Kategoriler

Arşivler


Tarih 4 Kas 2012 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

Bana Hiç Sormayın

Bana Hiç Sormayın

Selam dostlarım, nasılsınız, neler yapıyorsunuz, işleriniz ne alemde can dostlarım? Bana hiç sormayın, benim eski tas eski hamam gibi neredeyse biliyor musunuz.! Bu da ne demek diyeceksiniz. Aslında yerimde saymıyorum. Tüm aksiliklere karşın yinede bir arpa boyu yol aldığımı söylersem kimse gülmesin. En azından ilerleme var  değil mi? Yerinde saymamış ve ya geriye doğru gitmemiş. En azından iyimserlikler yönüyle bir arpa boyu ilerlediğimi görmek de mümkün can dostlarım.

Evet… Baharın sıcaklığını  duyup bir de dışarıda güneşin altında kavrulurken aklıma bir şeyler geldi. Atalarımız ne demiş; “ Bugünün işini yarına bırakma.”  Eğer bugünün işi yarına kalırsa o zaman da dostlarım  hani bir işe yetişmek, bir yere varmak ve ya bir yerden bir şeyler  almak için gidersiniz ve oraya vardığınızda ise siz ne yazık ki eski tembellikleriniz ve beceriksizlikerinizle hep sondasınızdır. Aynen; “ sona kalan dona kalır.” Dedikleri gibi elalem deveyi hamutuyla yutarken size olmayan nalların toplaması kalır. Türk milleti olarak, olduk olası hep yapacağımız işlere geç kalırız ve vurdum duymaz oluruz. Allaha şükür bir savaş meydanında üstümüze  hiç bir ulus üstünlük sağlayamadı. Ancak meydanda yenilip masaya oturunca işler değişiyor, O savaş meydanındaki başarı masaya yansımıyor bir türlü. Bir de erkeklik taslama ve kabadayılıkta üzerimize yok dostlarım. Kadınlarımıza hakaret konusunda ise Allaha şükür üstümüze yok. Bir de; “ Kadının karnından sıpayı, sırtından da sopayı asla eksik etme.” derler kendilerini sözüm ona erkek sanan sahte erkek müsveddeleri. Başka kadınlara gidecekler ya, kendi hanımlarının da kendilerini aldatmamaları için hamile bırakmak için uğraşırlar daima. Bu nasıl adalet ve nasıl bir kadına bakış açısı ise….

İşler sadece burada kalsa neyse. Konuşulacak o kadar çok konular var ki değerl dostlarım. Şimdi bahar mevsimi iyice yaklaştı. Gençlerimiz tatlı hülyalar içerisinde aşkı pembe rüyalarında yaşıyorlar. Orta yaşlılar ile ikinci baharındakilerin aşkı yaşaması ise bambaşkadır sanırım. Ben de ikinci baharının aşkını yaşayanlardan biri olarak; yaşadığım aşkı ölümüne yaşıyor ve ölümüne olsun diyorum. Ama unutmayalaım ki, yaşamımızda hayallere değil gerçeklere yer verelim. İşlerimizi aksatmayalım. Çocuklarımızın eğitimlerine bu dönemde çok dikkat edelim. Üniversiteye hazırlanan genç kızlarımızın, delikanlılarımızın bu bahar aşık olma, maşukluklarla uğraşma dönemi olamaz. Şunun şurasında ne kadar kaldı kiiii hazirandan sonra istediği kadar aşkını ilan etsin, şimdi değil dostlar, kardeşlerim. Anne babalar da bu arada sinirlerine hakim olsunlar ve gelecek için ter döken çocuklarına bağırmasın, onları korkutmasın, onlara bu seferine bu işi başaramazsan başka hakkın yok diyerek tehditler savurmasınlar asla. Olmaz mı can dostlarım. “En iyi yapılan yatırım, insana yapılan yatırımdır.” Sözünü duymayan varsa şimdi benden duymuş oldu. Çocuklarımıza yaptığımız yatırım çok önemlidir. Bu yatırımı en iyi şekilde yapan anne ve babalara şimdiden teşekkür ederim can dostlarım.

Her neyse canlar. Aşık olun, aşkı yaşayın, mutlu olun, mutluluğu mutlaka yakalayın. Eşlerinizle geçireceğiniz o en güzel ve en mutlu anları bir daha tekrar getiremeyecek olduğunuzu düşünerek eşlerin bir birlerine saygılı, öz verili davranmasını isterim. Ailede sevgi ve saygınızı eksit etmeyin. Kızınıza ve ya hanımınıza “Eksik etekli değil misin; ne akıl var ne düşünce. Çocuk doğurmaktan başka ne işe yararsınız.” demeyin asla olmaz mı erkek geçinen, kendini erkek sanan kişiler. Haydi tam ve gerçekçi bir şekilde davranında sizlere sahte kar erkek müsveddeleri demeyelim hani. Erkeklerin yüz karası olmayın olmaz mı? Hani ne demişler; “ Ağır olda molla desinler, iyi otur ki adam sansınlar, konuşmasını bilki efendi desinler, davranmasını bil ki, senden bir şeyler öğrensinler.” değil mi?

Sözü fazla uzatmak istemiyorum dostlarım. Yüzünüz güleç, umutlarınız daim, geleceğiniz mutluluk ve başarılarla dolu olsun efendim. Sağlıcakla kalın.

Akbük/Didim
12.04.2007
Hüseyin  DURMUŞ
www.kafiye.net


Tarih 4 Kas 2012 Kategori: Şule AKAR

BEN AŞKI YAŞAMALIYIM

BEN AŞKI YAŞAMALIYIM

Ne zaman pembe bir düş kursam içinde mutlaka aşk olmalı derim. Bir ormanda düşlesem kendimi. Ayaklarımın altında dalların çıtırtısı,sakin sakin yürürken kuş sesleriyle güneşe aşık olmalıyım. İçimi ısıtmalı tüm ışığı ile. Ve ben gevşemeliyim, gözüme daha güzel gelmeli o yemyeşil ağaçlar.. Kendimi başka bambaşka hissetmeliyim. Tüm sıkıntılar yok olmalı bir anda. Mutlu olmalıyım…

Bir sahil kasabasında düşlesem kendimi. Deniz kenarında dolaşırken kulağıma gelen dalga sesleriyle rüzgar aşkım olmalı.. Tatlı bir meltem havası yaşatmalı bana. Saçlarımda dolaşmalı usul usul, içimi ürpertmeli zaman zaman. Yosun kokusunu getirmeli burnuma. Yüzümü okşamalı tebessüm ettirmeli neşe ile. Huzuru bulmalıyım.

Kucağımda bir çocukla düşlesem kendimi. Masum yüzünde meleklere gülümserken saflığına aşık olmalıyım. Günahsız, sorunsuz uyurkenkollarımda ona ninniler söylemeliyim. Geleceğe yetişen bir filizken incinmesin üzülmesin kırılmasın diye sevgimi katıksız vermeliyim. Onunla büyümeli onunla yürümeli onunla gülmeliyim.. Yaşamalıyım

Çalıkuşu misali Zeyniler köyünde düşlesem kendimi. Bakırbakraçta içtiğim ayranda çalı ateşinde pişen yediğim gözlemede toprağıma aşık olmalıyım. Çıplak ayak basmalıyım her zerresine. Dirilmeliyim yeniden. Gücüm olmalı, ateşim olmalı. Koşmalıyım uçsuz bucaksız bozkırlarında. Çocukluğumu yakalamalıyım.

Yağmurlar yağmalı üzerime. İliklerime kadar ıslanmalıyım. Ruhum yıkanmalı, arınmalıyım tüm hüzünlerden. Umutlar yeşermeli içimde, sevinçler doğmalı yüreğimde, kahkahalar yükselmeli, coşkum çığlığım olmalı. Yeniden doğmalıyım…

Düşlerle yaşam iç içe bazen. Bazen de hayal dünyasının zenginliğinde gezmeliyim… Bunca aşk içinde… Güneş gibi içimi ısıtan sevgisi olmalı sevgilimin.. Saçlarımı okşayan rüzgar misali şefkati olmalı, yüzümü avuçlarında hissetmeliyim.. Gözlerine baktığımda ruhunun saflığı yansımalı gözlerime, toprak misali doymalıyım yüreğine. Kor gibi yanmalıyım..

Ben aşkı yaşamalıyım..

İstanbul / 09.06.2006 Saat: 11.45
Şule AKAR
www.kafiye.net


Tarih 27 Eki 2012 Kategori: Bilgin ERDOĞAN

KIRILDIYSA YÜREĞİNİN FAY HATTI

KIRILDIYSA YÜREĞİNİN FAY HATTI

Kırıldıysa yüreğinin fay hattı ve koptuysa içinde tufan
Enkaz altındaysa gökleri delen sevdan
Martılar küstüyse deryaya
Konuşmaz olduysa bülbül gül ile
Kapandıysa umudun perdesi
Makbere döndüyse umutlar
Bitmez olduysa yollar
Geçmez olduysa yıllar

O dem dirilme mevsimidir gayri
O halde kalk ve diril! durma ayrı
inşa etmek için yeniden vicdani

Sen Nuh ol ve sıva kolları
Dik dur ve geç böylece ummanı
Sen geminle ilerle ve as dalgaları
Gemide yalnız kaldıysan Kenan utansın

Ferhat ol ve vur taslara kazmayı
Ve aşk modunda ol sen her daim
Kolların bos kalırsa Şirin utansın

Yer demir gök bakir olduysa eğer
Uçurtmanı vuruyorsa bir rüzgar
Gönül pencerenin kırıldıysa camı
Ve sen üşüyorsan seyrederken sevdanı
Güneş işitmiyorsa ve gölgeyse ona bulutlar
Gökten yağmur yerine yağıyorsa kezzap
Zehir içerek sarhoş oluyorsa umutların

İste o dem!
İbrahimi düşün! ve korkma sakin ateşten
Seninde imdadına koşarda bir karınca
Ve ateş serin olur yakmaz seni gerçekten
Nemrudun makamını devirirde bir sinek
Bekle gönül bekle o günlerde gelecek

Sen İbrahim makamında Kerem ol ki
Böylece yanmayı göze alasın
Sen mahzun olmayasın ve dik durasın
Yanamayan tas yürekli Asli utansın

Kırıldıysa martıların kanatları
ve ışık vermiyorsa yıldızlar
Güvercin yuvasını istila etmişse yarasalar
Söz çıkmıyorsa dudaktan ve sürgünse bir başka vadide
Çöle döndüyse deniz ve intihar modundaysa yunuslar
İhanet ahlaka dönüşmüşse halkın gözünde
Yalnız kaldıysa Hakki haykıran yiğitler
Ve içmek zorundaysan çileyi şerbet tadında
Ve şehvet tadında yaşiyorsa hayatı yığınlar

O dem Musa’yı düşün!Ve vur asanı yüreklere
Çöl meskenin olsun ve düş Hakkin peşine
Sen Musa ol ve Çöllerde vaaz ver
Seni duymayan mel’un utansın
Mecnun olduysan ve düştüysen yollara
Sana kavuşmayan Leyla utansın

Sen kanatlarını aç ve pervaz et göklerde
Sana taş atan eller utansın
Kollarını aç ki umman olasın
Sana damlamayan katre utansın
Sen oku ey gönül! umudun şiirini
Seni dinlemeyen kulak utansın

Kırılsada yüreğinin fay hattı
Hala umut var çünkü Allah var
Sen ayaktasın

Bilgin Erdoğan
www.kafiye.net

Tarih 27 Eki 2012 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

DİMDİK AYAKTA

DİMDİK AYAKTA
Yılların acımasızlığını yüzünde okudum,
Yılların öfkesini hep dudaklarında okudum,
Yılların intikamını hep gözlerinde okudum,
Yılların yıkamadığı kişisin dimdik ayakta!

Senin saçlarında kahrı okudum yaşamın şimdi,
Senin teninde okudum yaşamın şimdi,
Senin ellerinde okudum yaşamın şimdi,
Yılların yıkamadığı kişisin dimdik ayakta!

Saçlarının kızıllığı karanlığı ışıldatan,
Gözlerinin parıltısı karanlığı ışıldatan,
Düşüncenin şakıması karanlığı aydınlatan,
Yılların yıkamadığı kişisin dimdik ayakta!

Eğer inatla yaşama bağlanmaksa şimdi isyan,
Eğer haksızlıklara da bağırmaksa şimdi isyan,
Eğer kötülükleri bağışlamaksa şimdi isyan,
Yılların yıkamadığı kişisin dimdik ayakta!

Nasıl karşı gelmem, ezene şimdi nasıl didinmem,
Nasıl hesap sormam, zalime şimdi nasıl haykırmam,
Nasıl taşı kıpırdatmam, de şimdi nasıl oynatmam,
Yılların yıkamadığı kişisin dimdik ayakta!

Ağlayan hep ben mi olacağım zulme bu dünyada,
Ağlayan hep ben mi olacağım aha bu yaşamda,
Ağlayan hep ben mi olacağım şimdi bu ortamda,
Yılların yıkamadığı kişisin dimdik ayakta!

İnan, duy; şimdi isyanın zamanıdır bu yaşamda,
İnan, dimdik haykırmanın zamanıdır bu yaşamda,
İnan, artık dur demenin zamanıdır bu yaşamda,
Yılların yıkamadığı kişisin dimdik ayakta!

Der Hüseyin, yaşama isyan değil; bak kahredene
Hakka değil; haksızlığı elinde ipotek edene,
Hakkını ara, adaletten ayrılma, dur, elde ne?
Yılların yıkamadığı kişisin dimdik ayakta!

İzmir.23.09.2004
Hüseyin  DURMUŞ
Emekli Edebiyat  Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2012 Kategori: Mümin AĞIR

SON YOLCU


SON YOLCU

Bulutlar toplanmış duada
Solgun dağlarım tarifsiz yasta
Güneş gizlenmiş sislerin ardında,,
Kıyametmi yakın ?
Cebrail kuşanmış topuzlarını
Kullar telaşta
Sorgularmı yakın;
Mahşer treni hazırlanmış
Azrail son yolcuda
Kalkar tren sirenler çalmakta
Sırat köprüsü kurulmuş
Gözyaşlar kurur feryatlar avazda,
Geçtir artık nafile herşey
Azrail son yolcuda.

Mümin Ağır
www.kafiye.net


Tarih 26 Eki 2012 Kategori: Kevser DOSTAGÜLER

GÖNÜL HIRSIZI

GÖNÜL HIRSIZI

Gör nasıl olurmuş sinsice tuzak!
Dillere düşesin gönül hırsızı!
Bilmediğin yere Fîzan’dan uzak,
İllere düşesin gönül hırsızı!

Meclisten dışlanır iblise çırak,
Tek başına kalıp dostlardan ırak,
Dağılsın ocağın yıkılsın direk,
Hallere düşesin gönül hırsızı!

Huzurun kalmasın üç avrat boşa!
Düşlerinde mutlu ve mesut yaşa!
Aklını yitirip vur başın taşa,
Yollara düşesin gönül hırsızı!

Yüreğin vefasız sözlere kansın,
Umutsuzca dilin adını ansın,
Bağrında sevdanın ateşi yansın!
Küllere düşesin gönül hırsızı!

Dudağın da kelep açan olmasın!
Sunduğun badeyi içen olmasın!
Dertlerin yeşersin biçen olmasın!
Çöllere düşesin gönül hırsızı!

Maziye dalıp da bir sigara yak,
Tükettiğin ömrün susuz ve çorak,
Yaprağı dağılmış dikenleri ok,
Güllere düşesin gönül hırsızı!

Lüleburgaz/23.10.2012..
Taşralı/Kevser DOSTAGÜLER….
www.kafiye.net


Tarih 22 Eki 2012 Kategori: Serpil TUNCER

UÇURTMA

UÇURTMA

Bugün ihtimaldi ölmem
Yaşamaya inat etmiştim oysa
Sırça köşkün lavanta kokularında
Menekşe tonlarıyla baharı karşılardım.
Yeni sevişlere uzanır yelkenli sevdam
Ola ki bırakırlar elimi
Ola ki yaslarım başımı mavi bulutlara
Kıyameti yaşarken dünya
Bilinmedik kıyılarda cennetimi bulurum

Güneşte yanmış kara bir çocuk
Koparır iplerimi
Özgürlüğün demlerinde sarhoş olurum.

Serpil  TUNCER
www.kafiye.net


Tarih 22 Eki 2012 Kategori: Serpil TUNCER

Dakika Farkı

Dakika Farkı

Adam, bütün koltukları dolu olan minibüsteki yolcuları ikna etmeye uğraşıyor ’’Bir koltuk değiştiren yok mu?’’ diyordu.  Neden bu kadar ısrar ettiğini kimse anlamıyor hatta yolcular adama deliymiş gibi bakıyorlardı. Arka koltuktan biri;
—Hemşerim diğer araba yarım saat sonra kalkacak. Altı üstü iki saatlik yol. O arabayı bekle. Kimse yerine vermiyor işte! Diye yüksek sesle bağırdı.
—Gitmem lazım. Fakültede hasta yatan kardeşim ameliyat olacak. Ona yetişmem lazım.     Acelesi olmayan biri Allah aşkına bana yer versin.
Yarı ağlamaklı adamın haline üzülmüş,  elinde kasketi ve poşetleri ile ortada çaresiz kalakalan ve insanlardan yer bekleyen adamın ısrarlarına daha fazla dayanamayıp kendi koltuğumu vermeye karar vermiştim.  En arka koltuğun cam kenarındaki kısmı, yani oturduğum koltuğu,  hiç bir alakam olmayan bu gariban adama verebileceğimi söylediğimde adam,  sevinç içinde bana doğru bakmış, dua üstüne dua etmişti.

Yerleştirdiğim eşyaları aldım ve adamla biletlerimizi takas yapmayı da unutmadım. İş bu yarım saati ne ile geçireceğimi bulabilmekteydi.  Otogardaki bir kafeteryada çay içebilir, bir gazete alıp okuyabilir ya da hiç bir şey yapmayıp garın girişinden gelen geçene bakabilir, koyun sayar gibi araçları sayabilir, plakaları okuyup olası takıntı sendromumu geliştirebilirdim.  Benim gibi öğrenci ve aylak bir adamın yapabileceği çok şey olabilirdi.

Bir kafeterya bulup kakaolu bir dondurma yedim. Bastıran sıcağa rağmen, otogarın hareketi hiç durmamış, gelen geçen yolcular büyük bir gürültü çıkararak araçlara inip biner olmuşlardı. Yarım saat… İnsana kısa bir zaman dilimi gibi gelebilir ama bekleyince zaman bir türlü geçmek bilmiyordu.

Oturduğum yerden yarım saatte bir insanın neler yapabileceğini düşündüm. Bir insan yarım saatte banyo yapabilir,  yemeğini yiyebilir,  kendisine kızan patronu onu işten atabilir ya da yarım saat içinde harika bir iş teklifi karşısında iyi bir iş sahibi olabilirdi. Milli piyangodan para çıkabilir ya da tüm parasını sakladığı kasası,  evine giren hırsızlar tarafından soyulup bir anda beş parasız kalabilirdi. Erkek olarak bir cinsiyet değiştirme ameliyatına girip bir kadın olarak bu ameliyattan çıkabilirdi. Saç şeklini değiştirebilir,  sarışınken esmer olabilir, kendisine bir elbise satın alabilir, göz rengini değiştirebilir, sınavı geçebilir ya da yarım saat içinde sınava yetişemediği için sınav görevlileri tarafından sınava alınmayıp  bir sene daha sınıf tekrarı yapabilirdi. Yarım saat içinde bir kadın rahminin içinde bir ceninin ilk hücreleri çoğalabilirdi. Hamile bir kadın yarım saatte içinde çocuğunu dünyaya getirebilirdi. Eğer bekârsanız bir belediye başkanı yarım saat içinde sizi evlendirip ve yarım saat içinde bekâretinize bay bay diyebilirdiniz.  Yarım saat içinde bir deprem olabilir tüm şehir alt üst olabilirdi. Ya da bir uçağa binip,  yarım saat içinde başka bir ülkede olabilirdiniz. Yarım saatte dünya denilen mavi gezegeni aşıp uzay boşluğuna çıkabilirdiniz. Bir tavuğu kesebilir ölümüne tanık olduktan sonra, yarım saat içinde tavuğu tencerede kaynatıp yemek olarak yiyebilirdiniz. Yarım saatte neler olmaz neler. Zaman kısa gibi gelse de aslında çok uzun bir zaman dilimiymiş diye düşündüm.

İşte otobüsüm geldi. Yavaş yavaş yolcular binmeye,  bagajları yerleştirmeye başladılar. Bende bagaj yerleştirme sırasına girip bavullarımı muavine vermek için bu sıranın arka saflarında yerimi aldım. Tüm yolcular otobüsün içine yerleşmiş,  çok geçmeden araba hareket etmişti.

Otobüse bindiğimde uyumayı tercih ettiğimden başımın altına bir yastık isteyip uykuya çekildim. Araç kıvrımlı sahilden doğru gidiyor, kıraç ve dik kayaların olduğu yollara gelince hızını azaltıyordu. Aşağıda beliren dik kayalar,  yukarıdan bakınca insanın içini bulandırıyor, sanki araç aşağıya düşünce paramparça olacakmış gibi insanı ürküten bir hava veriyordu. Bu kıraç kayaların olduğu yerde trafik bir süre sonra durdu. Bağırışlar,  çığlıklar yükseliyor insanlar ne olduğuna bir anlam veremiyordu. Otobüsümüz durup, şoför aşağıya indiğinde ileriye doğru kilitlenen araçlardan kötü bir haberin sinyali geliyordu. Ben de olayı anlamak için hemen indim.

İleride bir kaza olmuş karşı taraftan gelen bir kamyon yolun bu tarafına geçmiş,  hızını alamayıp,  minibüse çarpmış ve kıraç kayalardan uçuruma doğru aracı sürüklemişti. Araç çekicileri gelmiş kayalardan denize uçan minibüsü çıkartmaya çalışıyordu. İnsanların konuşmalarından duyduğum kadarıyla sadece bir yolcu araçtan çıkamayıp uçuruma doğru sürüklenen aracın içinde kalmıştı. Görgü tanıklarına göre kamyon minibüse çarptığında minibüs uçuruma yuvarlanmadan çoğu yolcu minibüsten inmeyi başarmış ama arkalarda oturanlar yolculardan biri ne yazık ki inmeyi başaramamıştı.

Kaza yerine doğru yaklaştığımda bu minibüsün bizden yarım saat evvel kalkan minibüs olduğunu fark ettim. Minibüs sol tarafa doğru yatmış arka kısım tamamen denize gömülmüştü. Gözlerime inanamadım, denize çöken taraf benim oturduğum ve yaşlı adamcağıza verdiğim yerdi. Öylece donup kaldım. Eğer yarım saat önce bu araçta ben olsaydım muhtemelen denize gömülecektim. Bağırışlar, çığlıklar derken hızır acilin sesi geldi. Ambulanstaki görevliler hafif yaralananların tedavisini yapmaya başladığında aşağıdan bir adamın sesi yükseldi ‘’Burada bir ceset var.’’ dedi. Kalabalık, yönünü kıraç kayalardan denize doğru yöneltti. Hep beraber aşağıya bakıyorduk, derken denizdeki kayaların arasına sıkışmış bir adam cesedi çıkardılar. Başındaki kasketi denizin yüzeyine doğru çıkınca onu hemen tanıdım. Bu benim yer verdiğim adamdı. Adama iyilik mi kötülük mü yapmıştım?   Acaba adamı eceli mi çekmişti?  Ya ben?  Yaratan beni ölümden mi kurtarmıştı? Tanımadığım bu adam yarım saat evvel hayattaydı, terliyordu, acelesi vardı, elinde yükleri vardı, sıkıntılıydı, kardeşinin ameliyatına yetişmek için yer istedi. Ben yerimi ona vermekle ölüme bir davetiye yollamıştım. Adamcağız sevinmiş ve bana dua üstüne dua etmişti. Oysa şimdi adamın bir nevi ölümüne sebep olmuş,  bana gelen Azrail’in yolunu şaşırtmıştım. Ben ne yapmıştım Allah’ım.

Yol açıldığında adamın cesedi ambulansa konulup tekrar ayrıldığı şehre gitmek üzere hızır acil çalışanları yola çıktılar. Oysa yarım saat önce hayattaydı. Yarım saat önce de ben zamanın anlamını düşünmüştüm. Onun için hayat bir ceset torbasında durmuşken benim için hareket eden bir otobüsün içinde kaldığı yerden devam ediyordu. Benim için yaşanacak daha ne yarım saatler vardı ama artık onun olmayacaktı.

Ölürken ne düşündü? Acaba ben hiç aklına geldim mi? Otobüs uçurumdan aşağıya doğru uçarken en arka sırada oturması gerekenin kendisi olmaması gerektiğini anlayacak kadar düşlenebildi mi ve benden nefret etti mi?  Allahın içim acıyor.

Serpil TUNCER
wwww.kafiye.net


Tarih 21 Eki 2012 Kategori: Serpil TUNCER

BOŞNAK TEYZE

BOŞNAK TEYZE

Kötü kadın değildi, azıcık mendebur cinsindendi. Bir konuşmaya başladı mı sesinin tonunu ayarlayamaz,  dinleyenlerin kulaklarını sağır eden türden ses tonu çıkarırdı. Kadını bir kaç dakika dinleyen herkes baş ağrısına yakalanır,  yüzler tuhaf ekşime alır, suratlar azar yemiş gibi aşağıya düşerdi.

Kedi düşmanıydı. Kedilerin idrarından ve dışkısından nefret ederdi. Mahalleli nerede kedi feryadı duysa Boşnak Teyze’nin parmağı olduğundan şüphelenirdi. Kedigillere karşı duyduğu nefret çiçeklerine olan özenin uzantısıydı. Çiçeklerin üzerine gelişi güzel idrarını yapan kedileri bahçe kapısından içeriye koymazdı.

Koca göbeğini sallandıra sallandıra mahalleden geçer, yolda gördüğü mahalle kadınlarına illaki selam atardı.  Selamlaşmayı severdi. Aslında selamlaşmak değildi niyeti o, konuşmayı çok severdi. Hemen herkesle konuşacak konu bulurdu. Hayat penceresi geniş bir kadındı. Yemek tarifleri, en karışık işlerin püf noktaları, mahallenin ini cini ve çiçekler iyi bildiği konulardı.

Kadın,  Boşnak olduğu için verdiği yemek tarifleri damak tadıma uygun olmadığından pek ilgilimi çekmezdi. En karışık işlerin püf noktasına gelince… Herkes kendince müslümandır ya da her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.  Mahallenin ini cini önemli konu ama ben en çok, onun çiçeklerle olan ilişkisini severdim. Şebboylarına, açelyalarına, bahçe papatyalarına, kırmızı beyaz zambaklarına, evinin çatısına kadar sardırdığı sümbülüne hastaydım.  Hele fidanını Bursa’dan getirdiği o asma gülü… Aman Allah’ım o ne müthiş şey öyle. Asma gül,  pıtı pıtı pembe güller açtığında tüm mahalleye taze gül kokusu sarardı. Ya ortancalar… Onlara ne demeli? Ömrümün en güzel ve en iri ortancalarına Boşnak Teyze’nin bahçesinde rastladım. Pembe, lila, mor…

Bahçeden içeri girdiğinizde dış kapının demir parmaklıklarına dolanmış tozpembesi rengindeki asma gülün altından geçersiniz. İçinize mis gibi gül kokusu dolar. Bahçe, geniş bir avluya açılır ve çok düzenlidir. Evin önüne kadar olan toprak kısım ortancalarla örtülüdür. Zambaklar ise çatıya uzanan merdivenlerin başındadır. Zambakların geniş yaprakları avluya büyük gölgeler yapar. Zambakların hemen yanında beyaz bahçe papatyaları uzanır. Onlar da geniş sarı alınlarıyla,  nazlı yapraklarıyla zambaklarla uyumludur.

Evin giriş kapısı göze bir gözükür bir gözükmez. Çiçekler kapıyı saklar adeta. Giriş kapının yanındaki salon penceresinden şebboylar uzanır ki;  ben o şebboylara her zaman içli bir gelin kızın, beyaz gelinliğe bakması gibi bakarım. Şebboylara dokunmaya kıyamam. Onlara nazar edecekmişim gibi, bakışımla çiçeği kökünden öldürecekmişim gibi gelir. Uzaktan seyrederim onları.

Evin dışına gelince; bahçe gibi evin dışı da itinalı,  temiz ve çiçeklidir. İki katlı evi sarı renkte badana kuşatır. Dış kapıda başlayan sümbülün kalın gövdesi çatıya kadar uzanır. Bir kaç sene daha geçerse sümbül çatıya doğru tamamen yatıp uzanacak sanırım.

Neyle besler, nasıl büyütür kadın bu çiçekleri anlamam. Mahalledekiler,  çiçek ya da fide dikerken Boşnak Teyze’nin kapısını çalar. Onun elinden dikilen çiçeklerin daha hızlı büyüdüğüne inanırlar. En tutmaz dal, en açmaz çiçek, onun elinde şımarık bir ekvator bitkisine dönüşür. Kimsenin bilmediği dil ile çiçeklerle konuşur.

Arsız çocuklara asla dayanamaz. Eğer çocuklar, bahçesine girip çiçeklerine zarar verirse alt kattaysa çocukları sopalar, üst kattaysa çocukların üzerine ver eder bir kova suyu. İntikamını er geç alır Boşnak Teyze.

Geçenlerde yan komşunun çocukları yüzünden mahallede epey gürültü çıkarmış meseleyi karakola kadar götürmüştü. Komiserin anlayışı sayesinde konu tatlıya bağlandı çok şükür.

Bahçeye fırlayan topu almak isteyen çocuklardan biri, dış kapıdan içeriye atlayınca asma gülün dikenli dallarına takılmış. Çocuk,  asma gülün kocaman bir dalını kırmış. Olayı pencereden gören Boşnak Teyze apar topar bahçeye çıkmış. Çocuğu dikenlerden kurtarmak yerine iki seksen yerde uzanan yaralı çocuğa bağırıp çağırmış. Hırsını alamayan kadın, o sinirle karakola gidip şikâyet dilekçesi vermiş. Komiser, çocuğun babasından Boşnak Teyze’nin bahçesine bir kestane fidanı diktireceği sözünü almış.  Kestane fidanı fikrine sıcak bakan Boşnak Teyze dilekçesini geri almış.

Şimdi mi? Mesele tatlıya bağlandı. Dalı kopan asma gül, Boşnak Teyze tarafından özenle beze sarılıp tekrar tutturuldu. Kestane fidanı bahçe duvarına yakın bir yere Boşnak Teyze tarafından dikildi. Tuttu bile. Bir kaç seneye kalmaz kirpi kozası içine saklanan kestaneleri dünya gözüyle görürüz elbet.

Yine sokaktan geçiyorum. Boşnak Teyze’nin evine doğru yaklaştığımda mis gibi mor sümbülün ve asma gülün kokusu geliyor. Yarı açık dış kapının ardından camların önünü süsleyen şebboylara bakıyorum. Onlar nazlı ceylan, en çok onları seviyorum. Derken bir kovadan fırlatılan su sesi bahçe taşlarına ‘’şak ‘’diye düşüyor. Ardından bir kedi miyavlaması ortalığı yıkıyor. Boşnak Teyze yine yapıyor yapacağını.

Serpil TUNCER
www.kafiye.net


Tarih 20 Eki 2012 Kategori: Remziye ÇELİK

NAR-I ÇİÇEK YALNIZLIĞIM

NAR-I ÇİÇEK YALNIZLIĞIM

Yaralı yağmurların yetim sevdası gibi
Mevsimsiz acıyor hüzünlerim
Eli yüzü kir pas içinde hıçkırıklarım
Bir kere haykıra bilsem yitikliğine …Kahırlanıyorum

Yediverenlerin koynuna ektim umutlarımı
Kör alıcı karanlığın inadına
Belki de buruk bir veda busesi bende ki
Parçaladığım lügatimin hatırına… Susuyorum

Ve narı çiçek yalnızlığım
İliklerimde küflü hatıraların dilsiz sancıları
Kramplar giriyor senli cümlelerime
Ve yatalak dilim inadına göğüs kafesime resti çekiyorum

Kimse bilmiyor
Acemi bir kemancının muhteşem bestesini
Parmakları titrerken kan revan içinde
Kıraç topraklar bile ihanet ediyor
Gözyaşlarıyla sarmaş dolaş ve ben …Küsüyorum

Bilmiyorum
Hangi yabancının dileğiydi acılarım
Ya ben kötüyüm ya da kahrolası sevdam
Çek tetiği can evimden vur… Bekliyorum

Sessizce sokuluyordu
Satır aralarına alaca karanlık
Bitimsiz bir aşkın en can alıcı yerinde
Sonu gelmeyen sonsuz aşkıma veda mı ediyorum

Kelebek umutlarım ölüyor kapında
İsimsiz kalmamalı kapı aramalarım
Ve ben mi istemedim ezan sesiyle yas tutmayı
Gider ayak ölüyorum ya da öldüğümü sanıyorum

ŞİİR:REMZİYE ÇELİK
YORUM:MEHMET NALBANT
MİSAFİR SES:KENAN IŞIK

15.09.2012 nari çiçekkkk

www.kafiye.net