Dakika Farkı

Adam, bütün koltukları dolu olan minibüsteki yolcuları ikna etmeye uğraşıyor ’’Bir koltuk değiştiren yok mu?’’ diyordu.  Neden bu kadar ısrar ettiğini kimse anlamıyor hatta yolcular adama deliymiş gibi bakıyorlardı. Arka koltuktan biri;
—Hemşerim diğer araba yarım saat sonra kalkacak. Altı üstü iki saatlik yol. O arabayı bekle. Kimse yerine vermiyor işte! Diye yüksek sesle bağırdı.
—Gitmem lazım. Fakültede hasta yatan kardeşim ameliyat olacak. Ona yetişmem lazım.     Acelesi olmayan biri Allah aşkına bana yer versin.
Yarı ağlamaklı adamın haline üzülmüş,  elinde kasketi ve poşetleri ile ortada çaresiz kalakalan ve insanlardan yer bekleyen adamın ısrarlarına daha fazla dayanamayıp kendi koltuğumu vermeye karar vermiştim.  En arka koltuğun cam kenarındaki kısmı, yani oturduğum koltuğu,  hiç bir alakam olmayan bu gariban adama verebileceğimi söylediğimde adam,  sevinç içinde bana doğru bakmış, dua üstüne dua etmişti.

Yerleştirdiğim eşyaları aldım ve adamla biletlerimizi takas yapmayı da unutmadım. İş bu yarım saati ne ile geçireceğimi bulabilmekteydi.  Otogardaki bir kafeteryada çay içebilir, bir gazete alıp okuyabilir ya da hiç bir şey yapmayıp garın girişinden gelen geçene bakabilir, koyun sayar gibi araçları sayabilir, plakaları okuyup olası takıntı sendromumu geliştirebilirdim.  Benim gibi öğrenci ve aylak bir adamın yapabileceği çok şey olabilirdi.

Bir kafeterya bulup kakaolu bir dondurma yedim. Bastıran sıcağa rağmen, otogarın hareketi hiç durmamış, gelen geçen yolcular büyük bir gürültü çıkararak araçlara inip biner olmuşlardı. Yarım saat… İnsana kısa bir zaman dilimi gibi gelebilir ama bekleyince zaman bir türlü geçmek bilmiyordu.

Oturduğum yerden yarım saatte bir insanın neler yapabileceğini düşündüm. Bir insan yarım saatte banyo yapabilir,  yemeğini yiyebilir,  kendisine kızan patronu onu işten atabilir ya da yarım saat içinde harika bir iş teklifi karşısında iyi bir iş sahibi olabilirdi. Milli piyangodan para çıkabilir ya da tüm parasını sakladığı kasası,  evine giren hırsızlar tarafından soyulup bir anda beş parasız kalabilirdi. Erkek olarak bir cinsiyet değiştirme ameliyatına girip bir kadın olarak bu ameliyattan çıkabilirdi. Saç şeklini değiştirebilir,  sarışınken esmer olabilir, kendisine bir elbise satın alabilir, göz rengini değiştirebilir, sınavı geçebilir ya da yarım saat içinde sınava yetişemediği için sınav görevlileri tarafından sınava alınmayıp  bir sene daha sınıf tekrarı yapabilirdi. Yarım saat içinde bir kadın rahminin içinde bir ceninin ilk hücreleri çoğalabilirdi. Hamile bir kadın yarım saatte içinde çocuğunu dünyaya getirebilirdi. Eğer bekârsanız bir belediye başkanı yarım saat içinde sizi evlendirip ve yarım saat içinde bekâretinize bay bay diyebilirdiniz.  Yarım saat içinde bir deprem olabilir tüm şehir alt üst olabilirdi. Ya da bir uçağa binip,  yarım saat içinde başka bir ülkede olabilirdiniz. Yarım saatte dünya denilen mavi gezegeni aşıp uzay boşluğuna çıkabilirdiniz. Bir tavuğu kesebilir ölümüne tanık olduktan sonra, yarım saat içinde tavuğu tencerede kaynatıp yemek olarak yiyebilirdiniz. Yarım saatte neler olmaz neler. Zaman kısa gibi gelse de aslında çok uzun bir zaman dilimiymiş diye düşündüm.

İşte otobüsüm geldi. Yavaş yavaş yolcular binmeye,  bagajları yerleştirmeye başladılar. Bende bagaj yerleştirme sırasına girip bavullarımı muavine vermek için bu sıranın arka saflarında yerimi aldım. Tüm yolcular otobüsün içine yerleşmiş,  çok geçmeden araba hareket etmişti.

Otobüse bindiğimde uyumayı tercih ettiğimden başımın altına bir yastık isteyip uykuya çekildim. Araç kıvrımlı sahilden doğru gidiyor, kıraç ve dik kayaların olduğu yollara gelince hızını azaltıyordu. Aşağıda beliren dik kayalar,  yukarıdan bakınca insanın içini bulandırıyor, sanki araç aşağıya düşünce paramparça olacakmış gibi insanı ürküten bir hava veriyordu. Bu kıraç kayaların olduğu yerde trafik bir süre sonra durdu. Bağırışlar,  çığlıklar yükseliyor insanlar ne olduğuna bir anlam veremiyordu. Otobüsümüz durup, şoför aşağıya indiğinde ileriye doğru kilitlenen araçlardan kötü bir haberin sinyali geliyordu. Ben de olayı anlamak için hemen indim.

İleride bir kaza olmuş karşı taraftan gelen bir kamyon yolun bu tarafına geçmiş,  hızını alamayıp,  minibüse çarpmış ve kıraç kayalardan uçuruma doğru aracı sürüklemişti. Araç çekicileri gelmiş kayalardan denize uçan minibüsü çıkartmaya çalışıyordu. İnsanların konuşmalarından duyduğum kadarıyla sadece bir yolcu araçtan çıkamayıp uçuruma doğru sürüklenen aracın içinde kalmıştı. Görgü tanıklarına göre kamyon minibüse çarptığında minibüs uçuruma yuvarlanmadan çoğu yolcu minibüsten inmeyi başarmış ama arkalarda oturanlar yolculardan biri ne yazık ki inmeyi başaramamıştı.

Kaza yerine doğru yaklaştığımda bu minibüsün bizden yarım saat evvel kalkan minibüs olduğunu fark ettim. Minibüs sol tarafa doğru yatmış arka kısım tamamen denize gömülmüştü. Gözlerime inanamadım, denize çöken taraf benim oturduğum ve yaşlı adamcağıza verdiğim yerdi. Öylece donup kaldım. Eğer yarım saat önce bu araçta ben olsaydım muhtemelen denize gömülecektim. Bağırışlar, çığlıklar derken hızır acilin sesi geldi. Ambulanstaki görevliler hafif yaralananların tedavisini yapmaya başladığında aşağıdan bir adamın sesi yükseldi ‘’Burada bir ceset var.’’ dedi. Kalabalık, yönünü kıraç kayalardan denize doğru yöneltti. Hep beraber aşağıya bakıyorduk, derken denizdeki kayaların arasına sıkışmış bir adam cesedi çıkardılar. Başındaki kasketi denizin yüzeyine doğru çıkınca onu hemen tanıdım. Bu benim yer verdiğim adamdı. Adama iyilik mi kötülük mü yapmıştım?   Acaba adamı eceli mi çekmişti?  Ya ben?  Yaratan beni ölümden mi kurtarmıştı? Tanımadığım bu adam yarım saat evvel hayattaydı, terliyordu, acelesi vardı, elinde yükleri vardı, sıkıntılıydı, kardeşinin ameliyatına yetişmek için yer istedi. Ben yerimi ona vermekle ölüme bir davetiye yollamıştım. Adamcağız sevinmiş ve bana dua üstüne dua etmişti. Oysa şimdi adamın bir nevi ölümüne sebep olmuş,  bana gelen Azrail’in yolunu şaşırtmıştım. Ben ne yapmıştım Allah’ım.

Yol açıldığında adamın cesedi ambulansa konulup tekrar ayrıldığı şehre gitmek üzere hızır acil çalışanları yola çıktılar. Oysa yarım saat önce hayattaydı. Yarım saat önce de ben zamanın anlamını düşünmüştüm. Onun için hayat bir ceset torbasında durmuşken benim için hareket eden bir otobüsün içinde kaldığı yerden devam ediyordu. Benim için yaşanacak daha ne yarım saatler vardı ama artık onun olmayacaktı.

Ölürken ne düşündü? Acaba ben hiç aklına geldim mi? Otobüs uçurumdan aşağıya doğru uçarken en arka sırada oturması gerekenin kendisi olmaması gerektiğini anlayacak kadar düşlenebildi mi ve benden nefret etti mi?  Allahın içim acıyor.

Serpil TUNCER
wwww.kafiye.net