KISSADAN HISSE / SESLER

Çınar ağacının uç dallarını görebilmek için başını yukarı kaldırdı. Seslerin geldiği yerlere doğru baktı, ne kadar çok serçe vardı o dallarda. Dünyanın tasası ve derdi olmaksızın şen şarkılarını söylemeye devam ediyor, daldan dala uçup adeta dans ediyorlardı. Onların tasasız görünen hayatına imrendi. Biran kafasından “dünyaya kuş olarak gelmek varmış” diye düşündü.

En sondaki dağ evini de geride bıraktı. Yorgun ve mutsuz adımlarla ağaçların arasından yürümeye devam etti. Şu koskoca dünyaya kendisini sığdıramamıştı. Ne dünyayı çözebilmiş ne de dünya onu anlayabilmişti. Öylesine sanki hemen kalkıp gidecek bir misafir gibi eğreti bir şekilde yaşıyordu. Kendisini hiçbir yere ait hissetmiyordu, bu duygunun yüreğine yerleştiği zamanı anımsamıyordu fakat son günlerde daha da fazlalaşmıştı. Güya tatile gelmişti buraya, kafası bir dünya düşünce ile doluydu, hiç birisini kentte çalışma odasında bırakmayı başaramamıştı.

Amaçsız adımları onu bir ağacın altına doğru sürüklemişti. Yüreğinden yanarak burnunun ucuna oradan da gözlerine gelen acı, gözyaşı olmuş göz pınarlarına gelmişti. Serin esen rüzgar saçlarını savurdu, gözyaşını göz pınarında kuruttu. Değişik bir melodide serçe seslerini duyunca irkildi, bu sesler şarkı değil panik ile haykıran serçe feryatlarıydı. Etrafına bakındı ağaçların dallarına uzun, uzun baktı fakat sesler daha yakından geliyordu. Gözlerini yere indirdiğinde ise gördüklerine şaşırdı.

Üç tane serçe tuzağa yakalanmıştı. Ters çevrilmiş eleğin içinde umutsuzca çırpınıyorlardı. Yaklaştı, eleğin içinde bir avuç yem vardı, serçeler yemi yememiş sanki dostlarından yardım bekler gibi ötmeye devam ediyordu. Dallardaki serçeler ise o sesleri duymuyor veya önemsemiyor gibiydi. Bunların da kendi aralarında anlaştığı bir lisan olmalıydı. Hepsi gelseler ve eleğin bir tarafına konarak ağırlık yapsalar eleğin altında kalan serçeler o aralıktan çıkıp kurtulabilirdi. Bir süre bekledi imdada gelen serçe olmadı. Demek ki serçeler örğütlenmeyi başaramamıştı.

Bu sırada yırtıcıların en minik sevimlisi kedi ortaya çıktı. Kuyruğunu arka ayaklarının arasına sıkıştırıp, boynunu ileri uzatıp sessiz adımlarla eleğe yaklaştı. Sanki tuzağı kendisi kurmuş gibi avına doğru ilerledi. Bir pençe darbesi ile eleği ters çevirip serçelerden birisini yakalaması an meselesiydi.

Bunu fark eden kadın kediyi elekten uzaklaştırdı ve eleğin üzerinden serçelere baktı. Birisi korkudan sinmiş kalmış, diğer ikisi çırpınıp ötmeye devam ediyordu. Eleği yavaşça kaldırdı, iki minik serçe hızla uçtu gitti. Geriye korkudan sinen bir serçe kalmıştı, elini uzattı ve incitmeden avucuna aldı, parmak uçlarıyla başını okşadı, gözlerini çevirip baktı. Minik gözlerinden yaş aktığını gördü, serçe sessizce avucuna yattı, hareketsiz kaldı. Panikle, elinde ölen serçeyi yere bıraktı.

Hemen dal parçalarını ile küçük bir çukur açtı serçeyi gömdü, kedi pençeleleriyle topraktan çıkaramasın diye üzerine ağır bir taş koydu. O kadar üzülmüştü ki kendisini minik serçeye benzetti. O da korku ve endişelerinin yoğunluğundan yaşamındaki bazı fırsatları göremiyordu. Belki de o sebeple bu kadar acı çekiyordu.

Kararını verdi bundan sonra yaşamında hiç bir şeye sessiz kalmayacak, gözyaşı akıtmayacak, mücadele edecek ve o da diğer serçeler gibi ötecekti…

Nejla BILGIN ( 18 Kasım 1990 )
www.kafiye.net