Kategoriler

Arşivler


Tarih 5 Eyl 2013 Kategori: Gülcan KORKMAZ

BİR AŞK HİKÂYESİ

BİR AŞK HİKÂYESİ

Sonbahar gülüşümü çalmıştı,
Yüklerim ağırdı bugün.
Torbalarım düşlerimi kesmişti,
Gözlerim köşe başına çarpmıştı,
Simit satan delikanlıydı.

Utangaçtı belliydi,
Oysa canım simit istemezdi.
Bilseydi tok olduğumu,
Hala bana simit verir miydi?
Belki de vermezdi ne bileyim.

Hep parayı fazla verirdim,
Para üstünü almak için beklerdim,
Değsin diye ellerime ellerin…
Sende gülümserdin,
Belki de anlardı sevgilim.

Sonra taş oyuklara mektuplar koyardık.
Su borularının aralarına gözyaşlarımızı,
Eğer çocuklar çalmazsa zarfları,
Pazartesileri buluşurduk.
Güzeldin sevgilim,
Geceleri uykusuz kalacak kadar.

Heyecanlıydın yüzün bir kırmızının tonu,
Gözlerinin rengini bile yeni fark ettim,
Sanırım maviydi.
Bir düş ve simsiyah geceler,
Öyle çocuklar uğramazdı bizim mahalleye,
Sen benim kısmetimdim,
Cüzzamlı gecelerde.

İnce bir hastalığa tutuldu kalbim,
Biliyorum ölecektim,
Sen yirmisinde,
Ben on yedisinde….
Denizler doğacaktı güneş niyetine gökyüzüme,
Ayrılık bozmuştu niyetimi,
Bu işi bitirmeliyim….

Sonra bir mektup yazdım sana,
Geceleri sessizliğe böldüm uykularımı,
Artık sokak gürültüsü değildi ayakkabılarım,
‘Ben yarın evleneceğim!
Sen gül sevgilim….
Yüzündeki iki çukura,
Ölürsem beni göm dedim.

O günden sonra geçmedin cam kenarımdan,
Aşkımız bir vedayı hak etmişti,
Bir mektup daha yazdım.
Ben sensizlikle sözlü,
Gözyaşlarınla nişanlı,
Ve ölümle evliyim,
Ömrümün son demindeyim,
Hazır mı mezar yerim?
Bunu ona verin dedim
Veremeyiz dediler…
Çünkü o da artık bir evli….

 

GÜLCAN KORKMAZ
31.08.2013
www.kafiye.net


Tarih 5 Eyl 2013 Kategori: Onur BİLGE

TESETTÜR

TESETTÜR

Giysilerin seninle güzelleşsin mümine
Layık ümmet olasın Muhammed-ül Emin’e
Aldırma feminizme, kulak asma Femin’e
Nadide mücevherler korunurlar örneğin
Nisa sensin Nur sana O/Nur yüzün ışısın
İslam’ın bayrağını mağrur başın taşısın

Pırıl pırıl zekâsı feyiz saçan didesi
İman ile serpilen narin Kureyş fidesi
Tepeden tırnağa bir zarafet abidesi
Asaleti tescilli Fatıma’dır örneğin
Nisa sensin Nur sana O/Nur yüzün ışısın
İslam’ın bayrağını mağrur başın taşısın

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 5 Eyl 2013 Kategori: Hilal Gümüş

Günaydın Kuzucuk

“Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Hataları örtmede gece gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol,
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün; ya da göründüğün gibi ol.”
-Mevlâna Celâleddin Rûmî

Günaydın Kuzucuk                                       BÖLÜM BİR

Koyu mavi duvarlı müstakil ev, geniş, yeşil bahçenin tam ortasına inşa edilmişti. İki katlı, çelik kapılı, kırmızı kiremitli bir evdi yeni evimiz. Hoş, pek de yeni göründüğü söylenemezdi. Bizden önceki sahibi iyi kullanmış olabilirdi ama yıllara meydan okuduğu, yakından incelendiğinde farkına varılan yıpranmış dış cephesinden anlaşılıyordu. Sağlam görünüşlü çelik kapı kirişinin görünümü, orta yaşlı bir insanın göz kenarlarında oluşan kırışıklıkları andırıyordu.

Bahçe kapısının önünde öylece dikilip, eve girip çıkan nakliyecileri izledim. Sonunda evi
döşemeyi bitirmişlerdi. Babam adamlardan birisiyle tokalaştı. Ardından beş kişilik nakliyeci grup bahçeden çıkıp kamyonlarına bindiler ve arkalarında yüz buruşturmama neden olan bir egzoz bulutu bırakarak küçük sokakta gözden kayboldular.

“Artık içeri girebilir miyim?” diye sordum babama düz bir sesle. Bana ışıltılı gülümsemelerinden biriyle baktı. Babam, bir inşaat mühendisiydi. On üçüncü senesini, ‘memleketim’ dediği bu şehirde, İzmir’de, çalışmak isteyince buraya taşınmıştık.

“Evet, burası artık senin evin. Ayrıca surat asmayı bırakmalısın. Göreceksin, İzmir’i seveceksin.”

“O kadar emin değilim,” dedim. Bahçe kapısını itince gıcırdayarak açıldı. Yavaş adımlarla bahçeyi geçip kapıya doğru yürüdüm.

“Bu kadar soğuk davranmamalısın Zeynep,” dedi babam. Derin bir nefes alıp ona baktım. Gür, siyah saçları şakaklarında beyazlamaya başlamıştı. Beyaz tişörtünün önü, taşınan eşyaların tozları yüzünden kirlenmişti.

Sırt çantamın kayışını düzeltip içeriye girdim. Siyah beyaz koltuklar sağ taraftaki büyük salona yerleştirilmişti. Plazma televizyonun, beyaz halının, siyah fonlu beyaz perdelerin görüntüsü hem çok yakın, hem de çok uzaktı.

“Eşyalarını yukarıya çıkarttım,” dedi annemin sesi. Sol taraftaki mutfaktan başını uzatmış gülen gözlerle bana bakıyordu. İnce bedenine bir önlük bağlamıştı. Yegâne hobisi olan yemek pişirmeye geldiğimiz an başlamasına şaşırmamıştım. Sanırım bazı şeyler hiç değişmeyecekti.

Kapıyı arkamdan kapattım. Babam hala dışarıdaydı, telefonda birileriyle konuşuyordu. Ayaklarımı sürüyerek ahşap merdivenleri çıkıp ikinci kata geldim. Beyaza boyanmış ahşap kapılar eve daha itici bir hava veriyordu. Karşıma ilk çıkan aralık kapıyı itince, doğru odaya geldiğimi anladım. İçeriye girip kapımı kapadım. Mor tonlarındaki odam eski evimizdeki gibi döşenmişti. Kare şeklindeki odama şöyle bir göz gezdirdim. Pencere kenarında duran küçük saksıda ki beyaz begonyaları evin eski sahibi taşınırken unutmuş olmalıydı. Eh, en azından yalnızlık çekmeyecektim. Yani, bazen.

Siyah sırt çantamı yatağımın üstüne fırlatıp kotumla tişörtümü çıkardım. Eşofman takımımı giydikten sonra örgülü saçımı çözüp elbise dolabımın boy aynasındaki yansımama baktım. Annemden aldığım uzun kestane rengi saçlarım, babamdan aldığım koyu kahverengi gözlerle tamamlanmıştı. Eski okulumdaki herkes saçlarıma bayılırdı. Yakın arkadaşım Gizem her zaman benim saçlarıma sahip olmayı istediğini dile getirirdi. Eski anılarımı hatırlayıp acı acı gülümsedim.

“İzmir,” diye homurdandım. Son derece yabancıydı. Odamın aynı şekilde döşenmiş olması hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Artık Antalya’da değildim. Artık Konyaaltı’ndaki lüks,havuzlu villamızdaki, özel banyosu olan geniş odaya sahip değildim. Artık Konyaaltı İlköğretim Okulu’na da gitmiyordum.

Pencere kenarında sessizce duran saksıdaki begonyaların yanına gittim. İşaret parmağımla onun mükemmel beyaz çiçeklerinden birine dokundum. “Çünkü aşırı milliyetçi babam sözde memleketinde çalışmak istiyor. Neden kimse beni düşünmüyor ki?” Bir çiçekle konuşmaya başlamıştım. Evet, kesinlikle deliriyordum.

Saçlarımı sırt çantamdan çıkardığım tarakla tarayıp tepemde topladım. Ellerimi belime koyup yapılacaklar listesini gözden geçirdim.

* * *

Akşam yemeğinde, yaz tatili bittikten sonra başlayacağım Emlak Bankası İlköğretim Okulu’nun kitapçığını incelerken bir yandan da spagettimden lokmalar alıyordum. Kitapçığın üstünden sessizce yemeklerini yiyen annemle babamın bakıştıklarını görebiliyordum.

“Nasıl? Yeni okulunu sevdin mi?” diye şakıdı annem. Katalogu masaya bırakıp çatalımı masaya koydum.

“Önemli olan içindekiler,” dedim.

“Kısa sürede alışırsın,” diye lafa girdi babam. Yorum yapmadım. Oysa içimde fırtınalar kopuyordu. Sekizinci sınıfa geçen bir öğrencinin ilköğretimindeki son yılı, yeni bir okulda geçerse, her şeyin tepe taklak olacağını anlamalarını beklemiyordum. Neticede onlar 14 yaşında değildi. Onların yüzüne bakıp, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, diye bağırmak istiyordum ancak bunu yapmam bir şeyi değiştirmezdi.

“Umarım.” Katalogu tekrar elime alıp sayfalara göz gezdirdim. Alt bölümdeki okul aktiviteleri bölümünü incelerken zil çaldı. Üçümüz kısa bir süre bakıştık. Ardından annem masadan kalkıp kapıyı açmaya gitti. Üst kilidi çevirip kapıyı açtı. İnce bir kadın sesi salonda çınladı.

“Yeni komşularımıza bir merhaba diyeyim dedim!” Sessizce oflayıp babamın ters bakışlarına maruz kaldım. Annem aşırı-komşu-sever komşumuzu içeriye aldı. Kadın koyu kızıl saçlıydı, kırklı yaşlarda görünüyordu. Elindeki geniş tabağı anneme verip yemek masasına doğru baktı ve kocaman gülümsedi.

“Masaya buyurmaz mısınız?” diye teklifte bulundu annem. Kadın başını sallayınca kısa saçları hopladı.

“Çok sağ ol Hasibeciğim, ben evde yedim.” Tek kaşımı kaldırarak babama baktım. Kadın ailemizle ilgili merak ettiklerini başkalarından öğrenmişti anlaşılan.

“Ah, telaşla kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Meral, bir blok ilerinizdeyim.”

Annem sevecenlikle gülümseyip eliyle içerisini işaret etti. “İçeriye girin, size bir kahve ikram edeyim öyleyse.”

Kadın yemyeşil gözlerinde bir ışıltıyla içeriye girdi. Babam hemen ayağa kalkıp kadınla
merhabalaştı. Kadına şöyle bir gülümseyip anneme dudak hareketleriyle odama çıkacağımı söyledim. Annemin cevap vermesini beklemeden masadan kalkıp merdivenlere yöneldim. Hiç komşu sohbeti çekecek havamda değildim.

Odama girip ışığı açtım. Sıkıcı görünüşlü flüoresan lamba birkaç tekleme sonunda açıldı. Kendimi yatağıma atıp gözlerimi ovuşturdum. Üzerimde yorucu geçen bir günün yorgunluğu vardı. Antalya’dan İzmir’e yaklaşık altı saatte gelebilmiştik. Yolculuk boyunca arabamızda uyuklasam da yumuşak yatağımla araba koltukları asla kıyaslanamazdı.

Yatakta dönüp, komodinimin üstündeki Mp3 çalarımı kaptım. Kulaklıklarımı takıp müziğin sesini sonuna kadar açtım. Başımı yastığıma gömüp ağzımın içini dişledim. Acı ağlamama engel oluyordu. Kafamın içinde sislere bürünmüş anılarım uçuşuyordu. En yakın arkadaşım Gizem’in bana yılbaşı çekilişinde aldığı tüylü, sevimli ayıcık aklıma gelince düşündüm; şu anda muhtemelen yatağımın altındaki boşaltılmamış özel eşyalar kutumdaydı. Ani bir dürtüyle yataktan zıplayıp, halımın üstünde dizlerim üzerine çökerek karton kutuyu kendime çektim. Evet, ayıcık kutudaydı. Ona sımsıkı sarılıp, olmayan kokusunu içime çektim.

Ayıcığı bir kenara koyup, kutuyu karıştırmaya koyuldum. Renkli kalemler, küçükken tuttuğum günlükler, saç tokaları, takılar, ojeler hepsi kutunun içindeydi. Hepsi de küçük eşyalardı belki ama benim için çok şey ifade ediyorlardı. Onların içi benim hüzünlerim, kahkahalarımla doluydu. Günlüklerim benim için ikinci bir arkadaş gibiydi. Sıkıntılı zamanlarda tırnaklarımın hepsini farklı renklere boyayıp içimdeki farklı duyguları bu şekilde dışa vururdum. Siyah hırsı, kırmızı öfkeyi, pembe mutluluğu ifade ederdi benim için. Gözlerimden çeneme doğru bir ıslaklığın yayıldığını hissettim. Başımı kaldırıp pencere kenarındaki begonyalara baktım. “Her şeyimi çok özledim.”

“Her şey yolunda mı?” Babamın sesiyle irkildim. Hemen gözlerimi kurulayıp, omzumun
üstünden kapıya baktım. Başını beyaz kapının arasından içeriye uzatmıştı. Koyu renkli gözleri ters giden bir şeyi sezmişçesine endişeli bakıyordu.

“Hayır, değil,” dedim dürüstçe. Babam kaşlarını kaldırıp yavaşça içeriye süzüldü. Ellerini pantolonunun kenarına sürtüp ilk kez görüyormuş gibi eşyalarımı inceledi.

“Odandan memnun musun?” Sorusuna dudak bükerek karşılık verdim. Özel eşyalarımı karton kutuya yerleştirip tekrar yatağımın altına ittim. Ayağa kalkıp yatağımın kenarına tünedim. Babam ağır adımlarla yürüyüp yanıma oturdu. Gözlerimi yere diktim.

“İstersen yarın birlikte şehir merkezine gidip alışveriş yapabiliriz?” dedi. İç çekmemek için kendimi tutum.

“Elinden tutup birlikte park gezdireceğin küçük bir kız değilim ben baba. 14 yaşındayım.”

“Sadece bir teklifti.”

“Arkadaşlarımla gezmeyi tercih ederim ama görüldüğü üzere bir arkadaşım yok.” Bebekler gibi ağlamamak için kendimi tutuyordum. En son istediğim şey gözyaşlarımı babama göstermekti.

“Daha taşınalı bir gün bile olmadı Zeynep. Arkadaş edineceğinden eminim.”

“Benim yaşımdaki öğrenciler aralarına yeni katılan bir öğrenciyi kabul etmekten hoşlanmazlar,” diye uydurdum. Benim gibi bir kızı elbette kabul ederlerdi. “Özel bir yetenekleri olmadığı sürece ilgi odağı olamazlar.”

“Yetenekli bir öğrencisin. Eski okulunda sınıf birincisiydin. Aynı başarıyı yeni okulunda da göstereceğin konusunda sana olan güvenim tam.”

“Sağ ol ama aynı başarıyı göstereceğimi sanmıyorum.” Hınçla ayağa kalktım. “Bu sene SBS var baba. Beni düşünüp bir sene daha Antalya’da kalamaz mıydık? Ayrıca tenis oynamayı kesmek istemiyorum.”

“Bulvarın diğer yakasında bir tenis kortu var. Tenise burada da devam edebilirsin.”

“Anlamıyorsun. Tek sorun spora ara vermem değil. Arkadaşlarımı özledim. Hem de çok.”

Babam derin bir nefes aldı. Yüzündeki çocuksu, masum ifadeyi görünce içimdeki buzların eridiğini hissettim. Onu üzmüştüm. Ciddi derecede. Yatağa tekrar oturup gülümsemeye çalıştım.

“Aslında haklı olabilirsin. Belki de İzmir o kadar kötü bir yer olmayabilir.” Babam hevesle başıyla onayladı.

“İşte böyle. Yüzün gülsün biraz. Sen üzüldükçe biz de üzülüyoruz.” Uzanıp sırtımı sıvazlarken ve bana iyi geceler dileyip odamdan çıkarken yüzümdeki gülümsemenin solmamasına dikkat ettim. Kapımı kapatınca homurdanıp kendimi sırt üstü yatağa bıraktım.

* * *

Sabah uyandığımda başucumdaki saat onu gösteriyordu. Çarşafları üzerimden atıp gerindim. Gece devamlı saçma sapan rüyalar görmekten düzgün uyuyamamıştım. Ayrıca boynum fena halde tutulmuştu. Gözlerimi kırpıştırıp halıya vuran parlak ışınlara baktım,  güneş, tül perdemden içeriye süzülüyordu. Begonyalar yüzlerini güneşe doğru dönmüştü.

Odamdan çıkıp banyoya gittim. Ellerimi ve yüzümü yıkayıp, enseme soğuk su çarptım. İzmir’in Temmuz’u can sıkacak seviyede sıcaktı.

Tekrar odama döndüm, koyu mavi geceliklerimi çıkarıp üstüme büyük boy Süperman tişörtümle pamuklu eşofman altı geçirdim. Saçlarımı tarayıp tepemde topuz yaptım. Merdivenleri inip mutfağa girdiğimde annemin kahvaltı masasını hazırlamakta olduğunu gördüm. Başını cızırdayan tavadan kaldırıp bana baktı. Yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı.

“Günaydın kuzucuk.”

“Günaydın,” diye mırıldandım. Duraksayıp arkama, salona baktım. “Babam nerede?”

“Ekmek almak için markete gitti. Birazdan döner.”

Kahvaltı masasına oturup ince dilimlenmiş salamlarla dolu tabaktan bir salam aldım. Sandalyemde arkama yaslanıp yavaş çene hareketleriyle salamımı çiğnedim. Daha çok ot yiyormuşum gibi hissediyordum. Ağzımın tadı yoktu sanki.

Yarım salamı tabağa geri bırakıp masadan kalktım.

“Ne oldu?” Annem elindeki tavayı ocaktan alıp masaya koydu. Elini önlüğe sildi.

“Aç değilim. Biraz dışarı çıkıp dolaşacağım. Patenlerim arka bahçede değil mi?”

“Bir şeyler yeseydin?” Oflayıp anneme cevap vermeden arkamı döndüm. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp odama girdim. Kısa süre düşündükten sonra Süperman tişörtümün altına elbise dolabımdaki kot şortu geçirdim. Çoraplarımı giydikten sonra, saçlarımı çözüp sırtımdan aşağı dökülmelerine izin verdim. Dizliklerimi giydim, yanıma Mp3 çalarımı da aldıktan sonra odamdan çıktım.

Merdivenleri inip anneme hoşça kal demeden dışarıya çıktım. Gözlerimin parlak güneşe alışması kısa sürdü. Ciğerlerime temiz hava çektim. İzmir’in havası Antalya’dan daha mı temizdi? Hayır, diye düşündüm. Hiçbir şey Antalya’mın yerini tutamazdı.

Evin arkasına dolaştığımda koyu gri patenlerimi evin arkasındaki küçük depoda buldum. İki elimle patenlerimi kucaklayıp bahçe kapısından dışarıya çıktım. Hemen patenlerimi ayağıma geçirdim ve sağlı-sollu bacak hareketleriyle dümdüz kaldırımda ilerlemeye başladım. Artık İzmir’de yaşayacaksam çevreyi tanımam gerekiyordu.

Bir süre evin dış çemberinde dolaşmaya devam ettikten sonra boş yola çıkıp paten sürmeye orada devam ettim. Babam, yaşadığımız bulvarın, Hasan Ali Yücel Bulvarı’nın, karşı yakasında bir tenis kortu olduğunu, arkasındaki caddede ise Olaf Palme Parkı olduğundan bahsetmişti. Sanırım çevreyi tanıma işime ilk olarak Olaf Palme Parkı’na giderek başlayacaktım.

Hilal GÜMÜŞ
www.kafiye.net


Tarih 5 Eyl 2013 Kategori: Safiye SAMYELİ

GEL BARIŞALIM FELEK

GEL BARIŞALIM FELEK

Bir nebze mutluluğu bana çok görüp
Ellere bol gani verensin felek
Başıma bin türlü çoraplar örüp
Huzur dergâhından sürensin felek

Suçum ne ki bilmem ne ettim sana
Nedir bu nefretin bu kinin bana
Yıllardır ağlatın hep yana yana
Kulların içinde yerensin felek

Varlığım dokundu bilmem kanına
Yaklaştıramadın beni yanına
Girmedi kılıçlar bir gün kınına
Kanlı düşman gibi görensin felek

Vefasız kullara beni ezdirip
Yıllardır boynumu bükük gezdirip
Üç günlük dünyada candan bezdirip
Hançeri sineme vuransın felek

Merhamet artık göster vefayı
SAMYELİ kulundan kaldır cefayı
Son gürlüğü ver de sürsün sefayı
Kırk yıldır belimi kıransın felek

Safiye SAMYELİ
www.kafiye.net


Tarih 4 Eyl 2013 Kategori: Saffet ÇAKIR

Arkadaş!

Arkadaş!

Binlerce sarraf gelse de ne çare!
Bakırdan ki altın olmaz arkadaş.

Bir testi ki alttan kırıksa eğer

Çırpınsanda asla dolmaz arkadaş.

Dünyada var ise en yüksek değer
Adam gibi adam olmakmış meğer.

Bir sefil garibi üzdüysen eğer

Bil ki yüzün asla gülmez arkadaş.

Bir aydınlık yolunaysa seferin
Kutludur bilesin ulvi zaferin…

Eğer Kur’an ise senin rehberin

Araban hiç yolda kalmaz arkadaş.

Kalmasın yüreğinde bir parça kir
Vicdanın ki asla olmasın fakir

Bir kimse kimseyi görmesin hakir

Yoksa maksudunu bulmaz arkadaş.

Saffet ÇAKIR
www.kafiye.net


Tarih 4 Eyl 2013 Kategori: Saffet ÇAKIR

Ben Sana Ömrümün Duası Dedim!

Ben Sana Ömrümün Duası Dedim!

Tebessümün bir adı olmalı sende
Nisan yağmurları gibi sağanak sağanak

Gamzende açan çiçekle demlenen

Düşler ülkesinden bir salkım saçak

Belki de Firdevs cennetinden süzülen

Ben sana ömrümün duası dedim.

Türkü bakışlım, Sevda nakışlım!
Gönlüme düştün dem dem…

Tarifsiz bir şey bendeki özlem

Ne bu duman, ne bu matem!

Ben sana ömrümün duası dedim.

Ayşe annemizin kızı sen olmalısın
Gül rengi sarmaşıklar sarmalı seni

Sinemdeki gizli sızı sen olmalısın

Saba melikesi şimdi görmeli seni

Ben sana ömrümün duası dedim.

Nun dedim nokta koydum üstüne!
Gözlerinde ay saklanmış bu gece

Türkü bakışlım, Sevda nakışlım!

Yürek dilimde alfabem tek hece

Bil ki ben sana elifin en hası dedim

Ben sana ömrümün duası dedim.

Saffet ÇAKIR
www.kafiye.net


Tarih 4 Eyl 2013 Kategori: Onur BİLGE

SEVGİ DEMEK EMEK DEMEK

SEVGİ DEMEK EMEK DEMEK

İnsanlar; sevgiyi, sempatiyi ve sıcaklığı aldıklarını hissettikleri zaman, tuhaf bir ürküntüyle şımarıklık raddesinde naza çekmeye başlayıp geriye bir adım atarlar. O adımla açılan ara, sevgi kaynağının da gerilemesi, yok denecek kadar sönükleşmesi ile açılır. Zannederler ki ne yaparlarsa yapsınlar, o sevgi pınarı yanı başlarında çağıl çağıl akacak, hiç bitmeyecek, zemzem gibi sonsuza kadar…

Oysa sevgi, anında karşılık bekler. Sadakat ve saygıyla korunmak ister. Sevme
sanatı, duygusal bir dansa benzer. Aşk, romantizm yüklü, aynı adımlarla, sarmaş
dolaş, fısıl fısıl, doyumsuz bir ılıklıkla devam ederken, itina ile korunmalıdır. Bulmak zor, kaybetmek kolaydır. Zor olan; onu göz gibi korumak,
yaşatabilmektir.

Bir kötü söz yeter, bitirmek için. Öyle bir söz çıkar ki dudaklar arasından,
istemli ya da istemsiz; bir anda her şeyi bitiriverir! Sonra, ara dur bakalım!

Hani, az önce avuçlarınızdaydı. Küçük bir kuş gibi mutluluk veriyordu.
Sıcaklığını duyuyordunuz, yüreğinizde. Damar damar dağılıyordu, ılık ılık akıyordu, kanınızla içinize. Tüm vücudunuza yayılıyordu. Uçtu, gitti işte! Gelir mi bir daha? Asla! Hangi kuş azat edildikten sonra geri dönmüş?

İnsanların, en çok muhtaç oldukları, sevgi… Aşk, onun kremalısı… Yokluğu
kedere gark eder, çılgına dönersiniz! Bulunca, bahanelerle geri çekilirsiniz.
Kaybedince, beyninizden vurulmuşa dönersiniz ama iş işten geçmiştir, artık!

Ne olurdu, yıllarca aranan sevgi, bulunduğunda gereken yapılsaydı? Zaman, mekan ve beraberliğin gittikçe yoğunlaşan doyumsuz tadı, paylaşıla paylaşıla çoğalıp tüm dünyamızı mutlulukla doldursaydı! Her anı, fark edile fark edile yaşansaydı hayatın!

Sevgi, daima alıp verdiğimiz bol oksijenli hava gibi bulunmaz bir nimettir.
Hayatta kalabilmemiz için günde binlerce kez nefes alırız da aklımıza bile
gelmez, onun ne kadar değerli olduğu, ne işe yaradığı. Yaşamamız için ilk
sırada olduğunu ve en gerekli ihtiyacımızı giderdiğini düşünmeyi bırakın, nefes
alıp verdiğimizin bile farkına varmayız, çoğu zaman. İlk adımlardan sonra, belli bir tempoda devam etmeye başlayan, adeta istemsizleşen yürüyüşümüz gibi
monotonlaşır, önemsizmiş gibi, hissedilmeden sürer gider, nefeslerimiz.

Ne zaman havasız kaldık, oksijensiz bir ortama girdik, nefes alamaz olduk, işte
o zaman kıvranmaya başlarız, hattâ çırpınmaya! .. Nefes alamamak gibidir
sevgisizlik! Boğulacak gibi oluruz, sevgisiz kalınca! .. Yüreğimizi ısıtmakta
olan o kaynağı kaybetmeden, yokluğunun nelere mal olacağını bilemeyiz.

Neden, binlerce nefesin bir tanesini aldığımızda, durup düşünüp şükretmeyi
bilmeyiz? Neden, sevildiğimiz söylendiğinde çılgınca sevinip, derinliğine hissedip, Sevgiyi Yaratan’a hamd; hissedip hissettirene teşekkür etmeyiz? Neden, karşılığını vermede cimrilik yaparız?

Sevgisiz yaşamak, yaşamak değil, sürüklenmektir. Tuz kadar önemlidir, sevgi.
Tuz, baklavaya bile girip her şeye gereken tadı verir. Yaşamımızı tatlandıran
odur. Yavan bir hayat, ruh hastası yapar insanı, hattâ delirtir. Hatırlasanıza,
sevgiyi hissettiğinizde nasıl değişir evrenin rengi; suyun, ekmeğin tadı! Neler
söylemeye başlar, her gün dinlediğiniz, dilinden o ana kadar pek bir şey
anlayamadığınız şarkılar, türküler, şiirler! Ne güzel doğar güneş, çiçekler ne
kadar güzel açar! Ne kadar güzeldir yaşamak, nefes nefes sevgi alıp vermek, ne
güzeldir!

Sevgi, yüreğimize inen en doyulmaz duygudur. İnsan, mutluluktan öleceğini
zanneder, hissettiğinde! .. Bir şiirdir, sevmek. Sevmek, bin şiirdir. Bir sevmek, binlerce şiir demektir. Nasıl, bir sözcük, bir işaret, bir şiiri bozarsa, yanlış seçilen bir sözcük de bir aşkı bitirir, mahveder, bozar!

Her şiir, bir başka musikidir. Bir notanın hakkı verilmezse, eser bozulur.
Sevginin de hakkı verilmelidir! Sevginin hakkı; karşılık vermek, sadakat ve
saygıyla korumaktır. Yaşatmak için emek vermek, gereken özeni göstermektir.

Sevgi, demek, emek demek!

Onur BİLGE
DENEMELER
www.kafiye.net


Tarih 4 Eyl 2013 Kategori: Onur BİLGE

SENİNLE SENİ BEKLEME

SENİNLE SENİ BEKLEME

Saatler umutsuzluğumu vurguluyor
Çaresizliğimin sesini dinle
Onlar da yoruldu beklemekten
Ben de

Zaman alabildiğine özgür artık
Bir o kadar da anlamsız
Gelmeyeceğini bilince
Zaman kavramı kalmadı bende

Bak nasıl çöküyor üstüme hüzün
Nasıl yükleniyor karamsarlık omuzlarıma
Nasıl vuruyor karanlıklar aydınlığıma
Nereye gidiyor gündüzüm zamansız
Gecenin apansız gelişi niye
Niye amansız karanlığın inişi
Nedir siyahın işi bende

Nerede umut ışıltılarım renklerim
Gökkuşağım nerde
Hangi göklerde
Bomboş bir karanlık kaldı bende

Benimle beraber ara kendini
Odalarda duvarlarda şarkılarda
Resimlerde şiirlerde gecelerde
Nerdesin nerde

Gözsüz aynalar ne bilsin, güzelliğini
Bir de gözlerimden seyret kendini
Gör nasıl güzelsin gönlümde
Yüreğimde bende

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 4 Eyl 2013 Kategori: Onur BİLGE

AŞK BİZCE

AŞK BİZCE

Yarıp akıp giden sonsuz zamanı
Bölüşmekti bir süreci sessizce
Karıp ruhu mutluluğa her anı
Üleşmekti huzur ile aşk bizce

Dokunarak tezgâhında karanın
Dokunarak her tonuna karanın
Dokunarak gönle hazza karanın
İlişmekti kıyısına denizce

Karardı tez verdi kırdı kalemi
Karardı göz zalim aldı kalemi
Karardı tüm renkler canda kal emi
Gülüşmekti tek suçumuz hissizce

O nurlu yol önümüze serildi
Onurlu bir sevda ipe serildi
Onur’lu bir yaşam yere serildi
Bilişmekti hata mıydı bu sizce

Onur BİLGE
www.kafiye.net


Tarih 4 Eyl 2013 Kategori: Sevim Çiçek KARADENİZ

ÖLME DAYAN CEYLANIM

ÖLME DAYAN CEYLANIM

Gözlerin sürmelice, narindir belin.
Dağların maralısın, ey nazlı gelin.
Süzülerek koşardın, saçında telin.
Seni. nasıl vurdular, nazlı ceylanım.

Vurdular ceylanımı çıkmadı can.
Avcının gözlerine bakındı el an.
Kuzun yetim kalır ceylanım dayan.
Ceylanımı vuran o eller kırılsın.

Kurşunlar şaşırmadan, ok gibi gider
Ceylanımı vurdular, al kanı heder.
Yavrun sen ölürsen , ah gayri nider.
Onmasın seni vuran eller ceylanım.

Kapkara gözlerinde korku hâresi
Ceylanımı kurtarın, yok mu çâresi.
Sızım sızım sızlar da, kanar yâresi.
Yavrun ölür sensiz, ahh dayan ceylanım.

Seke seke var git, kuzunun yanına.
Sızıların dayan, bakma akan kanına.
Sana can verenden umut var canına.
Balan yetim kalmasın, dayan ceylanım.

( Sevim’in kırık incileri )
Sevim Çiçek KARADENİZ
www.kafiye.net