemek sırasında; senin benim, senin malın benim malım, mal mülk kavgaları yaşanır, sofrada çatal kaşıklar atılır, ekmekler büyük bir hışımla bezin üstüne, yer sofrasına atılırdı. Ben sine bildiğim kadar sinmeye çalışırdım. Fırtınaların ve şimşeklerin kopacağı belli olmuştu. Birden babamın sesi:
– “ Haydi toparlanın, gidiyoruz,” derdi.
Annem korkudan olacak, alçak bir sesle:
– “ Bey, henüz daha yeni geldik. Yemeğimizi yemedik. Neden hemen geri gidelim. Bir bayram olsun kavgasız oturamayacak mıyız sofranın başına?”, derken, babam sert, yüksekten çıkan birselse:
– “Haydi kalkın dedim size. Bana ikinci bir defa söyletmeyin,” derdi.
Bunun üzerine zavallı annem, ortalığı yumuşatmanın yolunu ararken:
–  Bey, bak daha babam, annem ve kardeşlerimle tam bayramlaşamadık. Ne olur bugün bari kavga yapmadan bir bayram geçirelim. Her gün buraya gelebiliyor muyuz? Diyecek olurdu. Demesiyle birlikte sözcükler de artık boğazında düğümlenirdi.

Babam sinirlenmiş, düşünemiyor, sadece kalkmayı, biran önce bu evi terk etmeyi düşünen biri olarak; ne çocuklarının düşüncelerini, ne onların bayramlarda çektiklerini, ne de onların beklentilerini görmeden başlardı bağırmaya:
– “ Kalkın dedim sizlere. Gideceğiz! Bu hayvanların, bu mal düşkünlerinin, bu dedikoducuların evinde oturup bayramlaşmaktansa sokakta köpeklerle dolaşırım. Kalkın diyorsam kalkın. Kalkmak istemeyen kalsın, bir daha benim yanıma gelmesin,” derdi.

Bu fırtınanın sonunda; dayılarım. Anne dedem ve anneannem boyunlarını büker, gözlerinden yaşlar akarak evlerinden bizleri uğurlarlardı. Dayılarım sırf bizleri düşündükleri için babama ve amcama bir şey demez, ses bile çıkarmazlardı. Tartışma başlayınca kavgaya karışmamak için hemen evi terk etmeye başlarlardı. Olan bizim gibi çocuklara olurdu.

Akşam olmuştur artık. Köyde elektrik olmadığı için her taraf zifiri karanlıktır. O sene bayramlar kış aylarına geldiği için ya yağmur bulutuna yakalanırdık, ya da kar fırtınasına. İçerideki fırtına yetmiyormuş gibi birde bu doğa koşullarının fırtınasına yakalanıyorduk. Biz sofradan istemeyerek, dışarıya çıkardık. Babam, öfkesini, sinirini sanki bizden çıkarırdı. Babamdan zıngıtı yerdik. Bir bakmışsınız babam:
– “Yürüyün lan eşekler. Bir daha bu eve gelinmeyecek, tamam mı? Bir daha buraya gelmek yok! Bu eve bir daha gelirseniz sizleri gebertirim! Anlaşıldı mı?” derdi.

Biz artık bu sözden sonrasını hiç duymuyorduk. Babam ne söylerse söylesin, bizler ağlamaktan, gözyaşı dökmekten, hiçbir sözü duymuyorduk. Ancak korkumuzdan yüksek sesle de ağlayamıyorduk. Bu zıngıtların sonunda babam bizlere gözdağı vermekten de geri kalmıyordu. Fırtınanın, soğuğun vurduğu yetmiyormuş gibi, çıplak olun yüzümüze, ense kökümüze Osmanlı tokatını vurduktan sonra, futbol topuna vurur gibi bir de popomuza tekmeyi yapıştırırdı.
İstemeyerekte olsa, içimizden ağlayarak, içimizde: bayramlara, kişilere, babalara, büyüklere bir nefretle, kin duyarak, iki gözü iki çeşme sendeleye sendeleye yol alıyorduk. Ne günlerdi Allah’ım o günler. Zavallı annem iç çekerek ağlardı. İçinden benim kadar babama karşı bir nefret duyduğuna, lanetlerin, bedduaların bin bir çeşidini ettiğine inanıyordum. Bir taraftan da bizleri teselli etmeye çalışırken; susun, sessiz gidelim der gibi baktığını o karanlık gecede görür gibi oluyordum.Bir taraftan tokatın acısı, diğer taraftan soğuğun şiddetiyle yüzüm cayır cayır yanıyor ama yine sesimi çıkaramıyordum. Tek çaremiz ise yürümekti.

İşte bu nedenledir ki fırtınalı geceleri hiç sevmem. Bende çok derin yara izleri bırakmıştır. Çocukluğumda, çocukluk yaşamımda kopan bu fırtınalı yaşam, lise öğrenimim bitinceye kadar devam etti. Be o çocuk aklımla babama, bilebildiğim ne kadar beddua var ise yapardım. Bütün arzum bir an önce büyümek, ailemden en kısa zamanda ayrılmaktı. Ailemin yanında kalsam ne olacaktı. Hep kavga, hep kavga! Bilhassa babalar çocuklarının yaşamını neden düşünmezler ki? Neden hep kendi çıkarlarını düşünürler? Neden çocuklarının da bir sevgiye, şefkatle, bir bayram günü bile olsa yakınlaşma yapmazlardı çocuklarına. Babalar hiç mi çocuk olmamışlardı acaba. Yoksa benim babam hiç mi çocuk olmadı.?

Ahmet Bey, oturduğu yerden kalktı, bardağındaki çay bitmişti. Mutfağa gitti, çayını tazeledi. Balkonda biraz ileri geri yaptı. Oturmuş olduğu ev zemin olduğu için evin bahçesi de vardı. Çocukluğundan beri çiçekleri de çok severdi. Bahçesine sırtında çuvallar dolusu verimli topraklar da taşımıştı. Bahçeyi görünce aklına annesi geldi. Ailesinin yanına çocukluğunda gelip gittikçe anası ona babasından habersiz çamsakızı çoban armağanı cinsinden birkaç kuruşu cebine koyuverirdi. Annesini çok seviyordu ama annesinden de çok uzaklara gitmişti. Sırf aile kavgaları ve babasının benlik ve her şeyi ben daha iyi bilirim sevdası yüzünden babasına karşı neredeyse acımasız bir evlat olma yoluna gidecek gibiydi ama olamazdı. Sonunda babamdı diyerek ne affede biliyor, ne de yakınlaşmak istiyordu. Bahçedeki çiçekleri süzdükten sonra hafif bir gülümse ile çevresine gülücükler dağıtmaya başladı. Yavaşça az önce kalkmış olduğu sedirin üzerine oturdu. Çayından yudumlarken yine düşünmeye devam ediyordu.

Lise yıllarımın bir kısmı ailemden uzak geçmişti. Ama bu ayrılıklar yaz tatillerinde sona eriyor, ailemin yanına dönüyordum. Amcam ve babaannemin içten pazarlıklı olmaları, sadece babaannemin babamın kardeşini daha çok koruma arzuları nedeniyle bu fırtınalar ailemizin içerisinden bir türlü gitmedi. Yaz tatilleri, dini bayramlarda zorunlu olarak hep bir araya geliyorduk. Aslında gelenek, görenek ve aile bağlarının kopmaması açısından bir araya geliyorduk ama, asıl bir araya gelmemiz büyük aile facialarına neden olacak gibiydi.

Bu kavgalar, bu korku dolu fırtınalı yıllar, beni çok sevdiğim ailemden uzaklara kaçmama neden oldu. Annemin hiçbir suçu olmamasına karşın babamın yaptıklarından dolayı kilometrelerce uzaklara gitmek, bir daha geri dönmemek için her gece yatmadan önce küçük ellerimi havaya kaldırır:
– “ Allah’ım! Bu kavgalardan, haksız yere dayak yemekten bıktım. Annemin bu olaylarda hiç suçu yok. Aslında ona da acıyorum. Çoğu haksız yere babamdan dayak yemekte. Abim zaten dışarıda. Kız kardeşim daha çok küçük. Onların da hiç suçu yok. Beni çok ama çok uzaklara öyle bir at ki, bayram günleri bile buraya zor geleyim. Hiç olmadı gelemedim, göremedim diye ağlayayım. Bayramda ellerini öpemediğim için ağlamış olayım.” diyordum.

İşte bu duygular nedeniyle ailemden, memleketimden çok ama çok uzaklara kaçayım diyordum her defasında. Sonunda dualarım kabul oldu. Üniversite okumak için ailemden uzak bir yere gittim Okul bitince de yine aynı şehirde, yani İzmir’de öğretmenlik yapıyorum. Babamdaki bir takım tatmadığım duygularımda çocuklarımda yaşadım. Onlarla eşekçilik oynadım. Onları sırtımda taşıdım, onlarla beraber yan yana yürüdüm. Onlarla beraber çocuk olmaya çalıştım. Bu konuda ne kadar başarılı olduğumu bilmiyorum ama, çocuklarımla beraber çocuk olduğuma kesinlikle inanıyorum.

Birden bire duygulandı yine. Sağ elinin tersiyle yanaklarından gözyaşı damlalarını elinin tersiyle sildi Ahmet Bey. Bardağındaki çaydan son yudumunu da almıştı. Hala düşünüyordu. Bu fırtınalı kavgalar yüzünden şimdi ailesinden 400 kilometre uzakta, eşi ve iki kızı ile yaşamaya devam ediyordu. Bir taraftan da kendi çocukluğundaki yaşadıklarını çocuklarına yaşatmamak için çalışıyordu. Baba olmak zordu. Çocuklarına yaklaşmak, onlarla oynamak çok önemliydi. Onun babası hiçbir bayram kucağına almamış, yanaklarından bile doğru dürüst okşamamıştı. Yanına büyük kızının yaklaştığını bile fark etmemişti. Büyük kızının:
– “ Hayırdır baba. Çok sessiz duruyorsun. Hayrola gözlerin nemlenmiş. Ağlıyor musun yoksa.” demesine karşın, Ahmet Bey:
– Kızım. Ağlamıyorum. Güneşten gözlerim yaşardı. Biliyorsun gözlerimin güneşe karşı bir alerjisi var. Güneş ışınları gözüme vuruyordu uzun zamandır. Onun etkisi olsa gerek, dedi. Bunun üzerine büyük kızı:
– “ İnanayım mı?….”

İzmir / 26.02.2006
Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 12 Ağu 2013 Kategori: Onur BİLGE

İKİLEMELER

İKİLEMELER

Düşünce zinciri şangır şungur düşünce
Akıl çıkrığından boşanarak gıcır gıcır
Hafızanın dibi karanlık allak bullak
Tüyleri diken diken yosun kokulu kuyu
Bulanır da bulanır rutubetli arşivin
Berrak mı berrak bilinen durgun suyu

Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı

Anı anı acı çekmeye başlar yukarı
Kovalar aşağı başlar yukarı
Kovalar aşağı nedamet tekme tokat

Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı

Yavaş yavaş doldurur ağzına kadar
Bin kere bin pişmanlıkla kocaman tankı
Oysa hiç ama hiç fark etmemiştir farkı
Hiç mi hiç kızmamıştır o zamana kadar
Kendi kendine nefsinden zamana kadar
Sayar döker ne sözler gelir de döner ağzına kadar

Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı

Başlar zıpkın yemiş gibi kıvrım kıvrım kıvranmaya
Başlar alev alev yanmaya başlar
Kıvranır da kıvranır bedende ruh uyanmaya
Ruhta can canda Canan kıvranır da kıvranır

Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı

Beyninde kaç katman varsa ayrı ayrı
Bilinçaltı kaç kademeyse birer birer
Tüm merdivenlerden art arda geçilirken
Basamaklardan teker teker inilirken
Her biri dile gelir çığlık çığlık
Kabir azapları dillenircesine feryat figan
Yaşananlar arka arkaya akla düşünce
Kâbuslar halinde zuhur eder de eder düş ünce
İdrakte vakit daraldıkça daralır
Ecel kıskıvrak yakalar canı dar alır

Başlar zıpkın yemiş gibi kıvrım kıvrım kıvranmaya
Başlar alev alev yanmaya başlar
Kıvranır da kıvranır bedende ruh
Ruhta can canda canan kıvranır da kıvranır

Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı
Kovalar aşağı başlar yukarı

Boşalan yere yaş döker de döker
Sesli sessiz döner devranın çarkı
Canlı cansız cümle varlık diz çöker
Tövbeler sarnıçta ses yankı yankı

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 12 Ağu 2013 Kategori: Onur BİLGE

KİMSESİZ DAĞLAR

KİMSESİZ DAĞLAR

Sevgisiz kalınca çatlar yarılır
Dört yandan yaş döker kimsesiz dağlar
Kara sevdasıyla derde karılır
İçin için yanar ve sessiz ağlar

Dağların bağrında yılan beslenir
Üstünde rengârenk kuşlar seslenir
Kelebek uçuşur ceylan hislenir
Onları oraya aynı his bağlar

Gelenden gidenden habersiz yollar
Bazen kavuşturur bazen de yollar
Zirveye ulaşma fırsatı kollar
Ovayı tepeye ilgisiz bağlar

Sızlayan kalbini tüneller oyar
Engeller ardında bir esir o yar
Dağ gibi çakılı hasrette koyar
Hüzünle geçiyor güzelim çağlar

Onur dağlar kadar bir de o gurur
Aşksa yüreklerin kökünde durur
Her atışta içsel kurşunla vurur
Sanmayın o ateş sevgisiz dağlar

Onur BİLGE


Tarih 12 Ağu 2013 Kategori: Şule AKAR

SOKAKLAR

SOKAKLAR

Ben bu sokaklarda doğdum.
Yine bu sokaklarda öleceğim.
Adına şarkıları burda söyledim,
Naralar attım umursamadan gözleri,
Küfürler edip duvarları yumrukladım.
Şu bankın üzerinde hayallerimi kurşuna dizdim!
Güvercinleri beslerken yeni umutlar ektim!
Kah yüreğim kanadı, kah kıpır kıpır coştu.
Ben bu sokaklarda adını mıh gibi yazdım!
Şahidim kaldırım taşları!
Sokak lambaları aydınlattı önümü,
Sevgin yolum oldu,
Yürüdüm yürüdüm yürüdüm…
Sokaklar bitti sen bitmedin!
Ben bu sokaklarda doğdum,
Bu sokaklarda öleceğim,
Ah sevgili ben seninle ne edeceğim?

Şule AKAR
28.05.2007 / 10.28
www.kafiye.net


Tarih 12 Ağu 2013 Kategori: Tülay ASLAN

ANNEM

ANNEM

Annem altı yıldır yatalak diğer kardeşlerimden sonra ben yanıma aldım iki yıl oldu ben bakıyorum. Zavallı annem bütün şansızlıklar hep onu takip ediyor. Felçli beş yıl öncede düşüp kalçasını kırdı ameliyatla platin takıldı. Bir Daha yürüyemedi. Ama oturuyor yemeğini kendi yiyebiliyor Tv izliyor, dilini zor anlasam da sohbet ediyorduk. Ta ki o ameliyat gününe kadar. Mayıs ayının dördü günlerden cumartesi annem sabah iyi idi öğlende karnım ağrıyor dedi. Anneciğim geçer dedim.

Yine başladı inlemeye bir ağrı kesici verdim. Ağrısı dinmedi devam etti. Beni doktora götür dedi. Annem doktoru sever doktora gitmeyi çok severdi, onlardan medet umardı. Anne geçer sabret hap içtin tesir etmesini bekle dedim. Ama kadıncağız kıvranıyor. 112 çağır diyor hastaneye defalarca gittiğimiz için hastanelerde ki rezilliği çok iyi biliyorum annem yürüyemiyor birde kilolu dönüşte 112 nakil arabası olmadığı için eve dönmemiz zor oluyor taksilerde almıyor. Benimde özel vasıtam yok. Olacak gibi değil kıvranıyor .112 çağırdım geldiler nesi var durumu anlattım tansiyonunu şekerini ölçtüler annem diyabet hastası ne yapmamızı istiyorsunuz dediler gereken neyse yapın dedim. Annem felçli olduğu için konuşması anlaşılmıyor. Annemin dilinden anlamadıkları için hasta kendinde değil dediler ben anlatmaya çalışıyorum neden bizi çağırdınız diyorlar. Kadıncağız diyor karnım ağrıyor saatlerdir kıvranıyor. O zaman sizi hastaneye götürelim dediler. Devlet hastanesine götürdüler. Tabi acildede pratisyen hekimler tekrar şekeri tansiyonunu ölçtüler serum taktılar. Annem kusmaya başladı kusması hiç durmuyor. Serum bitti taburcusunuz gidebilirsiniz dediler. Annemin kusması durmamıştı. Saat 21-00 geliyordu hastahaneden o saatte nakil arabası yoktu ve annemin tedavisi tam yapılmamıştı şaşırdım kaldım doktora dedim hastamda kusma yoktu ve burada başladı hala kusuyor. ağrısı devam ediyor hastamla tam ilgilenilmediğini söyledim. O anda nöbetçi doktor geldi sorun ne dedi. Bizi taburcu ediyorlar annemi nasıl götüreceğim bu saate dedim gitmeyeceğim yarın doktor gelsin midesinin tomografisini istiyorum annemin karnında ve midesi de ne var neden kusması durdurulmadı dedim tabi doktor annemin tomografisini ciğerlerinin filmini istedi yeniden serum takıldı. Annemin kusması durmadı sabaha kadar devam etti . Sabah dahiliye doktoru gördü. Göbeğine baktı fıtık sıkıştırmış dedi genel cerahın bakması lazım dediler. Genel cerah geldi hemen tomografi istedi ve yoğun bakımda yer olmadığını hastanın acil ya Adana ya da Kayseri’ye naklini istedi. Eve gelip anneme birkaç parça giysi ihtiyaç almak için gelecektim düşündüm geri döndüm. Hayır nakil gitmeyecektik bunlar annemi başından savuyor koca Mersin hastanelerinde yer yok muydu? Genel cerrahla görüştüm annemi hiçbir yere götürmeyeceğimi nasıl Mersin’de yer olmaz? Annemi verin eve götürecem ölürse evinde yatağında ölsün dedim.

Ortalarda sürünmesin doktorda razı oldu evrakları imzaladım Annemin hala kusmaları devam ediyor. Nakil arabası bekliyoruz eve gideceğiz. Baş hekim olayı öğrenmiş ki çıkıp geldi. Bu hastayı hiçbir yere gönderemem dedi yeniden ilaçlı tomografisini istedi ve yoğun bakıma hemen alınmasını söyledi annem bitmişti ölü gibiydi kusa kusa barsakları birbirine yapışmıştı ne demek 2 gece 2 gündüz sürekli kusuyor kusmayı durduramadılar Tekrar karından tomografisi çekildi
Yoğun bakımın önüne geldik. Annemi içeri alıp, kapıyı kapattılar. Bana hiçbir bilgi verilmedi bekledim annem içerde ben dışarıdayım annemin durumu hiç iyi değildi ölü gibiydi bekledim haber yok eve geldim. Beklemekten dua etmekten başka yapacağım bir şey yoktu. Hastahaneyi sık sık arayıp duruyorum. Durumunun aynı olduğunu söylüyorlar. Hastaneye gelmemi benden imza istiyorlar. Gelmeyeceğimi söyledim annemi gösterirseniz gelirim dedim. Sabah hastaneye gittim neredesiniz? Doktor sizi arıyor gece gelseydiniz gece ameliyata alınacaktı dediler.

Doktor geldi. Annen ameliyat olsa da ölecek olmasa da ölecek dedi. Barsaklarının yarısı çürümüş. Belki apandist de olabilir. Yüzde yüz ölecek ameliyat olursa yüzde doksan şans dedi beni ameliyat olması için ikna etmeye çalıştı bende eziyet çekmesin ölürse evinde ölsün dedim ben ikna olmadım yeğenim Ankara’da doktor onunla görüşeceğim dedim ve aradım yeğenime doktor olarak değil sade bir vatandaş olarak senden cevap bekliyorum dedim benim yerimde olsaydın ne yapardın anneni ameliyat yaptırır mıydın dedim. Evet teyzem annem için ne gerekiyorsa onu yapardım dedi

Bu şiiri hastahanede yazdım.

TÜLAY  ASLAN
www.kaf,ye.net