Kategoriler

Arşivler


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

GÖZLERİNİ

GÖZLERİNİ

Siyah gözlerini, perdelemiş kötülükler!
Gerçekleri yok etmiş sahte gülücükler!
Sevdiğini söylerken yalan öpücükler,
Neden karşıma çıktın yokluklar içinde?


Kirpiklerinle ta can evimden vurunca,
Endamın ile yollara koyulunca,
Kol kola gezip, akşam beni unutunca,
Neden karşıma çıktın yokluklar içinde?


Yalan sözlerinle gerçekleri gizledin,
Beni anlamaz, görmez, deli biri dedin,
Nasılsa benim esirim, hizmetçim bildin,
Neden karşıma çıktın yoklular içinde?


Yalanla temel olmaz, sevgiye doyulmaz
Bir gün sana benden başka inanan olmaz,
Beni de unuttun, sana hiç inanan olmaz,
Neden karşıma çıktın yokluklar içinde?


Basınsitesi-İzmir/ 15.08.2003
Hüseyin  DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

RÜZGARLA GELEN

RÜZGARLA GELEN

Dışarıda yağmur alabildiğine hızlanmış, neredeyse fırtına ağaçların dallarını koparıp atacak gibi çok şiddetli esiyordu. Ahmet Bey, dalgın gözlerle camdan dışarıyı seyrediyordu. Oturmuş olduğu koltuğundan kalktı. Ağır adımlarla cama doğru yürüdü. Bir taraftan şimşekler çakıyor, gökyüzü sanki yarılacakmış gibi gümbürdüyordu. Hafif buğulanan camı elinin içiyle silmeye başladı. İçinden buğular çıkan saplı su bardağındaki çayı yudumluyordu.

Ahmet Bey, yeni emekli olmuş, evinin bir köşesine çekilmemişti. Bu arada evinde yazım çalışmaları ile uğraşıyordu. Yaşının 55 civarlarında olmasına rağmen, onu görenler, altmış beş yaşın üstünde düşünür hemen. Yıllar ona acımasızlık yapmış, yaşamında daima haksızlıklarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Hani biraz kilolu olmasa, daha rahat edecektir. O her seferinde bu durumunu; “ Bir dirhem et bin ayıp örtermiş.”  Diyerek gülümserdi. Bazen de dostları onunla bu kilosu nedeniyle eğlenmeye çalışırken, o; “ Ben halimden memnunum. Birincisi beni bu durumda gören küçük arabalar uzaktan geçiyor. Bir de tam köşe dönerken yararını görüyorum. Çünkü karşıma çıkanlar bana çarpmamak için aniden duruyorlar.” derdi. Bu arada yağmur yine hızını artırmış, camdan uğultu geliyordu. Birden bir cam kırılması sesi işitti Ahmet Bey. İrkildi, sesin geldiği tarafa yöneldi. Tam gidecekken durakladı, kıpırdayamadı. Hareket etmek istedi ama bir türlü gidemedi Onu ayakları cam sesinin olduğu tarafa götürmedi bir türlü. Korkuyordu. Korkusu doğaldı. Çünkü bundan yıllar önce bir cam sesiyle ne acılar yaşamamıştı o! Ne zaman bir cam kırılsa, hemen gözleri dolardı.

Bundan on beş yıl önceydi. Onun yaşamında o acılı an, kendisini de bundan dolayı affedemiyordu. Kendisinin hiçbir suçu da yoktu doğrusu. Ama onların; cama, manzaraya duydukları merakları yüzünden, fidan gibi çok sevdikleri biricik kızlarını aralarından almıştı. Hayalindeki evi değil ama çocuklarıyla birlikte başlarını sokacak bir ev almışlardı. Ayrıldığı eşi manzarayı ve resmi çok severdi.  Bu nedenle evlerindeki her oda farklı renge boyanmıştı. İçlerindeki eşyalar da onlara uygun seçilmişti.  Hatta salonda deniz manzaralı resimleri duvarı süslüyorsa, çocuk odasının yıldızlar ve gezegenlerden oluşan bir resmi, yatak odasında ise sahilde kum ve denizi andıran bir manzara vardı. Ahmet Bey’in eşi Zeynep Hanım, salon ve diğer odaların kapılarının tamamen camdan yapılmasını istemiş, Ahmet Bey her seferinde itiraz etmiş, tehlikeli olacağını ısrarla söylemişti. Sonunda eşi ile ortak yolu bulmuşlar, kapıların doksan santimden yukarısını cam yapmışlardı. Kapı camlarını da hem içten hem de dıştan resimlerle donatmışlardı. Böylece evleri manzara resimlerinin yanı sıra figürler kendilerini dinlendiriyordu. Ama başlarına gelecekleri nereden bilebilirdi ki Ahmet Bey. Fırtınalı bir günde başlarına gelen olay onun yaşamında kara bir gün olarak durmadan onu takip etmişti. Dikkatsizliğin kurbanı olan kızlarını her cam sesinde ister istemez hatırlardı bu nedenle. Ahmet Bey, eşinden ayrılmış, yalnız yaşıyordu. Onun gibi yalnız olan annesi ara sıra yanına gelir, daha sonra annesi memleketine geri dönerdi. Birden o güne tekrar geri gitmişti.
Eşi aceleyle evden işe gitmiş, kendiside okula gitmeye hazırlanıyordu. Dışarıda fırtına sanki duvarları yalıyor, yerde bulunan gazete, kağıt, naylon torbaları havalandırıyordu. Bu arada kızına seslendi;
–  Kızım, Nergis, bak rüzgar çok kuvvetli. Odaları dolaşır mısın, açık cam varsa kapatıver yavrum.
Kızı:
–  Peki babacığım.
–  Ben banyoya giriyorum. Sakal tıraşı olayım, öğrencinin karşısına sakallı çıkmayayım, tamam mı kızım? , demişti.

Banyoya girmiş, elektrikli traşmakinası ile tıraş olmaya başlamıştı. Biraz da halk müziğini çok sevdiği için türkü mırıldanmaya başlamıştı. Dışarıda ise rüzgar fırtınaya dönmüş, gök gürültüsü ise sanki binaları sallıyordu. Tam sırada bir cam sesi oldu. Kızına, yavrum camları daha kapatmadın mı, diye sorduğunu daha dün gibi hatırlıyordu Ahmet Bey.  Bu sırada bir ayak sesi duymuştu. Kızı bu söz üzerine odaları hızlı hızlı dolaşıyor kontrol ediyordu. Buna sevinmişti. Kızı kendisini dinlemiş, sorumluluk bilinci ile hareket ediyor diye düşünmüştü ki, işte ne olduysa o an olmuştu. Bir şimşek çakmış, sanki gökyüzü yarılacak gibi bir sesle birlikte kapı çarpması olmuştu. Aynı anda kızının yüksek sesle haykırdığını duymuştu ve cam sesleri gök gürültüsü içerisinde hafiflemişti. Karışan sesler içerisinde, dışarıda mı, evin içerisinde mi diye düşünürken, kızının: “ Babacığım, yetiş.” Sözleriyle irkildi. Traşı hemen bıraktı. Bir anda bütün vücudunu ateş sardı. İçinde büyük bir sıkıntı olmuştu. Banyodan salona gidinceye kadar sanki saatler geçmiş gibiydi. Koşmuştu bütün var gücüyle. Koridora çıktığında kızı yerde yatıyordu. Kızının vücudunu müthiş bir titreme sarmıştı. Kızının başına vardığında hala salonun camı rüzgar nedeniyle ara sıra açılıp kapanmaya devam ediyor.

Ahmet Bey bir an donup kalmıştı. Kızının hafif bir hırıltı ile konuşmaya çalıştığını nedense son anda fark etmiş ve bir anlam verememişti. Kızını yerde yatarken şaka yapıyor sanmıştı. Yalnız kızının sağ kolu üzerinde yüzü koyun yattığını görmüştü. Kızının üzerine eğildiğinde o an bütün dünyası yıkıldı. Çünkü kızı Nergis, kanlar içerisinde idi. Salon kapısı kanlıydı. Birden;
–  Kızım, Nergis, ne oldu yavrum?  diyebilmişti. Hemen kızını kucakladı, kızının kanayan yerlerini kontrol ediyor, bir taraftan da cep telefonu ile 112 hızır acili arıyordu. “ Yetişin, ne olur, kızım kanlar içerisinde, vücudunda cam kesikleri var!” diyebilmişti sadece. Kızı ise ona yalvarırcasına bakıyor; “ Ne olur beni bırakma babacığım, çok korkuyorum, vücudumda derman kalmadı, beni odamıza götürür müsün?”  sözlerinden sonrasını duyamamıştı. Biricik kızı kollarının arasında gidiyordu. Ölüyordu dünyalar güzeli kızı. Elinden ise hiçbir şey gelmiyor çaresizlik belini büküyordu. Her şey bir anda, rüzgar ile, fırtına ile başlamış, çok kısa bir zaman dilimi içerisinde kızı kollarında can vermişti. Bir taraftan da kızının  boynunda oluşan büyük kesiği kapatıp fışkıran kanı durdurmak için az uğraşmamıştı. Olmamıştı, kızını kurtaramamıştı Ahmet Bey!

Günlerce kendisini ve ayrıldığı eşini affedemiyordu. Nasıl affetsin ki! Eşinin ve kendisinin düşünemediği bu resim ve manzara merakı yüzünden o dünya güzeli Nergisi’ni yitirmişti. Kızından salon kapısı ile camları kapatmasını istemeyip, kendisi gitmiş olsaydı belki de kızı Nergis hala yaşıyor olacaktı. Hala onunla konuşuyor, onun gülüşleri ile odanın içerisinde şakalaşmaya devam ediyor olacaktı. Kızının koşarak gittiği salona tam gireceği sırada, şiddetli rüzgar salon kapısını hızla kapatmış kızı Nergis’in yüzüne salon kapısı hızla kapanmış. Vücudu ile camı kırarken başı önde olduğu için parçalanan ve patlayan salon kapısının camından fırlayan parçalardan bir kızının boynundaki damarı yarmış ve kızı Nergis çok kısa zaman diliminde kolları arasında dünyadan ayrılmış, son nefesini kendi elleri arasında hiçbir şey söyleyemeden  gitmişti. Hele o son nefesini verirken bakışında san ki babasına; “ Gördün mü babacığım? Annemin ve senin manzara, resim ve cam merakınız bana neler etti? Bana daha bu dünyaya doyma fırsatını vermeden beni aranızdan ayırdı ecel. Bunun suçlusu sen ve annemsin. “ der gibi bakıyordu kızı Nergis ve o kızına bu suçluluk duygusuyla bir şey söyleyemiyor ve özür bile dileyemiyordu.

Yıllar geçiyordu, ama Ahmet Bey hala kendisini ve ayrılmış olduğu eşini bir türlü affedemiyordu. Gerçi eşinden ayrılmasına kızlarının ölümü neden olmamıştı. O hala kendisini de affedemiyordu. Nasıl affetsin ki… Kendisine ve ayrılmış olduğu eşine uyarıda bulunmuşlardı. Evin içindeki kapılarda fazla büyük cam iyi olmaz demişlerdi. Evet, cam belki aydınlık yapıyordu. Belki evin içi daha iyi görünüyor olabilirdi. Ama  kapılarda bulunan büyük camlar her zaman için tehlikedir. Çocuklar için, büyükler için hep tehlikeli olmuştur. Yapmayın, iyi olmaz denilmişti de, ne eşi ne de kendisi buna hiç dikkat etmemişti. Ama korkulan, beklenmeyen olmuş ve yağmurlu, fırtınalı bir günde azraile kızını kendi elleriyle teslim etmişti Ahmet Bey! Kendi kendine; buyur manzarayı, buyur camlara yapılacak figürleri, al aydınlığı! Şimdi doya doya seyret, şimdi gülerek seyret. Kendi haline gül, kendi kaderine sakın gülme, kızının sonunu kendi elinle hazırladın. Eşinle birlikte hazırladın. Haydi o manzaralar, resimler kızını getirsin bakalım Ahmet Bey! Bir cahilliğin, bir düşüncesizliğin, bir beceriksizliğin bedelini gencecik bir fidana ödettin. Şimdi sende, ayrıldığın eşinde rahat edin! İşte önünde uzun yaşanacak yıllar var, şimdi rahat et emi…

Nemli gözlerle dışarıyı seyreden Ahmet Bey, aradan hala on beş yıl geçmesine karşın kızının ölümünü unutamamıştı. Camdaki buğuyu silmiş, dışarıyı seyretmeye devam etmişti. Unutamadığı tek şey; suçluyum, cezama razıyım diye ölen kızı Nergis’e karşı haykırabilmekti, ancak…

Davutlar / 16.03.2006
Hüseyin  DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

KADINIM

KADINIM

Evet ben bir kadınım
Hayatta bir yolcuyum
Ellilerin üstünde yaşındayım,
Hayatın ortasındayım.

Çok zorluklar görsem de,
Hayatı çok sevenim,
Duygularım ve hislerim,
Hüzün ve sevinçlerim.

İç dünyam öyle derin
Birde ruhum var benim,
Doymam yalnız YEMEKLE,
Ruhum doymaz sevmekle!

Ekmeğe sevgi sürer duygularım,
Bir yüreğim var benim, eskiden gençtim
Şimdi yaşlandım, beni sen anla, dinle!
Ekmeğe ilgi sür, konuş tatlı dilinle!

Almanya/10.10.2013
Zülfiye Dönmez
www.kafiye.net


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Zülfiye DÖNMEZ

ANNEM

ANNEM

 

Unutur muyuz seni biz,
Yıllar geçse de üstünden!
Unutur muyuz seni hiç,
Tüm güzelliklerini!

Ve hoş görüyü sen öğrettin bize,
Şimdi bizler; yıllarca, yokluğunla
Yanar ağlar, acını çekeriz!

 

Annesizliğin acısını;
En güzel bız anlarız annem!
Vefayla öpmek isterdim senin
O toprak kokan ellerini!

Gece gündüz dinlemek isterdim,
O yumuşacık göğsünde senin!
Bal damlayan sözlerini,
Büyük bir sessizlikle dinlerdim.

Felek acımadı, çok erken aldı!
Seni bizden kopardı aldı.
Sen bizi büyüttün; analık ettin!
Beklenmedik zamanda,
Bırakıp gittin annem!

Biz daha çok küçücüktük,
En acısı annem!
Biz sana evlatlık edemedik,
Sana doya doya sarılamadık!

Sen hakkını helal et annem!
Bizler sana hakkımızı helal ettik!
Annem helal et hakkını!

Zülfiye Dönmez
Almanya/5sep. 18: 30
www.kafiye.net


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Saffet ÇAKIR

NE ÇARE!

NE ÇARE!

Başım düşer önüme, ah çekerim!
Gelen geldi, giden gitti ne çare!
Yazgımın vehmine boyun bükerim
Gün eridi, güneş bitti ne çare! …

Vakit bu dem, yaşadığım an bu an!
Pişmanlık ki toprağa damlayan kan
Ürkek bir serçeydi gözümde zaman
Ellerimden uçup gitti ne çare!

SAFFET ÇAKIR
www.kafiye.net


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Tülay ASLAN

YÜREĞİM SENDE ANAM

YÜREĞİM SENDE ANAM

Yine uyku modunda hiç seslenmez duyarda
Elin ve ayağınım yüreğim sende anam
Arsız puslu geceler matemede uyarda…
Kimsesiz yetim düşler yüreğim sende anam

Baygın aygın bakarsın bana birşeyler söyle
Emeğin çok üstümde hakını helal eyle
Akşamlar zifir kara sabahlarımız öyle
Çaresiz biçareyim yüreğim sende anam

Azdı bu deli gönlüm evde çınar ağacı
Gözyaşım olmaz çözüm en büyük sızı acı
Sanma yıldım yoruldum bende yerin baştacı
Beni yalnız bırakma yüreğim sende anam

Boynu bükük dururum gözüme indi perde
Bayram gelmiş neyine canların hangi yerde
Sustuklarını anlat derman olurum derde
Örselenmiş bedenin yüreğim sende anam

Damağında yok tadın istemezsin bal börek
Ağrıların dillenir sabırla dua gerek
Yalan Dünya acımaz inadına gülerek
Benim içimde hüzün yüreğim sende anam

Hıçkırıklar geceye yaşlar içime akan
Sesiz sedasız bitkin bazan umutsuz bakan
İnim inim inlerken şu ciğerimi yakan
Hasrettir yaşamaya yüreğim sende anam

Bir kusur işlediysem can gücenip kırılma
Bende kemik ettenim lütfen küsüp darılma
Bırakıp gitme selde istersen hiç sarılma
Kırık kolum kanadım yüreğim sende anam

TÜLAY ASLAN
www.kafiye.net


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Safiye SAMYELİ

Dinle Beni Ey Hayat

Dinle Beni Ey Hayat

Anam babam bacımı alsan bile elimden
Her türlü şerri haktan bileceğim ey hayat
Ne bir isyan çıkacak nede feryat dilimden
Acımı şükür ile sileceğim ey hayat

Bilirim ki her kula aynı camdan bakmazsın
Kimsini kavurur kimisini yakmazsın,
Düşküne yandaş olmaz bir gün destek çıkmazsın
Zannetme ki kahrımdan öleceğim ey hayat

Türlü türlü dertleri açsan bile başıma
Huzurla yedirmesen agu katsan aşıma
Zindan etsen dünyamı doymasam genç yaşıma
Sana inat yinede güleceğim ey hayat

Yaşattığın bu acı ne ilkim nede sondur
Geçmişine takılmam geçmişsen zaten dündür
Her karanlık gecenin şafağı yeni gündür
Umudumun peşinden geleceğim ey hayat

Safiye Samyeli
Denizli / 08.07.2013
www.kafiye.net


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Safiye SAMYELİ

Bozuk Süt Maya Tutmaz

Bozuk Süt Maya Tutmaz

Bakın hele gavata nasılda gubarıyor
Dokuz köyün hindisi halt eylemiş yanında
Kini yüzüne vurmuş fesattan geberiyor
Sanki iblis dolaşır damarında kanında
……….Boşa gubarma beyim bu köyde borun ötmez
……….Kendini hiç zorlama bu gemi böyle gitmez

Sevdiğine hasretten dönmüş etten deriye
Düşmüş şafakta yola geliyormuş beriye
Güya eyleme geçmiş dönmek yokmuş geriye
……..Boşuna çıkma beyim yürümekle yol bitmez
………hiç zorlama kendini bu gemi böyle gitmez

Açık denizde tekne koylarda yatı varmış
Tarabya da üç villa on iki katı varmış
Kapısının önünde sayısız iti varmış
……..Boşa övünme beyim huyun beş para etmez
……..Hiç zorlama kendini bu gemi böyle gitmez

Peyniri deri saklar kadını ise eri
Yalakalık yapmanın ne zamanı ne yeri
Topla kazan kepçeni bas hadi geri geri
…….Sütün bozulmuş beyim inan ki maya tutmaz
…….Hiç zorlama kendini bu gemi böyle gitmez

Karşında ki Laz kızı bilmiyorsun huyunu
Ellerinle kazarsın bil ki kendi kuyunu
Üstüne fazla gitme ısıtma gel suyunu
…….Bu hayvan terli beyim bir zoka daha yutmaz
…….Hiç zorlama kendini bu gemi böyle gitmez

Safiye Samyeli
Denizli / 10.07.2013
www.kafiye.net


Tarih 18 Eki 2013 Kategori: Suna YILMAZ

SENSİZ GÜNLERİM HAZAN

SENSİZ GÜNLERİM HAZAN

Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgardan
Seni hatırlatıyor bizim maceramızdan
Kalbime de dert oldu gıcırdıyor durmadan…
Savurdu anıları rüzgarlar acımadan

Tatlı sözlerine ben bile bile inandım
Sahte sevdalarına nasıl aldanıp kandım
Azapta bir ruh gibi cayır cayır ben yandım
Kalbimden vurularak oluk oluk kanadım

Canlanıyor en hazin derin duygular bende
Gözlerin hançer olup saplanıyor yüreğime
Aşkımızın o sonsuz hatıraları bende
Pişman etme ne olur seni çok sevdiğime

Küllenmiş kalbime bak yanan közlerin vardır
Unutmuş deseler de inanma hep yalandır
Seni benden alana inan bu dünya dardır
Nefes aldığı her an onun için bil kardır

Seni aramak için düştüm uzun yollara
Gören asla olmamış sordum bir bir kullara
Yalvardım yakardım ben gökte uçan kuşlara
Bulsunlar seni diye ferman yazdım onlara

Nedir benim çektiğim söyle senin elinden
Ömür boyu ağlayıp seni soracak mıyım
Bir gün nehirler gibi çağlayarak derinden
Dağlardan ormanlardan sana akacak mıyım

Suna Yılmaz
9.10.2013/İzmir
www.kafiye.net


Tarih 17 Eki 2013 Kategori: Esra DEREL

MEZAR TAŞIM

MEZAR TAŞIM
Kabuk tutar mı yaram, kan diner mi acaba?
Boşa yanmış bu yürek alevdir içim dışım.
Gözyaşından bir damla sunsaydı bad-ı saba
Adaklar adayarak geçmezdi yazım kışım..
Saplandı dil-i hançer kesti biçti kanattı;
Naçar gönül aşkını, bağrına basıp yattı.
Sadakat ile sevmek, elbet büyük sanattı
Gün yüzü görmedi ki, bir gün sevdalı başım..
Aşklar asla bitmezmiş, ömür bir gün bitse de;
Yürek vazgeçemezmiş sevileni gitse de..
Gün be gün artan keder canları eritse de
Kefen olur aşkıma, artık hasret kumaşım..
Tek yâr olsa yeterdi, zaten gönül yetimdi;
Aradığım ne çare, ne ilaç ne hekimdi.
Yağmur mu gözyaşım mı o şehre yağar şimdi
Bu sevdaya düşeli, sabır ekmeğim aşım..
Acıdır aşk şarabı, benden çok içeni yok;
Vedalar ölüm sunar, ucu zehirli bir ok.
Yatsıya dek yanmaz mum, yalanlara karnım tok
Çileli gecelerde dinmedi gözde yaşım..

 

Güle aşık bülbüller, kederli gülizarda;
Figân eyler ben gibi, kan ağlar ah-ü zarda.
Kara toprak elbette saracak ya mezarda
O yüzden ‘vuslat burda’ yazacak mezar taşım..

ESRA DEREL
www.kafiye.net