Ya Kardan Adam Üşürse

Mira’nın yaşadığı şehir ılıman ve güler yüzlüydü. Günler ise genellikle sarışındı. Hava ne zaman esmerleşse bilin ki yağmur yağardı. Kar mı? Oraya neredeyse hiç kar yağmazdı. Fakat Mira çok küçükken, henüz okula dahi gitmezken bir gece yarısı şehrin üzeri beyaz bir tülle örtülmüştü.

Sevecen bir telaşla yağan yağmuru seyrederken o günü anımsadı Mira. Sıcacık gülümsedi.

Annesi sordu:
“Ne oldu canım kızım, ne geldi ki aklına pamuk şekeri gibi gülümsedin?”

“Hani ben çok küçükken kar yağmıştı, işte o günü anımsadım. Babam ve Mehmet ağabeyim kardan adam yapmışlardı. Ben de ‘ya kardan adam üşürse’ diye ağlamıştım.”

Nilgün Hanım kocaman bir kahkaha attı. Unutmak mümkün müydü?

“Çok da büyük olmayan bir kardan adamdı. Burada zaten daha büyüğünü yapmak mümkün değil. Şapkası dedenden, atkısı dayındandı. Sanki kocaman bir kesme şeker yontularak yapılmıştı. İşte öyle tatlı bir hali vardı.”

Konuşurken yüzü sımsıcak bir güneş gibiydi. Tüm anneler gülümsediklerinde yüzleri güneşe benzemez mi?

İnsan belleği ışıktan bile hızlıdır, bilirsiniz. İçinde türlü anıyı saklayan bir sandıktan farksızdır üstelik. Mira’nın belleği pek uzak sayılmayacak olan geçmişe dönmüştü çoktan.

“Kardan adamı içeri alalım, kalorifer peteğinin yanında uyusun, gece olunca hava daha çok soğur, yazık değil mi ona… Daha neler demiştim neler!” derken küçük bir kız değil de bir serçe şakıyordu sanki.

Annesi kucağına aldı onu.
“Şeker kızım, şerbet kızım, bal kızım!” dedi, yanağından sıcacık öptü sonra.

Merhamet tanımlanmaya ihtiyacı olmayan bir duygu. Kalplerde filizleniyor, davranış ve sözlerle somutlaşabiliyor ancak. Mira iyi yürekli bir çocuktu. Kardan adama merhamet duymuştu küçücük yaşına rağmen.

Annesi içinden konuşur gibi sakince şunları söyledi: 
“Acaba merhamet doğuştan gelen bir yetenek mi? Benim güzel kızım daha küçücükken bile acıma duygusuna sahipti. Yoksa bizden mi öğrendi? Bilemedim şimdi.”

Mira annesinin söylediklerini duyduğunda,
“Ben iyi kalpli ve yardımsever olmayı sizden öğrendim anneciğim!” dedi.

İşin aslı şu ki, olumlu ya da olumsuz her özelliğimiz biraz doğuştansa biraz da öğrenilerek kazanılır. Mira hem iyi doğmuştu hem de ailesi ona iyiliği öğretmişti. Babası o gün kızının isteğini kıramamış, kardan adamı içeri almışlardı.

“Sabah uyandığında ilk işin misafirimizi yoklamak olmuştu. Kocaman tepsinin içindeki erimiş suları, atkı, şapka, havuç ve kömür parçalarını görünce ne kadar da içten ağlamıştın.”

“Evet!” dedi Mira, sonra da tatlı tatlı gülerek ekledi. “O zamanlar suyun hallerinden haberim yoktu tabi. Kardan adamın, sıcağı görünce eriyeceğini söyleseydiniz de anlamazdım. Sahi neden onu içeri aldınız ki? Ben bilmesem de siz biliyordunuz kardan adamın başına ne geleceğini.”

Nilgün Hanım iri ela gözlerini daha da açmıştı konuşmaya başlarken. Son derece ciddi şeyler söyleyeceği ne kadar da belliydi. Hep böyle yapardı önemli bir konu hakkında konuşurken.

“Gerçekleri başkalarından öğrenmektense kendi tecrübelerimizle öğrenmemiz çok daha sağlam bir yoldur. Eğer biz kardan adamı içeri almasaydık sen olayı çoktan unuturdun. Yani sadece ağlamana dayanamamamız değildi bunu bize yaptıran. Hayatın gerçeklerinden haberdar olmanı da istemiştik, senin anlayacağın. Anne babalar çocuklarının hep gülmelerini isteseler de zaman zaman ağlamalarına da izin verirler. Hayat sadece bahar ya da yazdan ibaret değil. Sonbaharı, kışı da var.”

Mira annesinin boynuna sarıldı. 
“Sonbahar ve kış da güzel anneciğim, ağlamak da öyle!” dedi.

Gökyüzünde koskocaman bir gökkuşağı belirdi aynı anda. Göğün gözyaşları, güneşin ışığıyla buluşup rengârenk parıltılar saçmıştı etrafa. Daldaki bir kuş, pencerenin önüne oturan kedi, vazodaki çiçekler… Her şey fakat her şey çok güzeldi. Tıpkı mutlu bir yuvanın ta kendisi gibi!



Hatice Eğilmez Kaya
www.kafiye.net