Küstahım.

Gevelemenin ötesine gidebildiğim ikinci bir dil daha yok, yani sandığın kadar kültürlü değilim, fakat hem sırtımda hem kafamda Akif’in Küfe’sini taşırım. On onbir adım ötemdeki dönüm noktam iki ciltlik Safahat’ı süs niyetine saklamam. Bu çatı altındaki her şeyin doludizgin bir anlamı var. Şuuru yok. O keza.

Az evvel arkadaşım arabadan inerken, bütün inen ve kalanlar için ingilizce bir hikaye anlattım. Fakat onu bilmiyorum. Kesmedi onları, şunu dinleyin dedim, fermanı aşka can iledir.. Bâki’den bir enfes gazel. Kaldıramadılar. Her zamanki gibi beni susturduklarını sandılar ve yola devam ettik.

Koyu sohbete dalmışken bana derin bir soru yönelttiler. Beni öyle iyi tanıyorlardı ki, soruya vereceğim cevabı canlı kanlı karşımda dillendirdiler. Bu kaydetmek istediğim özel şeylerden biri oldu. Fakat izin vermediler, zaten ikincisi ilkindeki etkiyi uyandırmazdı bunu hepimiz biliyorduk. An dediğimizde tam olarak buydu işte. Yaşayabiliyorsan, oradaysan güzeldi. Değilsen, geçti bor’un pazarı..

Aşkı konuştuk. Gürül gürül aktım ben. Gülümsemekten yanaklarım ağrıdı. Müsebbi Ali’dir. Bazen güzel şeyleri unuttuğum için kızıyorum kendime, yine öyle oldu. Gerçeğe değen ve ucu bize dokunan muhteşem sorular cevapladım. Elbette mizahsız olmazdı. Kapalı olduğunu farketmeyip cama toslayan adama epey güldük. Ve sesim çok çıkmış olacak ki bana hayatımın en ters bakışını atan sarışın hanıma iki cihanda mutlu olsun diye dua ettim. Tecahuli Arif değil sahiden dua ettim. Tarize tecahuli Arif demeyi severim aldırmayın. Yine. Lütfen artık bilerek bilmek istemediğim şeylere aldırmayın.

Ali’yi bile isteye sevdim. Bunu da bile isteye yapıyorum. Bile isteye yaptığım şeylerden bari biri bende kalsın istiyorum. 
Epey karışık ve bir o kadar büyük. Bir yol kadar, bir balkon kadar, aslında bir saksı kadar büyük. Çünkü dokunduğum bu saksı benim, ektiğim çiçek, deştiğim toprak ve yola bakan gözüm. Yani gözü çiçeğin. Bütün bunlar kadar büyük ve bütün bunlar kadar güzel.

Yol. O benim yolum. Geçmek zorunda olduğum, kaldığım ve bırakıldığım. Efkar benim neyime. Dedim ki bugün, çirkinliği sevebilir misiniz. Hayır hayır, kastım kendi çirkinliğimden. Ömer, Allah’ın yarattığı hiçbir şeye çirkin dedirtmez. Katîdir. Bahsettiğim çirkinlik tam olarak burada saklanıyor. Ali yazık diyor. Bense. Yutkunmaktan başka bir şey yapamıyorum.

Her şeyin çizgi filmlerdeki gibi renkli olmasıydı tek hayalim küçükken. Sırf bu yüzden büyümek istemeyen bir çocuk oldum. Bile isteye diyorum ya.. Ah… İstemeye istemeye büyüdüm ben. Kendimi ıskalarım sandım. Denizde bir türlü sektiremediğim onca taşı, bir bir bir kendime fırlattım sanki. Hınçla. Büyüdükçe, her şeyin rengi soldu. En çok da içimin. Annem alıp beni hipoya ıslasa, kim bilir bu kadar ağarmazdım. Farkında mısın.. Ne kadar keskin ya da kızgın gelirsem geleyim uğurlandığım yer hep kalbimin naif yani oluyor. En içi yani. Özü. Seni.

Gözlerim kapanıyor. Ele avuca sığamıyorum. Ben karanlık, sıvalı kadın. Bir veda şiiri öpebilir mi seni Ali, bak dinle:

İç geçiriyorum/hep iç geçiriyorum/şarkılar kadar ölüyor/ve günler kadar diriliyorum/kara gunler kadar/yaslanıp gövdene/ne varsa ikiye bölüyorum./olmuyor/ gidemiyorum.

Küfe’ye kadar yolum var Ali. Ben gidemiyorum sen git Ali. Olmadı gitme be Ali.

Ama ben küstahım. Git Ali.

Hatice Kübra Öktem
27.3.16
02:03
www.kafiye.net