Kategoriler

Arşivler


Tarih 7 Eyl 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

FELEK

FELEK

Çılgın, deli, mecnun dediler
Bu kalbi hiç dinlemediler
Benden sevgiyi gizlediler
Kahpe felek şimdi gülümse.

Geçmişini unutan insan!
İyilikleri yutan insan!
Gönülleri kurutan insan!
Kahpe felek şimdi gülümse.

Hem hakim, hem yargıç olanlar
Adaleti elden çalanlar
Her nesneyi kendi alanlar,
Kahpe felek şimdi gülümse.

Adalet yerini mi bulur?
Sahtekardan insan mı olur?
Haklıları adalet korur,
Kahpe felek şimdi gülümse.

Hüseyin der, bu kadar yeter,
Etme kendini hep derbeder,
Nasılsa bu günler de geçer
Kahpe felek şimdi gülümse.

İzmir  19.03.2003
Hüseyin  DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 7 Eyl 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

ALLI MORLU

ALLI MORLU

Sabah serinliğinde salınan güzel,
Allı morları sürünüp salınan güzel,
Endamından saçları salınan güzel,
Morları sürünüp bana gelen güzel.

Üzgün gibi bölgesine sığınırsın,
Nazlı Nazlı bakışla kime kırgınsın?
Sana meylim var, neden, kime dargınsın?
Morları sürünüp bana gelen güzel.

Saçların süzülmüş gerdana geceden,
Mor giysin sarmış fidan vücut inceden,
İnce belin, sarıver beni yüceden,
Morları sürünüp bana gelen güzel.

Sesinin hayaliyle derken merhaba!
Beraber yürüyelim yolda feraha,
Senin içinde ben varken olsun sefa,
Morları sürünüp bana gelen güzel.

İzmir.18.08.2003
Hüseyin DURMUŞ54
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 7 Eyl 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

AH ŞU TÜRKÜLER!!!

AH ŞU TÜRKÜLER!!!

Teline dokununca ustası bağlamanın,
Gözü yaşlanır, fidan güzel ağlamasın!
Teline dokununca ustası bağlamanın,
Gurbete gider düşüncesi, sılanın.

Neşelendirir telinde “Leblebisi” insanı,
Hemen siler telin sesi gözlerinin yaşını,
Şimdi görmez gözü sıladan başkasını,
Teline dokununca sazın ustası bağlamanın!

Duygulandırır “Kömür gözlü” türküsü,
Anadolu’yu gezdirir “ Paşa köprü”  sü,
Aşıkları usandırır yarin baş örtüsü,
Teline dokununca ustası bağlamanın!

İzmir- Basınsitesi 26.12.2003
Hüseyin   DURMUŞ54
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 7 Eyl 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

SEVGİYİ ARAMAK

SEVGİYİ ARAMAK

Bir pazar sabahı. Sabah erkenden kalkmış, akşamdan verdiği karar gereği yürüyüşe çıkacaktı. Balkondan dışarıya bakıyordu.
–  Bugün hava yağmurlu, en iyisi mi şemsiyemi yanıma alayım, dedi.
Mustafa Bey, evden çıktı. Kendisi İlahiyat kavşağında oturuyordu. Amacı Üçyol’a kadar yürümekti. Etrafına bakınacak, biraz olsun sonbahar mevsiminin yeni toprak kokan havasını da içine dolduracaktı. Kavşaktan sağ tarafı takip ederek yürümeye başladı. Ara sıra arabaların üstüne sıçrattıkları sulara kızmamaya karar vermişti. Bugün hiç kızmayacaktı. Ne olursa olsun yüzü asık eve gelmeyecekti. Tanıdık yüzler olsun, olmasın herkese:
– Nasılsınız, hayırlı günler, hayırlı işler, mutluluklar sizlerin olsun, derdi.
Yağmur ara vermiş, arabaların suları asfalttaki yaran hışırtısı da olmasa yağmurun yağdığı belli bile olmuyordu. Çünkü toprak hemen kurumaya başlamıştı. Bütün yaz boyunca ya iki defa ya da üç defa yağmur yağmıştı. Mis gibi toprak kokusunu içine çekerek gidiyordu Mustafa Bey. Yaşamı boyunca mutluluğu, sevgiyi yaşamında bir türlü bulamamıştı. O sevinme ile acıyı hep bir arada yaşamıştı. Hatta sevinmeyeyim, acı ile de karşılaşmayayım diye de çoğu zaman düşünmüştü. İşte böyle düşünceli bir gününde yürümeye başlamıştı.
Yağmurun çiselemesi onda mutluluk duygusunu uyandırmıştı. Ne güzel yağmurla toprak bir birlerini kucaklıyorlar diyordu. Mis gibi de toprak kokusu yayılıyordu ortalığa. Ne güzel, yağmur toprağa can veriyor, mutluluk veriyor. Toprak aylardır yağmura hasret. Ne güzel, birden hasret bitti, kucaklaştılar. Bir taraftan yürürken diğer taraftan da başındaki karmaşık düşünceleri sıraya koymaya çalışıyordu.
Eski Amerikan Konsolosluğunun yanına vardığında birkaç çocuğun bir araya gelerek oyun oynadığını gördü. İçinde büyük bir sevinç oluştu. Bu yağmurlu havada dışarıya çıkmışlar arkadaş grubu olarak bir oyun oynuyorlardı. Yolun bir kanarında durdu. Gelen geçeni engellememek ve oynayan çocukları daha iyi seyrede bilmek amacıyla. Çocukların oyunlarını izlemeye başladı. Çocuklar “Yağ satarım Bal satarım” oyununu oynuyorlardı. Birden çocukluğu aklına geldi. O da az oynamamıştı bu oyunu. Mendilin topuzunu sırtına az indirmemişti ebeler. Çocukların büyük bir sevgi gösterisi içinde olduğunu düşünüyordu. İşte bu yağmurlu havaya bile bu çocuklar dışarıda bir birlerini nasıl sevdiklerini kanıtlıyor gibiydiler. Bir birlerini seven insanların nelere katlanabileceğini anlatıyorlardı bu yağmurlu havada. Çok mutlu olmuştu. Keşke dedi, keşke o da mutluluğu ve sevgiyi tadabilseydi. Kaç yıl olduğunu hatırlamıyordu sevgi dolu, mutluluk dolu sözcükleri duymayalı. Ama bu küçücük çocukları sevgiyi bulmuşlar. Bir birlerini sevmişler ki bu hava da bile oyun oynayabiliyorlardı. Bu düşünce ve duygularla dalmıştı ki, çocuklardan biri:
– Hayır, bana ne, bana ne, Ahmet mızıkçılık yaptı. Kabul etmiyorum, dedi.
–          Ali; ben hiç bir şey yapmadım. Kimseye de bir şey göstermedim.
– Gösterdin. Ben gördüm. Hem güldün, hem elinle beni işaret ettin. Mendili yeniden saklayacağım, dedi.
–    Sen de hep mızıkçılık yapıyorsun. Ne zaman işine gelmese bir bahane uydurup oyunu bozmak için çalışırsın. Bir defa da olsun mızıkçılık yapmasan olmaz.
–    Çocuklar, dedi Mustafa Bey. Kavga yapmanıza gerek yok. Tartışmayın öyle. Hele bir birinizi sakın kırmayın. Ben uzun zamandır şu köşede sizleri izliyordum, dedi. Tam bu sırada bir çocuk Mustafa Bey’i hakem yapmak istedi.
–    Amca, mademki bizi izliyorsun, gerçekten doğruyu söyler misin? Kim hatalı?
–    Mustafa Bey; çocuklar benim gördüğüm kadarıyla Ali arkadaşınız oyunda hile yapmadı. Sanırım Mehmet arkadaşınızın canı sıkıldı oynamaktan. Kurtulmak için böyle bir işe girişti. Değil mi Mehmet? dedi.
–   Mehmet; evet, benim canım sıkıldı. Başka bir oyun oynayalım, dedi.
–   Ayşe; ben senin olduğun grubun içerisinde bundan sonra oyun oynamam. Ne zaman oynasak bir bozgunculuk yapıyorsun, dedi.
–   Mustafa Bey; çocuklar, oyunu oynamayı bırakın. Yalnız oyunu bir arkadaşınız bozmuş olabilir. Ancak, bakın, gördüğüm kadarıyla sizler aynı mahallenin çocuklarısınız, değil mi?
Çocuklar hep bir ağızdan; evet, dediler.
–   Bakın arkadaşınız bir hata yaptı. Bu hata affedilmez bir hata değil. Ama sizler bu yanlışın üzerine gider ve tartışmalarınızı uzatırsanız, bir birinizi kırarsınız. Bir daha bir birinizin yüzüne bakamayacak duruma gelirsiniz. Lütfen böyle bir yanlışı yapmayınız. Bir birinizden özür dilemeyi de unutmayınız, dedi.
Çocuklardan biri; ben onu bunu bilmem, bu arkadaşımız bütün oyunlarımızda bize böyle davranıyor, dedi.
–    Mustafa Bey; çocuklar bunun da bir kolayı var. Ancak size bir şey söyleyeyim mi çocuklar?
–   Buyur amca.
–   Siz bu çiseleyen yağmurun altında biraz ıslanmışsınız. Bir üstünüz kirlenmesin diye de dikkat ediyor bazılarınız. Hani eve gidince anneniz kızmasın diye. Bana kalırsa bu yağmur biraz sonra daha da hızlanacak. Evde bu sefer neden ıslanıncaya kadar dışarıda bekledin diye evden kızabilirler. Bugün akşam yatınca yaptıklarınızı düşünün. Kim hatalı kim yanlış yaptı, benim bu olumsuzlukta yanlış payım ne kadar diye düşünün. Kendinizi boşu boşuna üzmeyin, kırmayın olmaz mı? Bugünlerin tadını çıkarmaya çalışın. Haydi yağmur yenden başladı. Herkes evine, ıslanmayı bakalım. Sonra bu ahmakıslatan yağmur, sizleri hasta yapabilir.
Mustafa Bey, çocuklara el sallayarak onlara veda ederken Hatay caddesi üzerinde Noktaya doğru çiseleyen, o ahmakıslatan yağmur altında yürümeye devam etti. Bir taraftan da sevgi mutlu mutluluk üzerine düşünmeye devam ediyordu. Mutluluğu, sevinci bir gün olsun acısız yaşamak istiyordu. Dostlarının, tanıdıklarının mutluluğunu gördükçe imreniyordu, ama asla kıskanmamıştı. Hatta çoğu zaman onlara; “ Sakın bir birinizi kırmayın. Mutluluk her zaman sizinle olsun. Bir birinizi kırmayın. Bir gün pişman olmak istemiyorsanız; biriniz kızgın iken diğeriniz sussun. Bir işi yaparken bir birinize danışın, basen çevrenizdekilere de danışın. Uygulamak istemeseniz de yine akıl alın ve kararınızı ondan sonra verin. Hata yaptığınızda mutlaka özür dilmeyi unutmayın. Birde; sensin, ben diyerek ayrımcılık yapmayın. Senin ailen, senin paran, benim param diyerek bir birinizi asla kırmayın. Saygılı olun, karşılıklı saygı gösterin, ufak şeylerle de olsa mutlu olmaya bakın. Bu yıllar çabucacık geçer. Geri getirmeniz mümkün değil. Elinizde var olanlarla yetinin. Niye yok, getireceksin, yapacaksın, ben anlamam, ne zaman elinde var oldu ki demeyin bir birinize. Siz siz olun sağlığınıza dikkat edin…
Tam böyle düşünerek giderken acı bir fren sesiyle irkildi Mustafa Bey. Tam Renkli otobüs durağına yaklaşmıştı. Birden insanlar koşuşturmaya başladılar. Mustafa Bey’de adımlarına hızlandırmıştı. Çevreden insanların bağırmalarını duyuyordu. “- Koşturun, yardım edin, ambulans çağırın, itfaiyeyi arayın!!!” sesleriyle olay yerini vardı. Mavi tempra marka bir arabanın sürücüsü cadde üzerinde sürat denemesi yapmaya karar vermiş olacak ki, direksiyon hakimiyetini kaybetmiş. Durağın dibindeki çam ağacına tırmanmak istemiş. Tırmanırken ise ne yazık ki durakta bekleyen 25 yaşlarındaki genç bir bayanı da önüne alarak ağaç ile kucaklaşmış. Çam ağacı eğilmiş, kadının yarı beline kadar olan kısmı arabanın altın, diğer yarı kısmı ise çam ağacı ile arabanın arasında kalmıştı. Hani yıllarca uğraşsanız o şekilde bir kaza yapmanız mümkün olamaz. Bu arada kaza yapan genç şokta. Dümdüz yolda ben bu ağaca nasıl çıktım diye düşünüyordu.
Arabanın içerisinde üç genç delikanlı vardı. Onlarda yetişenlerin yardımı ile arabadan çıkarıldı. Bu arada yakın trafik polisi olay yerine gelmiş, çevreyi kontrol ediyor, merkeze telsiz ile bilgiler veriyordu. Arabanın içinde bira şişeleri dans eder gibi dağılmışlar, arabadan çıkan bir genç elindeki bira şişesinden yudumlamaya çalışıyordu. Ancak ne olduysa o yudumdan sonra oldu. Kurtarma çalışmaları yapan vatandaşın; “ Yeterin artık kardeşim. Gencecik kızı öldürdünüz, siz hala içmeye devam ediyorsunuz. Siz ne biçim insansınız, adiler, şerefsizler, ahlaksızlar.” Diyerek iki gence de vurmaya başladı. Bu arada diğer vatandaşlarda şoförü eline aldılar. Polis ise tek başına duruma müdahale ederken motorlu ekiplerin gelmesiyle gençleri linçten kurtardılar. O arada ambulans ve itfaiye kurtarma ekibi gelmiş olaya müdahale ediyor ve halkı açılmaya çağırıyordu.
Mustafa Bey, yine başını öne eğerek üzüntülü bir durumda yürüyüşü yarıda keserek eve döndü. Evin kapısından içeriye girdi. Salona doğru yürüdü. Yorgundu, düşünceleri karma karışıktı. Bir saat içerisinde yaşadıkları onu üzmüştü. Boş gözlerle salonu incelemeye başlamıştı. Yaşamı, çocukluğundan beri yaşadığı o acı, tatlı anıları gözünün önünden bir film şeridi gibi geçip gitti. Koltuğa yavaşça oturdu. Ellerini havaya kaldırdı; “ Allah’ım, sana şükürler olsun. Yalnızım, yanımda çocuklarım yok, dertleşecek kimsem yok. Ama bu halime de şükür. Benden daha da beterleri var. Hiç olmadı bulunduğum ev kiralık da olsa başımı sokacak bir evde oturuyorum. Benden beter durum da olanları düşünürsem, ben onlara göre daha şanslıyım. Mutluluğu dışarıda aramama gerek yoktu. En güzel mutluluk elinde var olanlarla yetinmek, yarınına dikkat etmek, sadece yaşama gülümseyerek bakabilmek önemli…” dedi, olduğu koltukta yorgunluktan gözleri kapanmış, elleri öyle yanı başına inivermişti.

Davutlar / 14.02.2006
Hüseyin DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 7 Eyl 2013 Kategori: Hüseyin DURMUŞ

ANILAR

ANILAR

İnsanlar her zaman bir nedenden dolayı hatırlanmayı hep isterler. Ancak bu hatırlanmanın sonunda sonuçlar bazen hep mutlu olmuyor ne yazık ki! Mutlu oluyorsunuz arandığınız için. Hüzünleniyor; kederleniyor, hatta keşke dediğiniz an oluyor… Gözünüzden yaşlar akıyor…
Geçirmiş olduğum ameliyat nedeniyle evime bir taraftan öğretmen arkadaşlarım geçmiş olsun dileklerini sunmak için geliyor, diğer taraftan da derslerine girdiğim veya girmediğim öğrencilerim de geçmiş olsun ziyaretine, dilek ve temennilerini sunmak için geliyorlardı.
Eve gelişimin beşinci gününde sabah kapımı iki öğrencim çaldı. Kendilerini karşıladım, adetten ellerinde süt, meyve suyu getirmişler, çabuk iyileşmem konusunda katkıda bulunmak istemişlerdi. Salonda yatak yaptığım, misafirlerimin geldiğinde zorunlu olarak uzandığım koltuğuma yine uzanmıştım. Hoş sohbetten sonra yanlarında bir arkadaşlarının da gelmek istediğini, ancak beklemelerine rağmen gelmediğini söylediler. Ancak geç kalmamak için arkadaşlarını beklemediklerini söylediler.
Zaman hızla aktığı için öğrencilerim izin istediler. Derse girecekleri için geç kalmak istemiyorlardı. Benden bir isteğimin olup olmadığını sordular, “ Bana bir Milliyet Gazetesi getirebilir misiniz? “ dedim. Biraz sonra öğrencimin ikisi de geldi, yalnız yanlarında okulda bekledikleri Tolga isimli öğrenci arkadaşlarını da getirmişlerdi. Tolga ve iki arkadaşı tekrar salona girdiler. Başlangıçta girmeyelim, kapıdan dönelim dediler, ben ısrar edince üçü de içeriye girdiler.
On dakika sohbetten sonra izin istediler, ben de derslerine geç kalmalarına gönlüm razı olmayacağı için izin verdim. Üçü de okulun yoluna koyuldular, ben de beni bekleyen koltuğuma uzanmak için hazırlığımı yapıyordum. Bu sırada Tolga’nın getirmiş olduğu sağlık paketi gözüme ilişti. Masanın üzerinden aldım ve paketi açtım. İçinden Pastörize sütlerden bir kiloluk bir paket çıkmıştı. Ancak Pastörize sütteki koyu harflerle Yazılı olan  “ İZMİR BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİ ARMAĞANIDIR ”  ibaresini görünce olduğum yerde dondum kaldım. İçimden eyvah dedim. Eyvah ki ne eyvah! Elimde kiloluk süt paketiyle on dakika ayakta hiç kıpırdamadan durdum.
Duygularım karmakarışık oldu. Mutlu olmuştum, ancak öğrencimin gitmesiyle hüzün kapladı beni. Karışık duygular içerisine girdim bir anda. Daha sonra yavaş yavaş hasta koltuğuma uzandım. Uzandığım yerden düşünmeye başladım. ”ARMAĞANIDIR” sözcüğünde takıldım kaldım. Bir taraftan da ne den be Tolga ? diye sormaya başladım. Neden getirdin be yavrum? Kendi rızkını, kardeşinin iki günlük rızkını niye getirdin be yavrum diye sormaya başladım. Bu sırada gözlerimden akan yaşlara ise hakim olamıyordum. Bıraktım yaşları kendi halinde ve sadece neden diye soruyordum?
Fakir bir öğrencim olduğunu biliyordum. Gerçi onun gibi daha bir çok fakir öğrencim vardı , çoğunun davranışları ve kıyafetleri ekonomik güçlerini gösteriyor. Ancak Tolganın benim sağlığım için getirmiş olduğu o süt paketi… Adettendir, gelenektir, hastayı ziyarete giderken ya süt, ya kuru üzüm, kayısı, kuru incir götürürler Anadolu’da. Benim öğrencim Tolga’da ameliyat sonu çabuk iyileşeyim diye süt getirmişti. Ama bu öyle
bir süt ki; süt alma imkanlarının olmadığı, sosyal yardımlaşmadan ve İzmir Büyük Şehir belediyesinin fakir ailelere yapmış olduğu sütü kendisi, kardeşi ve ailesinin beslenme kaynağını sevdiği öğretmenine getirecek kadar zengin gönüllü, gerçekten can dostu olan biri. Öğretmeninin sağlığı; ona kardeşinden, kendisinden, ailesinden daha önemli idi ve sütü kaptığı gibi arkadaşlarından ayrı olarak ziyaret etmeyi düşünmüştü. Yeter ki öğretmeni o paketi arkadaşlarının yanında açmasındı. Arkadaşları bu durumu bilmemeliydi, öğrenmemeliydi. Yoksa arkadaşlarının yanında utanacak, beklide yerin dibine geçecekti. Gururu bırakıp mağrur olmak, kibirden uzak insan olmak sanırım bu olsa gerek. Çok sevdiği öğretmeni ile bir lokma bile olsa, kendisi yemeyip öğretmeninin iyileşmesi için, öğretmeninin sağlığı için kendi nevalelerini paylaşmak istemişti benimle! Canı kadar sevdiği öğretmenine kendi rızklarını getirebilecek kadar gururdan uzak, insancıl bir davranışla daha iyisini yapamadığı için üzgün bir gelecek gençlik olarak görüyorum Tolga’yı.
Teşekkürler Tolga’cığım. Teşekkürler Yavrum. Teşekkürler; senin gibi bir çocuğu yetiştiren anne ve babana. Teşekkürler senin öğretmenin olduğum ve derslerde beni ara sıra sorunlarının çokluğunda dinleyip derslerinde başarılı olmak için gösterdiğin çabaya. Teşekkürler… teşekkürler…teşekkürler…
Senin üzülmeni istemem. Sen böyle olumsuzluklara layık biri değilsin. Senin durumunda olan binlerce öğrencimin de suçu değil bu! Seni ve senin gibileri bu hale getirenlere lanet ediyorum. Barlarda, diskolarda, lüks otel köşelerinde, yurt dışında bayram tatilini geçirmek isteyen lüks düşkünü zenginlerle, para kazanıp zarar beyan eden veya vergi ödememek için az kazanç beyan eden haramilerin suçu bunlar. Ne yazık ki yaşam böyle akıp gidiyor ve elimizden bir şey gelmiyor. Lanetim seni ve diğerlerini bu hale getirenlere! 
Geleceğinin; istediğin gibi, başarı, mutluluk, üzüntüsüz bir yaşam olmasını dilerim. Yaşam boyu; mutlu, başarılı dolu bir geleceğin senin olmasını dilerim.Başarlar,başarılar,başarılar…

İzmir. 28.04.2005
Hüseyin  DURMUŞ
Emekli Edebiyat Öğretmeni
Şair Yazar
www.kafiye.net


Tarih 7 Eyl 2013 Kategori: Bilgehan EMİRŞANOĞLU

İzmir’i Özledim

İzmir’i Özledim

İzmir’i özledim.
Denizi de beni özledi.
Çünkü benim kadar,
Kimse “o”na hayranlıkla,
Bakan olmamıştır.
Yani bakışlarımı özledi.
Ve
İzmir Konak’ta gün batımı izlemeyi,
Bir de martılara simit atmayı,
Çingenelerden gül alıp,
Onlarla sohbet etmeyi,
Denize gül atmayı özledim.
Ve
İzmir’de eşsiz gülüşümü,
Konak’tan vapurla Karşıyaka’ya geçmeyi,
Karşıyaka’da dostlarımla,
Fasıl eşliğinde, sohbet dolu gecemizi,
Çocukluğumun izlerini özledim.
Ve
İzmir’i gelin tacı gibi, süsleyen,
Işıkları seyretmeyi,
Hele yakamozlara bakmayı,
Basmahane’de hayvanat bahçesinde gezmeyi,
Maymuncukları fındık, fıstıkla beslemeyi,
Kısacası ben İzmir’i çok özledim.
Ve
Ruhum şu an İzmir’de geziniyor.
Bedenimse üç, dört güne kadar, İzmir’de olacak.
Ruhum bedenime kavuşup, dehlizlerden kurtulacak,
Ve
Kısaca İzmir’e özlemimi anlatmaya çalıştım.
İzmir’i anlat deseniz anlatamam ki;

Çünkü…

İzmir aşka benzer, anlatılması mümkün değildir.
İzmir anlatılamaz, sadece aşk gibi, yaşanılır…

06/09/2013 23:51 de
Bilgehan Emirşanoğlu
www.kafiye.net


Tarih 7 Eyl 2013 Kategori: Şerife BADISABA

DERİLMEZDİ GÜLLERİM…

DERİLMEZDİ GÜLLERİM…

Dokunma yüreğime yaralarım derinde,
Tükendi umutlarım yeller eser yerinde,
Puslu bir hayal kaldın gözlerimin ferinde,
Biraz umudum olsa darılmazdı dillerim…!

Girdabında kalmışsın karanlık bir yalanın,
Almışsın neyim varsa iflah olmaz kalanın,
Sensin bil ki sebebi bendeki bu talanın,
Bağımda sam esmese kırılmazdı dallarım…!

Elbet ulaşır sana ahımdan kaçamazsın,
Yorulur kanatların aşk ile uçamazsın,
Benim gönül bağımda gül olup açamazsın,
Canımdan çok sevmesem derilmezdi güllerim…!

Görünmeyen yangından ayan duman tüter mi?
Özlem gamım kederim sen gelmeden biter mi?
Yüregimden söktüğün yerler yama tutar mı?
Yaradan bilmeseydi görülmezdi hallerim…!

Yıkıldı Bad_ısaba başka gönle gireme,
Hangi vicdana sığar çektirdiğin cereme,
Yine eskisi gibi baksaydın pencereme,
Gözüm seni arardı gerilmezdi tüllerim…!

Şerife Badısaba
www.kafiye.net


Tarih 5 Eyl 2013 Kategori: Öyküler

Tutuşup Yanan Benim

Tutuşup Yanan Benim

Aşkımızın falına bakmıştık bakışmıştık,
Bir deli ırmak gibi çağlayıp akışmıştık,
Kıskanan çatlıyordu ne de çok yakışmıştık,
Sadece sen diyerek tutuşup yanan benim!

Nice dağları aşıp kavuşabilmek zordu,
İçimde dolu hasret yüreği yakan kordu!
Sanmayasın ki yıllar yalnızca seni yordu!
Bir sevda ırmağına katışıp dönen benim!

Ne yok dedim, ne engel karlı dağları aştım!
Sevda düşmüştü sere, onca diyar dolaştım!
Bak işte sana geldim, amacıma ulaştım!
Aşk olup bir yüreğe korkusuz sinen benim!

Sanma kuru çalıyım ben evrende bir gülüm!
Yalnızca yokluğundur bu canda gerçek ölüm!
İşte bu dayanılmaz budur en büyük zulüm!
Bir garip bülbül olup dalına konan benim!

Emine Öztürk 05.09.2013
www.kafiye.net


Tarih 5 Eyl 2013 Kategori: Hakan KURTARAN

BUNDAN SONRA …

BUNDAN SONRA …

Bir geldin ki pir geldin, şu kalbimi hep çeldin,
Voltajını yükseltip, matkap olup sen deldin.
Önceleri dalganda, önemsemez bir eldin,
__Yüksek ısı yayarsın, çok bunattı bu nemi,
__Kaderin oldum senin, bundan sonra sev emi!

Hangi İnsan tav olmaz, gül kokulu o tenden,
Kimler dalga geçermiş, hiç duydundu sen benden.
Belki biraz fiziksel, kaybım var boydan enden,
__Kollarında titredi, bendeki şu kalp devi,
__Kavuşmak ölüm ise, bizle gider bu sevi…

İki yürek baş başa, bekleyecek hep ilgi,
Aşkın gücü sınırsız, çok gizemli bir bilgi
Geçmişin anısını, silemez ki her silgi,
__Yüksek rakam tutkunluk, sevdamızın bu çeki,
__Bir gözünde yüzerken, susuz kalmış o teki…

Güneşi bekler gibi, arındırır her kinden,
Yangın yeri yürekler, sayı başlar yüz binden.
Sabır eden kazanır, örneği güzel dinden,
__Bak kendinden geçiyor, delidir tümden deli,
__İrem bağı kurulmuş, o aslında bir veli…

Kalbimi aşındırdı, çekmez oldu bu dizler,
Son derece hassastır, o sırrını hep gizler.
Bu sevdanın halkası, orda kaldı tüm izler,
__Bak limana yanaştı, demir attı bu gemi,
__Bir içimlik bardakta, aşkımızın son demi,
Müdavinim olmuşum, unutma sakın emi!

H.HakanKURTARAN
21.11.2011-Aydın
www.kafiye.net


Tarih 5 Eyl 2013 Kategori: Öyküler

O AKŞAM

O AKŞAM
Titriyordu akşam, hüzne doyarken,
Saldı ikimizi, yalnız geceye,
Tüllendi griler, ruhu soyarken,
Sırları döküldü, nurlu heceye.

……Biz o akşam gamdan, besteler yaptık,
……Hüzün oklarından, desteler yaptık.! ..

Bilmedi o akşam, bu vuslat sondur,
Bilmedi tek yarın, yaşanan gündür,
Günahsız bir buse, en mutlu andır,
Umuda sarıldı, daldı niceye.

……Biz o akşam aşktan ne çok emindik,
……Gizemli sonsuzun kalbine indik! ..

Hilali ağladı, düşte ecenin,
Ardından sızladı nemli gecenin,
Seheri düğümdü bu bilmecenin,
Kutsadı melekler sundu yüceye.

……Biz o akşam aşkı, nazar eyledik,
……Ömrün kalanına mezar eyledik! ……

MUDANYA / 16 Ekim
almıla Kargülü almıla
Sevim YAKICI (ÇAKICI)
www.kafiye.net