şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Kuyucaklı Yusuf bizlere her haliyle mitolojik kahramanları anımsatmaktadır. Neredeyse varoluş tarihimiz kadar kadim olan anlatı geleneğimizde destanların oldukça önemli bir yeri bulunmakta. İnsan nesli ve onun kurgulama yeteneği varlığını sürdürdüğü müddetçe -eski tarz destanlara benzemese de zihnimizde tasarladığımız yeni eserler- birbirinden destansı kahramanlar satırlarımızın aralarında dolaşmaya devam edeceklerdir.
Toplumsal içerikli yazıları, şiir, gezi, öykü, deneme, inceleme ve söyleşileri ile karşımıza çıkar İhsan Sönmez. Yasak Delme Saati’nde ise satır aralarından şairane göz kırpar bize.
Edebiyatın her alanında birçok çalışmaya imza atsa da biz İhsan Sönmez’i en fazla şair biliriz.
“İnsan yaşadığı kente benzer benimle senin gibi… Başkalarının kurbanı olmanın ne demek olduğunu, sahipsiz bırakılmanın anlamını, yalnızlığın çilesini, hayata direnmenin mucizevi öyküsünü en iyi bilen
İnsan neslinin dünya üzerinde gerçekleştirdiği en asil fakat aynı zamanda en mütevazı eylemlerden birisidir yürümek. Her yönüyle yazılmaya layık bir konu bu yüzden… Uzun zamandır yürümeye dair bir yazı kaleme almam gerek, diye düşünüyordum. İşte şimdi yazmaya durdum.
Yüce bir dağın zirvesine çıkabilsek keşke… Söyleyebilsek orada kalbimizden geçenleri… Neden genellikle hüzünle baktığımızı yeryüzüne… Ve neden semadan ümidimizi kesmediğimizi her türlü korkuya inat… Ne kadar aciz kaldığımızı anlatabilsek bulutlara ve rüzgâra… Sahildeki kum taneleri gibi yan yanayken, kendimizi uçsuz bucaksız kâinatın içindeki bir yıldız kadar yalnız hissettiğimizi haykırabilsek birbirimize buradan, avazımız çıktığı kadar.
“Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nde Ziya Osman Saba bir fotoğrafçıya gider, ondan kendisinin fotoğrafını çekmesini ister. Yalnız, kederli ve içli şair, “Dünyada her insan az çok bir felakete uğramış olabilir. Bunun için büsbütün kötümser olunur mu? Felaketler yerine saadetleri, ölmüşler yerine doğacakları, geçmişler yerine gelecekleri düşünmeliyim.
Düşünce ve edebiyat tarihimizde önemli köşe taşlarından birisi olan Cemil Meriç 12 Aralık 1916 doğumlu. 1916 insanlığın kan, gözyaşı, salgın hastalıklar, toplu kıyımlar, savaş ve ölümle sınandığı 1. Dünya Savaşı’nın en çetin yıllarından birisi. Yirminci Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde doğan kuşak ne talihsizdir. Bu evrensel talihsizlik neredeyse her birinin kişisel hayatlarında etkili olmuştur.
Öyle çok severiz ki biz ol Hatem’ül Enbiya’yı… Tarifi imkânsız bir aşkın çoğul müptelalarıyız.
Fikrimizdeki onulmaz sanılan yaraların merhemi, kalbimizdeki her türlü endişenin devası; kalbi mahzun, yüzü tebessüm eden Efendimiz O bizim…
Yaşadığım şehirde hazan rüzgârları esmekte şimdi. Yavaş yavaş esen rüzgârın hükmü o kadar geçersiz ki her şey yerli yerinde. Evler, sokaklar, kapıların önlerine park edilmiş araçlar kımıltısız duruyorlar. Yalnızca kurumuş yapraklar, sokaktaki aciz kâğıt parçaları ve gökyüzündeki bulutlar rüzgârın incecik nefesiyle savruluyorlar oradan oraya. Akıp giden günlerimiz misali.
Nereden aldım ben bu şapkayı? Bilemem. Belki en yakın semt pazarından, belki Kapalı Çarşı’dan, belki Kemeraltı’ndan, belki Halep’ten, belki Şam’dan, belki Kaf Dağı’nın ardındaki Olmayan Ülke’nin hiç kurulmamış pazarından, belki de Yunus’un da vaktiyle dolandığı, ona “Aşk pazarıdır bu canlar satılır/ Satarım canımı kimseler almaz” dedirten bir mübarek pazardan.